29 Nisan 2020 Çarşamba

Çin’de can kaybı az mı?

28 Nisan 202 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Trump faşistine “kaç Çinli ölse kayıp sayısının doğru olduğuna ikna olurdun” diye sorulsa, vermeye mecbur olduğu “politically correct” cevap bir tarafa, aklından geçenin “Bütün Çin yok olmalı” olduğuna bahse girerim. DSÖ ve Çin sağlık yetkililerinden akan sel gibi veri, bilgi ve uyarıya rağmen gerekli önlemleri almayan Trump ve onun sufle verdiği bazıları (ve ABD çuvalladıkça Trump’a benzemeye başlayan “Amerikan muhipleri”) şimdi Çin’i ölüm sayısını da gizlemekle suçluyorlar.

Çin’in can kaybı sayısını gizlediği iddiası hakkında bir doktor arkadaşımızla konuştum. Çin’deki can kaybı oranının çok üzücü düzeyde olduğunu (yani hiç de az olmadığını) ve en çok kaybın bir tedavi prosedürü geliştirilene kadar ilk başlarda yaşandığını söyledi. “Sadece Hubei eyaletinde 4512 can kaybı var ve bu kayıpların 3869’u Wuhan’dan” dedi. Ardından da bizimkilere kılçık attı: “Fakat sizinkiler dünyayı kıskandıracak kadar başarılı. Biraz daha gözü kara davranabilseler, pandemiden sıfır can kaybıyla bile çıkabilir ve dünyayı şaşkınlığa uğratan bir ‘başarı öyküsü’ yazabilirlerdi” dedi. Bu konunun muhataplarından biri olsam bu laflar mideme otururdu.

Çin kültürü sağlığı korumayı-sürdürmeyi ve hasta olmamayı önceler. Bütün yeme içme, yaşam alışkanlıklarının buna göre şekillendiğini söylemek abartı olmaz. Bana göre, hurafeden epeyce arınmış olan bugünkü “Geleneksel Çin Tıbbı” vücudun denge durumunda ve koşullar-çevre ile uyum halinde olmasını sağlayarak sağlığı koruma, sağlıklı kalma geleneğine verilen (akademik) ad. Doktor arkadaşımızın batılıların Çinliler hakkındaki cehaletiyle dalga geçmek için “Çinlilerin sağlıklı olmasının üç nedeni var: (1) Üç beyazı (un, şeker, tuz) bilmeyiz, batılılar bize henüz öğretemediler (2) denizaltı hariç, suda yüzen her şeyi yeriz ve (3) bir de tavuklarla uyur ve kuşlarla uyanırız” demesi bu “sağlığı koruma geleneği” gerçeğini değiştirmez. Salgında Çin’deki can kaybının açıklanandan daha yüksek olması gerektiğini uman vicdan yoksunları Çin kültürünün bahsettiğim bu yaşam şekline de bir göz atmalılar.

Çin’de yaşam ülkenin büyük bölümünde önlemler dâhilinde normale döndü sayılabilir. Biraz yavaş da olsa, Wuhan da bu yolda ilerliyor. Buna rağmen, salgın konusunda halkı gevşemeye sevk edebilecek bir açıklama henüz duymadık. İnsanın her gün “Bu işin neredeyse üstesinden geldik. Çok iyi gidiyoruz. Sona yaklaştık. Yakında normale dönüyoruz” müjdeli haberlerine gark olduğu memlekette olası geliyor. Hastanede tedavi gören sadece 23 hasta kalmışken (kritik durumda olan yok) bile halen zafer ilan edilmedi; fakat uyarılar devam ediyor. Bunun adı iş bilmezlik değil durumun ciddiyetinin farkında olan, halkın yaşamını ve sağlığını korumayı öncelikli amaç edinmiş bir devlet ciddiyeti ve tabii ki devlet adamlığı kalitesi…

Wuhan için bağış kampanyaları
Şubat ayı başlarında ülkenin dört bir yanında çeşitli kişi veya kurumlar tarafından bağış kampanyaları başlatıldı. Yani Çin devleti bu kampanyaların hiçbir yerinde ve aşamasında yer almıyor. Çin devlet yöneticileri kendilerini halka iş-gelir sağlamak, halkın refahını yükseltmekle görevli-sorumlu kabul ederler. Kazara bile olsa, halktan para-bağış isteseler kahırlarından ölürler. Toplanan bağışlar, aralarında Çin Kızılhaç’ı ve Wuhan Belediyesi Yardım Kuruluşunun olduğu üç kurumun hesabına gönderildi. Bağışın toplam miktarını bilmiyorum. Fakat binlerce kişi, kurum, şirket, holding vs tarafından yapılan iki ve üç rakamlı milyon Yuanlık bağışların havada uçuştuğunu iyi hatırlıyorum. Guangdong eyaletindeki bir üniversitede öğrencilerin başlattığı ve tüm personelin katılımıyla toplanan 1 milyon Yuan (yaklaşık 145 bin Dolar) en çok ilgimi çeken bağışlardan biri olmuştu.

