23 Mart 2020 Pazartesi

Çin’in salgınla mücadele başarısı-II

22 Mart 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Wuhan’dan ayrılanların takibi

İlk önlem artık herkesin bildiği Wuhan’daki o ağır karantinaydı. Salgın diğer eyaletlerde görülmeye başladığında hızla başka önlemler devreye girdi. Bu noktada Çin’in sahip olduğu yüksek teknoloji imdada yetişti. İleri teknoloji uygulamalarının sağladığı olanak ve kolaylıklar kullanılarak belli bir zaman dilimi içinde Wuhan’da bulunanlar gerek cep telefonu kayıtları (HTS kaydı değil. Ulaşım araçları için bileti alırken kaydedilen telefon numaraları) ve gerekse şehir içi-şehirlerarası yollardaki kameralar aracılığıyla tespit edildi ve izleri sürüldü. Hepsine ulaşıldı, test uygulandı, çok sayıda insan karantinaya alındı. Salgının diğer eyaletlere korkulduğu kadar yayılamamasının nedeni, sert önlemlere ek olarak, bu iz sürmedir.

Yeri gelmişken kısaca değinmek istiyorum: Nerdeyse salgın görülen her bölgede ama özellikle Wuhan’da bir anlamda bir ileri teknoloji gösterisi de izledik. Bütün tıbbi cihazlar-donanım, şehri dezenfekte etmek için kullanılan medikal donanımlı kamyonlar, sokakları ilaçlamak ve halkı bilgilendirmek-uyarmak için kullanılan robotlar, ateş ölçmek için önemli noktalara konulan robotlar, her tarafa yerleştirilen termal kameralar vs… Çin, bu bilim-teknolojiyi üretemeyen, ABD-Batı teknolojisine mecbur bir ülke olsaydı, salgın bugün ne durumda olurdu tahmin etmek hiç zor değil.

Hızlı organize olabilme, örgütlü toplum

Hızlı organize olabilen, örgütlü toplum derken Batı kapitalizminin liberal değerlerinin vazettiğinden farklı bir örgütlülükten söz ediyorum. ÇKP’nin çeşitli örgütleri, en küçük birimlerine kadar yerel idareler, sendikalar, meslek örgütleri, kamu işletmeleri, üniversiteler, sosyal ağlar, ordu vs bir kriz durumunda sorunla başa çıkmak için rol/sorumluluk üstlenen örgütlere dönüşüverirler. Birden her kurumun aslında bir anlamda devletin bir uzantısı olduğunu düşünmeye başlarsınız. Tabii ki öncülük ve öncelik ÇKP örgütlerinindir. Hızla harekete geçer ve toplumun organize olması için inisiyatif üstlenirler.

Kamusal sağlık anlayışı

Çin sağlık sistemi bizim devlet hastaneleri ve Tıp fakültelerine çok benzer bir işleyişe sahip (yaklaşık 20 yıl kadar öncesinden bahsediyorum. Memlekette bu hastanelerin şimdiki durumu nedir pek bilmiyorum). Sağlık sistemine kayıtlı olup olmadığına bakılmaksızın (bildiğim kadarıyla sigorta kaydı gibi bir şey), yabancılar dâhil, herkese tamamıyla ücretsiz olarak sağlık hizmeti ve destek verildi.

Halkın işbirliği yapması

Aslında, herkesin tahmin edebileceği gibi, başarıyı getiren en önemli etmen halkın kriz yönetimiyle işbirliği yapması, mücadele sürecine katılmasıdır. Alınan önlemler ne kadar etkili, ne kadar radikal olursa olsun, halk işbirliği yapmıyorsa önlemler başarısız olmaya mahkûmdur. Halkın kriz yönetimiyle işbirliği yapması iki koşula bağlıdır: (1) Başına ne geldiğini, nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğunu tüm gerçekliğiyle bilmeli ve (2) krizle mücadele yönetiminde yer alanlara güven duymalıdır. Halkın güven duymadığı veya güveninin sarsıldığı yetkililer krizle mücadele sürecinin başarısını zorlaştırırlar ya da düpedüz başarısızlığa mahkûm edebilirler. Bu nedenle, halkın salgında ihmali bulunduğunu düşündüğü, sorumlu tuttuğu eyaletteki birkaç üst düzey yönetici hızla görevden alındı. Daha bu işin soruşturma süreci var. Görevden almayla kurtulmaları bence çok zayıf bir olasılık.

