12-13 Nisan 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
Önce bir okuma
önerisi: Yazılarımı okuyanlara, Cangül Örnek’in 23.03.2020 tarihli BirGün’de
yayımlanan “Eyvah devlet ateş ölçüyor” başlıklı yazısını mutlaka okumalarını
öneriyorum (tabii ki okumamışlarsa). Çin, dünyaya bir “Kriz yönetimi dersi”
verdi. Bu süreci ve olup bitenleri Çin’in hakkını teslim ederek yazmaya
çalışıyorum, hepsi bu. Zihni liberallerin safsatalarıyla az da olsa kirlenmiş
ve yazılarımda Çin’e o tezlerle vurmamı bekleyen bazı solcu dostlar varsa,
Cangül Örnek’in yazısını ilaç niyetine okumalarını öneririm.
Çin’in en
devrimci şehri
Wuhan hakkındaki bu
yakıştırma bana ait ve buradaki dostların çok hoşuna gidiyor. 1912 devriminin
(İmparatorluğun lağvedilmesi, cumhuriyetin ilanı) ateşi bu şehirde yakıldı.
1911 yılında, şimdi Wuhan’ın bir bölgesi olan Wuchang’de demiryolu işçileri ilk
ayaklanmayı başlattı. Ayaklanma İmparatorluk ordusunun silahla bastırmaya
çalıştığı çok kanlı bir savaşa dönüştü. Ayaklanmalar ve savaş giderek bütün
Çin’e yayıldı ve İmparatorluğun sonunu getirdi. Wuhan, daha sonra Wuchang’in de
dâhil olduğu üç yerleşim biriminin birleşmesiyle oluşan bir kent. Şehrin adının
ilk iki baş harfli Wuchang’den geliyor. Çin’de iki kentin sakinlerinde “kent
milliyetçiliği” bile diyebileceğim bir şehirleriyle gurur duyma, tutkuyla bağlı
olma haline tanık oldum. Bunlardan biri Shanghai (Şanghay), diğeri Wuhan. Wuhan
çok sayıda uluslararası şehircilik, çevre ve kültür ödülleri almış ve nitelikli
üniversitelere sahip bir kent. Ne zaman Yangtze nehrini görsem (şehrin
ortasından geçer) Boğaz gözümde canlanır ve aklımdan “tam İstanbul ile kardeş
şehir olacak bir kent” düşüncesi geçer.
Salgın işte bu kenti
vurdu. Karantinanın başladığını ve alınan radikal önlemleri ilk duyduğumda
(Wuhan’da değildim) kentin başına gelebilecekleri düşünüp üzülmüştüm. Bu duygularımı
şimdi buradaki dostlarla paylaştığımda bana “Bu şehrin devrimci ruhundan
bahsediyordun ya, işte onu unutmuşsun” diyorlar. Onların dediği gibi, Wuhan
salgına yenik düşecek bir şehir değil. Yaşanan ağır bir travmaydı. Düştü, ayağa
kalktı ve şimdi kaldığı yerden devam etmeye çabalıyor. Burası 24 saat yaşayan,
canlı, hareketli, yaşanılası bir şehirdi. Şimdi o havasından tabii ki uzak.
Hayat nispeten geç başlayıp erken bitiyor. Sokaklara, parklara sırf insanları
gözlemlemek için çıkıyorum. Bıkkınlık, bezginlik, umutsuzluk gördüğümü
söyleyemem.
Batı basınının burada
görüştükleri bir veya iki kişi üzerinden şehir hakkında umutsuzluk, karamsarlık
hikâyeleri anlattığına bakmayın (zaten başka türlü yazamazlar da. Görevleri bu;
yani araya yalan da sıkıştırarak becerebildikleri kadar dezenformasyon).
Elbette her şey güllük gülistanlık değil ve kentin biraz da el yordamıyla
yolunu bulmaya çalıştığı şu belirsizlik günlerinde karamsar, umutsuz insanlar
tabii ki var (Wuhan’a göre daha hafif salgın yaşayan Batı ülkelerindeki kentler
açıldığında bakalım hangi hikâyelerle karşılaşacağız). Fakat aynı şeyi şehir
için söylemem imkânsız. Her gün sokaklarda, parklarda daha çok insan görülüyor.
