6 Haziran 2021 Pazar

Diktatörün son demleri

 05 Haziran 2021 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Part-time Marcos uzmanı olarak bugüne kadar bu konuda, birisi Marcos’un muhterem zevcesi İmelda hanımefendiyi konu eden, üç yazı yazdım. Artık unutulmaya yüz tutmuş bir faşist diktatör, bir halk düşmanı hakkında yazmamın nedeni onu Trumpgillerin öncüsü olarak görüyor olmam. Başka bir ifadeyle, günümüzün Trumpgilleri Marcos’un devamcıları sayılır. Bugün Trumpgillerin yönettiği ülkelerde neler yaşanıyorsa, Marcos’un yönettiği Filipinler’de de aşağı yukarı aynı şeyler yaşanıyordu. Hukuksuzluk, demokrasi ve insan hakları düşmanlığı, ülke kaynaklarının yağmalanması, yolsuzluk, nepotizm, suç örgütüne dönüşmüş-mafyalaşmış bir rejim, muhalefete ve basına baskı-saldırı, zorbalık, tek adamlık (bütün gücü elinde toplama) konusunda günümüz Trumpgilleri onun birebir kopyası gibiler.

Marcos rejiminin tanımı

1986’da Foreign Policy dergisinde yayınlanan Carl H. Lande and Richard Hooley imzalı bir yazı Marcos rejimini gayet güzel özetliyor: “Ferdinand Marcos, Filipin toplumunu böldü. Rakip siyasi gruplar arasında barışçıl yolla sık sık iktidar değişimine alışmış bir ülkede, Marcos ve yandaşları kendilerini (rakipsiz) bir kalıcı iktidar haline getirebilmek için yolsuzluğa battılar, şiddet uyguladılar ve sahtekârlık yaptılar. Marcos, ayrıca bir kurumsal çürüme mirası da bıraktı. Sık sık yapılan anayasa değişiklikleri, Cumhurbaşkanlığı-egemen bir yönetim sistemi üretti. Yasal formları kullanarak hukukun ruhunu çarpıtmakta usta bir avukat olan Marcos'un yönetiminde sistem kendine hizmet eden bir otokrasiye dönüştü. Köklü ve saygın kurumlar karikatürize edildi. Bir zamanlar dürüst seçimlerin tarafsız koruyucusu olan Seçim Komisyonu rejimin bir yolsuzluk aracı haline geldi.”

Siyasi cinayetler

Marcos, her faşist (diktatör) gibi nefret yüklü, yaşam enerjisini nefretten alan biriydi. Ona muhalefet etmek, çatışmak, meydan okumak hatta eleştirmek bile onun nefretine hedef olmak demekti. O kadar ki, 20 yaşındayken bir politikacıyı sırf babasına muhalefet ediyor (siyasi muhalifi) diye silahla vurarak öldürmüştü. Kendi eliyle işlediği cinayeti Başkan olduğu yıllarda polisin ve kendine bağlı çetelerin muhalifleri katlettiği cinayetler izledi. Faillerin hiçbiri bulunamadı. Cinayetleri işleyen polisi ve çeteleri korumak için her şeyi yaptı; öldürülenleri suçladı. Devrilmesinden üç yıl önce, muhalefet lideri (ve ABD’nin Marcos’a karşı tercihi) Benigno Aquino’yu da öldürttü. Cinayet suçlamasıyla göstermelik olarak yargılanan suç çetesi, Marcos’un rejimin yargısına verdiği talimatla beraat etti. Bu cinayet, emperyalizm için raf ömrü zaten dolmuş olan Marcos’un ipini çeken olay oldu.

Reagan’dan bile Amerikancı…

Marcos’un kaybettiği fakat seçim hileleri ve baskı-terörle çaldığı seçimlerden sonra Batı’dan kabul görmek için yaptığı bütün girişimler boş çıkmıştı. O günlerde, Reagan’ın özel temsilcisi diplomat Philip Habib, Marcos’la yaptığı görüşmeyi ABD başkanına aktardığında, Reagan’ın “Bu ahmak benden bile Amerikancı” deyip bir kahkaha attığı rivayet edilir. Marcos, her faşist diktatör gibi, tabii ki katıksız bir Amerikancıydı. Fakat bu ölçüsü kaçmış Amerikancılık gösterisi, halkın desteğini kaybetmiş, tutunacak dalı kalmamış ve suça boğulduğu için iktidarını kaybetmekten çok korkan bir diktatörün çaresizliğinden kaynaklanıyordu. Peki, ABD, Vietnam savaşında Amerikan ordusunun yanında savaşması için on bin kişilik bir birlik gönderecek kadar Amerikancı birini neden feda etti? Üstelik feda eden Reagan gibi Marcos’a desteğini (son birkaç ay hariç) esirgememiş biriydi. 