Bu konuda buradaki bir sosyolog tanıdığımın şu değerlendirmesi ufuk açıcı olabilir: Ortak bir kader-kader birliği bilinci gelişmemiş toplumlar henüz ulus olamamışlardır, uluslaşamamışlardır. Dolayısıyla hepsini ilgilendiren bir sorun, kriz, felaket karşısında bile bir toplum olarak işbirliği yapmaları, kenetlenmeleri genellikle mümkün olmaz. Cümleleri ters yüz ederek okursak, bu sosyolog tanıdığın halkın kriz yönetimiyle neden işbirliği yaptığına dair cevabını buluruz.

Hazır yeri gelmişken kasaba kahvesi münevveri irfanıyla konuşan bazı adamların “Çin itaatkâr bir toplum. Devlet ne derse koşulsuz uyarlar, itaat ederler. Uymazsan polis vurur” zırvalamalarına da konu bağlamında kısaca değinmek istiyorum. Konfüçyüs felsefesi bir hiyerarşik devlet yönetimi yapısı ve toplum modeli önerir. Hiyerarşinin hem üst basamağı hem de alt basamağı için görev ve sorumluluklar tanımlar. Yani Çin hakkındaki bütün bildiklerini Batı’nın dezenformasyon kaynaklarından edinenlerin dediği gibi alt basamağın üst basamağa körü körüne itaati değildir. Hiyerarşinin üst basamağındakiler alt basamaktakilere karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmezse o hiyerarşi yapısı bozulur. Alt basamaktakiler baş kaldırır ve kaderlerine el koyma kavgasını başlatırlar. Tıpkı 1912 devrimi (İmparatorluğun lağvedilmesi, Cumhuriyetin ilanı) ve 1949 sosyalist devrimi gibi. Bu devrimler, kaderine razı, itaatkar bir toplumunun başarabileceği işler değil. Bu yazdıklarım bağlamında, salgınla mücadelede Çin yönetiminin halka karşı ve halkın yönetime karşı görev ve sorumlulukları nelerdi diye biraz düşünmek iyi bir zihin egzersizi olabilir. Hem bu süreçte yaşananları anlamayı da kolaylaştırır.

Kısa kısa

Kuşkusuz yazılacak daha çok şey, sayılabilecek çok etmen var. Bitirirken başarıda büyük payı olduğuna inandığım aşağıdaki faktörleri de kısaca not etmek istiyorum:
-Karantina koşullarını ihlal eden cehalet ve sallapatiliğe sıfır tolerans. Gerekirse zoraki test ve karantina.
-Neredeyse kusursuz işleyen koordinasyon.
-On günde tam donanımlı büyük bir hastane ve ondan fazla sahra hastanesi kurabilme becerisi.
-Çok uzun saatler boyunca çalışan adanmış sağlık çalışanları.
-Sınırsız bütçe.
-Bunlara ek olarak, “Salgınla mücadele, kültürel özelliklerin rolü” başlıklı yazımda bahsettiğim kültürel özelliklerin bu başarıdaki rolü hiç küçümsenmemelidir.

Son söz niyetine

Dünyanın dört bir tarafından “Koronavirüs salgınından sonra hiçbir şey eskisi olmayacak” sözleri duyuluyor. Bunun tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyorum. Fakat bildiğim başka bir şey var: Artık dünyanın Çin’e bakışı, Çin algısı da eskisi gibi olamayacak. Bu saatten sonra herkesin Çin’i anlamayı-tanımayı daha fazla isteyeceğini düşünüyorum. Beyaz Adam ve onun (ve istihbarat örgütlerinin) kullanışlı maymuncuğu liberal tayfanın yazdığı Çin distopyası artık pek çalışmıyor, işe yaramıyor. Bu distopyanın giderek hızla gözden düşeceğine ve bir yalan külliyatına dönüşeceğine inanıyorum. Artık Çin hakkında yeni şeyler söylemek gerekiyor. Bunun için Çin muhibbi olmaya gerek yok; hatta olunmamalı. Şimdi Çin’e kafalardaki yarım yamalak ezbere, fazla köşeli şablona oturmaya çalışmadan bakma; yani Çin’i anlamak için daha fazla çaba harcama zamanı. Belki de önce “Çin (ve Indochina) kültürü nasıl bir şey?” sorusunu sormakla işe başlamalı. İki bin beş yüz yıllık bir toplum sözleşmesi olan bir kültür üzerine oturan devlet ve sosyal örgütlenme-hiyerarşinin içeriğini anlamadan “otoriteye koşulsuz boyun eğen” yani “itaatkâr bir toplum”, “bir itaat toplumu” lafları etmek düpedüz cehalettir, hatta ahmaklıktır. “Çin emperyalist bir ülkedir” gibi en bi “komünist”, pek bi keskin tespitler ise sadece teoriyi ucuzlatmaktır.