İnsanlar sevdikleriyle birlikte olmayı, birlikte zaman geçirmeyi, karantina
öncesi yaşamlarında sıradan, rutin olan şeyleri özlemişler. Bir arkadaşımız
“Otobüse binmeyi bile özlemişim” dedi.
Açılın
kapılar
25 Mart’ta kaldırılan seyahat kısıtlaması tek yönlü seyahate
izin veriyordu: Sadece
dışarıdan Wuhan’a doğru. 25 Mart-8 Nisan arasındaki iki haftalık sürede kent
dışındakiler kontrollü olarak kente döndüler. Dönenlerle birlikte gelebilecek,
onlardan kaynaklanabilecek kent içindeki olası bir riski de rahat kontrol
edebilmek açısından dönüş süreci iki haftaya yayılmıştı. 8 Nisan’da kapılar Wuhan’dan dışarı doğru da açıldı, şehirden ayrılma
kısıtlaması kalktı. Şimdi kentten ayrılanların çoğunluğunun diğer bölgelerden
Wuhan’a üniversite için gelen öğrencilerden oluştuğu söyleniyor. Eyalet
valiliği “Okulların ne zaman açılacağına dair bir karar vermediklerini, bir
süre sonra tekrar değerlendireceklerini” duyurdu. Ortalıkta bir de valiliğin
"Okullar bu dönem kapalı kalsa ne kaybederiz. Bu halkın sağlığını korumak gerekli bir önlem" diye bir öneride bulunduğuna dair bir
söylenti dolaşıyor. Valiliğin okullarda seyrek oturma düzeni sağlama ve
fiziksel mesafeyi koruma gibi önlemleri almanın imkânsız olduğunu gördüğünden
eminim. Bunlar o kalabalık öğrenci nüfusuyla okul binalarında alınabilecek
önlemler değil. Göründüğü kadarıyla, öğrenciler valiliğin duyurusunu ve
söylentiyi “bu dönem okullar açılmayacak” diye yorumladılar ve şehirden
ayrılmaya başladılar. Şehirden ayrılmamış olan
yabancı öğrenciler ise halen buralarda. Ayrılmak isteseler bile artık öyle bir
şansları yok. Çünkü kendi ülkeleri onlara kapıyı kapattı. Gerçi onların da pek gitme
niyeti varmış gibi görünmüyor.
Sağlık
önlemleri
Seyahat kısıtlamaları kaldırıldı, kapılar açıldı ama
değişmeyen ve sanırım aşı bulunana kadar da değişmeyecek iki uygulama var:
Ulaşım araçlarında (hızlı tren dâhil) seyrek oturma düzeni ve QR kodu (sağlık
kodu) kontrolü (ve tabii ki vücut ısısı taraması). Yeşil sağlık koduna sahip
değilseniz, bir ulaşım aracıyla şehre ne girebilirsiniz ne de çıkabilirsiniz.
Başka (yasal olmayan) yollar deneyen açıkgözler çıkabilir ama bu “Salgını
bilerek yaymak suçu” kapsamına giriyor ki, yargılama sonunda canından olmak da var.
İki
gün önce Wuhan’ı ziyaret eden bir merkezi hükümet yetkilisi de “Alışveriş
merkezleri, süpermarketler ve lokantalar-eğlence mekânları işletmecilerine “Her
zaman dikkatli-uyanık olmaları, sürekli vücut ısısı kontrolleri yapmaları,
müşteri akışını mekân içinde güvenli mesafeyi koruyacak şekilde yönetmeleri
gerektiğini” söyledi. Ayrıntıya girmeden söyleyeyim: Şehirde uygulama tam bu
biçimde yürüyor ve hiçbir yerde güvenli mesafeyi bozabilecek sayıda insan
kalabalığına izin verilmiyor. Gerçekte bu kurallara birilerinin söylemesine
gerek kalmadan genellikle insanlar kendileri uyuyor, uyguluyor.
