17 Aralık 2019 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
İki yıl kadar önce, Pekin Üniversitesi’ndeki bir mezuniyet
töreninde İktisat profesörü Zhang
Weiying’in yaptığı konuşma Çin sosyal medyası Weibo’da o kadar tepki çekti ki,
Pekin Üniversitesi konuşma metnini bir-iki saat içinde sitesinden kaldırdı
(linç konusunda Çinliler de bizim memleket vasatı kadar iyidir). Sonra ne mi oldu?
Hiçbir şey olmadı… Burası artık her açıdan çökmüş, bütün enerjisini çöktükleri
gerçeğinden duydukları korkuyla yüzleşmemek için harcayan (ama hiç kimseyi
inandıramayan) kof Saray rejiminin “Çok Eski Türkiye”si değil. Buralarda
insanlar haddini bilir. Bir kibirli zır cahilin sağa sola zart-zurt ederek had
bildirdiğini zannetme hadsizliğine tanık olmazsınız. İki bin yıllık Çin
öyküleri bile kendini allame-i cihan zanneden fakat eninde sonunda bir “hiç” olduğu
gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalan ve adalet dilenen kibir abidesi yöneticilerin
sefil hallerini anlatan ibretlik tasvirlerle dolu.
Lafın kısası, burada bir akademik teze cevap vermek yine
akademinin işidir. Nitekim öyle oldu ve bir başka akademisyen, Prof. Zhang
Yunwei, bir yazıyla cevap verdi. Yunwei, kendisini Marksist, komünist olarak
tanımlıyor. Ama bunun “ÇKP’ye özgü komünistlik” yani sonu bir tür devlet
kapitalizmine çıkan bir komünistlik yanılsaması olduğunu belirtmeliyim.
Prof. Weiying’in
konuşmasını okuduğumda Çin tarihi hakkında yaptığı yanlışlar beni bile
şaşırtmıştı. Bir doğrunun yanına on yanlış koyarak konuşan, o bir doğruyu da on
yanlışın altını doldurmak için kullanmaya çalışan bir (batı hayranı) liberal
olduğunu düşünmüştüm. Prof. Yunwei,
o konuşmadan epeyce alıntı yaptığı için konuşma metninin çevirisini bu uzun metnin
sonuna ekledim. Yine de dileyenler okumaya önce o konuşmadan başlayabilir.
Batı hayranı liberaller Çin tarihine laf edip küçümserken
kendini Marksist olarak tanımlayanların (aslında genel olarak Çin entelijensiyasının)
Çin tarihine saygıyla yaklaşmaları hatta sahip çıkmaları ve övgüyle söz
etmeleri sanırım okuyanların da dikkatini çekecektir. Bu sahiplenmeyi tarihte
Çin’in hiç saldırgan taraf ve hangi maske altında olursa olsun (cihat, fetih,
uygarlık götürme vs.) istilacı olmamasına bağlıyorum.
Dilerim çeviri Çin’in doğru anlaşılmasına biraz olsun katkı
sağlar.
Prof. Zhang Yunwei’nin cevabı:
Batı Merkezcilikten Ulusal Nihilizm’e: Çin’in
Ulusal Yükselişine Giden Yolda Düşünsel Bozukluklar.
Temmuz 2017’de, Pekin’de ünlü bir üniversite bir mezuniyet
töreni düzenledi. Bir profesör ateşli ve heyecan verici bir konuşma yaptı ve
törene katılanların beğenisini kazandı. (Kamuran Kızlak’ın notu: Yazar, konuşmacının
adını vermekten kaçınmış. Ben yukarıda yazdım: İktisat profesörü Zhang Weiying). Kısa
zamanda konuşma internete düştü ve bütün gece çok popüler oldu. Konuşmasında
son beş yüz yılda Çin’in icat ve yaratıcılık konusunda bir yenilik yapmadığını
söyledi. Bu yanlış ifade konusunda sayılarla açıklama yapmama izin verin. Bir
İngiliz olan Jack Challoner’in yazdığı “1001 Inventions That Changed the World
(Dünyayı Değiştiren 1001 İcat)” adlı bir kitaptaki verilerden söz edeceğim. Kitaptaki
hesaplamalara göre Paleolitik dönemden 2008 yılına kadar geçen 2,5 milyon yılda
insanlık dünyayı değiştiren 1001 büyük icat yaptı. Bu icatların otuzu Çin’de
yapıldı, yani yüzde 3’ü. 1500 yıllık zaman dilimine ayırırsak, 1500 yıl önce
dünyada yalnızca 163 büyük icat yapılmıştı ve bu 163 icat yüzde 18,4 anlamına
gelir.
Konuşmayı yapan o
profesöre göre, Çin’in en son büyük bilimsel ve teknolojik başarısı 1498
yılında icat edilen diş fırçasıydı. O Profesör Ming Hanedanlığı boyunca (1368
-1644) yapılan tek icadın bu olduğunu söyledi. Ona göre, 1498’den günümüze kadar
geçen yaklaşık 500 yılda yapılan 838 icadın hiçbiri Çin’e ait değildi. Başka
bir ifadeyle, son beş yüz yılda Çin’in bilim ve teknolojiye katkısı neredeyse
sıfır. Bu prof. Çin’in son 1500 yıllık dönemde modern bilim ve teknolojide geri
kalmışlığının Çin’de “özgürlük” olmamasından kaynaklandığını söyledi. Bu
nedenle, konuşması "Özgürlük bir tür sorumluluktur” başlığını taşıyordu.
Bu kadar uçuk bir görüş ve saçma bir konuşmanın Çin'in ünlü bir
üniversitesinden tanınmış bir profesörün ağzından çıkması çok şaşırtıcı. Tarihe
kayıt düşmek için buna bir cevap vermek gerekiyor.
1. 500 yıldan fazla
bir süredir Çin’in bilim ve teknolojiye katkısı gerçekten sıfır mı?
Jack Challoner’in “1001 Inventions That Changed the World”
adlı kitabından bilgileri
kontrol ettim. Yazar, Londra Bilim Müzesi ekibinin bir üyesi –kitabın içeriği
için “Çok sayıda bilimsel bilgiyi turistlere açıklamak” diyor. Yani yazar bir
turist rehberi ve müzenin eğitim görevlisi. Kitap hazırlamayı seviyor ve bu
kitabı da bir popüler bilim kitabı içeriğinde hazırlamış. Bu kitap
profesyonellerin elinden çıkan bir bilimsel araştırma değil. Yazar bir profesyonel
bilim tarihçisi değil. Kitabın içeriği diğerlerinin araştırma sonuçlarını toplamak
ve özetlemekten oluşuyor. Bu nedenle, bu kitaba atıf yapmak istiyorsanız yazılanları
dikkatle doğrulamalı, doğruluğundan emin olmalısınız.
17. yy’da
İngiltere’de doğan modern bilimi asla yadsımadık. 15 ve 16. yy’da Çin, bilim ve
teknoloji, ideoloji ve kültür açısından Batı’nın gerisindeydi. Bilimsel ve
teknolojik yenilik açısından bugüne kadar büyük başarılar elde edildiği bir
gerçek. Fakat gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında halen büyük
bir fark olduğu da bir başka gerçek. Bununla birlikte, M.S. 1500’e gelindiğinde
Çin’de otuzdan fazla önemli bilimsel ve teknolojik yenilik vardı/yapılmıştı. Daha
sonraki dönemde de Çin’in insanlığa bilimsel ve teknolojik katkısı sıfır
değildi. Royal Society (Kraliyet Topluluğu) üyesi ve ünlü bilim tarihçisi
Joseph Needham’ın yedi ciltlik “Science and Civilization in China” adlı
başyapıtı, Çin bilim ve teknoloji tarihine adanmış yetkin bir çalışmadır. Bu
kitaptaki kayıtlar eski (antik) Çin’de 1600’den fazla öncü bilimsel ve
teknolojik başarı olduğunu gösteriyor. Amerikalı gazeteci Robert K.G. Temple, eski
Çin’den “dünyada ilk 100”e girenleri seçerek, Joseph'in kitabını "China: Land
of Discovery and Invention" başlıklı yoğunlaştırılmış bir kitap haline
getirdi. İçinde yer alan 100 resim, canlı ve kusursuz yazım sayesinde eski Çin
bilim ve teknoloji tarihi hakkında popüler bir kitap oldu. Karşılaştırmalı
araştırma yaparak, “modern dünyanın yaptığı temel yenilik ve buluşların yarıdan
fazlası Çin’in buluşlarından geliyor/onlardan türetilmiş olabilir” sonucuna
vardı. Çin'in yaptığı dümen, pusula, çoklu direk (gemi direği) vb. buluşlar
olmasa, Avrupa, coğrafi keşiflere yol açan yolculuklara asla çıkamazdı.
Kolomb’un Amerika’ya yelken açması mümkün olmazdı. Avrupalılar kolonyal
imparatorluk kuramazdı. Çin'den atlara güvenli bir şekilde nasıl binilebildiği
öğrenilmese, Avrupa'da şövalyelik olmazdı. Çin, tüfek ve barut’u bulmamış olsa,
silahşorun zırhını delmek için mermi kullanılamazdı, şövalyelik sona ermezdi.
Çin, kâğıt yapımı be baskıyı icat etmese, Avrupa kitap için uzun bir zaman
bekleyebilirdi ve yazılı kaynaklar çok yaygın olamazdı.
Ming Hanedanlığı
boyunca yapılan bütün icadın "sadece bir diş fırçası"ndan ibaret
olduğu tezinin tamamen saçma olduğunu kanıtlamak için sadece birkaç örnek
vermemiz yeterli olur. Örn, 1521 yılında Jiazhou, Sichuan eyaleti, bölgesinde
dünyanın ilk petrol kuyusu açıldı. Ming Hanedanlığı bilimcisi Song Yingxing,
Tiangong Kaiwu'da Çin'deki petrokimya hakkında ilk bilgileri sağladı.
Petrokimya alanında çalışan bilim insanları, bu kitabın Avrupa'ya 18. yüzyılda
ulaştığı ve dünyanın petrol arama ve işleme alanındaki ilk bilimsel çalışması olduğu
sonucuna varmışlardır. 1596 yılında, Ming Hanedanlığı, patlayıcı kullanarak
maden çıkarma teknolojisini keşfetti. Batı’da (Avrupa) maden patlatmak için
karabarut ilk defa 17 yy’ın başlarında (1632) Almanya tarafından kullanıldı.
Askeri alanda, 1549 yılında Ming Hanedanlığı dünyanın ilk mayınını yaptı.
Patlatılan/kullanılan bu ilk mayın modern "mayın" ın yaratıcısı
olarak bilinir. Avrupa, 19. yüzyıla kadar savaşta mayın kullanmadı.