Çin’in salgınla mücadele başarısı-I

20 Mart 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Karantinanın ve sert önlemlerin başladığı ilk günlerde, Çin’de bir salgınla ilk kez karşılaşan ve hem korkan hem de kaygı düzeyleri yükselen yabancı tanıdıklarıma -email veya telefonla Çin’den neden ayrılmayacağımı anlatmıştım. Her yazışma veya telefon görüşmesinde “Çin’de bir salgın veya insan sağlığına dönük bir ciddi tehdit görüldüğü için değil Çin bu tehditle baş edemezse korkmalıyız… Çin baş edemiyorsa başka hiçbir ülke baş edemez” cümlelerini tekrar etmiştim. Çokbilmişlik ve sanki Çin’i kayırma gibi görünen bu sözler buralarda COVID-19 dâhil üç, uyduruk salgın kabul edilen Domuz Gribini de sayarsak dört, salgın görmüş olmanın sağladığı tecrübeye dayanıyor. Bazı arkadaşlar benim deneyimlerimi önemsediler ve Wuhan’dan ve diğer kentlerden ayrılmadılar, Çin’i terk etmediler.

Bugünlerde, buralarda Koronavirüsün gündemdeki ağırlığı yavaş yavaş azalmaya başlarken ve hayat normale dönme sürecine girmişken, dünyanın Batı tarafında acil sorun halini aldı. Şimdi herkes şaşkınlıkla ve hayranlıkla “Çin, bu kadar büyük bir salgının ve ciddi bir tehdidin üstesinden nasıl geldi?” sorusunu soruyor. Bu hiç kuşkusuz birkaç cümleyle cevaplanamayacak kadar büyük bir soru. Ne söylenirse söylensin mutlaka eksik olacaktır. En açıklayıcı bilgileri üniversitelerin yapacağı araştırmalar ve tez çalışmalarından elde edeceğiz. Yine de, Çin’in bu sorunun üstesinden nasıl geldiğine dair kendi düşüncelerimi pek ayrıntıya girmeden aktarmaya çalışacağım.

Virüs Wuhan’da görülmeye başladığında hakkında çok az şey biliniyordu (Vuhan Jaiyou! Başlıklı yazımda ayrıntılı anlatmıştım). Uzmanlar neyle karşı karşıya olduklarını anlayana kadar virüs yavaş yavaş yayılmayı sürdürdü. Bugün artık virüsün yayılma süreci ve hızı da dâhil olmak üzere neredeyse her şey biliniyor. Önceleri çok yavaş yükselen bir eğri biçiminde yayılıyor ve bir noktada o eğri birden dikleşiyor ve yayılma adeta patlama halini alıyor. Çin işte tam bu patlama sürecinin bir noktasında (başında değil) müdahale edebildi. Uzmanlar neyle karşı karşı olduklarını anladıklarında zaten patlama noktasına varılmıştı. Üstelik Wuhan’dan ayrılıp kendi bölgelerine gidenler aracılığıyla bütün ülkeye kontrol edilemez bir biçimde yayılma riski de çok büyüktü. Uzmanlara göre, “makul önlemler yoluyla sorunla baş edebilmenin zamanı kaçmıştı. Alınması gereken önlemlerin fazlasıyla radikal olması gerekiyordu”. Öyle de oldu.

Sorunun anlaşılmasının ardından, halk neyle karşı karşıya oldukları konusunda bilgilendirildi.“Çin’den kriz yönetimi dersi” başlıklı yazımda ayrıntılarını yazdığım gibi, Devlet Başkanı Şi Cinping en yetkili kişi olarak sorumluluğu üstendi ve TV’lerde karşı karşı kalınan sorunu halka bütün gerçekliğiyle anlattı. İlgililere kesinlikle bilgi saklanmaması, yanlış anlaşılmaya yol açabilecek muğlâk açıklamalardan kaçınılması, halkın ve dünyanın en şeffaf biçimde sürekli bilgilendirilmesi ve bütün dünya ile işbirliği yapılması talimatını verdi. Israrla vurguladı nokta “Bu salgınla başa çıkabilmemiz için sadece bilime güvenin ve bilimin söylediklerinin dışına çıkmayın” oldu. Bildiğim kadarıyla, bu konuşmasından sonra, 10 Mart’ta Wuhan’a yaptığı ve “salgının hakkından geldik” müjdesi (zafer ilanı değil) olarak okunabilecek ziyaretine kadar bir daha bu konuda konuşmadı; yani işi görevlendirdiği uzmanlara bırakıp kenara çekildi.