İlgimi çeken bir diğer bağış ÇKP üyelerinin kendi aralarında başlattıkları bağış kampanyasında 1,2 milyar dolar toplamaları oldu. Bildiğim kadarıyla, ÇKP’nin yetmiş milyon civarında üyesi var. Bu tutar işte bu üyelerden toplanmış. Evet, ÇKP’nin üye sayısı yetmiş milyon civarında. İlk duyduğumda 1,4 milyar nüfusa sahip bir ülkede bu üye sayısı çok az demiştim. İşin sırrı ÇKP’nin üyelik prosedürü ve koşullarında. Ayrıntıya girmeden ve doğrudan söyleyeyim: ÇKP, vasat insanları üye kaydetmez. Üye kabul edilmek için sizi toplumda öne çıkaran özellikleriniz, yetenekleriniz olmalı. AKP değil ki bu, ülkenin döküntüleri toplasın…

Ayrıca, bağışlar gerçekten gönüllülük esasına dayanıyor. Yani memleketteki gibi kâğıt üstünde bağış olarak görünse bile, “mecburi katılım”ı bir “seçenek” olarak sunan bir zorla güzellik durumu yok. Bunca zorlamaya rağmen, öyle bir itibar ki, “şahsım” ancak çiklet parası toplayabilmiş. Aslında iktidarın-rejimin elinin altında büyük bir potansiyel kaynak var. Gerçi üstüme vazife değil ama “makbul olmayan” vatandaş sınıfından biri olarak yine de hatırlatmak istedim: İktidar, sosyal medyaya doldurduğu lümpen, it-uğursuz ordusu AKtrollerin maaşlarını kesip bu parayı bağış olarak kabul edebilir. Bir bitik kötücül rejimin “dindar ve kindar evlatları” olan bu sefil ruhlular hayatlarında bir kez olsun işe yaramış olurlar.

21 Nisan 2020 Salı

Wuhan karantinadayken dünya ne yapıyordu?

19 Nisan 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Göründüğü kadarıyla pek bir şey yapmamışlar, uzaktan izlemekle yetinmişler. Belki de “Çin nere bura nere. Buralara ulaşması çok zor” diye düşünmüşlerdir. Son bir buçuk ayda dünyanın batı tarafında ortaya çıkan salgın manzaraları bize bu söylediklerime benzer hikâyeler anlatıyor. Durumun ciddiyetini anlayıp erkenden önlem almaya başlayan tek istisna var: Almanya. “Dünyanın iki büyük aklı (yani emperyalizmin asli sahipleri) ” diye bilinen ABD ve İngiltere’nin durumu her anlamda içler acısı.

Wuhan’da karantina başladığında (23 Ocak) vaka sayısı hatırladığım kadarıyla altı-yedi yüz civarındaydı ve 25 can kaybı vardı. Şehrin on bir milyonluk nüfusuyla karşılaştırıldığında, bu veriler “Bu denli ağır bir karantina ve radikal önlemlere ne gerek vardı?” dedirtebilir. Çinli sağlık yetkililerini üst düzey alarma geçiren başlıca iki etmenden söz edilebilir: (1) Özellikle SARS salgınından edinilen acı tecrübe ve (2) COVID-19’un yayılma seyri ve hızına ilişkin yaptıkları değerlendirme/modellemenin ortaya koyduğu ürkütücü resim (ki bu modelleme daha sonra doğrulandı). Daha önce de yazmıştım, salgının seyrine ilişkin o günkü veriler virüsün önceleri çok yavaş yükselen bir eğri biçiminde yayıldığını fakat bir noktada eğrinin aniden dikleştiğini ve yayılma hızında bir patlama yaşandığını gösterdi.

Karantinanın hemen ardından gerek DSÖ gerekse Çin sağlık yetkilileri aracılığıyla virüs ve salgın hakkında dünyaya sel gibi bilgi akmaya başladı. Anlaşıldığı kadarıyla, bunca bilgi ve habere rağmen, dünyanın batı tarafı Çin-Wuhan’da yaşananları kendi başlarına da gelmesi yakın bir felaketin habercisi olarak göremedi. Çin’de yaşanan ve orayla sınırlı kalmasını bekledikleri bir sorun olarak gördüler. Salgın kapılarına dayandığında bile durumun ciddiyetini kavradıkları konusunda kuşkuya düşüren bir halleri vardı. İktisatçı arkadaşım Zhou’ya göre, “Halkın sağlığını koruyacak önlemleri almak için büyük miktarda para harcamak gerekir. Batı kapitalizmi bu parayı harcamak yerine ölü taklidi yapmayı seçti”.

