1 Mart 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
SARS ilk olarak o
günlerde yaşadığım HK’da görülmüştü. O günlerde kent halkının davranışlarında “panik”
halini çağrıştıran, ciddi bir tehdide odaklanmış bir tetikte olma durumu gözlemlemiştim.
Maske takmak (ve bir adet yedek bulundurmak) adeta bir takıntı haline gelmişti.
Yüz yüze iletişim çok azalmış, bir arada bulunmaktan kaçınılır olmuştu vs.
Bunlar için insanların kendi iradeleriyle uyguladıkları bir tür kişisel karantina
diyebilirim. Maske takmayı unutup dışarı çıktığım bir akşamüstü HK polisi durdurdu
ve salgın hakkında kısa bir nutuk çekti, salgını anlatan bir broşür verdi ve
bir maske verip takmamı istedi. O saatten sonra işin rengi değişti ve ben de
kişisel karantina uygulamaya başladım.
Paniğe benzettiğim
ve yadırgadığım o tetikte olma halinin nasıl bir kültürel kod olduğunu kültürü
içeriden tanımaya başlayınca anlayabildim. Çin kültürü bir kişisel-içsel
disiplin (self-discipline) kültürüdür. Disiplin dendiğinde, buralarda insanın
kendi kendini disipline etmesini ifade eden içsel süreç/yaşantı anlaşılır,
devletin veya bir gücün yasakla, kuralla, korkuyla hizaya sokmaya çalışması
değil. Bu disiplin kültürünün insanları hızlı düşünüyor, hızlı karar veriyor,
hızlı organize oluyor ve (durumun gereklerine) hızlı uyum sağlıyorlar.
Dolayısıyla, gördüğüm şey panik değil yeni durumun gereklerine hızlı bir uyum
süreci ve uyanık olma haliydi.
Dikkatimi çeken bir
diğer kültürel özellik Çinlilerde el sıkışma alışkanlığının olmamasıydı -İngiliz
kültürüyle yüz yıl geçiren HK’lularda bile. Elinizi havada bırakmazlar ama el sıkışmada
bir sakillik hissedersiniz. İngilizlerin “ölü balık” dediği türden bir el
sıkışmadır. Yani avucunuzun içindeki el sizin elinizi sıkmaz, hareketsiz durur.
El sıkışmak yerine filmlerde gördüğünüz ve saygı sunma/saygıyla karşılama ifade
eden o öne doğru eğilme davranışıyla karşılanırsınız. Ayrıca, Çinliler bizim
gibi her fırsatta “kızlı-erkekli” ve hatta erkek erkeğe sarılıp bir o yanaktan
bir bu yanaktan öpüşmezler, hatta karşı cinsiyetler (kadınlar demek daha doğru)
çok yakın oldukları dışındakilerle sarılmazlar. Yani kişilerarası ilişkilerde
temas azdır.
Anlatmak istediğim,
bu kültürel özelliklerin uyum ve hayatta kalma açısından ne kadar işlevsel
olduğu. Çinliler her karşılaşmada el sıkışan, sarılıp öpüşen, el şakaları yapan,
kişisel disiplin yerine lakayt-umursamaz insanlar olsaydılar (tabii ki her
Çinliden bahsetmiyorum), salgın herhalde bugünkünden çok daha ağır olurdu. Bu
kültürel özelliklerin salgınların kontrol edilemez boyutlara ulaşmasını
zorlaştıran, önüne geçen önemli faktörler arasında ilk sıralarda yer aldığını
düşünüyorum. Wuhan kaynaklı salgının bu boyutlara ulaşması ise üç başlıca
nedene bağlanıyor: (1) Koronavirüsün geç anlaşılabilmiş olması, (2) Nüfusun üçte
birinin yer değiştirdiği Çin Yeni Yılı tatiline rastlaması ve (3) Wuhan
Belediyesinin her Yeni Yıl tatili öncesinde binlerce insana verdiği yemek (bu
yıl 50 bin kişi katılmış). Salgının henüz anlaşılamadığı dönemde toplanan bu büyük
kalabalıkların salgının yayılmasını hızlandırdığı düşünülüyor.
Aşı
bulundu mu?
TV’ci-gazeteci
milletine bakılırsa ha bulundu ha bulunacak, hatta belki de bulundu bile… Sansasyonel
gevezelik ve çığırtkanlık galiba TV ekranlarına kurulanlarda olması gereken
katlanılması zor bir özellik. Araştırma kurumlarının aşı üzerinde birkaç koldan
çalıştığını ve yol alındığını duyuyorum ama sağlık yetkililerinden henüz resmi
bir açıklama yok. Uzmanlar konuya bilimsel kuşkuculuğu elden bırakmadan
yaklaşıyorlar. Bir uzman “Bir ay içinde bir aşı geliştirmek mümkündür. Ancak
aşının etkinliğini kanıtlamak için hayati olan hayvan deneylerini bu kadar kısa
bir sürede tamamlamak imkânsızdır… Geliştirildiği söylenen ağız yoluyla alınan
ilaç ise büyük olasılıkla koruyucu aşıdan farklıdır. Önleyici aşı genellikle
enjekte edilir. Geliştirildiği söylenen ürün ise tıpkı bir ilaç gibi bir çeşit tedavi
edici aşı olabilir. Fakat acil olarak ihtiyaç duyduğumuz şey sağlıklı insanları
virüsten koruyacak bir önleyici aşıdır” diyor. Uzmanlar, artık Wuhan’da bile
görülme sıklığı iyice düşen, bazı eyaletlerde sıfıra inen salgın için bile
“Zafer ilan etmek için çok erken. Aşırı iyimserlikten kaçınılmalı” diyorlar.
Komplo
teorileri
“Koronavirüs neden
Çin’de ortaya çıktı ve ardından İran’ı sarstı?” diye bir soru sormak ve “ABD
emperyalizmi Çin ve İran’ı dünyadan izole etmek istiyor” sonucuna varmak bence ciddiye
alınmaması gereken bir komplo teorisi ve her komplo teorisi gibi akıl dışı ve
bir ahmak eğlencesi. Komplo teorileri ABD’de bir dergide yayınlanan ve
laboratuarda bu tür bir virüs ürettiklerini iddia eden Hindistan kaynaklı bir
uydurma “bilimsel araştırma”ya dayanıyor. Yayının uydurma olduğu anlaşıldı ve
geri çekildi ama böyle olması komplo teoricilerini kesmez.
“Salgından
etkilenenlerin sayısı konusunda doğru bilgi verilmiyor, ölenlerin sayısı
saklanıyor” lafları ise düpedüz saçmalık. Bu lafları edenler aslında burada bir
aydır her yerde çalışan Dünya Sağlık Örgütünü de yalancılıkla suçluyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder