24 Ekim 2018 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
2015’te açıklanan ve 2025’e
kadar Çin ekonomisinin teknolojik dönüşümünü amaçlayan (ve bu günlerde giderek
hızlanması beklenen) programın kısa adı “Made in China 2025” . Plan, Çin’i robotik, bilgi
teknolojileri, havacılık, denizcilik, modern demiryolu, elektrik, tarım
ekipmanları, sürücüsüz ve yeni enerji otomobilleri, yeni materyaller, biyofarma
ve gelişmiş medikal ürünler gibi on sektöre yön veren ileri teknoloji güç
merkezine dönüştürmeyi hedefliyor. Bu kritik sektörlerde küresel pazara hâkim
bir “üretici süper güç” olmayı amaçlıyor. Seçilen bu 10 alanda Çin’in kendi
ürettiği teknolojinin yüzde 70’e yükselmesi ve ileri teknolojinin kullandığı
temel öğeler açısından Çin’in kendine yeterli hale gelmesi en önemli hedef sayılır.
Dönüşüm programı biraz Almanya’nın “Endüstri 4.0” planını çağrıştırsa bile,
o kadar geniş kapsamlı değil (Fakat ÇKP aklını biraz tanıyorsam, “Endüstri
4.0”ı da geride bırakma çalışmasını başlatmışlardır).
Bir iktisatçı akademisyen,
“ABD’nin başlattığı ticaret savaşının altında Çin’in bu teknolojik dönüşümünden
duyduğu korku yatıyor. Çünkü bu dönüşüm ABD’ye teknolojik üstünlüğünü
kaybettirecek” diyor ve “Ayrıca, bu dönüşüm Çin’i orta gelir düzeyinden çıkarak
ve üst gelir grubuna taşıyacaktır” diye ekliyor.
Çin’in bu teknolojik dönüşümü
başaracak noktaya gelmesi tamamıyla Ar-Ge kurumlarının başarısı; yani bilime
yapılan yatırımın meyvesi. Çin’in son 25-30 yıl içinde 45-50 civarındaki kendi Ar-Ge
kuruma akıttığı milyar dolarlar “yüksek teknoloji üreten Çin” olarak döndü. Çok
sayıda nitelikli biliminsanı, bilimsel-teknolojik başarılar, dünyada ilk yüze giren
8 üniversite ve onların yetiştirdiği yetenekli öğrenciler de bu sürecin diğer sonuçları.
Bu Ar-Ge kurumları Tübitak’a benzetilebilir. Fakat Tübitak İslamcı ilkellerin
elinde bir gerilik ve yalan üretim merkezine dönüşürken buradakiler bilimsel araştırma
enstitülerine dönüştü.
Üniversite 500’den büyüktür
Yani soru “İktidarda
tutunabilmek uğruna din ve yalanla aptallaştırılmış ve böylece geleceği çalınmış
bir nüfus mu yoksa nitelikli bir insan kaynağı ve refah mı?” sorusu. Tercih
ilkiyse, “Nasıl oluyorda (Yeni) Türkiye üniversitelerinin ilk 500 içinde esamisi
okunmuyor” demek haybeden üfürmektir. Bu lafları biliminsanı unvanını hak edenler
önünde etseydi, şu cevabı alırdı: “Bilimsel eğitimin temeli evrim kuramıdır. Evrim
kuramı yoksa, bilim de yoktur, bilim yapabilecek akıl da, üniversite de...
Eğitim müfredatının kitapları çocuklara evrim kuramı yerine İslamcı ilkellerin
tecavüz fantezilerini anlatıyor… İmamhatip ve ilahiyat kafasıyla bilim değil ancak
masal-martaval külliyatı üretilir. Yandaş-yanaşmalıkla ise yalan, kalitesizlik
ve çürüme…” Keşke “Üniversite 500’den büyüktür” deseydi. Kimse takmasa da, artistik
bir çıkış olurdu.