New York’da vaka sayısı beş yüze yaklaşmışken ve can kayıpları artarken Trump, her şey yolundaymış ve hayat olağan akışında devam ediyormuş gibi davranıyordu. Bir de ellerini ovuşturarak virüsün Çin ekonomisini yıkıma uğratmasını umuyordu. Buradaki bir Amerikalı arkadaşın dediği gibi, muhtemelen virüse “Make America great again, corona!” diyordu. Onca veri, bilgi ve uyarıya rağmen önlem almayıp ABD’yi felakete sürükleyen kibirli cehalet şimdi DSÖ’den Çin’e kadar önüne geleni suçlayıp felaketin sorumluluğundan kurtulmaya çalışıyor. Oysa Çin ne bilgi sakladı ne de vaka sayısını. DSÖ kayıtları bile daha ilk vakaların görülmeye başladığı günlerden başlayarak “tanımlanamayan bazı zatürree benzeri vakalar” rapor ettiklerini gösteriyor. Daha geçenlerde, doktorlar bazı ölümleri geriye doğru tarayarak bin üç yüz can kaybını daha COVID-19 ölümleri listesine ekledi.

Trump gibi ellerini ovuşturarak Çin’in felaketinin kendisi için fırsat olacağını zanneden biri daha vardı. Bilindiği üzere, bu malum zat ülkeyi bir şirket gibi yönetme iddiasıyla ortaya çıkıp her bakımdan çuvallayan bir müflis tüccar, bir bitik adam. Akılma gelmişken burada araya bir not düşmeliyim: Salgınla mücadele için İslamcı gericiliğin gözde sağlıkçıları olan sülükçüler, hacamatçılar, ot-çöp-sap esnafı, aşı karşıtları ve Diyanet (yani muska-martaval erbabı) yerine (mecburen) pozitif bilimi seçmesinin rejimin omurgası olan gericilik-ilkellik açısından bir hayal kırıklığı olduğundan eminim.

Çin’in ekonomisinin kısa vadede toparlanamayacağına, dünyanın Çin’i salgının sebebi görüp tavır alacağına dair fanteziler kurmuş olmalılar ki “Çin’in krizi bizim için fırsattır. Çin’in pazarlarını biz kapabiliriz” gibi bir şeyler söylemişti. Daha ilk duyduğumda “yine ayaküstü hayal görüyor” demiştim. Zira Çin’i hiç anlamadıkları ortada. Zaten anlamaya çapları da yetmez. Hem bugüne kadar neyi doğru anladılar ki… Kurdukları fantezi Çin’in 40 yıl önceki haline yani ucuz işgücüyle büyük miktarlarda üretim yaptığı ve genellikle düşük-orta kalite ucuz mallar ürettiği döneme ait. İşin sırrı ucuz işgücü sanıyorlar. Öyle olmadığını gösteren diğer birkaç faktörü sayayım: Düşük faizli bol kredi, sigorta primlerine devlet desteği, ucuz enerji, devasa serbest bölgeler, ihracat teşvikleri, yabancı yatırımcılara vergi istisnaları, ara malı ithalatına ihtiyaç duymayan yani kendi üreten bir sanayi vs. Beş yıllık kontratlarla köylerden getirilen, üç öğün yemek ve yatacak yer ihtiyaçları sağlanan ortalama 100 dolar maaşlı (o zamanlar köyde yaşayanlar için büyük para sayılırdı) o ucuz işgücü artık yok. Şimdi Çin’de bir işçinin geliri memleketteki asgari ücretten yüksek. Bir de alım gücü açısından karşılaştırıldığında fark birkaç kat artacaktır. Dolayısıyla, iktidarın ülke emekçilerini açlığa mahkûm ederek ucuz üretim yapmak ve böylece Çin’in pazarlarını kapmak ve Çin’e alternatif üretim üssü olmak ham hayali yine duvara çarpıp paramparça olan bir “başarı hikâyesi” olacak; yani yine elde var sıfır… İşin sırrı önce bilim (ve ardından teknoloji) üretmek, ucuz işgücü değil.

16 Nisan 2020 Perşembe

Karantinadan sonra Wuhan


12-13 Nisan 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Önce bir okuma önerisi: Yazılarımı okuyanlara, Cangül Örnek’in 23.03.2020 tarihli BirGün’de yayımlanan “Eyvah devlet ateş ölçüyor” başlıklı yazısını mutlaka okumalarını öneriyorum (tabii ki okumamışlarsa). Çin, dünyaya bir “Kriz yönetimi dersi” verdi. Bu süreci ve olup bitenleri Çin’in hakkını teslim ederek yazmaya çalışıyorum, hepsi bu. Zihni liberallerin safsatalarıyla az da olsa kirlenmiş ve yazılarımda Çin’e o tezlerle vurmamı bekleyen bazı solcu dostlar varsa, Cangül Örnek’in yazısını ilaç niyetine okumalarını öneririm.