Diktatörlerin raf ömrü

Marcos rejimi bir mafiyöz yönetimdi ve çok fazla suça bulaşmıştı. Hukuk, Marcos’un
mahkemelere verdiği emirlerinden ibaretti, baskılar nedeniyle ülke nefes alamaz hale gelmişti, yolsuzluk her yerdeydi ve ülkenin varlıkları Marcos eliyle yandaşları tarafından yağmalanıyordu, ekonomi bitmişti-iflas etmişti, işsizlik ve yoksulluk çığ gibi artmıştı. Halk işsizlikten, açlıktan kırılırken o Filipinler halkına “nükleer enerji santrali kuracağız” (hem de 7 büyüklüğünde deprem üreten bir fayın 80km yakınına) müjdesi vermekle meşguldü. Özet olarak, bir hukuksuzluk ve suç rejimi olan Marcos yönetimi bütün meşruiyetini kaybetmişti ve dolayısıyla ABD açısından raf ömrünü doldurmuştu. Birleşik muhalefet meşru ve saygındı, Amerikan karşıtı değildi ve liderliğini öldürülen muhalefet lideri B. Aquino’nun eşi Corazon Aquino yapıyordu. Dolayısıyla, ABD, artık bir suç örgütü olan çürümüş-kokuşmuş Marcos yönetimi yerine muhalefeti tercih etti. Diktatör çöpe atılmıştı…

Seçimden hemen önce

Filipinler başkanlık sisteminde içişleri bakanlığı kurumu yoktur. Bunun yerine hem savunma bakanlığı hem de içişleri bakanlığını uhdesinde barındıran “Ulusal Savunma Sekreterliği” var. Bu görevi Juan P. Enrile yürütüyordu. Yani hileli 1986 seçimlerinden sonra G. Kurmay Başkan yardımcısı Gen. Fidel Ramos’la birlikte Marcos’a isyan bayrağı açan kişi. Enrile, kendisiyle yapılan bir röportajda “1986 seçimlerinden önce Marcos’a seçimde aday olmamasını tavsiye ettiğini” söylemiş. Fakat “Marcos Suç Örgütü (Rejimi)”nün iki numarası (ve Marcos’un kuzeni) olan Gn. Kurmay Başkanı Gen. Fabian Ver’e göre, Enrile’nin “tavsiyesi” bundan ibaret değil. F. Ver, gazeteci Gary Haves’e verdiği röportajda “Enrile, Marcos’a adaylıktan çekilmesini ve yerine kendisini aday göstermesini istedi” demiş. Yani Marcos’a karşı bir tür rejim-iktidar içi darbe girişimi demek pek yanlış olmaz… Bu arada, Reagan yönetiminin Marcos’a “Başkanlığı yardımcına bırak ve adaylıktan çekil” mesajı ilettiğini de eklemeliyim.

Diktatörün son seçimi

Marcos, ABD’nin yukarıdaki mesajına rağmen adaylıktan çekilmedi. O günlerde ABD’nin Filipinler Büyükelçisi olan Stephen W. Bosworth BBC’ye verdiği röportajda, “Marcos seçimi kazanacağını düşünüyordu. Halkla bağı kopmuştu. Ayrıca, seçimi meşru bir şekilde kazanamazsa, bir şekilde çalabileceğine inanıyordu. Anlayamadığı iki şey vardı: Birincisi, insan hakları ihlalleri nedeniyle gücünün ne kadar zayıfladığı ve (2) iyice kötüleşen ekonomi ve ağırlaşan yoksulluk –Filipin halkının canı yanıyordu. Ayrıca, tüm dünyanın ve medyanın gözü önünde bir seçim yapması gerektiğini keşfetti. Seçimi 'zorlamak' isteyince hata yaptı ve yakalandı” diyor (Bugünler için de çok şey ifade eden “Diktatör Ferdinand Marcos’un son günleri” başlıklı bu önemli röportajın çevirisi fareastnotes.blogspot.com adresinden okunabilir, hatta mutlaka okunmalıdır).

Seçimde ordu kırsal bölgelerde halka Marcos’a oy vermeleri için açıkça baskı yaptı, önceki seçimde (muhalefetin Başkan adayı için) oy kullanan binlerce seçmen yeni seçmen listelerinde adını bulamadı. Oyların sayımı sırasında sonuçlar değiştirildi. Hatta hile o kadar açıktı ki, Seçim Komisyonu çalışanları bile olanlara isyan etti. Bağımsız gözlemci kuruluşa göre Corazon Aquino oyların yüzde 70’inden fazlasını almıştı…ama Marcos seçimi çalmıştı.

Marcos kaçarken

Seçim hileleri o kadar açıktı ve C. Aquino’nun zaferinin çalındığı o kadar belliydi ki, dünya seçim sonucunu tanımadı. Diplomat P. Habib’e göre, “Marcos, seçim sonuçlarının tanınması ve iktidarının devamı karşılığında ABD’nin her istediğini vermeye hazırdı”. Gazeteci G. Haves’e göre ise “Filipinleri, ABD kolonisi yapmayı bile kabul edebilirdi”. Manila Büyükelçisi S. W. Bosworth yukarıda linkini verdiğim röportajda bir “ülkeden ayrılış” hikâye anlatsa bile, Gen. Fabian Ver Büyükelçiden epeyce farklı şeyler söylüyor. Ver’e göre, “ABD yönetimi, Marcos’a önünde iki seçenek olduğunu söyledi: (1) Ülkeyi can güvenliği garantisi sağlanarak terk etmesi ve (2) ABD ordusunun Filipinlere bir şekilde müdahale etmesi ve kendisini tutuklayarak atfedilen uluslararası suçlar için ABD’de yargılamak.” Marcos ilk seçeneği tercih etti. Sonu, hiçbir diktatörün halkın elinden kurtulamayacağı gerçeğinin ispatı gibiydi. Gerçi mahkemeler önünde hesap vermedi; ama daha onursuzca bir yol seçti ve ülkeden kaçtı. 