Tıpta, modern
Avrupa'da, “çiçek hastalığı aşılama yasası” milyonlarca Batılıyı ölüm
tehdidinden kurtardı. Batı tıp topluluğu aşı teknolojisinin Batı’ya Çin'den
geldiğini hiçbir zaman gizlemedi. Çin'de çiçek hastalığını önlemeye yönelik
"aşılama" yönteminin Tang ve Song Hanedanları'ndan beri kullanıldığını
kayıtlar gösteriyor. Ancak günümüzde akademisyenler, daha güvenilir kayıtlara
göre, Ming Hanedanlığı (MS. 1368-1644) döneminde Jiangnan Ningguofu'da Taiping bölgesinde icat
edildiğine inanıyorlar (M.S. 1567 ~ 1572 ). Bu, dünyada aşılama yoluyla
bağışıklık kazandırma yönteminin ilk klinik uygulamasıdır. 18 yy’da Avrupa’ya
geçti. Voltaire “Letter on Inoculation with smallpox” (“Çiçek Aşısı Üzerine
Mektup” diye çevrilebilir) başlıklı mektubunda “Çinlilerin bu geleneklere
yüzlerce yıldır sahip olduğunu biliyorum. Fakat Çinliler onu farklı şekilde
kullanıyorlar. Onlar bir çizik/kesi yapmazlar, çiçek aşısını toz olarak burundan
çekerler. Bu daha iyi bir yöntemdir ve sonuçları aynıdır. Fransa’da aşılama
yapabilirsek, bu binlerce insanının yaşamını kurtarabilir”. (K. Kızlak'ın notu: Mektubun tamamı
şuradan okunabilir: https://oll.libertyfund.org/titles/voltaire-the-works-of-voltaire-vol-xix-philosophical-letters) Bazıları
"aşı"nın mucidi olarak İngiliz mucit Edward Jenner'i anıyor, sanki
buluşun Çin ile ilgisi yokmuş gibi Çin'den hiç bahsetmiyorlar. Aslında, Jenner
"On the Origin of Vaccinia Inoculation" başlıklı makalesinde çiçek
aşısı yapmayı aşı ülkede kullanılmaya başladıktan 25 yıl sonra denediğini açıkça
kabul etti. “Çiçek aşısı yöntemi”nin Çin’de icat edildiğine bilim dünyasında
(akademya) bir itiraz yoktur.
Ne zaman Ming
Hanedanlığında Tıp/ilaç hakkında konuşsam, insanlar Li Shizhen'in "İlaç
Bilimi İncelemesi”nden bahsetmemi istiyorlar. Bu nasıl bir kitap? Kısaca, Li
Shizhen tarafından 30 yılda yazılan harika bir kitap diyebilirim. Kitap 1892
adet farklı ilaç adı ve 1109 harika çizim/resimleme içeriyor. (Kamuran
Kızlak’ın notu: İngiltere’de “Compendium of Materia Medica” başlığıyla basılan
kitap şu linkten indirilebilir: Compendium
of Materia Medica). Kitap 1657’de "Çin florası" adıyla Latince yayınlandı.
Bu, dünya tarihindeki ilk “Bitki Türleri” kitabıdır. Avrupa’daki botanik
araştırmaları kitabın tanınmasında büyük rol oynadı. 1753’de, ünlü İsveçli
botanikçi Carl Linnaeus “Bitki Türleri” kitabında yer alan bitkilerden 1000
bitki türünü "İlaç Bilimi İncelemesi”nden aldı. Joseph Needham bir
yazısında şu yorumu yaptı: "Kuşkusuz, Ming Hanedanlığının en büyük
bilimsel başarısı Li Shizhen'in ‘İlaç Bilimi İncelemesi’dir. Bu eser 1578
yılında tamamlanmış ve 1596 yılında yayınlanmıştır. Li Shizhen, bu parlak
başarıyı Copernicus ve Galileo’nun başlattığı bilimsel hareketle hiçbir ilişkisi
olmadan elde etmeyi başardı”.
Zhu Zaijun, dünyada
ilk kez abaküsün müzik ve matematikte nasıl kullanılabileceğine ilişkin bir
kural tanımladı. “On iki aralık (nota dizisi) ilkesi” veya aynı zamanda “on iki
eşit aralık ilkesi” olarak da bilinen bu ilke müzikle ilgili bir kuraldır ve
bir oktavı 12 eşit aralığa böler. Her bir aralık yarım ses olarak adlandırılır
(Kamuran Kızlak’ın notu: Batı müziğinde Si-Do ve Mi-Fa notaları aralığı yarım
sestir ve bölünmez. Diğer aralıklar ikiye bölünür; yani bemol ve diyez olarak
adlandırılan aralıklar. Türk müziğinde bir önceki cümlede bahsedilen yarım
ses/aralıklar hariç diğer aralıklar dokuza bölünür ve her aralık “koma” olarak
adlandırılır). Bu yöntem 17. yy’da Avrupa’ya geçti. Bu tür bir müzikal düzen Avrupa’da
ancak bir yy sonra ortaya çıktı. 19. yy’da, Alman fizikçi Hermann von Hemholtz “Sensation
of Tone” adlı kitabında Zhu Zaijun’u defalarca andı. Oktavı on iki yarım sese
bölme ve transpoze etme yöntemi de bu dahi (Zhu Zaijun) tarafından icat edildi.
Şu anki piyano on iki aralık dizisi prensibine dayanıyor. Bazıları bu konuda şu
yorumu yaptılar: “Batılılar piyanonun şeklini, Çinliler ise ruhunu yarattı”.
Ayrıntılı bir
inceleme yaparsanız, Ming Hanedanlığı dönemindeki başlıca bilimsel ve
teknolojik başarıların bunlarla sınırlı olmadığını görürsünüz. Bu profesörün tarihsel
gerçekleri görmezden gelen "Ming Hanedanlığı döneminde yapılan tek büyük buluş
1498'de icat edilen diş fırçasıydı" sözleri son derece can sıkıcı ve
kasıtlı olarak ironiktir.
Çin Halk
Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 70 yıl sonra Çin’in bir öncü teknolojik icadı
olmadığı önermesine gelince, bu kuşkusuz yanlış bir önerme. Gerçekler, Çin Halk
Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra, ülke "bir zayıf/yetersiz ve iki
beyaz" olmasına rağmen, Parti ve hükümetin bilim ve teknolojiye büyük önem
verdiğini, buluş ve çeşitli bilim ve teknoloji alanlarının oluşturulmasını
teşvik ettiğini ve önemli ilerleme kaydedildiğini göstermektedir. (K. Kızlak’ın
notu: "Bir zayıf/yetersiz ve iki beyaz" mecazı Mao’nun 25 Nisan
1956’da yaptığı “On Temel İlişki Üzerine” başlıklı konuşmasından alınmadır. Bu
konuşma daha sonra Çin’de Mao’nun “Seçilmiş Eserler”i arasında basılmıştır.
“Bir zayıf/yetersiz” ekonominin durumunu anlatır. Yani çok zayıf sanayi, gelişmemiş
tarım. “İki beyaz” ise beyaz yani boş kâğıt anlamındadır ve bilimsel ve
kültürel olarak elde neredeyse hiçbir şey olmadığını ifade eder.) 1903'te Batı’da
bir hayvan uzvu replantasyon deneyi yapıldı. Deney, bir hayvana bacak
replantasyonu yapmaktan ibaretti; bir insana uzuv replantasyonu değil. Dünyanın
ilk insan uzvu (bacak) replantasyon operasyonu 1963'te Şanghaylı doktor Chen
Zhongwei tarafından yapıldı. O zaman, bu operasyon dünya tıp camiasını şok
etti. Tıp literatürü, Çin'deki ilk replantasyon cerrahisi hakkında birçok
ülkeden doktorun yaptığı atıfla doludur. 1960'lı yıllarda Çinli bilim insanları
tarafından icat edilen sentetik sığır insülini de dünyada bir ilkti. Ünlü bilim
insanı Yang Zhenning, bunun Nobel Ödülünü kazanabilecek büyük bir bilimsel başarı
olduğunu defalarca söyledi. 1970'lerden başlayarak uzun bir süre hibrit pirinç
araştırmaları yürüten Yuan Longping, 2004 yılında “insanlığa besleyici ve bol
gıda sağlamaya olağanüstü katkı” nedeniyle Dünya Gıda Ödülü'nü kazandı.
Artemisinin de 1970'li yıllarda icat edildi. Bu buluş dünyadaki çok sayıda
insanın canını kurtardı ve tüm insanlığın yararına büyük bir bilimsel ve
teknolojik başarıydı. Bu başarısı Tu Youyou’ya Nobel Ödülü kazandırdı.
Yukarıdaki
örneklerden herhangi biri, son 500 yılda Çin'in dünyaya “önemli bilimsel-teknolojik
icatlar” açısından öncülük etmediği, “Çin'in insanlığa bilimsel ve teknolojik
katkısı neredeyse sıfırdır” önermesini reddetmek için yeterlidir.
Bu profesör neden
insanların bildiği gerçekleri görmezden geliyor? “1001
Inventions That Changed the World” adlı kitabın yazarı İngiliz Jack Challoner bile tarihe bu Çinli profesörden daha çok
saygı duyuyor. Challoner kitaba objektif bir “Giriş” yazdı: "Yerim sınırlı olduğu için burada
bahsedemediğim çok sayıda buluş var”. Yazar, kültür ve bilgi birikimindeki
yetersizlik nedeniyle, Batı merkezciliğin prangalarından kurtulamıyor.
Avrupa(lı) tarihinin "Roma döneminden sanayi devrimine" diye bir
rutin içinde yazıldığını kitapta kolayca görebiliyoruz. Avrupa merkezli bakıyor
ve Doğu halkları hakkında çok az şey biliyor. Bir amatör ve popüler kitap
yazarı olarak, özellikle bir Batılı olarak, bazı koşulların sınırlamalarına
tabi ve bu hiç şaşırtıcı değil. Tuhaf olan, bu Çinli profesörün popüler bir
İngiliz eseri karşısında bilimsel sorgulamanın ruhunu tamamen kaybetmiş olması.
Bilimsel kuşku yok, analiz yok, eleştiri yok, sorgulama ya da kanıt arama yok.
Bir profesörün tüm konuşmasının bir özelliği var: Yabancıların sözlerine
dayanıyor. Bu profesör, Challoner’in kitabından alıntı yapmanın yanı sıra, Amerikalı Geoffrey
West’in “Çin’in buluşlarının İsviçre’nin 591 katı” olması gerektiği sonucuna
vardığı “yeni bir teori” olduğunu da belirtti. Ne göz alıcı sonuç!
Mevcut bilgilere
dayanarak, Geoffrey West'in aslen bir teorik fizikçi olduğunu ve daha sonra
ABD'nin New Mexico eyaletindeki Santa Fe kentinde bulunan kar amacı gütmeyen
bir araştırma kurumu olan Santa Fe Enstitüsü'nde araştırmacı olduğunu öğrendik.
Bu şahsı Çinliler çoğunlukla "TED Konuşması"nın halka açık
videosundan tanırlar, çevresinin ve arkadaşlarının zenginlik, suç oranı, yürüme
hızı gibi kentin çeşitli özelliklerini kontrol eden basit matematik yasaları
keşfettiğini bilirler. Öte yandan, ona göre, şehir halkının yaptığı buluşların
sayısı bir sayıdan (orantıdan) türetilebilir/elde edilebilir. Kent halkının ve
kent sakinlerinin buluş oranı, Geoffrey West'in icadı olan bir “üstel ölçekleme
kuralını izler” vb. Ancak bizim profesör, bu Amerikan “kuralı”nın nasıl
türetildiği sorusunu sormaz, çekinceleri yoktur. Bunu bilimsel bir gerçek
olarak kabul eder ve şu sonuca varır: “Çin’in dünyadaki inovasyona katkısı
nüfusuyla orantısızdır”. Çin’in nüfusu ABD’nin dört katı, Japonya’nın on katı, İngiltere’nin
yirmi katı ve İsviçre’nin yüz altmış beş katıdır. Bu üstel ölçekleme kuralına
göre, Çin'in buluş/icat oranı ABD’nin 5,6 katı, Japonya’nın 17,8 katı,
İngiltere’nin 42,3 katı ve İsviçre’nin 591 katı olmalıdır.