Koronavirüsle mücadele komisyonunun (tam adı bu değil. Anlaşılır olsun diye bu adı kullanıyorum) görevlendirdiği uzmanlar TV’lerde, gazetelerde ve açılan internet sitelerinde halkı sürekli bilgilendirdi. Sokaklarda dolaşan sesli bilgilendirme araçları, robotlar ve asılan posterler de diğer bilgilendirme araçları olarak kullanıldı. O kadar ki, ortalama bir Çinli bir Koronavirüs ve virüsle mücadele uzmanı gibi oldu desem yeridir.

Koronavirüsle mücadele komisyonu sadece ilgili uzmanlardan oluşuyor. Komisyonun başına görev alan Dr. Zhang Nhansan istisnasız herkesin büyük saygı duyduğu, güvendiği ve sevdiği bir uzman. Herkesin çok korktuğu SARS salgını günlerinde, Dr. Nhansan halka umut veren bir ses olmuştu. SARS’ı tanımlamış ve bir tedavi yöntemi belirlemişti. Bilim insanı namusuna sahip, sözünü esirgemez, sivri dilli bu uzmanın SARS salgını sırasında gerekli önlemleri almakta bocalayan devlete ettiği yutulması zor laflar, tedavi yöntemi konusunda resmi sağlık kurumunu bilgisizlikle suçlayarak koyduğu posta halen aklımda (tedavi yöntemi konusunda sonunda o haklı çıktı).

COVID-19 ile mücadele sürecinde, dışarıdan ne kadar göründüğünden pek emin olmadığım, alışılagelmiş olanla pek uyuşmayan bir yol izlendi: Kararları komisyon verdi, siyasi-idari merciler uyguladı; yani bilinen-alışılmış yönetim biçiminin aksine bir süreç işledi. Yapılacak her şeye, alınacak her önleme, atılacak her adıma sadece bu komisyon karar verdi. Bakanlıklar veya yerel yöneticiler ancak bu komisyonun bir talebi olduğunda devreye girdiler ve kurumun taleplerini en hızlı biçimde karşılamakla yükümlüydüler. Birkaç bakanlık, kurum vs bir tarafa çekiştirmesinin yürütülen mücadeleyi sabote etmekten başka bir sonuç vermeyeceğini çok iyi bildiklerinden eminim. Hele fırsat bu fırsat deyip toplumun bir kesimine, onların yaşam biçimi ve değerlerine saldıran bir siyasi ahmaklık bu durumda bir toplum düşmanlığıdır ve mücadeleyi başarısızlığa mecbur eden tek sorumludur.

Koronavirüsün kaynağı neresi?

15 Mart 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


İlk günden beri kaynağın Wuhan olduğu ve kentteki balık pazarından yayıldığı söylendi. O zamanki bilgilere dayanarak yazığım yazıda (Vuhan Jaiyou!) ben de balık pazarını, orada kaçak olarak satılan yaban hayvanlarını hedef gösterdim (kaynağın yaban hayvanları olmadığı kanıtlanırsa, Wuhan’a döndüğümde o hayvanlarının elini öpüp af dilemeye hazırım -Misk Kedisi hariç. Onun SARS’ın kaynağı olduğunu biliyoruz). Fakat Şubat ayının ortalarından beri Çin’deki bazı açık bilimsel kaynaklarda ve o kaynaklara atıf yapan gazetelerde bu bilginin doğru olmayabileceği yazılmaya başlandı. Virüsün genetik yapısını inceleyen uzmanlar virüsün tespit edemedikleri başka bölgelerden bir şekilde balık pazarına geldiğini ve oradan yayıldığını söylemeye başladılar. Yine de, bölük pörçük bilgiler üzerinden konuşmak komplo teorisi uydurmak veya spekülasyon yapmak gibi olacağından konuya değinmeyi erteledim. İşin sonunun nereye varacağını görmeyi ve ortaya çıkacak yeni verileri beklemeyi tercih ettim. Geçen bir-iki gün içinde bir Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün yaptığı açıklamalar, verdiği yeni bilgiler ve ek kaynaklar sayesinde komplo teorisi içeriğini aşmak mümkün oldu ve bir bilimsel araştırma sorusu ortaya çıktı.