F. Ver’in bahsettiği ABD yönetiminin o mesajını zamane Marcosları için günümüze şöyle uyarlayabiliriz: “Ya iktidarı bırakıp ülkeyi terk edersin ya da elimizdeki uluslararası (ve insan hakları) suç dosyalarını işleme koyarak seni “bir şekilde” alırız ve Radovan Karadziç’e komşu olursun.” 

Ben kaybedersem Filipinler kaybeder

Marcos, seçimi kaybetse bile iktidarda kalmasını sağlayacak bir yol bulduğunu düşünüyordu. Bu durumda, başında Gn. Kurmay Başkanı F. Ver’in bulunduğu suç-terör örgütü sahne alacaktı. Siyasi suikastlar, bombalamalar vs yoluyla ülke teröre boğulacaktı. Yaratılan bu korku atmosferinde, Marcos, “Ülkenin bekası ve halkın can güvenliğinin teminatı” olarak sunulacak, göreve devam etmesi için “rejim kurumları” kendisine çağrıda bulunacak ve Marcos yanlılarının çoğunlukta olduğu Meclis de gereğini yapacaktı. Ülkede Marcos’a karşı gösteriler yükselirken ordu-polisten ve mafya gruplarından oluşturulan bu terör çeteleri birkaç cinayet işledi. Bu cinayetlerden en bilineni, 11 Şubat 86’da ünlü Marcos muhalifi avukat ve eski vali Evelio Bellaflor Javier’in yerel parlamento binası önünde öldürülmesidir.

Halk hareketi ve burjuva muhalefeti

Filipinler muhalefeti Marcos rejimine karşı korkusuzca ve militanca bir mücadele çizgisi izlemeye başlayınca halkın desteğini de arkasına aldı. Halkın desteği muhalefetin tahmin ettiğinden bile büyük olmuştu. “Halkın Gücü Hareketi” adını alan bu muhalefet sonunda diktatörü devirip iktidarı aldı. Fakat sonrasında olanlar için “o korkusuzca, militanca mücadeleyi taçlandırdı” demek zor. Birleşik muhalefetin sınıfsal yapısı Marcos’u yaratan sistemle ciddi bir hesaplaşmaya imkân vermediği gibi, bir daha aynı şeylerin yaşanmasını önleyecek köklü anayasal-yasal değişiklikler de yapılamadı. Yapılan değişiklikler Marcos rejiminin verdiği hasarı rötuşlamaktan ibaret kaldı. Burjuva muhalefeti “halkın gücü”nü çalmıştı… 

Yapılan bir anayasa değişikliği metnine “Bu anayasa değişikliğiyle birlikte bütün devlet memurları istifa etmiş sayılacaktır” ibaresini ekleyip Marcos’un çürüttüğü bürokrasiyi bire kadar temizlemeyi beceremediler veya “aman devlete zeval gelmesin” ya da “bunlar da bu ülkenin evlatları” ahmaklığıyla ülkeyi çürüten Marcos yanaşmalarının-suç ortaklarının çoğuna bedel ödetmemeyi seçtiler. Daha geniş anlamda, devleti faşizme bir daha geçit vermeyecek kadar sağlam temeller üzerine kurulu bir demokratik cumhuriyet olarak yeniden kurmak yerine idare-i maslahatçılığı ve Marcos’un bıraktığı devlet aygıtıyla bir ölçüde uzlaşmayı seçtiler. O yüzden, o gün bu gündür Filipinler kendini toparlayamadı. Bugün, Trumpgillerin açık ara en dangalağı olan Duterte (ve ondan önce Arrayo), Corazon Aquino yönetiminin yaptığı bu büyük hatanın eseridir. (Bu arada, Duterte’nin din düşmanı olmasının kendi ateistliğiyle bir ilgisi yok. Asıl neden, Marcos’un devrilmesinde de çok önemli rol oynayan Filipinler Katolik Kilisesinin anti-faşist karakteridir.

4 Haziran 2021 Cuma

Diktatör Marcos’un yarattığı mafiyöz devlet

Ferdinand Marcos diktatörlüğünden (1965-86) önce de, model yerel veya bölgesel politikacıların küçük suçluları veya mafiyöz kişileri kendi savaş ağaları çetelerine dâhil etmeleri şeklindeydi. Amaç, bu mafiyöz kişileri yasadışı kumar, fuhuş veya koruma şantajı gibi kârlı gizli/yasadışı faaliyetlerine güç katmak, kontrol etmek ve genişletmek için kullanmaktı. Bu mafiyöz kişi-yapılar yurttaşların ekonomik değerlerini zorla almak için ek mekanizmalar olarak kullanıldılar ve el konan/gasp edilen değerler giderek daha pahalı hale gelen seçim mücadelelerinde kullanıldı.

 

1980'lerin başında Ferdinand Marcos'un diktatörlüğü, hükümetin "mafyalaşmasında" bir başka önemli adımdı. Ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde rekabetçi siyasetin kaybı zaten yetersiz olan kontrollerin aşınmasına yol açtı. Hükümet mekanizması, toplumsal artı değere erişimlerini kriminal yöntemlerle genişletme peşinde olan bölgesel ve yerel siyasi klanlara yöneldi. Marcos'la bağlantılı siyasi klanlar, yasa dışı kumar, fuhuş ve uyuşturucu gibi faaliyetlerin örgütlenmesini ve kontrolünü - taşra ve bazı durumlarda bölgesel - yeni bir düzeye getirmeyi başardılar.