Çin’in en devrimci şehri
Wuhan hakkındaki bu yakıştırma bana ait ve buradaki dostların çok hoşuna gidiyor. 1912 devriminin (İmparatorluğun lağvedilmesi, cumhuriyetin ilanı) ateşi bu şehirde yakıldı. 1911 yılında, şimdi Wuhan’ın bir bölgesi olan Wuchang’de demiryolu işçileri ilk ayaklanmayı başlattı. Ayaklanma İmparatorluk ordusunun silahla bastırmaya çalıştığı çok kanlı bir savaşa dönüştü. Ayaklanmalar ve savaş giderek bütün Çin’e yayıldı ve İmparatorluğun sonunu getirdi. Wuhan, daha sonra Wuchang’in de dâhil olduğu üç yerleşim biriminin birleşmesiyle oluşan bir kent. Şehrin adının ilk iki baş harfli Wuchang’den geliyor. Çin’de iki kentin sakinlerinde “kent milliyetçiliği” bile diyebileceğim bir şehirleriyle gurur duyma, tutkuyla bağlı olma haline tanık oldum. Bunlardan biri Shanghai (Şanghay), diğeri Wuhan. Wuhan çok sayıda uluslararası şehircilik, çevre ve kültür ödülleri almış ve nitelikli üniversitelere sahip bir kent. Ne zaman Yangtze nehrini görsem (şehrin ortasından geçer) Boğaz gözümde canlanır ve aklımdan “tam İstanbul ile kardeş şehir olacak bir kent” düşüncesi geçer.

Salgın işte bu kenti vurdu. Karantinanın başladığını ve alınan radikal önlemleri ilk duyduğumda (Wuhan’da değildim) kentin başına gelebilecekleri düşünüp üzülmüştüm. Bu duygularımı şimdi buradaki dostlarla paylaştığımda bana “Bu şehrin devrimci ruhundan bahsediyordun ya, işte onu unutmuşsun” diyorlar. Onların dediği gibi, Wuhan salgına yenik düşecek bir şehir değil. Yaşanan ağır bir travmaydı. Düştü, ayağa kalktı ve şimdi kaldığı yerden devam etmeye çabalıyor. Burası 24 saat yaşayan, canlı, hareketli, yaşanılası bir şehirdi. Şimdi o havasından tabii ki uzak. Hayat nispeten geç başlayıp erken bitiyor. Sokaklara, parklara sırf insanları gözlemlemek için çıkıyorum. Bıkkınlık, bezginlik, umutsuzluk gördüğümü söyleyemem.

Batı basınının burada görüştükleri bir veya iki kişi üzerinden şehir hakkında umutsuzluk, karamsarlık hikâyeleri anlattığına bakmayın (zaten başka türlü yazamazlar da. Görevleri bu; yani araya yalan da sıkıştırarak becerebildikleri kadar dezenformasyon). Elbette her şey güllük gülistanlık değil ve kentin biraz da el yordamıyla yolunu bulmaya çalıştığı şu belirsizlik günlerinde karamsar, umutsuz insanlar tabii ki var (Wuhan’a göre daha hafif salgın yaşayan Batı ülkelerindeki kentler açıldığında bakalım hangi hikâyelerle karşılaşacağız). Fakat aynı şeyi şehir için söylemem imkânsız. Her gün sokaklarda, parklarda daha çok insan görülüyor. İnsanlar sevdikleriyle birlikte olmayı, birlikte zaman geçirmeyi, karantina öncesi yaşamlarında sıradan, rutin olan şeyleri özlemişler. Bir arkadaşımız “Otobüse binmeyi bile özlemişim” dedi.

Açılın kapılar
25 Mart’ta kaldırılan seyahat kısıtlaması tek yönlü seyahate izin veriyordu: Sadece dışarıdan Wuhan’a doğru. 25 Mart-8 Nisan arasındaki iki haftalık sürede kent dışındakiler kontrollü olarak kente döndüler. Dönenlerle birlikte gelebilecek, onlardan kaynaklanabilecek kent içindeki olası bir riski de rahat kontrol edebilmek açısından dönüş süreci iki haftaya yayılmıştı. 8 Nisan’da kapılar Wuhan’dan dışarı doğru da açıldı, şehirden ayrılma kısıtlaması kalktı. Şimdi kentten ayrılanların çoğunluğunun diğer bölgelerden Wuhan’a üniversite için gelen öğrencilerden oluştuğu söyleniyor. Eyalet valiliği “Okulların ne zaman açılacağına dair bir karar vermediklerini, bir süre sonra tekrar değerlendireceklerini” duyurdu. Ortalıkta bir de valiliğin "Okullar bu dönem kapalı kalsa ne kaybederiz. Bu halkın sağlığını korumak gerekli bir önlem" diye bir öneride bulunduğuna dair bir söylenti dolaşıyor. Valiliğin okullarda seyrek oturma düzeni sağlama ve fiziksel mesafeyi koruma gibi önlemleri almanın imkânsız olduğunu gördüğünden eminim. Bunlar o kalabalık öğrenci nüfusuyla okul binalarında alınabilecek önlemler değil. Göründüğü kadarıyla, öğrenciler valiliğin duyurusunu ve söylentiyi “bu dönem okullar açılmayacak” diye yorumladılar ve şehirden ayrılmaya başladılar. Şehirden ayrılmamış olan yabancı öğrenciler ise halen buralarda. Ayrılmak isteseler bile artık öyle bir şansları yok. Çünkü kendi ülkeleri onlara kapıyı kapattı. Gerçi onların da pek gitme niyeti varmış gibi görünmüyor.