Dışişleri Bakanlığı sözcüsü derlediği bilgilere dayanarak ABD’ye şu soruları yöneltti: “(1) Hastalığı yayan ilk kişi ABD'de ne zaman teşhis edildi? (2) Salgın kaç kişiye bulaştı? (3) Hastanelerin isimleri nelerdir? Salgını Wuhan'a getiren ABD ordusu olabilir. Şeffaf olun! Verilerinizi herkese açık hale getirin! ABD bize bir açıklama borçlu!” 2019 yılı 15-30 Ekim tarihleri arasında Wuhan’da Dünya Askeri Oyunları vardı. Katılan ordular arasında ABD askerleri de buluyordu. Bakanlık sözcüsü “Virüs bu ABD askerleri tarafından Wuhan’a getirilmiş olabilir” demek istiyor. Virüs, ne olduğu henüz tespit edilememiş olsa bile, geçen Kasım ayı sonlarına doğru balık pazarından yayılmaya başladı. Oysa son günlerde uzmanlar “İnsandan insana geçişin balık pazarından yayılmasından daha önce başlamış olabileceğini” ileri sürüyorlar.

Bakanlık sözcüsü bu soruları sormadan bir-iki gün önce ABD Sağlık Bakanlığından bir yetkili “Yaptıkları testler sonucunda, grip salgınından öldüğü düşünülen iki kişinin COVID-19 nedeniyle öldüğünü tespit ettiklerini” açıklamıştı. ABD’de (sanırım) 2019 yılı ortalarından beri bir grip salgını var ve ölenlerin sayısının on dört bin kişiyi aştığı belirtiliyor. Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün dile getirmeye çalıştığı kuşku, bunun basit bir grip salgını olmadığı, ölümlerin bazılarının (veya çoğunun) Koronavirüsten kaynaklanmış olabileceği. ABD’nin grip dediği bu salgınının ilk ne zaman teşhis edildiği ve hastane isimleri bu yüzden önemli. Wuhan’da görülmeye başlamasından önce teşhis edilmişse ve hastaneler arasında Wuhan’a gelen askerlerin tedavi gördüğü hastaneler varsa, bu sonuçlar Virüsün ABD’den Çin’e taşındığına dair kanıt oluşturacak.

Bunu düşünmelerini gerektirecek bir başka bilimsel veri daha olduğu söyleniyor. Belirtildiğine göre, Çin Sağlık Bakanlığı yetkilileri COVID-19’un yayıldığı dört kıtada virüsün yayılma rotasını izleyerek on iki farklı ülkeden yüzden fazla numune toplamış. Sonuçların virüs salgınının daha önceleri, muhtemelen Kasım ayı ortalarında, başladığını gösterdiği belirtiliyor. Yani Wuhan’daki Dünya Askeri Oyunlarının hemen ardından.

Bir Tayvanlı virolog ve farmakolog bilim insanı virüsün kaynağı üzerine ayrıntılı bir araştırma yürütmüş. Bir Tayvan TV’sinde çeşitli haplotipleri, birbirleriyle nasıl ilişkili olduklarını, birinin diğerinden nasıl türediğini vs açıkladığı bir videosu var. Araştırmacı en fazla virüs türü çeşitliliğine sahip coğrafi konumun orijinal kaynak olması gerektiğini düşünüyor. Bilinen beş Koronavirüs türüne yalnızca ABD'nin sahip olduğunu söylüyor ve diğer ülkelerdeki haplotiplerin ABD'den gelmiş olabileceği tezini ileri sürüyor. (Wuhan-Çin’de yalnızca bir tür; Tayvan ve Güney Kore, Tayland ve Vietnam, Singapur ve İngiltere, Belçika ve Almanya’da da yalnızca birer virüs türü mevcutmuş)

Bu Tayvanlı uzman virüs salgınının sanılandan daha önce başladığını söylüyor ve “2019 yılı Eylül ayına bakmalıyız” diyor. Bu ay içinde bazı Japonların Hawai’ye seyahat ettiklerini ve enfekte olmuş olarak geri döndüklerini söylüyor. Bu durum, virüsün Çin’de görülmesinden yaklaşık iki ay önceye rastlıyor. Bu vakalardan hareketle, Koronavirüsün ABD'de zaten yayılmış olduğunu ancak semptomların diğer hastalıklara atfedildiğini ve dolayısıyla muhtemelen gözden kaçtığını ileri sürüyor. Bu vakaları çok dikkatli bir şekilde araştırdığını ve Japon virologların da kendisiyle aynı sonuca vardığını belirtiyor.