 

Aynı zamanda, Marcos yıllarına damgasını vuran yönetim mekanizmasının genişlemesi ve merkezileşmesi, orta sınıf veya alt orta sınıf bürokratlar için ekonomik hareketlilik açısından büyük fırsatlar yarattı. Geleneksel elitlerin toprak ve özel sektör üzerinde sıkı bir denetim sürdürmeleri nedeniyle, devlet, daha mütevazı sınıflardan gelen inatçı ve hırslı unsurlar tarafından girişimcilik için tercih edilen arena haline geldi. Karteller veya ortaklıklar, yalnızca Ulusal Gelir Bürosu ve Bayındırlık ve Karayolları Kurumları gibi geleneksel yolsuzluk lağımlarında gelişmekle kalmadı, aynı zamanda tarım reformu, enerji, eğitim ve doğal kaynaklar gibi diğer kurumlarda da ortaya çıktı.

 

Ekonomik büyümeyi 1983'ten 1993'e kadar neredeyse sıfıra indiren ekonomik kriz, Başkan Corazon Aquino ve Fidel Ramos gibi en üst düzey yöneticilerin kişisel dürüstlüğüne rağmen, hükümetin özel sermaye birikimi alanı olarak konumunu daha da çekici hale getirdi. Gerçekte, Aquino yönetiminde, farkında olmadan, büyük bir rüşvet alanı yaratan bir hükümet yeniden yapılanması yürütüldü. Ülkenin doğal kaynaklarının sömürülmesini teşvik eden kurum, yeni Çevre ve Doğal Kaynaklar Departmanı'nı oluşturmak amacıyla çevreyi korumaktan sorumlu kuruma katıldı. Sonuç, çevre izinleri ve kereste ruhsatlarının çevre yasalarına uyma niyeti olmayan tomruk tüccarları, madencilik firmaları ve diğer özel sektör kuruluşlarına satılması ve bu yolla kazanmak için büyük fırsatlar yaratılması oldu. Sağlam bir şekilde yerleşmiş olan mafya, ilerici yetkililerin reform çabalarını engelleyebildi. Nihayet, Estrada yönetiminde kurumdaki en üst düzey liderlik pozisyonlarını elde etti.

 

Marcos komutasındaki güvenlik güçlerinin aşırı genişlemesinin sonuçları da benzer şekilde tahrip ediciydi. Üniformalı seçkinlerin çoğu, ya diktatörün yerel ya da ulusal yandaşları için tetikçi/fedaileri/göz korkutucuları olarak kendilerini kiraya verdiler ya da yeni siyasi rol ve statülerine uymayan maaşları için yeni yasadışı gelir kaynakları oluşturdular. Marcos rejimi sona erdiğinde, askerler ve ateş gücü üzerindeki komutanın/kontrolün/egemenliğin, fidye almak için zenginleri, özellikle zengin Çinlileri kaçırmak şeklinde başarılı girişimciliğe dönüştürülebileceğini keşfeden sadece birkaç subay değildi. Bu son derece karlı işi neden küçük gangsterlere bırakalım diye düşündüler? Marcos'u deviren 1986 Halkın Gücü Devrimi'nden sonra güçlerinin ve politikacılardan aldıkları paranın azalmasıyla ve Aquino yönetimi altında derinleşen ekonomik krizle birlikte, adam kaçırma işinin organizasyonu ordunun ve polisin komuta zincirinde daha da yukarılara tırmandı. Sıradan gangsterler bankacılık sistemi içindeki olası hedeflerin net değeri hakkında içeriden bilgi edinmeyi içeren karmaşık operasyonları yapamazlar. Aslında, sıradan gangsterler ordudan ve polisten bağımsız olarak örgütlenmeye çalıştıklarında, üniformalı adamların rekabete tahammül etmeyeceğini zor yoldan öğrendiler. Birkaç yıl önce yeni ortaya çıkan Kuratong Baleleng Çetesi bunlardan biriydi ve tamamen ortadan kaldırıldı. Bu operasyon, şu anda ülkenin en iyi polis memuru sayılan (fakat Başkan Estrada ile yakın ilişki içindeki) Panfilo Lacson gibi  güvenlik uzmanları tarafından gerçekleştirildi.

 

Sosyolojik açıdan bakıldığında, yasadışı kumar şantajı ganimetinin bölüştürülmesiyle ilgili ortaya çıkan en ilginç sonuç, Estrada yönetiminin bu suçu cumhurbaşkanlığı altında merkezileştirmesidir. Estrada yönetiminde, yasadışı kumar gibi en kârlı suç faaliyetleri, Başkan'dan en küçük yasadışı kumar oynatıcısına kadar uzanan bir gizli bürokrasisi ile rasyonalize edilecekti. Bu gizli bürokrasi hükümetin resmi hiyerarşisi ile paralel çalışacak ve kilit noktalarda iç içe geçecekti. Yasadışı kumar skandalında ortaya çıkan şey muhtemelen buzdağının görünen kısmıydı. Fuhuş, uyuşturucu ve adam kaçırma dünyası da Estrada kontrolünde eşit derecede merkezileşme yolunda mıydı? Pek çok Filipinli, öyle olduğuna ikna oldular ve görevden alınan Başkan'ın uyuşturucuyla ilgili finansal ilişkisi hakkında Senato duruşmasında ortaya çıkabilecek açıklamaları bekliyorlar.