Sağlık önlemleri
Seyahat kısıtlamaları kaldırıldı, kapılar açıldı ama değişmeyen ve sanırım aşı bulunana kadar da değişmeyecek iki uygulama var: Ulaşım araçlarında (hızlı tren dâhil) seyrek oturma düzeni ve QR kodu (sağlık kodu) kontrolü (ve tabii ki vücut ısısı taraması). Yeşil sağlık koduna sahip değilseniz, bir ulaşım aracıyla şehre ne girebilirsiniz ne de çıkabilirsiniz. Başka (yasal olmayan) yollar deneyen açıkgözler çıkabilir ama bu “Salgını bilerek yaymak suçu” kapsamına giriyor ki, yargılama sonunda canından olmak da var.

İki gün önce Wuhan’ı ziyaret eden bir merkezi hükümet yetkilisi de “Alışveriş merkezleri, süpermarketler ve lokantalar-eğlence mekânları işletmecilerine “Her zaman dikkatli-uyanık olmaları, sürekli vücut ısısı kontrolleri yapmaları, müşteri akışını mekân içinde güvenli mesafeyi koruyacak şekilde yönetmeleri gerektiğini” söyledi. Ayrıntıya girmeden söyleyeyim: Şehirde uygulama tam bu biçimde yürüyor ve hiçbir yerde güvenli mesafeyi bozabilecek sayıda insan kalabalığına izin verilmiyor. Gerçekte bu kurallara birilerinin söylemesine gerek kalmadan genellikle insanlar kendileri uyuyor, uyguluyor.

Aslında bu önlemlerden (QR kodu taraması, seyrek oturma düzeni ve vücut ısısı kontrolleri) önceki yazımda da bahsetmiştim. Bu önlemler aynen devam ediyor. El dezenfektanları zaten her yerde ve herkesin çantasında… Bu hafta içinde birçok işyeri de çalışmaya başladı. İşyerleri çalışanlarına seyrek oturma düzeni sağlamakla yükümlüler. Ayrıca, çalışanlarına vücut ısısı kontrolü yapmak ve kuşkulu bir durumla karşılaşırlarsa bunu ilgili yerel birime gecikmeden rapor etmek zorundalar.

Tahmin edileceği gibi, şehirde maske takmak zorunlu. Çin’de maske takmak zaten çok yaygın bir alışkanlıktı. Bir zamanlar Çinli dostlara “Maske hem kadın hem erkeğe uygun bir Çin takısıdır” diye takıldığım o aksesuar şimdi benim için de zorunlu. Bir de tam teşekküllü korunanlar yani baştan aşağıya koruyucu elbise giyerek dolaşanlar var ki, arkadaşların dediğine göre çoğunluğu şehre 25 Mart’tan sonra gelenlermiş (benim gibi). Yine arkadaşların dediğine göre, karantina döneminde şehirde olmayanlar daha ürkek davranıyorlarmış.

Cadde-sokaklardaki dükkânlar çıkarabildikleri kadar çok ürünü önlerindeki kullanabilecekleri boş alana çıkarıyorlar. Amaç içerideki insan sayısını olabildiğince düşürmek ve müşterilerin içeride kalma süresini çok azaltmak. Müşteriler genellikle aradığı ürünü dışarıdan seçiyorlar ve çoğunlukla dükkânın içine bile girmeden ödeyip ayrılıyorlar.

Kişiler arasında fiziksel mesafeyi korumanın zor olduğu inşaat, şehir temizlik işleri vs gibi alanlarda çalışanlara, günlük vücut ısısı kontrollerine ek olarak, düzenli olarak tarama testleri yapılması zorunluluğu getirilmiş. Sorumluluk işverenlere, denetlemek ve testleri uygulamak ilgili yerel komite ve sağlıkçılara ait.

Bunlar şehir merkezinde alınan ve ilk aklıma gelen önlemler. Şehrin çevresindeki yerleşim birimlerinin çoğunda karantina üç hafta kadar önce hafifletilmişti. Bazı izleme önlemleri devam ediyordu. Dolayısıyla, buralarda kurulu olan fabrikalar iki hafta kadar önce çalışmaya başlamıştı. Basına-TV’lere yansıyanlardan gördüklerimize ve durumu bilenlerden öğrendiklerimize göre, seyrek (fiziksel mesafe) çalışma düzeni, vücut ısısı ölçümü gibi günlük rutin kontroller, bir araya gelmeyi/toplanmayı engelleyen önlemler bütün işyerleri için uyulması gereken zorunlu kurallar. Salgından önce topluca yemek yenen yemekhaneler ya kapatılmış ya da en az iki metre arayla tek kişilik küçük masalar yerleştirilmiş veya işçiler masanın olmadığı açık alanlarda iki metre kadar mesafeli oturarak yemek yiyorlar.