Aslında
bu önlemlerden (QR kodu taraması, seyrek oturma
düzeni ve vücut ısısı kontrolleri) önceki yazımda da bahsetmiştim. Bu önlemler
aynen devam ediyor. El dezenfektanları zaten her yerde ve herkesin çantasında…
Bu hafta içinde birçok işyeri de çalışmaya başladı. İşyerleri çalışanlarına
seyrek oturma düzeni sağlamakla yükümlüler. Ayrıca, çalışanlarına vücut ısısı
kontrolü yapmak ve kuşkulu bir durumla karşılaşırlarsa bunu ilgili yerel birime
gecikmeden rapor etmek zorundalar.
Tahmin edileceği gibi, şehirde maske takmak zorunlu. Çin’de
maske takmak zaten çok yaygın bir alışkanlıktı. Bir zamanlar Çinli dostlara
“Maske hem kadın hem erkeğe uygun bir Çin takısıdır” diye takıldığım o aksesuar
şimdi benim için de zorunlu. Bir de tam teşekküllü korunanlar yani baştan
aşağıya koruyucu elbise giyerek dolaşanlar var ki, arkadaşların dediğine göre
çoğunluğu şehre 25 Mart’tan sonra gelenlermiş (benim gibi). Yine arkadaşların
dediğine göre, karantina döneminde şehirde olmayanlar daha ürkek davranıyorlarmış.
Cadde-sokaklardaki dükkânlar çıkarabildikleri kadar çok ürünü
önlerindeki kullanabilecekleri boş alana çıkarıyorlar. Amaç içerideki insan
sayısını olabildiğince düşürmek ve müşterilerin içeride kalma süresini çok
azaltmak. Müşteriler genellikle aradığı ürünü dışarıdan seçiyorlar ve çoğunlukla
dükkânın içine bile girmeden ödeyip ayrılıyorlar.
Kişiler arasında fiziksel mesafeyi korumanın zor olduğu
inşaat, şehir temizlik işleri vs gibi alanlarda çalışanlara, günlük vücut ısısı
kontrollerine ek olarak, düzenli olarak tarama testleri yapılması zorunluluğu
getirilmiş. Sorumluluk işverenlere, denetlemek ve testleri uygulamak ilgili
yerel komite ve sağlıkçılara ait.
Bunlar şehir merkezinde alınan ve ilk aklıma gelen önlemler.
Şehrin çevresindeki yerleşim birimlerinin çoğunda karantina üç hafta kadar önce
hafifletilmişti. Bazı izleme önlemleri devam ediyordu. Dolayısıyla, buralarda
kurulu olan fabrikalar iki hafta kadar önce çalışmaya başlamıştı.
Basına-TV’lere yansıyanlardan gördüklerimize ve durumu bilenlerden
öğrendiklerimize göre, seyrek (fiziksel mesafe) çalışma düzeni, vücut ısısı
ölçümü gibi günlük rutin kontroller, bir araya gelmeyi/toplanmayı engelleyen
önlemler bütün işyerleri için uyulması gereken zorunlu kurallar. Salgından önce
topluca yemek yenen yemekhaneler ya kapatılmış ya da en az iki metre arayla tek
kişilik küçük masalar yerleştirilmiş veya işçiler masanın olmadığı açık
alanlarda iki metre kadar mesafeli oturarak yemek yiyorlar.
Destek talebi
Salgın en fena inşaatçıları vurmuş. Sektörün ileri gelen
firmalarından birinin sözcüsü “neredeyse üç aydır Wuhan’da bir tek konut bile satılmadı.
Devam eden ve iptal edilemeyecek kadar büyük projelerimiz var. Sektörün
durumundan endişeliyiz” diye dert yanıyordu. Çinlilerin yatınca rüyasında
inşaat gören, kalkınca inşaat hayali kurarak yaşayan bir doğa ve insan sevmez;
ama beton ve yağmaya tapar yöneticilerinin olmaması ne fena…
Bir-iki gün önce buradaki en büyük lokanta-eğlence mekânları
zinciri firmanın hükümete yazdığı ve “kiraların düşürülmesi, borçlar ve çalışan
maaşları için destek talep eden” mektubu basına yansıdı. Merkezi hükümetin
özellikle küçük esnafa yönelik bir destek paketi üzerinde çalıştığı haberleri
duyuyoruz. İşini kaybeden çalışanların payına ne çıkacağını, ne düşeceğini ise
henüz bilmiyoruz. Zira buradaki işini kaybedenler arasında şansını salgından az
etkilenen veya hiç etkilenmeyen bölgelerde denemek için ayrılanlar olduğunu
duyuyoruz.