Peki, ortada ciddiye alınması gereken bu kadar kuşku verici bilgi-veri varken ABD bu konuda Çin’le işbirliği yapar mı? Pek sanmıyorum. COVID-19 salgınını bile Çin’i ekonomik olarak sıkıştırma ve zayıflatma fırsatı olarak kullanmaya çalışan ABD’nin Çin’le işbirliği yapacağını veya bilgi-veri saklamayacağını düşünmek fazla iyimserlik olur.

Burada bir noktaya dikkat çekmeliyim: Bakanlık sözcüsü Çin’e karşı bir biyolojik silah kullanıldığını ima etmiyor. Böyle bir komplo teorisi kurduğu yok. Zaten komplo teorisi Çin devlet aklına ve Çinli yetkililere uygun bir akıl yürütme biçimi değil.

Güney Kore ve Tayvan’da ölüm oranı neden düşük

Tayvanlı uzmana göre, G. Kore ve Tayvan’da görülen virüs Çin'de görülenden farklı bir haplotip. Bu tip belki daha bulaşıcı ama çok daha az ölümcül; yani Çin'de görülen virüsün sadece üçte biri kadar ölümcül. Tayvan'ı enfekte eden türün sadece Avustralya ve ABD'de mevcut olduğunu ve Tayvan’a Avustralyalılar tarafından bulaştırılmadığı için (Avustralya’da virüs epeyce geç görülmüş) yalnızca ABD'den gelmiş olabileceği tezini ileri sürüyor.

5 Mart 2020 Perşembe

Salgınla mücadele, kültürel özelliklerin rolü

1 Mart 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


SARS ilk olarak o günlerde yaşadığım HK’da görülmüştü. O günlerde kent halkının davranışlarında “panik” halini çağrıştıran, ciddi bir tehdide odaklanmış bir tetikte olma durumu gözlemlemiştim. Maske takmak (ve bir adet yedek bulundurmak) adeta bir takıntı haline gelmişti. Yüz yüze iletişim çok azalmış, bir arada bulunmaktan kaçınılır olmuştu vs. Bunlar için insanların kendi iradeleriyle uyguladıkları bir tür kişisel karantina diyebilirim. Maske takmayı unutup dışarı çıktığım bir akşamüstü HK polisi durdurdu ve salgın hakkında kısa bir nutuk çekti, salgını anlatan bir broşür verdi ve bir maske verip takmamı istedi. O saatten sonra işin rengi değişti ve ben de kişisel karantina uygulamaya başladım.

Paniğe benzettiğim ve yadırgadığım o tetikte olma halinin nasıl bir kültürel kod olduğunu kültürü içeriden tanımaya başlayınca anlayabildim. Çin kültürü bir kişisel-içsel disiplin (self-discipline) kültürüdür. Disiplin dendiğinde, buralarda insanın kendi kendini disipline etmesini ifade eden içsel süreç/yaşantı anlaşılır, devletin veya bir gücün yasakla, kuralla, korkuyla hizaya sokmaya çalışması değil. Bu disiplin kültürünün insanları hızlı düşünüyor, hızlı karar veriyor, hızlı organize oluyor ve (durumun gereklerine) hızlı uyum sağlıyorlar. Dolayısıyla, gördüğüm şey panik değil yeni durumun gereklerine hızlı bir uyum süreci ve uyanık olma haliydi.