Destek talebi
Salgın en fena inşaatçıları vurmuş. Sektörün ileri gelen firmalarından birinin sözcüsü “neredeyse üç aydır Wuhan’da bir tek konut bile satılmadı. Devam eden ve iptal edilemeyecek kadar büyük projelerimiz var. Sektörün durumundan endişeliyiz” diye dert yanıyordu. Çinlilerin yatınca rüyasında inşaat gören, kalkınca inşaat hayali kurarak yaşayan bir doğa ve insan sevmez; ama beton ve yağmaya tapar yöneticilerinin olmaması ne fena…

Bir-iki gün önce buradaki en büyük lokanta-eğlence mekânları zinciri firmanın hükümete yazdığı ve “kiraların düşürülmesi, borçlar ve çalışan maaşları için destek talep eden” mektubu basına yansıdı. Merkezi hükümetin özellikle küçük esnafa yönelik bir destek paketi üzerinde çalıştığı haberleri duyuyoruz. İşini kaybeden çalışanların payına ne çıkacağını, ne düşeceğini ise henüz bilmiyoruz. Zira buradaki işini kaybedenler arasında şansını salgından az etkilenen veya hiç etkilenmeyen bölgelerde denemek için ayrılanlar olduğunu duyuyoruz.

İşini kaybedenlerden bahsedince aklıma geldi. Çevre yerleşim birimlerindeki fabrikalar için yüzde doksan civarında kapasiteyle çalıştıkları söyleniyor. Fakat çalışan sayılarının salgın öncesinin ancak yüzde altmışı civarında olduğuna dair haberler okuyoruz, duyuyoruz. Çalışanların bazılarının salgın korkusuyla dönmediği biliniyor. Geri kalan çalışanların bazılarının iç mekânda güvenli mesafeyi koruma önlemleri kapsamında “şimdilik” izinli sayıldığı, bazılarının ise işten çıkarıldığı söyleniyor.

Beyaz melekler evlerine döndü
Salgının en zorlu günlerinde ülkenin dört bir tarafından Wuhan’a gelen sağlık ekiplerinin çoğu artık kendi bölgelerine döndüler. Ayrılan her ekibin sıradan insanların sevgi seliyle uğurlandığını gösteren birkaç video izlemiştim. Can kurtarmak için insanüstü bir çabayla çalışan bu adanmış sağlıkçılara insanlar “Beyaz melekler” diye sesleniyorlardı.

Yaşanan o duygusal atmosfere tanık olmak için son kafileyi uğurlamaya ben de gittim. İki arkadaşımıza birlikte gitmeyi teklif ettiğimde “Biz daha önce uğurlamaya gittik” dediler. Yüzümdeki “Ne olmuş gittiyseniz, gelin ve bir kez daha uğurlayın” diyen ifadeyi anlamış olmalılar ki, bir arkadaşımız önce “Bazı şeyleri bir türlü öğrenemedin Kam. Senin Çinli olduğundan kuşku duyuyoruz” diye takıldı. Ardından “Şükranlarını sunmak isteyen başkaları da var. Biz gidersek kalabalık yüzünden onlar gelemezler” dedi. Kent yöneticilerinin uğurlamalarda kalabalıktan kaçınılması yönünde yaptığı uyarıya halk bu şekilde kendi içinde organize olarak çözüm bulmuş. Bir defa uğurlamaya giden ikinci defa gitmiyor ve böylece gereksiz kalabalık önleniyor. Doktor ve hemşirelere gösterdikleri sevgi ve sundukları şükran görmeye değerdi. Şehrin nasıl bir felaketin içinden geçtiğini ve ne acılarla üstesinden geldiğini en canlı biçimde, iliklerine kadar hissetmenin de en kestirme yolu… Burada ilk başlarda hakkında çok az şey bilinen bir düşmana karşı bir can pazarı yaşanmış. O can pazarında imdada koşan sağlıkçıları şimdi “Beyaz melekler” olarak onore ediyorlar ve gözyaşları içinde sevgi seliyle uğurluyorlar. Bir doktor-hemşire için bundan daha büyük bir ödül var mıdır, bilmiyorum.

Şimdi aklıma geldi: İnsana, insan canına değer vermeyen “Sürü bağışıklığı” fikrini liberal ahmakların adeta kıble saydığı İngiltere yerine Çin ortaya atsa acaba neler olurdu.

Balık pazarı halen kapalı
Virüsün yayıldığı kaynak olarak görülen balık pazarı halen kapalı. Şehirde hayat normale dönene, insanlar kendilerini güvende hissedene kadar açılacağını sanmıyorum. Çinliler için su ürünleri yemek ibadet gibi bir şeydir. Bu ürünleri yemekten men edilmek bir nevi zulüm gibi olsa bile herkes durumun farkında. Süpermarketlerde birkaç çeşit balık var ama pazarda satılan ürünlerin yanında çerez sayılır.

İki hafta kadar önce Euronews, “Çin’de yaban hayvanı pazarları yeniden kuruluyor” diye bir yalan haber yaptı. Konu Çin olunca dünyanın en büyük haber ajanslarından birinin bile gözünü kırpmadan yalan haber yapması ibret verici. Oysa Guangdong eyaleti yaban hayvanı satışını bir ay kadar önce tamamen yasakladı. İki hafta kadar önce, merkezi hükümet de ülkede her tür hayvan satışını yasaklayan bir yasa çıkardı. Ne kadar uygulanacağına dair bazı kuşkularım olsa bile, tehlikenin ne kadar büyük ve ciddi olduğunu herkesin görmüş olması umudumu artırıyor.

