23 Ocak 2019 Çarşamba

Çin’den halkla ilişkiler dersi: İyi melekler

16 Ocak 2019 tarihli BirGün Gazetesinde yayınlanmıştır


Yazının başlığı bugünlerde Çin’de gösterime giren bir Çin-ABD ortak yapımı belgeselin adından alınma. Abraham Lincoln’ün 4 Mart 1861’de Kuzey ve Güney’i birleştirme niyetiyle yaptığı (göreve başlama) konuşmasında geçen “doğamızdaki iyi melekler” ifadesinden ilham almışlar.

Film sıradan Amerikalı ve Çinlilerin izleyiciyi saran duygulu hikâyeleriyle örülmüş, yapımcı ve yönetmenin konuşmalarıyla mesaj içeriği güçlenmiş müthiş etkileyici bir halkla ilişkiler çalışması. Sıradan insanların hikâyeleriyle sıradan insanlara sesleniyor. Sadece üç hikâyeye kısaca değineceğim.

(1) Thomasville, Alabama’dan iki Amerikalı kadın bir Çin firmasının orada bakır tesisi açmasıyla yaşamlarının nasıl değiştiğini anlatıyorlar. “45 yıldır gördüğümüz tek gerçek yatırımdı. Burası çok yoksul bir bölgeydi. 300 kişiye iş sağladı. Bizi yoksulluktan kurtardı. İnanılmazdı. Çinli yatırımcılar işinizi elinizden alır lafı doğru değil” diyorlar.

(2) Şanghay’da İngilizce öğretmenliği ve futbol antrenörlüğü yapan, Çin’de en iyi öğretmenlerden biri seçilen ve bir Çinli kadınla evli bir Amerikalı eski denizci askerin hikâyesi anlatılıyor. Hikâyesi için “Amerikan rüyasının Çin’de gerçekleşmesi” diyor gülerek.

(3) ABD’ye Çinli öğrencilere matematik öğretmek için giden bir Çinli abaküs öğretmenin Iowa’da Çin-Amerika dostluk evini kurmaya uzanan hikâyesi konu ediliyor.

Belgeselin iki Oscar ödüllü yönetmeni Malcolm Clarke, ABD’deki tanıtım toplantısında bu insanları “kazara diplomatlar” olarak nitelemiş ve filmin misyonunu şu anekdotla açıklamış:
-Henry Kissinger: Amerikalılar Çin'in bir Asya gizemi olduğuna inanırlar.
-Zhou Enlai (Co En-lay): O kadar gizemli değiliz. Sadece bizi tanımaya çalışın.

Çin’in ABD’ye sunduğu fırsatlar hakkında mesaj vermek filmin ABD’li yapımcı ortağı William Mundell’e (Nobel ödüllü iktisat prof’u Robert Mundell’in oğlu) düşmüş. Tanıtım konuşmasında şunları söylemiş: "Çin dünyanın en büyük üreticisinden en büyük pazarına dönüşüyor. Çok yakında 600 milyon orta sınıf insan olacak. Bu çok büyük bir tüketici nüfus demek”.

Filmde H. Kissinger ve M. Albright da çok kısa yer alıyor ve uzlaşma, ortak çıkarlar mesajı veriyorlar. Film, Kissinger’in “Çatışırsak, bu dünya için bir felaketle sonuçlanır” uyarısıyla açılıyor.

Bu etkili halkla ilişkiler çalışmasından çıkardıklarım:
1-bir hikayeniz olmalı.
2-bu hikâye tamamıyla gerçeklere dayanmalı. Yapımcı Mundell’in dediği gibi, “Çin’e ilk olarak 1991’de geldim. Geçen 30 yıl içinde burada her anlamda bir mucize yaşandı. Bunu anlatmalıyım dedim.”
3-hikâyenin kahramanları halkların düşman olamayacağını; tam aksine derin dostluklar kurabileceğini gösteren sıradan insanlar olmalı.
4-yapımcıdan yönetmene kadar öyle insanlar görev almalı ki, hem sizin ülkenizle gönül bağları olmalı hem de saygınlıklarından kimse kuşku duymamalı.

Filmi kimsenin takmadığı her şeyi yalan adam Trump izlese, o çürük aklı ve bozuk İngilizcesiyle herhalde "Gönül tellerimize dokunan bu filmi yapmak suretiyle bizlere bu mutluluğu yaşatan kardeşlerimize şükranlarımı sunuyorum” derdi.