 

Estrada projesi kesintiye uğramasaydı, Başkan hem devletin hem de yeraltı dünyasının zirvesindeki kişi olacaktı. Bu gerçek Estrada Devrimiydi - ve Filipinliler adamın aptal olduğunu düşünmüştü! Estrada'yı görevden almak, muhtemelen Filipin devletini suçtan arındırmanın-yasallaştırmanın yalnızca ilk adımı olacak. Filipinlilerin karşı karşıya olduğu şey, çok ilerlemiş ve değişen derecelerde merkezi olarak kurumsallaşmış bir hastalıktır. Bir sonraki Başkan’ın yeraltı dünyasıyla ilişki açısından şüpheden uzak olması bu yüzden önemlidir. Birçok insanın Başkan Yardımcısı Gloria Macapagal-Arroyo'nun göreve gelmesinden endişe duymasının ana nedeni, onun ülkenin en büyük yasadışı kumar lordlarından biri olarak bilinen bir adamın çocuğunun (Bong Pineda) vaftiz annesi olmasıdır. Ritüel yakınlık son derece yakın kişisel bağların göstergesidir ve biz Filipinliler, Estrada'yı Filipin devletinin "mafyalaştırılmasını" tamamlayabilecek birine yer açmak için kovmayacağımızı biliyoruz.

 

Kaynak:

The Shakedown State: The Mafia as Government in the Philippines

Walden Bello

Frontline, Volume 18, No. 1, 6-19 January 2001

2 Haziran 2021 Çarşamba

Diktatör Ferdinand Marcos’un son günleri

Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos'un devrilmesinin 20. yıldönümünde (2006), 1984-1987 yılları arasında ABD’nin Filipinler Büyükelçisi olan Stephen W. Bosworth, Marcos'un çalkantılı son günlerinde ve “Halkın Gücü” ayaklanmasının zaferinde oynadığı rolü aktarıyor.

Bosworth'un açıklamaları, BBC sunucu/yapımcısı Rosie Goldsmith ile geçen Kasım (2006) ayında yaptığı uzun bir telefon görüşmesinden alınmıştır. Röportajın bazı bölümleri daha sonra, Şubat ayında, BBC Dünya Servisi'nde yayınlanan “Diktatörlükten Demokrasiye” adlı iki bölümlük bir belgesel dizisi ve BBC'nin yerel yayınında yayınlanan “Halkın Devrimi” adlı bir program için kullanıldı. Orijinal röportajın bölümleri BBC'nin her çalışması için yeniden oluşturulmuştur.

Yaygın yolsuzluk, kötü yönetim ve hazineyi milyonlarca dolar dolandırmaktan sorumlu Ferdinand Marcos ve güçlü ve savurganca para harcayan eşi Imelda, 1986’daki hileli seçimler nedeniyle yükselen sokak gösterileri ve "Halkın Gücü" olarak bilinen büyük bir halk ayaklanmasıyla iktidardan süpürülüp atıldı. Marcos'un destekçileri ile seçim zaferi çalınan Başkan adayı Corazon Aquino liderliğindeki muhalefet arasında gergin bir çözümsüzlük ortaya çıktı. Bu durum ancak diktatör Marcos’un ABD'nin ısrarı üzerine ülkesinden kaçıp Hawaii'ye sürgüne gitmesiyle ve Corazon Aquino'nun başkanlığı devralmasıyla sona erdi.

BBC’NİN STEPHEN W. BOSWORTH (SWB) İLE YAPTIĞI RÖPORTAJ

BBC: ABD, 1986'da ortaya çıkan olaylarda ne kadar büyük bir rol oynadı? 

SWB: Rolümüz her iki tarafın da arzu ettiği kadar önemli değildi… Amacımız, muhalefet lideri Benigno Aquino'nun 1983'te öldürülmesiyle başlayan sonraki üç yıl boyunca, onlara kendi içlerinde yeterince demokratik alan yaratmalarını sağlamaktı. Böylece ülke içindeki muhalefet, Marcos'a sandıkta itiraz ederken eşit bir oyun sahasına sahip olabilecekti. Bu, 18 ay devam eden oldukça tutarlı bir süreçti. 

BBC: Marcos’un insan hakları siciline ve ABD’nin bilmesi gereken aşırılıklara ve zorbalığa rağmen, Marcos’u desteklemeye devam ettiniz mi?

SWB: Marcos'u desteklemedik -bu, iyi ya da kötü, Filipinler hükümetiydi ve bu hükümeti devirmenin bizim rolümüz olduğunu düşünmedik. Ancak uzun vadeli çıkarlarımız için o ülkedeki ılımlı demokratik güçleri desteklememiz gerektiğine inanıyorduk ve bu güçlerin önemli sayıda olduğundan emindik. Bu yüzden, göreve başladığım Nisan 1984'ten sonraki 18 ay boyunca demokratik muhalefetin çalışmasına izin vermesi için Marcos'a ciddi uyarılar yaptık. 

BBC: ABD’nin Ferdinand Marcos'a neden ihtiyacı vardı?