Kentsel nüfusun
"yaratıcılık/buluş oranını" hesaplamak için kullanılan bu West “yasası”
profesörün elinde basit bir aritmetik haline geldi ve kırsal nüfus da dâhil
olmak üzere toplam nüfus için buluş verisi çıkarımı yapmak için bir formül
olarak kullanıldı. Akıl yürütmesinin dayanağı şudur: Şayet bir kentin nüfusu
başka bir kentin 10 katıysa, toplam buluş miktarı ikincinin beşte biri, yani
17,8'idir. Ancak bu profesörün çıkardığı sonuca göre,”Çin nüfusu ABD nüfusunun
dört katı olduğu için Çin'in icat-buluş oranı ABD’nin 5,6 katı olmalıdır”.
Lütfen dikkat: Profesör, burada tartışmanın öncülünü bir kenara bıraktı ve şunu
yaptı: Toplam nüfusun 1/2'sinden fazlasını oluşturan kırsal nüfusu kentsel
nüfus oranına dâhil etti ve ulusal nüfus oranı haline getirdi. Yani Çin’in toplam
nüfusu tamamıyla kentli nüfustan oluşmuş oldu. West’in "yasası"nın
şiddetli bir şekilde çarpıtılması ve kötüye kullanılması, en iyi ihtimalle,
sadece bir sayısal oyun oynama olarak görülebilir! Soru: Ekonomi
araştırmalarında kavramları çarpıtmakta ve sayısal oyunlar oynamakta
özgürseniz, gerçek ekonomik faaliyetlerde hangi sonuçlar ortaya çıkar?
Biraz sağduyu sahibi
insanlar bir şehirdeki veya ülkedeki teknolojik icatların sayısının mutlaka
nüfusla orantılı olmadığını, nüfus kompozisyonu ve nüfus kalitesinin nüfustan
daha önemli olduğunu bilirler. Bir üniversitedeki veya bir araştırma
kurumundaki toplam insan sayısı, bir kentin sıradan insan topluluğunun toplam
nüfusu ile orantılı olabilir mi? İkisinin bilimsel “buluş oranı” birbiriyle
orantılı olabilir mi? Şehirlerde bilimsel buluş oranının kırsal alanlara göre
daha yüksek olmasının nedeni, şehirlerde yüksek öğrenim kurumları ve araştırma enstitülerinin
daha fazla olmasıdır. Gelişmiş ülkelerin buluş oranının, gelişmekte olan
ülkelere göre daha yüksek olmasının nedeni, gelişmiş ülkelerin 300 yıldan öncesine
giden sanayileşme deneyimleri, bilim ve teknoloji kültürlerinin derin olması, nüfusun
yüksek eğitimli ve nüfus kalitesinin nispeten yüksek olmasıdır.
Hindistan'ın nüfusu
kabaca Çin'in nüfusuna eşittir. Afrika'da 1,2 milyar insan yaşıyor. Bu durumda,
bu profesörün akıl yürütme yöntemine göre, teknolojik icat sayıları İsviçre’nin
500 katından fazla mı olmalı? Bilimsel ve teknolojik inovasyon ile nüfusun bilimsel
ve kültürel standartları kaçınılmaz bağlantılara ve pozitif korelâsyonlara
sahiptir; fakat mutlaka nüfus büyüklüğüyle orantılı değildir. Sosyal gelişme, ekonomik
temel, uygarlık düzeyi ve eğitim ve kültürel okuryazarlık düzeylerinin belirli
tarihsel aşamalarının bileşimini bir tarafa bırakarak basitçe toplam bilimsel
icat ve nüfusun ortalamasını almak yalnızca çok kaba ve tembel bir hesaplama
olabilir (teknoloji, ekonomik başarı ve nüfus ilişkileri karmaşık bir sistem
olarak ele alınmalıdır). Açıkça, nüfus oranının "ölçekleme kuralına"
dayanarak bir ülkenin "icat oranını" tahmin etmek ve böylece nesnel
gerçekliği ihlal etmek bir sahte bilimdir. Aslında, bize söylemek istediği şey Çin’in
icat sayısının toplam nüfusla orantılı olmadığıdır, nüfus kalitesiyle ya da insan
sayısıyla değil. “Sorunun sistemimizde olduğu açıktır: Çin sisteminin temel
özelliği insanların özgürlüğünü sınırlamaktır!”
2. "Needham
Bilmecesi" ve "Özgürlük"
Çin'in modern bilim
ve teknolojisi Batı’nın gerisinde kaldı. Bunun nedeni Çin'de özgürlük olmaması
mı? Öyleyse, profesörü tebrik etmeliyiz çünkü dolaylı olarak “Joseph Needham’ın
Sorusunu"nu da yanıtladı. Söz konusu "Joseph Needam Sorusu" daha
yaygın olarak "Needham Bilmecesi (Needham Puzzle)" olarak da bilinir.
Joseph Needham şu soruyu sordu: "Modern bilim neden Çin'de ortaya çıkmadı.
Batı Avrupa’da ve Amerika’da, özellikle geniş kapsamlı olarak Avrupa uygarlığında
ortaya çıktı. Bunun nedeni nedir?" "Endüstri Devrimi neden Çin’de
ortaya çıkmadı?" Kısaca, Joseph Needham, Çin’in “MS 3. ve 13. yüzyıllar
arasında Batı’nın ulaşamadığı bilimsel bilgi düzeyine sahip olduğuna” inanıyor.
Ancak, modern doğa bilimi 16. yüzyıldan sonra Avrupa'da doğmuştur. Bu bilim,
modern dünyanın düzenini oluşturan temel faktörlerden biri olduğunu kanıtladı.
Ancak Çin uygarlığı, Asya’nın geri kalanına benzer şekilde, modern bilimi
üretememiştir. Buna engel olan nedir? Bu tarihi gizem, yurtiçinde ve
yurtdışında birçok alandan araştırmacıyı etkiledi ve sosyoloji, kültür, tarih,
felsefe, psikoloji, eğitim ve hatta etnografya gibi birçok açıdan cevap vermeye
çalıştılar. Tüm cevaplar sosyal sistemlere, kültürel geleneklere, düşünce
tarzlarına, coğrafi çevreye vb. atfedilebilir. Ancak “Needham Bilmecesi”ne ikna
edici şekilde cevap verdiklerini düşünmek için bir neden yok. Çünkü modern doğa
biliminin Batı’da neden 16. yüzyıldan sonra ortaya çıktığını ve Çin bilim ve
teknolojisinin neden 15. yüzyıldan önce Batı dünyasının önünde olduğunu ikna
edici bir şekilde açıklayamıyorlar. Ünlü bilim adamı Einstein, Joseph
Needham’ın sorusunu geleneksel Çin düşünce tarzıyla dolaylı olarak cevapladı.
Şunları söyledi: “Batı biliminin gelişimi iki büyük başarıya dayanmaktadır: (1)
Yunan mantıkçıları tarafından biçimsel mantıksal sistemin icat edilmesi (Öklid
geometrisinde) ve (2) sistematik deneyler yoluyla nedensel ilişkilerin bulunma
ihtimalinin keşfi (Rönesans). Kanımca, Çinli bilgelerin bu adımları
atmadıklarına şaşırmamak gerek. Şaşırtıcı olan şey, bu keşiflerin hiç
yapılmamış olması”. Ancak Einstein'ın cevabı “Einstein'ın açıklamasının Batı
merkezciliğin önyargısından kurtulamadığını” düşünen Joseph Needham tarafından
reddedildi.
Son on yıldır,
iktisat alanı “Needham Bilmecesi”yle ilgileniyor ve cevap vermeye çalışıyor ve
bazı yeni görüşler ortaya çıktı. Bir ekonomist olan bu profesörün konuşma
konusu zaten Joseph Needham'ın önerdiği sorunun özüne ilişkindi. Profesörün
vardığı "ancak özgürlük varsa yaratıcılık vardır" sonucu, dolaylı
olarak "Needham Bilmecesine" onun verdiği cevabı temsil edebilir.
“Dünya inovasyon tarihinin yeniden yazılacağı 50 veya 100 yıl sonra, Çin son
500 yıldaki boşluğu değiştirebilir mi?” Bu sorunun cevabı büyük ölçüde sahip
olduğumuz özgürlüğü artırmaya devam edip edemeyeceğimize bağlı. Çünkü “Çin
sisteminin temel özellikleri insanların özgürlüğünü sınırlamak, yaratıcılığını
öldürmek ve girişimciliğini bastırmak”. O Profesör, “Batı MS 1500’den sonra
kademeli olarak özgürlük ve hukukun üstünlüğüne doğru ilerlerken, biz bunun tam
tersini yaptık” dedi. “Dolayısıyla özgürlüğü geliştirmek ve savunmak, Çin'in
kaderini önemseyen herkesin sorumluluğudur. Bu, her Pekin Üniversitesi
öğrencisinin misyonudur! Özgürlüğünüzü savunmazsanız, ‘Pekin Üniversitesi
Öğrencisi/Mezunu’ unvanını kullanmaya hak kazanamazsınız! Sadece özgürlük
varsa, yaratıcılık vardır!” diyen Profesör, Joseph Needham da dâhil olmak üzere
yurtiçi ve yurtdışındaki pek çok ünlü bilim insanının on yıllardır çözemediği
"Needham Bilmecesi"nin sırrını çözmüş gibi görünen "tatlı"
bir konuşma yaptı. “Özgürlük” olmadığı için Çin'in teknolojik yenilik hanesi
yaklaşık 500 yıldır boş. Bu nedenle, "özgürlük" teknolojik yenilik
için gerekli ve yeterli bir koşul haline gelmiştir.
Bu doğru mu?
“Özgürlük” kelimesinin anlamı hakkında eski ve modern Çin ve yabancı ülkeler
arasında farklı bir anlayış var. “Özgürlük” genel bir kavram; özgürlüğün ne
olduğu hakkında farklı görüşler var. Hobbes'un özgürlüğü Platon'un
özgürlüğünden farklı, Locke'un ve Hobbes’in özgürlüğü de birbirinden farklı. Eski
Çin’de, hem Konfüçyüs’çülük hem de Taoizm “özgürlük” ifadesine sahiptir. Konfüçyüsçülük
irade özgürlüğünü vurguladı. Ruhsal özgürlüğü vurgulayan eski Taocu özgürlük
anlayışı "doğal", "serbest" ve "kendi kendine yeterlik"
ile ilgilidir. Zhuangzi (Zhuang Zhou olarak da bilinir, K. Kızlak), özgürlük üzerine
bir tartışma yapan tarihteki en eski yazardır.
Antik Yunan çok
etnik gruptan oluşan bir toplumdu. “Özgürlük” onların toplumunda da karmaşık
bir kavramdı. Onlar düşünce özgürlüğünün ve ifade özgürlüğünün yaratıcılarıdır.