Malezya’da İslamcı hırsızlar zorda

Malezya, geçen (Mayıs) seçimlerde İslamcı faşistlerden yakasını kurtardı. Yolsuzluk, yağma, baskı, hukuk tanımazlık ile yoksullaşma birleşince ve militanca mücadele yürüten bir muhalefet cephesi olunca tarihin çöplüğüne atıldılar. Şimdi, geçmişte yargıyı sindirmek için görevden aldıkları hâkim-savcılar önünde hesap veriyorlar. Bir zamanlar kibirlerinden, zorbalıklarından geçilmeyen, hukuk-yasa takmayanların şimdi hukuktan bahsetmesini ise kimse takmıyor.

Geride nasıl bir çürümüşlük bıraktıkları yeni yeni ortaya çıkıyor. Devlet ihaleleri yolsuzluğa batmış (yeni Başbakan Mahathir, Çin’e verilen ihaleleri “yüksek maliyetler-yani yolsuzluk çarkı” nedeniyle iptal etmişti), irili-ufaklı bütün kamu fonları buharlaşmış, bazı kurumların kasaları boşalmış ve kayıtlar yok edilerek hırsızlığın izi kaybettirilmek istenmiş.

En büyük yolsuzluk 1MDB (Maliye Bakanlığına bağlı kalkınma firması) dosyası. Kurumun 6,5 milyar doları çalınmış. 700 milyon doların alnı secde görmüş hırsız, eski başbakan Najib Razak’ın hesabına aktarıldığı ortaya çıktı.

Malezya yönetimi, Goldman Sachs bankasını bu yolsuzluğa aracılık etmekle, kurumun parasını çalmakla suçladı ve banka hakkında dava açtı. Başsavcılık, “Eski Başbakan N. Razak'ın dâhil olduğu ve seçimlerde ağır bir yenilgiye uğramasına yol açan arsızca sahtekârlıkla fondan milyarlarca dolar çalındı ve deniz yatından sanat eserine kadar birçok şey (yani şatafat) satın almak için kullanıldı” dedi.

Yargı, bunca yıldır her şeyi görüp bir şey yapamamanın verdiği vicdan azabıyla o kadar sıkı çalışıyor ki, her şeyi uluslararası bağlantılarıyla birlikte ortaya dökmeleri yakındır.

Kim, yine Çin’de

Kuzey Kore lideri Kim Jong-un bir yıl içinde dördüncü kez Çin’de. Kim’in ziyaretlerinde bir ayrıntı dikkatimi çekiyor. 2018’deki ziyaretlerinde, Çin Bilimler Akademisini, Tarım Bilimleri inovasyon merkezini ve Pekin’de Demiryolu Komuta Merkezini gezdi. Bu ziyaretinde ise, bir teknoloji geliştirme bölgesini ve ilaç fabrikasını gezdi. Yani her defasında bilimsel araştırma kurumları ve teknoloji geliştirme merkezlerini vs geziyor.

Nedeni şu olabilir: ABD, bölgede ne K. Kore’yi tehdit edebilecek ne de Çin denizinde Çin’i sıkıştırabilecek desteği bulabildi. Dolayısıyla, ABD ile olan görüşmelerin bir şekilde zarar-ziyansız sonuçlanmasını umuyor ve kaynakları ekonomik kalkınmaya yönlendirmeyi düşünüyor olabilirler.

Çin kaynaklarında şu yazılanlar bu düşüncemi bir ölçüde doğruluyor: “Pyongyang, ekonomisini yükselme niyetini açıkladı. Geçen kırk yılda uyguladığı reform ve açılım politikası ile yoksulluktan-zenginliğe dönüşüm geçiren Çin, kapı komşunuz ve uzun süreli dostunuz olarak size sunacak çok değerli deneyime sahip”. Fakat asıl sorun K. Kore’nin bu “reform ve açılım politikası” adı altındaki kapitalist dönüşüm politikasına ne kadar sıcak bakacağı.

6 Ocak 2019 Pazar

Nev-zuhur Osmanlı’nın Hindistan seferi

06 Ocak 2019 tarihli BirGün Gazetesinde yayınlanmıştır


Üstlendiği emperyalizmin BOP projesi taşeronluğu iflasla biten, Ortadoğu-Arap dünyasından dışlanan ve dolayısıyla bölgede liderlik fantezisi gerçeğin duvarına çarpan nev-zuhur Osmanlı şimdi Asya’da nüfuz alanları arıyor. İllaki bir şekilde liderlik taslayacaklar, hem de bu çapsızlıkla ve üstelik iflasa sürükledikleri bir ekonomiyle… Göz diktikleri nüfuz alanlarından biri de 300 milyon Müslüman nüfusuna sahip Hindistan coğrafyası (Hindistan, Pakistan ve Bangladeş'ten oluşan bölge). Yakında orada da bozguna uğrayacaklarına bahse girerim.