SWB: Ferdinand Marcos'a ihtiyacımız olduğunu söyleyemem. İstemediğimiz şey Filipinler'de uzun süreli bir istikrarsızlıktı. Unutmayın, bu dönem Soğuk Savaş'ın zirvesiydi. Güçlü bir küresel rakiple rekabet içinde olduğumuza inanıyorduk. Filipinler'de Sovyetler Birliği'ni çevreleme stratejimiz için hayati önem taşıyan iki askeri üssümüz vardı. Kimse bu üslere ihtiyacımız olmadığını iddia etmiyordu. Marcos bunu çok iyi anladı ve bizim çıkarlarımıza göre oynadı. Ancak Benigno Aquino’nun suikastla öldürülmesinden sonra, Ferdinand Marcos’a destek olmanın Filipinler’deki uzun vadeli çıkarlarımızı tehlikeye attığını fark ettik. Filipinlilerin çoğunluğuna demokratik süreci desteklediğimizi göstermemiz gerekiyordu. 

BBC: Benigno Aquino 1983'te öldürüldü; Halkın Gücü Devrimi 1986'da gerçekleşti. ABD'nin harekete geçmesi neden üç yıl aldı? 

SWB: ABD'nin herhangi bir konuda harekete geçmesi bazen çok uzun zaman alıyor. Yönetim sistemimiz etkilidir; fakat her zaman verimli değildir. Ancak bağlam önemlidir –bu bir bahane değil. Vietnam'ı terk edeli on yıl olmuştu. Filipinler'de ayağımızı basacak sağlam bir yere ihtiyacımız olduğuna dair güçlü bir görüş vardı. Marcos, isterse bunu bize vermeme gücüne sahipti. 

BBC: Dönüm noktası neydi? 

SWB: Dönüm noktası seçimdi. 1985’te Marcos’u bir yıldan fazla bir süredir Aquino cinayetinin soruşturması için tam şeffaflık ve hesap sorulması konusunda taciz ediyorduk. Tacizlerimizden bunaldı ve erken seçim çağrısında bulundu. ABD’den onunla görüşmek için çok sayıda özel elçi gönderilmişti. Ben de onunla haftada bir görüşüyordum, aynı şeyi tekrar tekrar yapıyordum. Sonunda baskı altında -ve sağlık sorunları gerekçesiyle- Amerikan televizyonunda erken seçim yapılacağını duyurdu. Bu duyuruyu Kasım ayında yaptı ve seçim Şubat 1986'da yapıldı. Marcos kazanacağını düşünüyordu. Halkla bağı kopmuştu. Ayrıca, seçimi meşru bir şekilde kazanamazsa, onu çalabileceğine inanıyordu. Anlayamadığı iki şey vardı: Birincisi, insan hakları ihlalleri nedeniyle gücünün ne kadar aşındığı ve kötüleşen ekonomi –Filipin halkının canı yanıyordu. Ayrıca, tüm dünyanın ve medyanın gözü önünde bir seçim yapması gerektiğini keşfetti. Seçimi 'zorlamak' isteyince hata yaptı ve yakalandı. Hile yaptığı bütün gözlemciler için açıktı.

BBC: Bize Marcos rejiminin son üç gününden bahseder misiniz? 

SWB: Filipin Silahlı Kuvvetlerinde büyük bir huzursuzluk olduğunu biliyordum. Daha önceki aylarda çeşitli gruplaşmalar olduğunu öğrenmiştik. O zamanki Savunma Bakanı Juan P. Enrile'ye sadık bir reform hareketi dahil. Ama şunu da biliyorduk Gen. Fabian Ver (Marcos'un kuzeni ve eski koruması) çeşitli hamleler planlıyordu -yani her iki taraf da biliyordu ve biz de biliyorduk. Washington ile biraz istişareden sonra, her iki tarafa da şu mesajı gönderdim: “ABD ne yaptıklarını biliyordu ve diğeri de bir diğerinin ne yaptığını biliyordu ve durmalıydılar! Ne darbeyle gelmiş bir hükümeti destekleriz, ne de darbeyi destekleriz.” Durumu dondurmaya çalıştık. Bu arada, çok açık sözlü bir adam olan diplomat Philip Habib taraflarla görüşmek üzere Washington'dan gönderildi. Ne yapacağımızdan emin değildik. Ama ortaya çıktık ve hükümet içindeki ve muhalefetteki düzinelerce insanla, Corazon Aquino, vb. ile] toplantılar yaptık. P. Habib, Pazar günü öğleden sonra ayrıldı. Elçilik konutuna geri döndüm. Marcos'la son görüşmemiz hakkında Washington'a rapor gönderiyordum. Bu sırada, Savunma Bakanı Enrile'nin benimle görüşmek istediğini söyleyen bir telefon aldım. Enrile, Ver'in kendisini ve reformist subayları tutuklamak için hazırlık yaptığını öğrenmişti ve saklanmıştı. Kendisinin ve Gn. Kurmay Başkan Yardımcısı Gen. Fidel Ramos'un tehlikede olduğuna inanıyordu.

BBC: Enrile ve Ramos gerçekten tehlikede olduklarına inanıyorlar mıydı?