Onların felsefi düşünceleri, bilimsel ilerlemeleri ve siyasal deneyimleri bu
ruh özgürlüğüne/özgür ruha dayanır. Avrupa'daki modern özgürlük kavramı
Aydınlanma döneminde ortaya çıkmasına rağmen, antik Yunan’daki özgürlük kavramı
onun "ata"sıydı ve Hristiyan teolojisinin ideolojik otokrasisine
öncülük etti. Örneğin, 16. yüzyıldan Fransız Devrimi'ne kadar, aydınlamacıların
neredeyse bütün önemli argümanları düşünce özgürlüğü ile ilgiliydi. Başka bir
deyişle, aydınlanma düşünürleri "rasyonel özgürlüğü" ortaya
çıkardılar. İlkbahar ve Sonbahar Dönemi (Song Hanedanlığının, 960-1279, yükseliş
ve iniş dönemlerinden söz ediyor. K. Kızlak) ve Savaşan Devletler Dönemi
boyunca Çin'deki düşünürlerin "özgürlük" anlayışı "doğa (insan
doğası)" ile ilişkiliyken, Batı'nın "özgürlük" anlayışı her
zaman "insanın özgürleşmesine" eşdeğer bir anlam taşımıştır. İlki,
insanların doğaları gereği (doğal olarak) özgür olduğuna inanırken, ikincisi
insanların özgür olmadıklarına (kısıtlandıklarına) ve bu durumdan
"kurtuluş" için dışsal bir güce sahip olmaları gerektiğine inanır.
Batı’nın özgürlük kavramı Aydınlanma vaftizini yaşamış olsa bile, Hıristiyanlığın
“ilk günah” ve “kurtuluş” kavramından halen kurtulamamıştır.
Aydınlanma
düşünürleri mutlak özgürlük olduğunu hiçbir zaman kabul etmediler ve özgürlüğün
aklın (rasyonalite) ötesine geçemeyeceğini önerdiler. Liberal düşüncenin fikir
babası/yaratıcısı olarak kabul edilen Montesquieu, şunları
söyledi: “Kanunsuz özgürlük özgürlük değildir”. Özgürlük yalnızca yasaların
izin verdiği sınırlar içinde her şeyi yapabilme gücünü ifade eder. Bir diğer
aydınlanma düşünürü, Rousseau, şunları söyledi: “İnsan özgür doğar, oysa her
yerde zincire vurulmuştur”. Montesquieu’nun “yasa” ve Rousseau'nun “Toplum
sözleşmesi” ihlal edilmemesi gereken rasyonalite/akıl’dır. Özgürlük aklın
ötesine geçemez ve özgürlük, yalnızca akıl karşısında "özgür olamaz".
Günümüzdeki özgürlük
anlayışı çok daha çeşitlidir. Bununla birlikte, “özgürlüğün zorunluluğun
kavranması olduğunu” söyleyen diyalektik materyalizm ilk defa bir bilimsel
özgürlük tanımı olmuştur. Bu tanım eski zamanların ve burjuva aydınlanmasının
özgürlük kavramının bütün mantıklı unsurlarını içermekle kalmaz, aynı zamanda, yüksek
ve kesin bir felsefi genelleme de yapmaktadır. Örneğin, Engels, “Özgürlük,
kendimiz ve doğa üzerinde, doğal zorunlulukların bilgisi üzerine kurulu
egemenliğe dayanır; böylece o, zorunlu olarak, tarihsel gelişmenin bir
ürünüdür” der. Marx, “insanlar, kendi (insan varlıklarının) idealleri
tarafından belirlenen ve izin verilen sınırlar içinde özgür değildir; ancak
mevcut üretici güçler tarafından belirlenen ve izin verilen sınırlar içinde
özgürdür” diye yazdı. “Özgürlük” sadece doğa yasalarının kavranmasını değil,
aynı zamanda, toplumsal yasaların kavranmasını da içeren “zorunlulukların
kavranması/bilgisinin edinilmesi” olarak görülür. “Üretici güçler ve toplumsal
zorunluluklar tarafından sınırlandırılmakta ve kısıtlanmakta olan insan, diğer
taraftan, nesnel yasaları bilen ve değiştiren/düzelten aktif bir öznedir.”
Zorunluluk nedir?
Zorunluluk, insanlardan bağımsız olan ve onların özgürlüklerini kısıtlayan tüm
diğerlerini ifade eder. İnsanlar bu konuda daha fazla şey öğrendikçe, özgürlük
dereceleri buna bağlı olarak artacaktır. Başka bir deyişle, insan özgürlüğü
ancak zorunlulukların kavranılması/bilgisinin edinilmesiyle elde edilebilir. Bu
nedenle, bilimsel keşif zorunluluğu anlamaktır ve gelişme eğilimi her zaman
"zorunlu krallıktan" "özgür krallığa" giden bir yol
izlemektedir. “Zorunlu” olan hakkında konuşmadan sadece “özgürlük”ten
bahsederek hiçbir bilimsel yaratıcılık yapılamaz. Şayet tamamıyla özgürseniz
–her şey özgürdür, toplum zaten tümü özgür insanların bir “bileşimidir”. Bu
durumda, “bilimsel keşif ve icatların değeri bugünkü kadar önemli midir?”
sorusu sadece fütüristik bir soru olabilir. Gerçekte, insanlar sadece “zorunluluk”
ve “özgürlük” arasında ilerleyebilirler. Bilim insanları hem doğal zorunluluk hem
de toplumsal zorunlulukla ilgilenmek zorundadırlar. Bu nedenle, batının modern
doğa bilimlerinin büyük kazanımları özgürlüğün olmadığı koşullar altında adım
adım birikmiştir. Modern doğa bilimlerinin öncüleri de araştırmalarını özgür
olmayan sosyal koşullar altında yürütmüştür. Bunlar, bilimsel gelişmenin tarihi
ve pratiği ile ikna edici bir şekilde kanıtlanmıştır.
Örneğin, Copernicus,
1506-1515 yılları arasında "Güneş merkezli evren teorisi"ni -"Gök
cisimlerinin hareketi üzerine" -taslak olarak yazmıştır. Kiliseden gelecek
zulüm korkusuyla, "Gök cisimlerinin hareketi üzerine" adlı kitabı o
hayattayken yayımlanamadı. Ancak onun ölümünden sonra, yayıncısının elindeki
tek kopya kullanılarak 1543’te yayımlandı. Copernicus’un teorisi ölümünden
sonra hâlâ yasaktı. İtalyan düşünür Bruno, Copernicus’un teorisini savunduğu
için Roma'daki Campo dei Fiori meydanında
yakılarak katledildi. Modern fiziğin kurucusu Galileo, Copernicus'a duyduğu
sempati ve verdiği destek nedeniyle dini mahkeme önünde yargılandı. Modern
bilimin öncüsü bu bilgelere kıyasla, Copernicus'un ölümünden 100 yıl sonra
doğan Newton, çok daha şanslıydı. Sadece Copernicus’un Güneş merkezli klasik
mekaniğinin gerçekliğini ispatlamakla kalmadı, aynı zamanda, üç büyük mekanik
yasasıyla modern doğa biliminin doğuşunun da temsilcisi oldu.
Newton, kişisel
zulüm görmemesine-kilisenin soruşturmasına uğramamasına rağmen, ruhsal olarak
özgür değildi. Bu, yalnızca aşırı stres nedeniyle akıl hastalığından muzdarip
olması şeklinde ortaya çıkmadı. Bundan başka, zihni hiçbir zaman teolojinin
zincirlerinden kurtulamadı ve sonraki yıllarda 1,5 milyon kelimeyi bulan
teolojik yazılar yazdı. Cambridge Üniversitesinden mezun olan ve Newton’un
ölümünden 82 yıl sonra doğan Darwin, Newton kadar şanslı değildir. Darwin,
1859'da "Türlerin Kökeni"ni yayınladıktan sonra, kiliseler ve muhafazakârların
şiddetli saldırısına uğradı. 1925'te, Tennessee'de bir ortaokul öğretmeni olan
Scopus, sınıfında Darwin'in evrim teorisini öğretmekten hapse mahkûm edildi.
Yukarıda da görüldüğü gibi, günümüz insanının dünyaya bakışını, gerçek yaşamı
ve sosyal ve ekonomik gelişmeyi etkileyen güneş merkezi evren teorisi, klasik
mekanik ve evrim gibi modern doğa bilimlerinin temsili başarıları
"özgürlük" koşulları altında doğmadı.
O profesör şunları
söyledi: "MS. 1500'den sonra, Batılı ülkeler dini reform ve aydınlanma
yoluyla adım adım özgürlük ve hukukun üstünlüğüne yöneldiler. Biz ise tersini
yapıyoruz”. Fakat modern Avrupa'nın yukarıda bahsedilen başlıca bilimsel
keşifleri “Rönesans” ve “dini reformlar”dan sonra gerçekleşti. “Dini
reformlardan” sonra ortaya çıkan Protestanlığın, yeni ortaya çıkan burjuvazinin
ideolojisini temsil ettiği kabul edilir. Ancak “özgürlük zulmü” incelemelerinin
“Protestanların” bu konuda (zulüm) Katolikleri aştığını gösterdiğini
belirtmekte fayda var. Michael Servitus (1511-1553) kan dolaşımı sistemini
keşfetmek üzereyken, Calvinistler onu iki saat canlı canlı yaktılar. Bu canice
infaz 1553'te gerçekleşti ve bu olay “Dini Reform ve Aydınlanma”nın mutlaka bilimsel
keşif özgürlüğü sağlamadığını kanıtlamaktadır.
Bu profesörün
mantığına göre, "özgürlüğü kısıtlayan", "otokratik",
"merkeziyetçi" ve "diktatöryal" siyasal sistemler altında,
büyük bilimsel icatlar ve yaratıcılık imkânsızdır; ama bunun tam tersi doğrudur.
Batılı liberaller
Sovyetler Birliği’ne sadece "totaliter devlet" olarak saldırmakla
kalmadılar, aynı zamanda, "kötü bir otoriter rejimi" olarak da
lanetlediler. Orada sadece "özgürlük" değil "insan hakları"
da yoktu - bütün Sovyetler Birliği bir "Gulag hapishanesi" olarak
tasvir edildi.
İnsanlık tarihinde,
Sovyetler Birliği sadece birkaç on yıl boyunca var oldu. Avrupa ve Amerika'daki
herhangi bir çağdaş ulus daha uzun bir ömre sahiptir. Bununla birlikte, bu kısa
birkaç on yıl içinde, Sovyetler Birliği dünyaca tanınan bilimsel ve teknolojik
başarılara ulaşmış ve dünyaca ünlü bilim insanları çıkmıştır. Temel bilimler ve
edebiyatta birçok Nobel Ödülü kazandılar. Hatta bazı alanlarda, insanlık
tarihinde birçok ilklere imza atan Amerika Birleşik Devletleri'nin bile önündeydiler.
Örneğin, 1954'te
Sovyetler Birliği, dünyanın ilk nükleer enerji santralini Obninsk'te kurdu ve
atom enerjisinin barışçıl amaçlı kullanımına başladığını gösterdi. 1959'da,
Sovyet uzay sondası "Luna II", ayın arka yüzünden ilk resmi gönderdi.