İşini kaybedenlerden bahsedince aklıma geldi. Çevre yerleşim
birimlerindeki fabrikalar için yüzde doksan civarında kapasiteyle çalıştıkları
söyleniyor. Fakat çalışan sayılarının salgın öncesinin ancak yüzde altmışı
civarında olduğuna dair haberler okuyoruz, duyuyoruz. Çalışanların bazılarının
salgın korkusuyla dönmediği biliniyor. Geri kalan çalışanların bazılarının iç mekânda
güvenli mesafeyi koruma önlemleri kapsamında “şimdilik” izinli sayıldığı,
bazılarının ise işten çıkarıldığı söyleniyor.
Beyaz
melekler evlerine döndü
Salgının en zorlu
günlerinde ülkenin dört bir tarafından Wuhan’a gelen sağlık ekiplerinin çoğu
artık kendi bölgelerine döndüler. Ayrılan her ekibin sıradan insanların sevgi
seliyle uğurlandığını gösteren birkaç video izlemiştim. Can kurtarmak için
insanüstü bir çabayla çalışan bu adanmış sağlıkçılara insanlar “Beyaz melekler”
diye sesleniyorlardı.
Yaşanan o duygusal
atmosfere tanık olmak için son kafileyi uğurlamaya ben de gittim. İki
arkadaşımıza birlikte gitmeyi teklif ettiğimde “Biz daha önce uğurlamaya
gittik” dediler. Yüzümdeki “Ne olmuş gittiyseniz, gelin ve bir kez daha
uğurlayın” diyen ifadeyi anlamış olmalılar ki, bir arkadaşımız önce “Bazı
şeyleri bir türlü öğrenemedin Kam. Senin Çinli olduğundan kuşku duyuyoruz” diye
takıldı. Ardından “Şükranlarını sunmak isteyen başkaları da var. Biz gidersek kalabalık
yüzünden onlar gelemezler” dedi. Kent yöneticilerinin uğurlamalarda
kalabalıktan kaçınılması yönünde yaptığı uyarıya halk bu şekilde kendi içinde
organize olarak çözüm bulmuş. Bir defa uğurlamaya giden ikinci defa gitmiyor ve
böylece gereksiz kalabalık önleniyor. Doktor ve hemşirelere gösterdikleri sevgi
ve sundukları şükran görmeye değerdi. Şehrin nasıl bir felaketin içinden
geçtiğini ve ne acılarla üstesinden geldiğini en canlı biçimde, iliklerine
kadar hissetmenin de en kestirme yolu… Burada ilk başlarda hakkında çok az şey bilinen
bir düşmana karşı bir can pazarı yaşanmış. O can pazarında imdada koşan
sağlıkçıları şimdi “Beyaz melekler” olarak onore ediyorlar ve gözyaşları içinde
sevgi seliyle uğurluyorlar. Bir doktor-hemşire için bundan daha büyük bir ödül
var mıdır, bilmiyorum.
Şimdi aklıma geldi:
İnsana, insan canına değer vermeyen “Sürü bağışıklığı” fikrini liberal
ahmakların adeta kıble saydığı İngiltere yerine Çin ortaya atsa acaba neler
olurdu.
Balık
pazarı halen kapalı
Virüsün yayıldığı
kaynak olarak görülen balık pazarı halen kapalı. Şehirde hayat normale dönene,
insanlar kendilerini güvende hissedene kadar açılacağını sanmıyorum. Çinliler
için su ürünleri yemek ibadet gibi bir şeydir. Bu ürünleri yemekten men edilmek
bir nevi zulüm gibi olsa bile herkes durumun farkında. Süpermarketlerde birkaç
çeşit balık var ama pazarda satılan ürünlerin yanında çerez sayılır.