SWB: Evet. Öldürüleceklerini düşünüyorlardı. Marcos'un kendisine meydan okumaya çalışan herkese çok saldırgan bir şekilde tepki verme konusunda uzun bir geçmişi vardı. Daha 20 yaşlarına gelmeden, babasının siyasi bir muhalifini öldürmüştü. Bu muhalif politikacı kendi evinde dişlerini fırçalarken, Marcos onu o anda açık olan pencereden ateş ederek vurmuştu. Marcos'un doğrudan-açıkça saldırma eğilimi çok iyi biliniyordu. Bu yüzden Enrile veya Ramos'u kendi güvenliklerinden endişe ettikleri için suçlamıyorum.

BBC: 1986 olayları bazen (“halkın gücü hareketi” söz konusu olduğunda) ya beceriksiz bir darbe ya da bir CIA komplosu olarak tasvir edildi? 

SWB: Filipinliler bir şeyin nedenini anlayamadıklarında, genellikle bunun bir CIA komplosu olduğunu söylüyorlar. Böylece o şeyin (durumun) gerçekleşmediğini ilan ediyorlar! ABD hükümetine var olmayan bir anlayış ve bilgelik atfediyorlar. Durum hakkında manipüle edecek kadar bilgi sahibi değildik. Birçok hareketli parçanın (tarafın) olduğu bir durumdu. Tek yapabildiğimiz, gözümüzü ana ilkelerden ayırmamaya çalışmaktı. Seçimden üç hafta önce, ABD'nin seçimleri kazanan tarafla çalışacağını açıkça belirtmiştim. Bu noktada Imelda Marcos beni istenmeyen kişi ilan etmeye çalıştı. Ayrıca, kişisel olarak Nancy Reagan ile temasa geçmiş ve beni Büyükelçilikten aldırmaya çalışmıştı. Neyse ki, Dışişleri Bakanı George Schulz ve diğerleri doğru şeyi yaptığımızı anladılar ve bu girişimi püskürttüler.

BBC: Sokaklardaki çok sayıda insan sizi şaşırttı mı?

SWB: Cumartesi gecesi ABD Büyükelçiliği'nde meslektaş ve eşlerinin oluşturduğu büyük bir kalabalık toplandı. EDSA (Epifanio De los Santos Ave)'da çok sayıda insanın toplandığını gördük. Şaşırdığımı söyleyemem ama kayda değerdi. Ağustos 1983'te Benigno Aquino'nun cesedi şehirde ve ülkede dolaştırılırken sokakların Filipinlilerle dolduğu unutulmamalı. Dolayısıyla kalabalıklara alışmıştık.

BBC: 25 Şubat gecesi Marcos ailesi ve yardımcıları Saray'dan ayrıldı. ABD nasıl bir rol oynadı?

SWB: Evet bunu yaptık! O hafta sonu, cumartesiden pazartesiye kadar Marcos’la temas halindeydim. Talimat ve uyarıları kendisine ilettim, Sokaklardaki bu halk hareketini bastırmak için güç kullanmasını istemediğimizi söyledim.

BBC: Amerika'nın baskısı sadece Marcos'un sevgili insanlarını öldürmemesini söylemekten ibaret değildi, öyle değil mi?

SWB: Bir Deniz Piyadeleri birliğinin kuzeye EDSA'ya yani Enrile, Ramos ve onların destekçilerinin sığındıkları yere doğru ilerlediğini biliyorduk. Marcos'a, bu hareketi güç kullanarak bastırmaya yönelik her türlü girişimin ABD ile ilişkilerinde kopmaya neden olacağını doğrudan söyledim. Üzgündü. “Anlamıyorsun” dedi: “Bu bir isyan, zorla bastırmalıyım”. “Bizim için kabul edilemez” dedim. Ardından “artık etkili bir şekilde yönetemeyeceğine ve kenara çekilmesi gerektiğine inandığımızı” belirttiğimiz basın bir açıklaması yaptık. Bu noktada onu birkaç saat yalnız bıraktık. Sonra sarayı terk etmesi gerektiğine karar verdi. Ayrılmasına yardım edeceğimizi söyledik. Çok endişeliydim: Ya bir şeyler ters giderse? Ya Saray basılırsa? Şimdiye kadar barışçıl olan bir süreç için korkunç bir sonuç olurdu. Cumhurbaşkanlığı Muhafızlarının onu terk etmeye başladığına ve saray çevresinde çok az güvenlik olduğuna dair istihbarat raporları da aldık. Başkan ve ailesi tehlikedeydi. Biz de ona yardım edeceğimizi söyledik. Hava yoluyla ayrılmaya karar verdi, Ancak bagaj ve personeli nehirden geçirmesi için bot istedik. Helikopterleri sarayın karşısında nehrin kıyısına indirdik. Marcos'u ve ailesini nehrin karşısına taşıdık ve sonra Clark Hava Kuvvetleri Üssü'ne gittiler.

BBC: ABD’nin Marcos'u ülkeden çıkarmasının amacı neydi? Imelda Marcos, “ABD ailemizi kaçırdı ve neler olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu” dedi.