İnsanlar ayın arka yüzündeki sahne hakkında ilk defa bilgi edindiler. 1961'de,
Sovyetler Birliği'nin kahramanı Gagarin, “Oriental-1” uzay aracıyla uzaya gitti ve
uzaya giden ilk insan oldu; bunun gibi daha başka başarılardan söz edilebilir.
Stalin'in doğumunun 80. yıldönümünde eski İngiliz Başbakanı Winston Churchill’in
Stalin hakkındaki konuşması, Sovyetler Birliğinin bilimsel ve teknolojik
başarılarının bir göstergesi olarak görülebilir. Churchill şunları söyledi:
“Stalin, dünyada hiç kimseyle karşılaştıramayacak kadar büyük bir diktatördür.
Rusya’yı kara saban kullanan bir ülke olarak devraldı ve atom silahına sahip
bir ülke olarak teslim etti”. Batılı liberaller gözünde, Sovyetler Birliğinin
diktatöryal ve özgür olmayan "tek-parti diktatörlük" sisteminde
hiçbir teknolojik yenilik ve büyük icat olmaması gerekir. Ancak, gerçek onların
yüzlerine tokat gibi çarpmıştır. Bu profesörün gözünde, özgürlük yalnızca
kapitalizmin özgürlüğüdür; sosyalizmin özgürlüğü ise özgürlük değildir. Bu
görüş açıkça yanlış.
Bunları
söylediğimizde, özgürlüğün değerini inkâr etmiyoruz. Merkeziyetçilik, otokrasi,
baskı ve özgürlüğün kısıtlanmasının yaratıcılık ve icat için gerekli şartlar
olduğu söylenemez. Yalnızca "özgürlük varsa, yaratıcılık vardır"
önermesinin yanlış ve gerçekçi olmadığını göstermek için bu örnekleri veriyoruz.
Rahat bir ortamının, özgür akademik tartışmanın bilimsel ilerleme için gerekli
ön koşullardan biri olduğunu asla inkâr etmiyoruz. Bununla birlikte, “özgürlük”
konusunda bilimsel analiz yapılmalı ve genel olarak “özgürlük” ne bilimsel ne
de çok kesin bir kavramdır. Örn. düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, ifade
özgürlüğü, akademik özgürlük, vs., bazıları Anayasamıza yazılmıştır, yasalarca
korunmaktadır, bu gerçektir. “Özgürlük” aynı zamanda sosyalist temel değerlerin
bileşenlerinden biridir. Hiç kimse bunun bir değer kavramı olduğunu inkâr
edemez.
Bununla birlikte,
dünyadaki birçok kötü suçun “özgürlük” adı altında işlendiğini görmeliyiz. Bazı
siyasi güçler insanlara “özgürlük” getirmek adı altında diğer ülkelerin iç
işlerine şiddetle müdahale ediyor ve barbarca yıkıma yol açıyorlar. Diğer
ülkelerin işleri hakkında sorumsuz açıklamalar yapmanın “özgür olmayan”
ülkelere “özgürlük ihracı” demek olduğu söyleniyor. Diğer ülkelerin kara
sularına girmek için “ifade özgürlüğü” ve “basın özgürlüğü” olarak adlandırılan
sorunları kötü niyetle kullanıyorlar. “Özgürlük” kelimesi kötüye kullanılıyor,
“özgürlüğün” ruhu iğdiş ediliyor, “özgürlüğün” değeri çarpıtılıyor ve
“özgürlüğün” güzel imajı tanınmayacak kadar parçalandı. Profesörün ne tür bir
"özgürlük"ten bahsettiğine karar vermek bizim için zor. Yasaların
ötesinde bir özgürlükten söz ediyorsa, korkarım bu özgürlük sadece Çin'de değil
dünyadaki hiçbir ülkesinde hüküm süremez. “Özgürlüğün bölünmez bir bütün” olduğu
konusunda bu profesörle aynı fikirdeyim ve “özgürlük ve hukukun üstünlüğü”
kelimelerini andığı için sözlerini takdir ediyorum. Ancak, "akıl özgür
değilse, eylem imkânsızdır” veya “ifade/söz özgür değilse, düşünce özgür olamaz"
ifadesine katılmıyorum. “Sadece özgürlük varsa, yaratıcılık vardır” yalnızca bir
mantıksal çıkarımdır.
“Aklın özgürlüğü”
mutlaka “eylem özgürlüğü” anlamına gelmez ve “ifade özgürlüğünün olmaması” da mutlaka
“düşünce özgürlüğünün olmaması” anlamına gelmez. “Aklın özgürlüğü” ve “düşünce
özgürlüğü” içsel özgürlüğe ilişkindir, “eylem özgürlüğü” ve “ifade özgürlüğü”
ise dışsal özgürlüklerdir. Dışsal özgürlük, gelişmiş toplumsal uygarlık düzeyi ve
mükemmel hukuk sistemi gibi dış koşulları gerektirir. İçsel özgürlük, sonuçta,
kişinin özgür iradesine bağlıdır ve irade özgürlüğü daha temeldir.
Yasalarla yönetilen
bir toplumda mutlak ve sınırsız bir dışsal özgürlük yoktur. Özgürlük, çeşitli
düzey ve türde sosyal izleme sistemlerine bağlıdır. İnsanlık tarihi hiçbir
zaman sınırsız eylem ve ifade özgürlüğüne sahip olmadı. Bugün yok, gelecekte de
olmayacak. Çin’de yok, yabancı ülkelerde yok, hiçbir ülkede de olmayacak.
Ancak, hayat devam ettiği sürece, kişinin içsel özgürlüğü her zaman ona ait
olacaktır. "Eylem özgürlüğü" ve "ifade özgürlüğü" bilimsel
yeniliğe yardımcı olur. Ancak bilimsel yenilik için yeterli ve gerekli bir ön
koşul değildir. İçsel özgürlük kategorisine ait olan düşünce özgürlüğü ve irade
özgürlüğü (özgür irade) bilimsel yenilik için gerekli ön koşullardır. İnsanlık
tarihindeki düşünce ve bilim ustalarını hiçbir güç içsel özgürlüklerinden
mahrum edememiş, ellerinden alamamıştır. Copernicus’u kim “Güneş merkezli
evren” düşüncesinden mahrum edebilir? Bruno yakılırken düşünceleri halen
özgürdü. Galileo tutuklandığında halen dünyanın güneşin çevresinde döndüğüne
inanıyordu. İnsanın bedenen/fiziki olarak özgürlük eksikliği sıklıkla düşünce
özgürlüğü ve irade özgürlüğü ile tamamlanır/giderilir. Eski ve modern zamanlarda
bunun birçok örneği vardır. İnsan bedeninin özgür olmaması sosyal faktörlerle
ilişkili değildir. Doğal faktörler de insanların eylem/hareket özgürlüğünü
kaybetmesine neden olabilir. Örneğin Birleşik Krallığın Newton’u olarak bilinen
Stephen Hawking, bir hastalık nedeniyle engelli biridir. Konuşma yetisi ve
eylem/hareket özgürlüğünü kaybetti. Fakat kim onu alıkoyabilir. Onun özgür
iradesinin altındaki özgür düşünce nedir? “Düşünce özgürlüğü” özgürlüğün
mantıksal öncülüdür. “Eylem/hareket özgürlüğü” ve “düşünce özgürlüğü”
arasındaki nedensel ilişki tersine çevrilemez.
“Özgürlük” hakkında
konuşan birçok insan aslında gerçek özgürlüğün ne olduğunu bilmez. Bu profesör
ayırım yapmadan ve analiz yapmadan genç üniversite öğrencilerini “özgürlüğü
geliştirmeye ve savunmaya” çağırdı –ne tür bir “özgürlüğü” yükseltmek ve
savunmak istiyorsunuz? Bu Profesör, “Çin sisteminin temel özelliği insanların
özgürlüğünü sınırlamak ve yaratıcılığını öldürmek” diye konuştuğunda, Çin
sisteminin “özgür olmamasını” suçluyor. Ona göre, Batı tarzı demokratik sistem
uygulandığında, Çin, geniş bir özgürlüğe sahip olacaktır. Ancak, bunları
söylerken, Batı aydınlanmasının liberal öncüsünün 200 yıldan uzun bir süre önce
söylediklerini tamamen unuttu. Montesquieu, demokratik kurumların kaçınılmaz
olarak kapsamlı bir özgürlük getirdiğine dair görüşün yanlış olduğunu
belirtmişti. Demokrasi, mutlaka özgürlük demek değildir. Özgürlük eşittir
demokrasi değildir. Bir özgürlük sistemi mutlaka bir demokrasi değildir; bir
monarşi de uygulanıyor olabilir. Benzer şekilde, insanlar demokrasi altında
özgür olmayabilirler.
3. Batı
Merkezcilik ve Ulusal Nihilizm
Bir profesör,
konuşmasında kendi argümanlarına temel olarak Avrupalı ve Amerikalılardan
tekrar tekrar alıntı yaparsa, bu onun da Batı'ya karşı sempati duygularıyla
dolu olduğuna işaret eder. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana geçen
70 yıl da dâhil olmak üzere, Çin’in bilim ve teknolojide son 500 yıldaki
kazanımlarını tamamen olumsuzlamak için kesin bir tonda bir dizi
"hayır" kullandı. Şunları söyledi: “MS 1500 yılından günümüze kadar
geçen 500 yıldan uzun bir zamanda yapılan 838 büyük icadın hiçbirisi Çin’de
yapılmadı, hiçbirisi Çin’e ait değil. “Çok sayıdaki yeni endüstri ve yeni ürün
içinden hiçbir yeni endüstri veya önemli ürün Çinliler tarafından icat
edilmedi!” dedi. Sonra şöyle devam etti: "Son 300 yılda Çinliler
tarafından yapılan büyük bir yenilik yoktur. “Çin, son 500 yılda tarihe geçecek
bir icat yapmamıştır.” Bu kadar aşırılık gerçekten şaşırtıcı!
“Hayır” hükümsüzlük
demektir ve hükümsüzlük ise hiçlik anlamına gelir – yani “insanlığın ilerlemesine
katkımızın neredeyse sıfır olduğu anlamına gelir”! Çin’in bilimsel ve
teknolojik ilerlemesi ve ekonomik ve sosyal gelişme başarıları tüm dünyanın dikkatini
çekmiştir. Ancak, bu profesöre göre, bu başarılar “başkaları tarafından inşa
edilen bir binaya sadece küçük bir çatı katı ilave etmek”ten ibaret. Çinlileri
“sadece arbitraj (ara kazanç) yapmakla” suçladı. Bütün bunlar, 500 yılı aşkın
modern tarih dâhil Çin ulusunun mücadelesinin tarihi, ona göre “boştu”.
Sadece 3.000
kelimelik bir konuşmada, Batı merkezcilikten ulusal nihilizme kadar uzanan bir
ana düşünce dizisi mevcut. Üniversite mezunlarının karşısında bir profesör
“özgürlüğü geliştirmek ve savunmak” için bir çığlık attı. “Özgürlük bir
sorumluluktur” sloganını yücelttiğine göre, bu konuşma Batı merkezci bir
liberallik ilanı gibi görünüyor!
Bu profesör
tarafından verilen bu konferans hakkında dürüstçe ve önyargısızca şunları iddia
edebiliriz: Karman çorman, mantıksal olarak kaotik, saçma, argümanı yok,
ağdalı/belagatli ve çerçevesi çizilmemiş.