Hiç bilmediğim hayvanları görmek ve onlar hakkında uydurulmuş hurafeleri dinlemek niyetiyle Çin’in dört bir tarafında onlarca bu tür hayvan pazarı gezdim. Gördüğüm hayvanların çoğunun adını bile bilmiyorum. Pazarda söylenen Çince adlarını ise unuttum. Hatta batı basınının “Köpek eti festivali” diye anmayı adet edindiği fakat yerel halkın “Yaz Gündönümü Festivali (21 Haziran)” olarak kutladığı Yulin’deki o festivale de gittim. Köpeklerin başına gelenleri gözlerimle gördüm (Üç-dört yıl önce, Eyalet yönetimi bu festivalde köpek eti satışını yasakladı). Bunun üzerine, "Köpekleri ısıran adamlar" başlıklı bir yazı da yazdım (20 Ekim 2013). Pazarlarda bazıları Çin’de bile yaşamayan (dolayısıyla kaçakçılığı yapılan) onca tuhaf hayvan görmüş olmama rağmen bir tane bile yarasa görmedim. Bilgisine güvendiğim eş dosta da sordum ve onlar da benim kanaatimi doğruladılar: Yani Çinliler yarasa yemezler. Üstelik bahsettiğim tuhaf hayvanları da her Çinli yemez. Yiyenlerin sayısı nüfusa oranla çok az sayılır. O yaban hayvanlarını satanlar, meraklılarına aslında o hayvanlar (ve etleri) üzerine türetilmiş hurafe, martaval ve yalan satıyorlar. Yani memlekette “Diyanet”in yaptığını burada yaban hayvanı satıcıları yapıyor.

Wuhan’da tedbirler sürüyor
Pasif taşıyıcılar yani hiç semptom göstermeyen kişiler burada biraz endişe konusu. Hiçbir semptom göstermedikleri için bilinmeyen, tespit edilmemiş bu olası vakalar sağlıklı insanlar olarak dolaşıyorlar. Uyarılar özellikle bu tür vakalar hakkında. Korunma için fiziki mesafenin önemi anlatılıyor ve COVID-19 semptomlarından kuşkulananların derhal sağlık kurumlarına başvurmaları hatırlatılıyor. Yani erken müdahaleye güveniyoruz.

Kişiler arası “fiziki mesafe” ise sanırım bu salgından geriye kalan en belirgin iz olacak, en azından aşı bulunana kadar.

Burada Çin dünyaya bir “Kriz yönetimi dersi” verdi, hem de en iyisinden. Zaten karantinadan sonraki ilk yazıda da belirttiğim gibi, bunun benim için sürpriz olduğunu söyleyemem. Memleketteki artık her şeyden korkan, daha fazla baskı ve zorbalığın “biten şarkı”nın derdine çare olacağını sanan ve iyice beceriksizleşen “bitik adamın kötücül çürük rejimi” korkarım en beceriksiz kriz yönetimi ödülünü alacak. Çünkü ortada bir kriz-salgın yönetimi falan yok. Zaten buna çapları da yetmez. Şu koşullarda bile gittikçe artan sayıda insanın nefretine hedef olmak hakikaten büyük başarı. İktidarın hal-i pür melaline uygun bir Çin atasözüyle bitireyim: İnsanlar güzel şeyleri bir süre hatırlar, kötü şeyleri ise ebediyen…

10 Nisan 2020 Cuma

Nekahat dönemdeki şehir Wuhan

05 Nisan 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Wuhan’a seyahat kısıtlaması 25 Mart’ta kaldırıldı. Salgın öncesi, Çin Yeni Yılı tatili için kentten ayrılanlar nedeniyle nüfus üçte bir oranında (belki daha fazla) azalmıştı. Ayrılanlar şimdi geri dönüyor. Hangi yolla gelirseniz gelin, mutlaka QR kodu* kontrolü ve termal kameralarla vücut ısısı taraması yapılıyor. Özel otomobilleriyle gelenler giriş noktalarında aynı kontrollere tabi tutuluyorlar.