İki hafta kadar önce
Euronews, “Çin’de yaban hayvanı pazarları yeniden kuruluyor” diye bir yalan
haber yaptı. Konu Çin olunca dünyanın en büyük haber ajanslarından birinin bile
gözünü kırpmadan yalan haber yapması ibret verici. Oysa Guangdong eyaleti yaban
hayvanı satışını bir ay kadar önce tamamen yasakladı. İki hafta kadar önce,
merkezi hükümet de ülkede her tür hayvan satışını yasaklayan bir yasa çıkardı.
Ne kadar uygulanacağına dair bazı kuşkularım olsa bile, tehlikenin ne kadar
büyük ve ciddi olduğunu herkesin görmüş olması umudumu artırıyor.
Hiç bilmediğim hayvanları
görmek ve onlar hakkında uydurulmuş hurafeleri dinlemek niyetiyle Çin’in dört
bir tarafında onlarca bu tür hayvan pazarı gezdim. Gördüğüm hayvanların çoğunun
adını bile bilmiyorum. Pazarda söylenen Çince adlarını ise unuttum. Hatta batı
basınının “Köpek eti festivali” diye anmayı adet edindiği fakat yerel halkın
“Yaz Gündönümü Festivali (21 Haziran)” olarak kutladığı Yulin’deki o festivale
de gittim. Köpeklerin başına gelenleri gözlerimle gördüm (Üç-dört yıl önce,
Eyalet yönetimi bu festivalde köpek eti satışını yasakladı). Bunun üzerine, "Köpekleri
ısıran adamlar" başlıklı bir yazı da yazdım (20 Ekim 2013). Pazarlarda
bazıları Çin’de bile yaşamayan (dolayısıyla kaçakçılığı yapılan) onca tuhaf
hayvan görmüş olmama rağmen bir tane bile yarasa görmedim. Bilgisine güvendiğim
eş dosta da sordum ve onlar da benim kanaatimi doğruladılar: Yani Çinliler
yarasa yemezler. Üstelik bahsettiğim tuhaf hayvanları da her Çinli yemez.
Yiyenlerin sayısı nüfusa oranla çok az sayılır. O yaban hayvanlarını satanlar,
meraklılarına aslında o hayvanlar (ve etleri) üzerine türetilmiş hurafe,
martaval ve yalan satıyorlar. Yani memlekette “Diyanet”in yaptığını burada
yaban hayvanı satıcıları yapıyor.
Wuhan’da
tedbirler sürüyor
Pasif taşıyıcılar
yani hiç semptom göstermeyen kişiler burada biraz endişe konusu. Hiçbir semptom
göstermedikleri için bilinmeyen, tespit edilmemiş bu olası vakalar sağlıklı
insanlar olarak dolaşıyorlar. Uyarılar özellikle bu tür vakalar hakkında. Korunma
için fiziki mesafenin önemi anlatılıyor ve COVID-19 semptomlarından
kuşkulananların derhal sağlık kurumlarına başvurmaları hatırlatılıyor. Yani
erken müdahaleye güveniyoruz.
Kişiler arası “fiziki
mesafe” ise sanırım bu salgından geriye kalan en belirgin iz olacak, en azından
aşı bulunana kadar.
Burada Çin dünyaya
bir “Kriz yönetimi dersi” verdi, hem de en iyisinden. Zaten karantinadan
sonraki ilk yazıda da belirttiğim gibi, bunun benim için sürpriz olduğunu
söyleyemem. Memleketteki artık her şeyden korkan, daha fazla baskı ve
zorbalığın “biten şarkı”nın derdine çare olacağını sanan ve iyice
beceriksizleşen “bitik adamın kötücül çürük rejimi” korkarım en beceriksiz kriz
yönetimi ödülünü alacak. Çünkü ortada bir kriz-salgın yönetimi falan yok. Zaten
buna çapları da yetmez. Şu koşullarda bile gittikçe artan sayıda insanın
nefretine hedef olmak hakikaten büyük başarı. İktidarın hal-i pür melaline
uygun bir Çin atasözüyle bitireyim: İnsanlar güzel şeyleri bir süre hatırlar,
kötü şeyleri ise ebediyen…