Profesörün konuşması
(üniversitenin sitesinden) kaldırıldı. Konuşma hatalıydı ve hatta sağduyu
eksikliği vardı. Örneğin, üreyi “inorganik gübre” olarak ve araç emniyet
kemerini İsveçliler tarafından icat edilen bir İsviçre icadı olarak tanımladı. “Son
300 yılın önemli icat ve yaratıcılıklarının hiçbiri Çinliler tarafından
yapılmamıştır” dedi ve ardından “Çin'in son 500 yılda dünyadaki icat ve
yeniliğe katkısı neredeyse sıfır” diye devam etti. Aynı şeyi iki kez vurgulamak
için zamanda aniden 200 yıl atlayarak 300 yıldan 500 yıla sıçradı. İnsanlar
şunu sorabilirler: Prestijli bir üniversitede düzenlenen ciddi ve zarif bir
mezuniyet töreninde tanınmış bir profesör yüksek düzeyli bir akademik konuşma
yapmalı ya da bir “ruh için tavuk çorbası” sunmalıydı. Ağzını nasıl böyle
açarsın? (Kamuran Kızlak’ın notu: “Ruh/kalp için tavuk çorbası” insanların
yalnızca açlık susuzluk gibi duyguları yoktur; zihinleri ve ruhları/kalpleri de
vardır. Ruhunuzu da beslemelisiniz anlamında bir Çin deyimidir).
Çin hükümetinden
maaş alan bir Çinli profesör olarak, insanların gözüne Batı medeniyeti
"misyonerleri"nin yüzü gibi göründü ve söyledikleri inanılmazdı.
Yukarıda da belirtildiği gibi, konuşmasındaki atıfların tamamı Avrupalıların ve
Amerikalıların sözlerine dayanıyordu ve bunları bir inanç olarak benimsemiş
gibiydi. Örneğin, ilk başta, İngiliz Jack Challoner’in
popüler kitabından,
"1498'de icat edilen diş fırçasının Ming Hanedanlığı'ndaki tek büyük
icat" olduğunu belirtti. “Son 500 yılda Çin hiçbir şey icat etmedi ve
dünyadaki inovasyona neredeyse sıfır katkı yaptı” dedi. Ardından, Amerikalı
Jeffrey West'in kentsel nüfusun “yaratıcılık oranını ”hesaplamak için
kullandığı “ölçekleme yöntemini” uygulayarak "Çin'in icat oranının
Amerika'nın 5,6 katı, Japonya'nın 17,8 katı, İngiltere'nin 42,3 katı,
İsviçre'nin 591 katı olması gerektiği” sonucuna vardı.
Daha sonra, bir
Macar doktor olan Ignaz Semmelveis’in doğum yapan anneye dokunmadan önce
doktorlar ve hemşirelerin ellerini yıkamaları gerektiğinden bahseden çalışmasını
bir hikâye olarak alıntılandı. Bu örneği, "sadece özgürlük varsa,
yaratıcılık vardır" önermesini kanıtlamak için kullanacağını söyledi.-“El
yıkama” ile “özgürlük” ve “yaratıcılık” arasında gerekli bir bağlantı var mı? Dinleyiciler
bahsedileni anlamak için uğraşırken, aniden başka bir sonuca vardı: "İnsan
hijeni alışkanlığı nasıl da değişiyor? Bu, matbaanın icadıyla ilgilidir” dedi.
Profesörün zıplayan
düşüncelerini okumaya devam edelim. Birdenbire bir başka çarpıcı satır okudu:
"1440'lı yıllarda, Alman girişimci Johannes Gutenberg, hareketli tip baskı
makinesini icat etti!" Bu noktada, aniden profesörün uzun süredir bir tartışma
yapmakta olduğunu fark ettik. "Özgürlük yoksa yaratıcılık yoktur"
önerisini kanıtlamak için "örnek" olarak kullanmıyordu. Bunun yerine,
konuşma vesilesiyle öğrencilere bir duyuru yapmak için kullanıyordu: “Çin'in
‘dört büyük icat’ yaptığını söylüyordunuz ya, işte o yanlış. Size, matbaanın
Çinliler tarafından değil Alman Gutenberg tarafından icat edildiğini söylüyorum!”
(K. Kızlak’ın notu: Çin’in bu dört büyük icadı, barut, pusula, kâğıt ve
matbaadır)
“Hüsnükuruntu”yla Çin
halkının ulusal özsaygı ve kültürel özgüvenine saldırmak… Profesörün
konuşmasının psikolojik motivasyonu budur. Batı merkezcilikten ulusal nihilizme
giden yolda bu profesör çok ileri gitti. Tapındığı İngiliz Challoner’in
bile "Dünyayı Değiştiren 1001
İcat" adlı kitabında Çinli profesörden çok daha nesnel olduğunu gördük. Örneğin,
Challoner
“hareketli tip matbaa” hakkında yazarken,
ilk olarak MS 1041'de Çin’in Song Hanedanlığı'ndan Bi Wei'den ve sonra
Gutenberg’in katkısından bahsetti. Çünkü Bi Wei, hareketli tip matbaanın gerçek
yaratıcısıdır. Gutenberg ondan sonra gelir. Challoner
şunları yazdı: “Buluşu ölümünden
yıllar sonra kabul gördü. Başarıları ünlü Çinli bilim insanı Shen Kuo tarafından
“Meng Xi Bi Tan” adlı eserler dizisinde yer aldı. Bi Wei’nin icadının Çin
toplumu üzerinde büyük bir etkisi olamadı. Çince karakterler ve semboller bunun
en önemli nedenlerinden biridir. Ancak Johannes Gutenberg'in icadının 15.
yüzyılda Avrupa üzerinde derin bir etkisi olmuştur. “Öğrenci ustayı geçer”
kuralı bilimsel ve teknolojik icatlar tarihinde kesin bir kuraldır. Sonraki
nesiller öncekileri geçemeseydi, öncekilerin çabaları "boşuna"
olabilirdi. Gutenberg'in kurşun kullanan matbaa tipinin çamur kullanan diğer tipten
daha üstün ve daha ileri olduğu ortaya çıktı. Ancak hareketli tip baskının
dizgi prensibi aslında ilk olarak Gutenberg'den 400 yıl önce icat edildi. Bu
profesör, sadece Çin’in her zaman gurur duyduğu “dört büyük icadı” anmamakla
kalmadı, aşırı ve utanç verici sözler etti.
Bu profesör,
“inovasyon” ve “yaratıcılığa” büyük önem verdiğini göstermek için konuşmasında
10 kez "inovasyon"dan ve 19 kez "yaratıcılık"tan bahsetti.
Açık konuşmak gerekirse, bilim ve teknoloji alanında çalışanları yenilikçiliğe
teşvik etmeye, yenilikçiliğe olan heveslerini artırmaya ve özgüvenlerini
yükseltmeye gerçekten ihtiyacımız var. Sadece yabancı dogmayı kopyalayarak
yenilik yapabilir ve yaratabilir misiniz? Her kelimesinde Batı’yı anan, Batı
atamızdır, Batı kutsaldır, Batılılar kutsaldır ve Batı dili doğrudur diyen
birinin “inovasyon” ve “yaratma” yeteneğine sahip olup olmadığından şüphemiz
var mı? Yabancılardan alıntı yapmadan konuşamayan birinin bağımsız olarak
düşünme yeteneğine sahip olup olmadığını bile merak ediyoruz.
Bilindiği gibi,
profesörün uzman olduğu alan neoliberal Batı ekonomisidir. Araştırması son
yıllarda uzmanlar tarafından defalarca sorgulandı veya reddedildi. Yanlış
düşünülmüş ve modası geçmiş sözlerinden bazılarına insanlar ortalıkta kahkahayla
güldüler. Bunun inovasyon ve yaratıcılık konusunda bilgisi sahibi olmaksızın
yabancı dogmaları kopyalama ile yakından ilgili olabileceğini düşünüyorum. Bu profesör,
günümüz Çinli girişimcileri ve entelektüellerin yenilikçi ruhunu ve
performansını görmezden geldi. Mevcut inovasyon eksikliği için olumlu
önerilerde bulunmadı. Bunun yerine, Çin halkının ulusal özsaygısına ve
özgüvenine saldırdı ve itham etti. “Biz sadece ara kazanç (arbitraj) yapıyoruz.
Yenilikçi değiliz, başka biri tarafından inşa edilen bir binaya küçük bir çatı
katı ilave ediyoruz”. Bu ses nasıl bu kadar tanıdık geliyor? Bir zamanlar, bazı
Batılı politikacılar Çinlileri “fikri mülkiyet haklarını” inkâr etmekle
suçladılar. Bu durumda, Çin “hırsızı” mı yoksa “ara kazanç (arbitraj) sağlayan”
mı? Bir süre önce, seçim kampanyası sırasında, ABD Başkanı Trump, Çinlileri
Amerikalıların iş fırsatlarını ve ABD teknolojisini "çalmakla"
suçladı. Neden aynı söylem şimdi bir Çinli profesörün de ağzından dökülüyor?
Her ne kadar
profesör güçlü bir Batı kompleksine sahip olsa da, Çin’deki Batılıcılık ile
Batı’da Batılıcılık ruhsal öz ve başlangıç noktası açısından hala farklıdır.
Batı Batılıcılığının ruhsal özü ve çıkış noktası ırkçılıktır. Çin Batıcılığının
ruhsal özü ve çıkış noktası ise kökleri çok eskiye uzanan kölelik-köleciliktir.
Kölelik-köleleşme Batılıların karşısında gösterilir ve milliyetçiliğe ve ana
kültüre karşı nihilizm ortaya çıkar. Çin'in popüler nihilizmi aslında bir tür
değerdir. İster ulusal boşluk, ister tarihsel boşluk, ister kültürel boşluk olsun,
Batı merkezcilik ile iki taraflı bir yapı oluşturur: Batı’nın özdisiplin ve
özgüvenine körü körüne tapınmak nihilistik düşük özsaygıya neden olur. Batıcı
düşünceden üreyen nihilizm, tek boyutlu bir nihilizmdir yani seçici bir
hiçliktir. Bu sözde "ulusal boşluk", "tarihsel boşluk" ve
"kültürel boşluk", aslında, "öz-ulusal boşluk", "öz-tarihsel
boşluk" ve "öz-kültürel boşluk"tur. Tabii ki Batı tarihi ve Batı
kültürü de gerçektir, sadece gerçek değil, aynı zamanda, asil ve harikadır.
Batı merkezciliğin veya
"kültürel kalsiyum eksikliği"nin neden olduğu "zihinsel
kıkırdak"ın, nihilizmin, köleliğin kaynağına geri dönersek uzun bir
geçmişi olduğunu görürüz. Modern zamanlarda, özellikle Afyon Savaşı'ndan
günümüze, Çin, “üç yüz yıldır görülmeyen bir değişiklik” yaşadı. Güçlü Batının
bilim ve teknoloji kültürü ve savaş gemileri ve silahları altında, o zamanki
ileri görüşlü Çinliler "ülkeyi yönetme becerisi" öğrenmeyi önerdiler.