Gazeteciye
sınırdışı
Hong Kong (HK) yönetimi,
Financial Times'ın Asya editörü İngiliz gazeteci Victor Mallet'in çalışma
vizesini yenilemedi. Geçen Ağustos ayında, “HK Milli Parti” (hükümet kapattı) lideri Andy Chan, HK Yabancı
Muhabirler Kulübü'nde (FCC) Çin’i
‘Dünya’daki özgür insanlar için bir tehdit” olmakla suçladığı bir
konuşma yapmıştı. HK yönetiminin “HK’lu aşırılıkçılar ve bazı dış güçlerin HK
ifade özgürlüğünü sabote etmeye kalkıştığı bir politik provokasyon” açıklaması
yaptığı o konuşmayı FCC başkan
yardımcısı V. Mallet’in düzenlediği açıklandı. Kraliçe’nin sadık kulları
kolonyalist İngilizler için HK’un Çin’e devredilmesi sanırım hep bir kuyruk
acısı olarak kalacak. Mallet’in ödediği bedel vizesi bitince HK’u terk etmek
oldu. Aslında, HK yönetimi onu tutuklayıp İngiltere’ye şantaj yapmak için
kullanabilirdi ama henüz bir ilkel Arap kabilesi kadar ileri hukuk ve demokrasi
bilincine sahip değiller.
“Küçük kardeş” Kuzey
Kore
Geçen hafta K. Kore’yi önce
Xi Jinping ziyaret etti ve bir-iki gün sonra da Pompeo. Sonrasında, Çin, Rusya
ve K. Kore arasında bir üçlü görüşme yapıldı.
ABD, K. Kore’den nükleer
programını durdurmasını ve nükleer füzeleri imha etmesini istiyor. K. Kore ise
bunun için ABD’nin K. Kore’nin güvenliği konusunda garanti vermesini istiyor. K.
Kore BM temsilcisi, “Nükleer silahlardan arınma taahhüdümüze bağlılığımız
sürüyor. Bu ancak ABD’nin güvenimizi kazanması ile mümkündür. Ulusal
güvenliğimizden emin olmadan tek taraflı olarak silahsızlanmamız beklenmemeli”
dedi. Bu güvenlik talebi aslında ABD’nin bölgeden yani Çin’in çevresinden de
uzaklaşması anlamına geliyor.
ABD’nin K. Kore’nin
güvenliği adına önerdiği şey Kuzey-Güney Kore arasındaki savaş durumunu hukuki
olarak da sona erdiren bir anlaşma oldu. Tam da K. Kore’den beklenecek cevabı
aldı. Mealen şöyle bir cevap: “Bu G. Kore ile birlikte başarabileceğimiz bir
şey, başkasına ihtiyacımız yok”. Kendi aralarında kotaracakları bir barış
anlaşması yakın gibi görünüyor.
ABD’nin K. Kore’yi Çin’e
karşı bir pazarlığa çekmek istediğine dair kuşkular var. Lakin bu olacak şey
değil. Bağımsızlık konusundaki hassasiyeti ve Çin’in uluslararası ilişkiler
politikasına yakınlık duymaması nedeniyle K. Kore-Çin ilişkileri biraz serin olsa
da, Çin açısından K. Kore “küçük kardeş” tir.
Duterte’nin
trenleri
Trumpgillerin en dengesizi
Duterte, Filipinler Devlet Başkanı seçilirse Çin’in desteğiyle (insanlar
işsizlikten, açlıktan kırılırken) ülkeyi çepeçevre dolaşan bir hızlı tren yolu
inşa edeceğini vaat etmişti. Seçildikten sonra, gerek Duterte’nin nereye
savrulacağı belli olmayan dengesiz politikaları gerekse çok yüksek maliyet
(Filipinler çok sayıda adadan oluşuyor) nedeniyle Çin bu projeden uzak durdu.
Son zamanlarda, Kuzey-Güney Kore arasındaki görüşmelerin yanı sıra, G. Kore ile
Filipinler arasında başlayan Çin Denizi’nin güvenliği”ne ilişkin görüşmeler
üzerine Çin Duterte’nin çağrısına cevap verdi ve proje tekrar gündeme geldi. Yakında
projenin ayrıntılarını görüşmeye başlayacaklar. Ayrıntılar tabii ki ABD’nin bu
sulardan nasıl uzak tutulacağına dair işbirliğine odaklanacaktır, malum.