Dikkatimi çeken bir diğer kültürel özellik Çinlilerde el sıkışma alışkanlığının olmamasıydı -İngiliz kültürüyle yüz yıl geçiren HK’lularda bile. Elinizi havada bırakmazlar ama el sıkışmada bir sakillik hissedersiniz. İngilizlerin “ölü balık” dediği türden bir el sıkışmadır. Yani avucunuzun içindeki el sizin elinizi sıkmaz, hareketsiz durur. El sıkışmak yerine filmlerde gördüğünüz ve saygı sunma/saygıyla karşılama ifade eden o öne doğru eğilme davranışıyla karşılanırsınız. Ayrıca, Çinliler bizim gibi her fırsatta “kızlı-erkekli” ve hatta erkek erkeğe sarılıp bir o yanaktan bir bu yanaktan öpüşmezler, hatta karşı cinsiyetler (kadınlar demek daha doğru) çok yakın oldukları dışındakilerle sarılmazlar. Yani kişilerarası ilişkilerde temas azdır.

Anlatmak istediğim, bu kültürel özelliklerin uyum ve hayatta kalma açısından ne kadar işlevsel olduğu. Çinliler her karşılaşmada el sıkışan, sarılıp öpüşen, el şakaları yapan, kişisel disiplin yerine lakayt-umursamaz insanlar olsaydılar (tabii ki her Çinliden bahsetmiyorum), salgın herhalde bugünkünden çok daha ağır olurdu. Bu kültürel özelliklerin salgınların kontrol edilemez boyutlara ulaşmasını zorlaştıran, önüne geçen önemli faktörler arasında ilk sıralarda yer aldığını düşünüyorum. Wuhan kaynaklı salgının bu boyutlara ulaşması ise üç başlıca nedene bağlanıyor: (1) Koronavirüsün geç anlaşılabilmiş olması, (2) Nüfusun üçte birinin yer değiştirdiği Çin Yeni Yılı tatiline rastlaması ve (3) Wuhan Belediyesinin her Yeni Yıl tatili öncesinde binlerce insana verdiği yemek (bu yıl 50 bin kişi katılmış). Salgının henüz anlaşılamadığı dönemde toplanan bu büyük kalabalıkların salgının yayılmasını hızlandırdığı düşünülüyor.

Aşı bulundu mu?
TV’ci-gazeteci milletine bakılırsa ha bulundu ha bulunacak, hatta belki de bulundu bile… Sansasyonel gevezelik ve çığırtkanlık galiba TV ekranlarına kurulanlarda olması gereken katlanılması zor bir özellik. Araştırma kurumlarının aşı üzerinde birkaç koldan çalıştığını ve yol alındığını duyuyorum ama sağlık yetkililerinden henüz resmi bir açıklama yok. Uzmanlar konuya bilimsel kuşkuculuğu elden bırakmadan yaklaşıyorlar. Bir uzman “Bir ay içinde bir aşı geliştirmek mümkündür. Ancak aşının etkinliğini kanıtlamak için hayati olan hayvan deneylerini bu kadar kısa bir sürede tamamlamak imkânsızdır… Geliştirildiği söylenen ağız yoluyla alınan ilaç ise büyük olasılıkla koruyucu aşıdan farklıdır. Önleyici aşı genellikle enjekte edilir. Geliştirildiği söylenen ürün ise tıpkı bir ilaç gibi bir çeşit tedavi edici aşı olabilir. Fakat acil olarak ihtiyaç duyduğumuz şey sağlıklı insanları virüsten koruyacak bir önleyici aşıdır” diyor. Uzmanlar, artık Wuhan’da bile görülme sıklığı iyice düşen, bazı eyaletlerde sıfıra inen salgın için bile “Zafer ilan etmek için çok erken. Aşırı iyimserlikten kaçınılmalı” diyorlar.

Komplo teorileri
“Koronavirüs neden Çin’de ortaya çıktı ve ardından İran’ı sarstı?” diye bir soru sormak ve “ABD emperyalizmi Çin ve İran’ı dünyadan izole etmek istiyor” sonucuna varmak bence ciddiye alınmaması gereken bir komplo teorisi ve her komplo teorisi gibi akıl dışı ve bir ahmak eğlencesi. Komplo teorileri ABD’de bir dergide yayınlanan ve laboratuarda bu tür bir virüs ürettiklerini iddia eden Hindistan kaynaklı bir uydurma “bilimsel araştırma”ya dayanıyor. Yayının uydurma olduğu anlaşıldı ve geri çekildi ama böyle olması komplo teoricilerini kesmez.

“Salgından etkilenenlerin sayısı konusunda doğru bilgi verilmiyor, ölenlerin sayısı saklanıyor” lafları ise düpedüz saçmalık. Bu lafları edenler aslında burada bir aydır her yerde çalışan Dünya Sağlık Örgütünü de yalancılıkla suçluyorlar.