Ulusal yükseliş-canlanış ve ülkeyi kurtarmak ve güçlendirmek için “Batı’dan
öğrenmeye” giden bir yol açmaya karar verdiler. Ancak, aynı zamanda, buna karşı
olan insanlar da vardı. İki Afyon Savaşını, 1894-1895 Çin-Japon Savaşını, Sekiz
Güçlü Müttefik Kuvvetin işgalini ve ülkenin küçük düşürülüp tekrar tekrar
yağmalamasını yaşadıktan sonra, bu insanlar Batı’ya ruhen ve bedenen yenilmişlerdi.
Ana kültürlerinin hiçbir erdem barındırmadığına inanıyor ve ondan tiksiniyorlardı
-"Bizim diğerleri kadar iyi olmadığımızı kabul etmeliyiz, sadece endüstri
açısından değil, aynı zamanda siyasi sistem ve ahlak açısından aşağıyız,
bilgide aşağıyız, edebiyatta aşağıyız, müzikte aşağıyız, sanatta aşağıyız ve
insan açısından aşağıyız” (K. Kızlak’ın notu: Bu alıntı, 1891-1962 yılları
arasında yaşamış Çinli felsefeci, dilbilimci ve diplomat Hu Shi’e aittir).
"Beden açısından diğerleri kadar iyi olmadığı için" onlar sarı tenli
ve siyah saçlı doğan Çinliler olarak aşağılanırlar. Bu durumda, kapsamlı bir
“tam Batılılaşma” kampanyası yapmak daha iyi olacaktır. Günümüzde Çin, gelişti
ve yükseldi. Fakat "kemik yumuşaması" (omurgasızlık demek istiyor.
K.Kızlak) dizanterisi tedavi edilemedi. Batı kültürü tarafından ele geçirilen
ve ulusal bütünlüğünü ve kültürel duruşunu yitiren bazı insanlar atalarını
unuttular. Çin halkının Batı'nın çekiciliğini fark etmesini ve izlemesini sağlamaya
çalışıyorlar. Kader!
"Kemik
yumuşaması (omurgasızlık)"ndan muzdarip olan insanlar sadece tek boyutlu
ulusal nihilistler, tarihi nihilistler ve kültürel nihilistler değil, aynı
zamanda, ahlaki nihilistlerdir. Dünyada erdem, gerçekler, nezaket, dürüstlük,
adalet olduğunu inkâr ediyorlar. Hatta insanların temel "aile
duyguları" olduğunu da inkâr ediyorlar. Ahlaki değerleri “yalnızca ben”,
bencillik, kişisel çıkar ve çıkar arayışı olarak gördüğünüzde,
"özgürlük", hukuk, ulusal çıkar ve devlet çıkarlarının üstüne
yerleştirilen bir "özgürlük" tür.
Onların gözünde
"özgürlük", kişisel reklam, servet biriktirme ve eğlence için çeşitli
fırsatları kollamak ve “bir yolunu bulmak”tan ibarettir. Ahlaki nihilizmin
rehberliğinde gerçek ve sahte, doğru ve yanlış, iyi ve kötünün tüm sınırlarını
yok ederler. Ahlaki nihilizmin rehberliğinde, Çin’in halk odaklı tüm siyasi
sistemleri eski zamanlardan beri şeytanlaştırıldı. Geçmişin ve günümüzün büyük
ulusal kahramanları yerildi, küçük görüldü. Çin ulusunun modern Çin devrim
tarihi çarpıtıldı. Yurtseverlere "yurtsever hırsızlar" denirken
ulusal alçaklar "demokratik kahramanlar" olarak anıldı. Utanmazlık,
kötülük, hainlik, isyan, vb. örgütlendiğinde, yasallaştığında ve ahlaki
değerleri meşrulaştırıldığında bu türden gerilemenin genç üniversite
öğrencileri ve hatta tüm toplum üzerinde oluşturacağı olumsuz etkileri hafife
alınmamalıdır. Çünkü ulusun dayandığı idealleri ve inançları yok ederler!
Batı’nın en büyük
olduğunu savunan/Batı yanlısı ve nihilizm yolundaki ideolojik düşmanlara ve
zihinsel hastalıklara güçlü bir akupunktur yapmak gerekiyor. Bu, Çin ulusunun
büyük yeniden yükselişi, canlanışıdır. Mao Zedong, "Yeni Demokrasi"
başlıklı makalesinde "tam Batılılaşma" teorisinin güçlü bir
eleştirisini yaptı ve "tam Batılılaşma"nın yanlış bir görüş olduğuna
işaret etti". Ayrıca, modern Çin'de yeni bir demokratik kültür, feodal
kültür ve emperyalist kültürün olduğunu belirtti. Bu "emperyalist
kültür" Batı’nın hegemonik kültüründen sirayet etti. Bu kültür
"emperyalizmin ekonomi politiğini yansıtıyor". Bu kültürün bu kısmı,
Çin'de doğrudan emperyalistlerin elinde bulunan kültürel kurumlara ek olarak,
bazı utanmaz Çinliler tarafından da savunuluyor. Mao Zedong’un “Yeni Demokrasi”
makalesini yazmasından 80 yıl sonra Xi Jinping şunları belirtti: “Tarih ve
gerçeklik, kendi tarihini ve kültürünü terk eden ya da ihanet eden bir ulusun
yalnızca gelişmesinin imkânsız olmadığını; aynı zamanda, tarihsel bir trajedi
yaşama olasılığının da olduğunu göstermiştir”. Bu durum karşısında iyi mücadele
etmeliyiz, bundan kaçınamayız. Nihilizmin ideolojik özünü açığa vurmalı, ulusal
yükseliş-canlanma yolunda veba benzeri akıl hastalığını iyileştirmeliyiz ve
yoldaki engelleri kaldırmak için bir ulusal yükseliş başlatmalıyız. Çin
Marksistleri, mevcut ideolojik ve ruhsal ortamda her türlü yanlış düşünce ve
garip fikirle karşı karşıya kalıyorlar. Bu durum böyle devam edemez.
Eleştirmeye ve savaşmaya cesaret etmek zorundayız. Savaşma cesareti, bu
gerçekten Çin’in kaderini önemseyen herkesin sorumluluğudur!
Profesör
Zhang Weiying’in yaptığı mezuniyet konuşması:
Merhaba öğrenciler,
Öncelikle hepinizi
kutluyorum!
"Pekin
Üniversitesi Öğrenciliği/Mezuniyeti" bir tür aura, aynı zamanda sorumluluk
anlamına geliyor. Özellikle bizim ve ulusumuzun yaşadıkları açısından
sorumluluktur.
Çin uygarlığı,
dünyadaki en eski uygarlıklardan biridir ve günümüze kadar devam eden tek eski uygarlıktır.
Eski Çin, çok parlak keşifler/icatlar yaptı ve insanlığın gelişimine önemli
katkılarda bulundu. Ancak son 500 yılda, buluş ve yaratıcılıkta eksik kaldı.
Bunu sayılarla açıklamama izin verin. British Science Museum'da görevli olan
Jack Challoner'in istatistiklerine göre, Paleolitik dönemden (2,5
milyon yıl önce) günümüze kadar insanlık dünyayı değiştiren 1001 büyük icat
yaptı. Bu icatların otuzu Çin’de yapıldı, yani yüzde 3’ü.
MS 1500 yılına kadar dünyada yalnızca 163 büyük icat
yapılmıştı ve bu 163 icat yüzde 18,4 anlamına gelir. Çin’in yaptığı en son buluş 1498
yılında Ming Hanedanlığı döneminde icat edilen diş fırçasıdır. MS 1500’den
günümüze kadar geçen 500 yıldan uzun bir zaman diliminde yapılan 838 büyük
buluştan hiçbiri Çin’de yapılmamıştır.
Ekonomik gelişme,
yeni ürünlerin, yeni teknolojilerin ve yeni endüstrilerin ortaya çıkmasının bir
sonucudur. Geleneksel toplum, yalnızca tarım, metalürji, seramik, el sanatları
ve diğer endüstrilerden oluşmaktadır; tarım aralarında baskın olandır.
Günümüzde kaç sektöre sahibiz? Uluslararası çok seviyeli sınıflandırma
standardına göre, çift haneli kodlu 97 endüstri, 4 haneli kodlu 1222 endüstri
ve 6 haneli kodlu 5.053 endüstri vardır ve giderek artmaktadır. Bu yeni
endüstriler son 300 yılda ortaya çıkmıştır ve her yeni ürün köklerine kadar geri
giderek takip edilebilir.
1500 yılından günümüze
kadar geçen 500 yıldan uzun zaman içinde yapılan büyük icatların hiçbiri
Çin'den çıkmadı.
Bu birçok yeni endüstri
arasından otomobil endüstrisini örnek olarak alalım. Otomobil endüstrisi,
1880'lerin ortalarında Alman Karl Benz, Daimler ve Maybach tarafından yaratıldı
ve daha sonra bir dizi teknolojik gelişme yaşadı. Sadece 1900'den 1981'e kadar
600'den fazla önemli yenilik yapıldı (Albernathy, Clark ve Kantrow ( 1984)). Çin
şu anda dünyanın en büyük otomobil üreticisidir. Otomotiv endüstrisindeki teknolojik
ilerlemelerin geçmişini araştırırsanız, Alman, Fransız, İngiliz, İtalyan,
Belçika, İsveç, İsviçre, Japon, Amerikalı vs dâhil olmak üzere binlerce soyadıyla
karşılaşırsınız. Ama aralarında Çinli yok! 17. yüzyıldan önce Çin’in öncülük ettiği
metalürji, seramik ve tekstil gibi geleneksel endüstrilerde bile son üç yüz
yıldaki önemli icat ve yaratıcıkların hiçbiri Çinliler tarafından
yapılmamıştır.
1500 yılından öncesi
ve 1500’den sonrası arasındaki farkı vurgulamak istiyorum. 1500'den önce dünya
farklı bölgelere bölünmüştü ve bölgeler temel olarak birbirine kapalıydı. Bir
yerde yeni bir teknoloji ortaya çıktığında diğer yerlerdeki etkisi minimumdu ve
insanlığa katkısı çok sınırlıydı.
Örneğin, Doğu Han
Hanedanlığı'ndan Cai Lun (MS 50-121), MS 105’te kâğıt yapımını keşfetti. Çin’in
kâğıt üretim teknolojisi ancak MS 751’den sonra İslam dünyasına da geçti. Bundan
üç ya da dört yüz yıl sonra da Batı Avrupa’ya geçti. İlkokuldayken, kelimeleri çalışmak
için "toprak plaka" kullandım çünkü kâğıt alacak paramız yoktu.
Ancak 1500 yılından
sonra, dünyada entegrasyon başladı. Sadece teknolojik icatlarda hızlı bir artış
gözlenmedi, aynı zamanda, teknolojinin yayılma hızı da arttı. Bir yerde yeni
bir teknoloji ortaya çıktığında, kısa zamanda başka bir yere de ulaştı ve
insanlığın bir bütün olarak ilerleyişini sağladı. Büyük bir etki ortaya çıktı. Örneğin,
otomobili 1886'da Almanlar icat etti. Fakat 15 yıl sonra, Fransa dünyanın bir
numaralı otomobil üreticisi oldu. Aradan bir 15 yıl geçtikten sonra, Amerika
Birleşik Devletleri, Fransa'yı dünyanın en büyük otomobil üreticisi ülke tahtından
indirdi. 1930'da ABD’de otomobil sahibi olan nüfusun oranı %60'a yükselmişti.