Hindistan’ın en nüfuzlu Müslüman ailelerinden birinden gelen eski dost Mahboub, şunları söylüyor: “Hintli Müslümanlar bugüne kadar sadece bir tek Müslüman lidere, Mustafa Kemal Atatürk’e, taparcasına saygı duydular. Halen birçok Müslüman’ın (hatta Hindu’nun da) evinde bir Atatürk resmi asılıdır. Tarihte İngilizlere en ağır yenilgiyi yaşatan Atatürk, İngiliz emperyalizminden çok çeken Hintlilerin de kahramanıdır. Bizim için Türkiye demek Atatürk demektir. AKP, bu Atatürk sevgimizi kullanarak Hint Müslümanları arasında nüfuz kazanmaya çalışıyor. Birkaç (İngiliz dostu) yobaz mollayı ve ucuz yazarı satın alarak bunu yapamazlar. Çünkü bize din üzerinden hamilik taslamaya çalışanların aslında İngiltere adına konuştuğunu biliriz. İslamcılığın ve İslamcıların gerçek sahibi İngiliz emperyalizmidir. Batıyla işbirliği yapıp Müslüman Arap coğrafyasını yangın yerine çeviren, ülke savunması için emperyalizmle savaşan M. Kemal’in ordusunu ABD’nin Ortadoğu lejyonuna çevirmeye çalışanlara saygı duymamız için bir neden yok. Ülkeyi yağmalayıp ağır bir ekonomik krize soktuklarını da tabii ki biliyoruz. Müslüman dünyaya liderlik-hamilik taslayacaklarına aynaya bakmalılar”. Bence, bu lafları eden Mahboub da millettin bir ferdi sayılmamalı…

Uzay ajansı, İslami uzay

Bir Hong Kong TV kanalında haber yapımcısı olan David’in “Sizinkiler uzay ajansı kurdu” müjdesini okuyunca o kadar sevindim ki, hülooğğğ çekesim geldi.

Ajansın bilim dünyasına “Yok artık!” dedirtecek nice araştırmaya imza atacağına eminim. Örn. zamanda (Bell laboratuarları gibi) yeteri kadar geri gidebilirlerse, Hz. Nuh’un cep telefonu sinyalini bile yakalayabilir ve oğluyla arasında geçen konuşmayı deşifre edebilirler. Böylece, “ahlaksız Batı”nın bilimi İslam âleminden arakladığını dünya-âleme ispat edebilirler. Daha da ilginci, bir türlü kuyruğunu tutamadıkları Şeytan’ın izine uzayda rastlayabilirler. Ne de olsa karargâhı uzayda bir yerlerde… (Bence, Şeytan çok yakınlarında. Kendi ruhlarına bakabilseler görecekler).

Diğer beklentim, “Konyalı bilim adamları”nın yarattığı “hem savaş helikopteri hem de tank olabilen ve görünmezlik özelliğine de sahip “İslamcı halüsinasyonların” seri üretimini başlatması. Bu onaylı bir proje olduğu için seri üretimi zaten çoktan başlamalıydı. Şöyle ki; bir AKP toplantısında bir Milli ve Yerli “yeni elit” söz alıp bu tank-helikopter zırvasına övgü düzmüş. “Bu zırvayı uyduran, inanan ve yayanları akıl hastanesine yatırın” demesi gereken malum zat ise övgü düzene teşekkür etmiş. O kadar yani…

“Niye alay ediyorsun, İslamcılar bilim yapamaz mı?” demeyin. Yapamazlar. Üstelik dünyada saygınlığı olan ülkenin yüz akı bilim kurumlarını kasten çökertirler. Ancak ilahiyat-diyanet içerikli masal-martaval külliyatı üretebilirler, daha fazlasını değil. İçlerinden bilim (ve sanat ve felsefe) yapabilecek çapta bir kişi bile çıkmaz. “Hazır çeşme akıyorken testiyi dolduralım” düşkünlüğüyle davranacak kadar onursuz, normalde ıskarta sayılması gereken yanaşmalar da bunlara dâhil.