SWB: Buna vereceğim ve ılımlı cevap saçmalık olur! Neler olduğunu biliyorlardı. Bunu onların isteği üzerine yaptık. Muhtemelen onları saraydan ve ülkeden çıkararak hayatlarını kurtardık. Sarayda iki saat daha kalsalar, kalabalık içeri girdiğinde hepsi öldürülmüş olacaktı. Belirsizlik noktası, onu saraydan dışarı çıkardıktan sonra ne olacağıydı. Bu saate kadar Corazon Aquino'yu yeni başkan olarak tanımıştık. Ona Marcos'la ne yapmamızı istediğini sordum. Onu Clark Hava Kuvvetleri Üssü'nde tutamayacağımızı biliyordum. Marcos, Ilocos'a gitmek istedi. Corazon Aquino'ya sordum. Orada, şimdi Genelkurmay Başkanı olan Fidel Ramos ile oturuyordu. Ramos, ona bunun çok kötü bir fikir olacağını söylüyordu. Marcos ülkede kalırsa, yeni hükümete karşı şiddetli kışkırtıcılık yapmaya devam edecekti. Aquino, 'Hayır, ülkeden gitmeli' dedi. Gece geç saatlerde, Marcos'a sadık güçlerin (çevresindeki üst düzey yöneticiler) Kamp'a doğru geldiğini öğrendik. Washington'un desteğiyle onları organize ettik. Ayrıca, Marcos'a Clark Hava Kuvvetleri Üssü'nde kötü sonuçlanacak bir askeri operasyon düzenlenebileceğinden endişe duyduk. Böylece, Ferdinand ve Imelda Marcos önce Guam'a ve ardından Hawaii'ye götürüldü.

BBC: 20 yıl sonra geriye baktığında ne hissediyorsun?

SWB: Birkaç şey hissediyorum. Birincisi, doğru olanı yaptık. İnsanları elimizden geldiğince dinledik ve sonunda – Şubat 1986 – bizden istediklerini yaptık. Marcos'u kendi halkının iradesine karşı desteklemeyi seçmedik. Sonuç olarak, Filipinler çok daha iyi durumda.

BBC: Filipinler bugün ne durumda? Hayal kırıklığına uğradın mı?

SWB: Birçok Filipinli hayal kırıklığına uğradı. Ülkeyle derin bir duygusal bağım var - orada çok sayıda arkadaşım var. Filipinler'deki sorun demokrasinin çalışmaması değil. Seçimler yapılıyor. Ama seçimlerin ötesinde/dışında denetim adı verilen bir hükümet alanı var. 700'ünde yerleşim olan 7.000 adadan oluşan, 70 farklı lehçe konuşulan, güçlü bir ulusal birlik duygusuna sahip olmayan, bağlılıkların ve mensubiyetlerin yatay değil dikey olduğu bir kültüre sahip bir ülkeyi nasıl yönetirsiniz? Ülkeyi bir arada tutan çok az yatay organizasyon var. Yakın zamana kadar, Ekonomik orta sınıfın 20 yıl öncesine göre çok daha büyümüş olması beni cesaretlendirdi. Manila'ya bakıyorum ve o orta sınıfın kanıtlarını görüyorum - alışveriş merkezleri vb. görüyorum. Ne yazık ki, aşırı yoksulluğun kanıtlarını da görüyorum -zenginlik ve gelir dağılımı arasındaki büyük eşitsizlik. Filipinler çok ayrışmış bir yer olmaya devam ediyor.

Notlar:

1. Marcos, seçimlere hile karıştırdığı için uluslararası çapta yaygın bir şekilde kınanması üzerine, Marcos'un güçlü bir destekçisi olan Başkan Ronald Reagan, soruşturma için diplomat Philip Habib'i Filipinler'e gönderdi. Habib'in tavsiyesi Filipinler başkanını terk etmekti. Ancak durum kötüleşmeye devam ederken, ABD yönetim başlangıçta ondan istifasını istemeye isteksizdi.

2. Marcos'un geniş çaplı seçim sahtekarlığı iddialarına rağmen zaferini ilan ettiği 1986 başkanlık seçimlerinden sonra, Ramos ve savunma bakanı Juan Ponce Enrile, Marcos'un rakibi Corazon Aquino'yu destekledi. Onların Marcos'u terk etmesi sivil "halkın gücü" hareketini ateşledi. Aquino'nun başkanlığı sırasında Ramos, askeri genelkurmay başkanı (1986–88) ve ulusal savunma sekreteri (1988–91) olarak görev yaptı ve birkaç askeri darbe girişimini bastırdı.

3. “Halkın Gücü” devrimi Filipinler'de çoğunlukla şiddet içermeyen bir kitle gösterisiydi. Başkent Manila’da milyonlarca Filipinlinin katılımıyla dört gün süren barışçıl protestolar, Marcos'un otoriter rejiminin devrilmesi ve Corazon Aquino'nun Başkan olarak tanınmasıyla sonuçlandı. EDSA, Metro Manila'da gösterilerin ana alanı olan “Epifanio de los Santos Bulvarı” anlamına gelir.

4. Clark Hava Üssü, Manila'nın yaklaşık 40 mil kuzeybatısında, Filipinler'deki Luzon Adası'nda eski bir ABD Hava Kuvvetleri üssüdür.

5. Ilocos Norte, Ferdinand Marcos'un memleketi olarak bilinir (Filipinlerler bu bölgeyi Marcosland diye de anar).

6. 22 Şubat'ta Savunma Bakanı Juan Ponce Enrile, Genelkurmay Başkan Yardımcısı General Fidel Ramos ve onlara sadık birkaç yüz asker aniden ve beklenmedik bir şekilde Marcos'la yollarını ayrıldı ve Metro Manila'daki Camps Crame ve Aguinaldo'da hükümete karşı barikat kurdular.