Bu nedenle, 1500 yılından
sonrası için yeniliğin ülkeler arasında gerçek bir karşılaştırmasını yapmak
mümkündür. Çin, son 500 yılda tarihe geçebilecek bir icat yapmadığı için, bu,
insanlığın gelişimine katkımızın neredeyse sıfır olduğu anlamına geliyor! Atalarımızdan
çok daha kötü!
Nüfusun büyüklüğü
konusuna da değinmek istiyorum. Ülkenin büyüklüğünün küçük veya büyük olması
ülkeler arasındaki yenilikleri karşılaştırırken yanıltıcı olabilir.
Teoride, diğer
koşullar göz önüne alındığında, bir ülkenin nüfusu ne kadar büyükse, o kadar
fazla yenilik olur ve teknolojik ilerleme de o kadar hızlı olur. Ayrıca, yeniliğin
nüfusa oranı üstel bir ilişkidir, basit bir oransal ilişki değildir. Bunun iki nedeni
vardır: Birincisi, bilginin üretim üstünde önemli ölçek ekonomisi ve yayılma
etkisi vardır. İkincisi, bilgi kullanım açısından münhasır (exclusive)
değildir.
10 yıldan daha uzun
bir zaman önce, Amerikalı fizikçi Geoffrey West ve arkadaşları, kentsel yaşamda
buluş ve nüfus arasındaki ilişkinin pozitif 5/4 endeks ölçeklendirme ilkesini izlediğini
buldu: Bir şehrin nüfusu başka bir başka şehrin 10 katı ise, o zaman toplam
icat ve yaratıcıkların oranı, ikincisinin beşte biri, yani 17,8’idir.
Bu açıdan
bakıldığında, Çin'in dünyadaki icat ve yeniliğe katkısı Çin'in nüfus büyüklüğü
ile orantısızdır. Çin'in nüfusu, ABD nüfusunun dört katı, Japonya'nın 10 katı,
İngiltere'nin 20 katı ve İsviçre'nin 165 katıdır. . Bu üstel ölçekleme kuralına
göre, Çin'in buluş/icat oranı ABD’nin 5,6 katı, Japonya’nın 17,8 katı,
İngiltere’nin 42,3 katı ve İsviçre’nin 591 katı olmalıdır.
Fakat gerçek şu ki, son
500 yılda, Çin'in dünyadaki yeniliğe katkısı neredeyse sıfırdır. ABD ve
İngiltere ile karşılaştırıldığında, İsviçre'nin bir kısmı kadar bile olamadığımızı
söylemeliyim. İsviçre, cerrahi maşa, elektronik işitme cihazı, emniyet kemeri,
plastik cerrahi, likit kristal ekranlar ve daha fazlasını icat etti.
Çin Halk Bankasının
RMB (Yuan) basımında sahtekârlığı önlemek için kullandığı mürekkep İsviçre
teknolojisidir. Çin'de üretilen unun% 60 ila% 70’i İsviçre firması Buhler
tarafından işleniyor.
Sorun nerede? Çinlilerin
genlerinde bir sorun mu var? Belli ki böyle bir sorun yok! Aksi takdirde, eski
Çin'in ihtişamını açıklayamazdık.
Sorun açıkça
sistemimizde. Yaratıcılık özgürlüğe bağlıdır!
Düşünce özgürlüğü ve
eylem özgürlüğünden bahsediyorum. Çin sisteminin temel özellikleri, halkın
özgürlüğünü sınırlamak, insanların yaratıcılığını öldürmek ve girişimciliği
bastırmaktır. Çinlilerin en yaratıcı döneminin Song Hanedanlığının (MS 960-1279)
İlkbahar ve Sonbahar Dönemi olması tesadüf değildir. Bu iki dönem aynı zamanda
Çinlilerin en özgür olduğu zamanlarıdır.
MS 1500'den önce
Batı parlak bir dönem yaşamıyordu ve Doğu karanlıktı. MS 1500'den sonra, bazı
Batılı ülkeler dini reform ve aydınlanma yoluyla adım adım özgürlük ve hukukun
üstünlüğüne doğru ilerlediler. Ancak biz bunun tam tersini yaptık.
Çin kurumları
insanların özgürlüğünü kısıtlıyor ve yaratıcılığı sınırlıyor.
Özgürlüğün bölünmez
bir bütün olduğunu vurgulamalıyım. Zihin özgür olmadığında, eylem özgür olamaz.
İfade özgür olmadığında, düşünce özgür olamaz. Yaratıcı olan sadece özgürlüktür.
Bunu bir örnekle göstermeme izin verin.
Bugün, yemekten önce
ve sonra elleri yıkamak bir alışkanlıktır. Bununla birlikte, 1847'de Macar
doktor Ignaz Semmelweis, doktorların ve hemşirelerin yeni doğum yapan anneye
dokunmadan önce ellerini yıkamaları gerektiğini söyledi, bunu bir zorunluluk olarak
önerdi. Bu yaklaşımı meslektaşlarını rahatsız etti ve akıl hastası olduğu
gerekçesiyle işini kaybetti. 47 yaşındayken hastanede öldü.
Ignatz Semelwitz'in
görüşü, doğum ateşi üzerine yaptığı gözlemlerine dayanıyordu. O sırada,
hastanesinde iki doğum odası vardı. Bu odalardan biri zenginler için
kullanılıyordu. Burada otopsi odası ve doğum odası arasında gidip gelen doktorlar
ve hemşireler zengin hastalarla ilgileniyordu. Yoksullara hizmet veren diğer
oda ise bir ebenin sorumluluğu altındaydı. Zenginlere hizmet veren doğum
odasında ölüm oranının yoksulların üç katı olduğunu buldu. Bunun sebebinin
doktorların ellerini yıkamaması olduğuna inanıyordu. Bu görüşleri, o günlerde
popüler bilimsel teorilerle çelişiyordu ve keşfi için bilimsel kanıt sunamadı.
İnsan hijyeni
alışkanlıkları nasıl değişti? Bu matbaanın icadıyla ilgilidir.
1440'lı yıllarda
Alman girişimci Johannes Gutenberg, hareketli tip baskı makinesini icat etti. Matbaa
kitapları ve okumayı popüler hale getirdi. Birçok insan aniden “hipermetrop gözlere”
sahip olduklarını fark ettiler ve bu nedenle gözlüklere olan talep patladı. Matbaanın
icadından yüz yıl sonra, Avrupa'da optik teknolojisinde devrim yaratan binlerce
gözlük üreticisi ortaya çıktı.
1590'da, Hollandalı
gözlük üreticisi JANSSEN ve oğlu, birkaç merceği bir silindir içine yerleştirdiler
ve bu merceklerden gözlemlenen nesnelerin büyüdüğünü-genişlediğini gördüler. Böylece
mikroskobu icat ettiler. İngiliz bilim adamı Robert Hooke, mikroskop ile hücreyi
keşfetti ve bu buluş bilim ve tıpta bir devrime yol açtı.
Ancak ilk mikroskobun
çözünürlüğü yüksek değildi. Yüksek çözünürlüklü mikroskoplar ancak 1870’lerde Alman
lens üreticisi Carl Zeiss'ın kesin matematiksel formüllere dayalı yeni bir
mikroskop üretmesiyle mümkün oldu.
Bu mikroskopla, Alman
doktor Robert Koch ve diğerleri, çıplak gözle görülmeyen mikrobiyal bakterileri
keşfetti. Böylece, Macar doktor Ignaz Semelwitz'in fikrinin doğru olduğu
anlaşıldı ve mikrobiyoloji ve bakteriyoloji teorisi ortaya çıktı. İnsanların
hijyen alışkanlıklarını adım adım değiştiren ve dolayısıyla insan yaşam
beklentisinin önemli ölçüde uzamasına yol açan etmen mikrobiyoloji ve
bakteriyolojinin yaratılmasıdır.
Gutenberg'in
matbaasının yasaklandığı ya da yalnızca kilise ve idare tarafından incelenip
izi verilen kitapların basılmasına izin verilseydi, kitap evrensel olamazdı ve
gözlük talebinin bu kadar büyük olmazdı. Mikroskoplar ve teleskoplar icat edilemezdi,
mikrobiyoloji ortaya çıkamazdı, sterilize süt içemezdik ve insanın yaşam süresi
30 yıldan 70'lere çıkamazdı, uzayı keşfedilemezdi.
Son otuz yılda, Çin
ekonomisi kayda değer başarılar elde etti.
Bu başarı, son 300
yılda Batı dünyasında biriken icat ve yaratıcılık birikimine dayanmaktadır. Çin
ekonomisinin hızlı büyümesini destekleyen her önemli teknoloji ve ürün bizim
tarafımızdan değil, başkaları tarafından icat edildi. Biz sadece ara kazanç sağlayanız (arbitrajcı),
yenilikçi değiliz. Daha önce başkaları tarafından inşa edilen bir binaya küçük
bir çatı katı ilave ettik. Kibirli olmak için hiçbir nedenimiz yok!
Özgürlüğünüzü
savunmazsanız, "Pekin Üniversitesi" unvanına sahip olamazsınız.
Yerçekimini
keşfetmek Newton'un 30 yılını aldı. Yerçekimi kanununu anlamak benim üç ayımı
aldı. Üç ay boyunca Newton’un 30 yıllık yolunda yürüdüğümü iddia edersem bu saçma
olur.
Şimdi geri dönüp (30
yıl için) Newton'a gülersem, bu sadece benim çok cahil olduğumu gösterir!
Sık sık Çin’in %7
ekilebilir arazi ile dünya nüfusunun% 20’sini beslediğini söylüyoruz. Ancak
şunu sormamız gerekiyor: Çin bunu nasıl yapıyor? Basitçe söylemek gerekirse,
gübre kullanımıdır. Gübre kullanmazsanız, Çinlilerin yarısı açlıktan ölür.
Azotlu gübrenin
üretim teknolojisi kime aittir? 100 yıldan daha uzun bir süre önce, Alman bilim
adamı Fritz Haber ve BASF mühendisi Carl Bosch tarafından icat edildi, bizim
tarafımızdan değil.
1972’de Nixon’ın Çin
ziyaretinin ardından, Çin’in ABD ile olan ilk ticari ilişkisi, dünyanın en
büyük ve en modern sentetik amonyak üre üretim ekipmanından 13 set sipariş
etmek oldu. Bunların 8’i ABD’de KELLOGG şirketi tarafından üretilmişti.
dünyadaki buluş ve
yeniliğin tarihini yeniden yazmak için başka bir 50 yıl, yüz yıl Çin son 500
yıllık tarihteki boşluğunu değiştirebilir mi? Bu sorunun cevabı büyük ölçüde
Çinlilerin sahip olduğu özgürlüğü artırmaya devam edip edemeyeceğimize bağlı.
Çünkü yalnızca
özgürlük Çin girişimciliğini ve yaratıcılığını tam anlamıyla uygulanabilir
kılar ve Çin'i yenilikçi bir ülkeye dönüştürebilir. Bu nedenle, özgürlüğü geliştirmek
ve savunmak, Çin halkının kaderini önemseyen herkesin sorumluluğudur ve her
Pekin Üniversitelinin görevidir!
Özgürlüğünüzü
savunmazsanız, "Pekin Üniversitesi" unvanına sahip olmazsınız!
Teşekkür ederim!
Pekin Üniversitesi
Ulusal Kalkınma Enstitüsü