4 Ocak 2019 Cuma

Kimsenin takmadığı “önemli adam"

30 Aralık 2018 tarihli BirGün Gazetesinde yayınlanmıştır

İlk karşılaştığımda, tren istasyonu önündeki üst geçitte Hong Kong (HK) halkına evlilik kurumu ve boşanmalar üzerine nutuk çekiyordu. “Kadınlar iş hayatına katıldıkları için aile birliği bozulmuş ve boşanmalar artmıştı. İş hayatında erkeklerle yarışan, yarıştırılan kadınlar artık çocuk doğurma, çocuk bakma, deniz ürünleri pişirme görevlerinden uzaklaşmıştı. Otuz yaşını geçmiş ama çalıştığı için evlenmek istemeyen çok sayıda kadın vardı. Erkekler evlenecek kadın bulabilmek için Çin’e hatta Vietnam’a gidiyorlardı…” Sonraki beş yıl boyunca, gıda sorunundan bina yüksekliğine kadar birçok konuda nutuk attığına tanık oldum. Sadece çok az insanın düşünebileceği önemli konulardaki görüşlerini ahaliye sebil niyetine sunmaktan veya kuşyemi gibi serpiştirmekten büyük gurur duyuyor ve böylece önemli biri olduğuna dair inancı daha da pekişiyordu.

Konuşmasını büyük bir ciddiyetle sürdürüyor, bir nevi ilahi kudret yüklü olduğuna ve her işiteni büyülediğine inandığı o sesini duydukça adeta aşka geliyor ve coşuyordu. Aslında, daha çok hiddetli bir ses tonuyla ve dilin canına okuduğu yanlış vurgularıyla sağa sola zart-zurt ediyordu. Sözlerinde mantıksal tutarlılık aramak boşunaydı. Çoğu zaman birbiriyle çelişen kalın kalın cümlelerle büyük laflar ettiğine inanıyordu. Oysa çoğunlukla ya basmakalıp konuşuyor veya düpedüz saçmalıyordu. Bir defasında “HK Genel Yöneticiliği seçimlerinde aday olmalısınız” demiştim. Hoşuna gitmiş olmalı ki beni selamlamıştı.

Soru sorulmasından hoşlanmıyordu. Arada bir (takılmak için) bir şey soran olduğunda, her tarafından akan o kaba sabalıkla ya paylayıp susturmaya çalışıyordu ya da “Anlatıyorum, dinle öğren” diye ayar veriyordu.

“Şemsiye Devrimi” günlerinde (26 Eylül 2014’te başladı) protestoların yükseldiği günlerden birinde o da konuya dâhil oldu; ama yanlış yerden. Kendi daimi miting meydanında “Şemsiye Devrimi Hareketi”nin Çin’in kışkırtması ve hareket liderlerinin de “Emperyalist Çin’in ajanları” olduğunu söyledi. Saçmalamanın bu kadarı o sakin ve saygılı HK’luları bile çileden çıkardı. Tartaklandı ve hakarete uğradı. Düştüğü yerde öylece bıraktılar. Toparlanmasına yardım eden kimse çıkmadı. O çürük aklıyla, bir çürük adamın saygınlığa halel getiremeyeceğini, saygınlığın bahşedilen veya lütfedilen değil emek vererek, hak ederek kazanılan en güçlü dokunulmazlık olduğunu uzun yaşamında öğrenememişti.

Bir daha nutuk çektiğini görmedim. Saldırdığı insanların saygınlığı onu çarpmış ve ne kadar değersiz ve önemsiz biri olduğu acı gerçeğiyle yüzleştirmişti. Saygınlığa saldıran kişinin insanların gözünde çöpe dönüştüğünü o yaşında yaşayarak görmüştü. Kendisine HK halkını irşat etme vazifesi ihdas etmiş “özel yaratılmışlardan” olan bu zat HK’lulara büyük bir ceza kesti ve onları irşat etmekten vazgeçti. Ahaliyi kaderine terk etti. HK halkını bilmem ama ben yokluğunu hissettim. Memlekette bu zatla aşağı yukarı aynı frekanstan konuşanları izlemediğim için o “eksikliği” bu “önemli adam”ın vaazlarıyla gideriyordum. Yine de, onun yokluğunu telafi etmek için memlekettekileri dinleme zulmüne katlanmadım. Yani o kadar da değil…

Geçenlerde gözüme çarpan bir haber “Kimsenin takmadığı ‘önemli adam’ artık yok” diyordu. Gazetenin haber görseli tam da onun tutarsız aklını yansıtıyordu: Bir konuşmasında “Bir gün bile ter dökerek para kazanmamış asalak dilenciler” diye sataştığı rahiplerden biri cenazesi yakılırken başında dua ediyordu…


Benim HK Genel Yöneticisi adayımdı. Beklenmedik bir kayıp oldu. Acım büyük…