Ve nihayet Wuhan… İstasyondan çıkışa doğru ilerlerken birden kendimi parmaklarımın ucuna basarak yürürken yakaladım. Beni neyin beklediğini, neyle karşılaşacağımı bilmemenin ürkekliğiyle… Eski havasını yitirmiş olmasından, çok sevdiğim bu şehri kaybetmekten duyduğum endişeyle… Endişelerim tamamıyla boş olmasa da, beni bekleyen şey bir hayal kırıklığı olmadı. Kent nekahat dönemini geçiren bir hasta gibi; ama bitkin bir hasta gibi değil. Aksine, hızla toparlanmaya ve yaşama ara verdiği yerden devam etmeye azimli bir hastaya benziyor. Tabii ki son derece dikkatli bir hasta… Bütün toplu taşıma araçlarında seyrek oturma düzeniyle oturuluyor, araçlara QR kodu kontrolüyle binilebiliyor. Metro istasyonlarına yolcuların vücut ısılarını kontrol eden kızılötesi akıllı sıcaklık monitörleri kurulmuş. Zemine kuyruğa giren yolcuların birbirlerine bir metre uzaklıkta durmalarını hatırlatan sarı çizgiler çizilmiş. Ayrıca, her trende denetim turları yapan, insanlara maske takmalarını ve toplu halde bulunmaktan kaçınmalarını hatırlatan bir güvenlik görevlisi var. Benzer uygulamalar kafe ve lokanta vs gibi mekânlarda da geçerli. Fakat insanlar evde oturmaktan o kadar sıkılmış olmalılar ki, zaten pek kimse içeride oturmak istemiyor. Ben dâhil, insanlar Wuhan caddelerini sanki yeniden keşfeder gibiler.

İstasyondan çıktığımızda burnuma hastane kokusuna benzer bir ilaç kokusu geldi. Arkadaşıma kokuyu alıp almadığını sordum. “O kadar çok dezenfeksiyon videosu izledin ki, şimdi olmayan kokuyu alıyorsun” dedi. Belki de haklıdır… Fakat şehirde dezenfeksiyona son verilmiş değil. Hafifletilmiş olarak devam ediyor. Zafer kazanıldığından emin olana kadar dezenfeksiyonun azalarak devam edeceğini sanıyorum.

Şehrin eski canlılığına kavuşmasının ne kadar zaman alacağını tahmin etmek zor ama bunun için üniversitelerin açılması (8 Nisan), (öğrenci, turist, expat vs) yabancıların gelmesi ve kent ekonomisinin eskiye dönmesi gerekiyor. Bu şehirde çok gelişmiş ve güçlü bir hizmet sektörü vardı. Oysa geçen iki-üç ay içinde en ağır yarayı bu sektör almış ve çok sayıda işten çıkarılan var. İşini kaybedenler arasında iki arkadaşımız da var. Şimdi sahip olduklarımızı dostlarımızla paylaşma, dayanışma zamanı…

Bana sık sık ekonomi-politik nutukları çeken iktisatçı Zhou’yu aradım ve “Ne olacak dünyanın ve ekonomilerin ahvali?” diye sordum. “Toplumu salgından kurtarmak, virüsü yenmek yerine önceliği ekonomiyi ayakta tutmaya-kurtarmaya veren ülkelerin salgınla baş etmeleri konusunda iyimser olmak kolay değil. Bu sürede virüs sinsi sinsi yayılmaya devam edecektir. Dolayısıyla, baş etmeleri çok daha uzun zaman alacaktır. Bu sürede, salgınla baş edemeyen bu ülkelerin dünyadan izole edilmeleri beklenmelidir. Oysa öncelik toplumu virüs-salgından kurtarmak-arındırmak olursa, bu iş Çin’deki kadar kısa bir sürede –hatta artık daha da kısa bir süre içinde- başarılabilir. Bu kısa süreyi toplum da ekonomi de ciddi zarar görmeden atlatır ve salgının ardından hızla toparlanabilir. Bilimle inatlaşan, gerçeği yadsıyan ülkeler ise en ağır bedeli ödeyecek olanlar” dedi.

Zhou’ya göre, “Wuhan’da salgını alınan radikal önlemlere ve toplumsal dayanışmaya ek olarak duygudaşlık yendi. Salgının en tepe noktalara ulaştığı günlerde, Dr. Li Wenliang’ın COVID-19’dan yaşamını yitirmesi üzerine (7 Şubat 2020) yükselen duygusal atmosferde devlet aklı/ÇKP, yöneticiler ‘devletlû’ olmayı değil halkın duygularına ortak olmayı, aynı duyguları paylaşmayı seçtiler”. Sonraki yazım bu konuda olacağı şimdilik kısaca özetleyeyim: Dr. Li onore edildi. Ailesinden en üst düzeyde özür dilendi. İhmali görülenler, sorumlu tutulanlar görevden alındı vs.

Yazıyı bitirirken 4 Nisan’ın salgında yaşamını yitirenler için yas günü olarak ilan edildiği haberini okudum. 4 Nisan aslında “Mezar Temizliği Günü” olarak da bilinen “Qingming Festivali” günü. O gün, Çinlilerin atalarına, ölen aile üyelerine, ulusal kahramanlara ve şehitlere saygılarını sundukları/gösterdikleri bir eski gelenektir. Yas tutmayı asil bir psikolojik süreç olarak görürüm ve Çin kültürü yas tutmayı bilir.

*QR kodu: Kısaca, akıllı telefonlara indirilen bir mobil uygulama üzerinden kimlik bilgileri giriliyor ve o uygulama sağlık durumunuza ilişkin bir QR kodu (galiba kare kod deniyor) üretiyor. Yeşil kod sağlıklı olduğunuzu gösteriyor ve her yere serbestçe girebileceğiniz anlamına geliyor.