10 Kasım 2018 Cumartesi

Çin’in yolsuzlukla mücadele sınavı

07 Kasım 2018 tarihli BirGün gazetesinde yayımlanmıştır


Son ÇKP kongresinden aklımda kalan birkaç şeyden biri, bir Merkez Komite üyesinin yaptığı yolsuzluk üzerine fazla açık sözlü diyebileceğim o konuşma. O konuşmanın yaklaşan fırtınanın habercisi olduğunu ben bile anladığıma göre Parti kadrolarının anlamamış olması mümkün değil. O konuşmayı yapan adam şimdi “Parti Disiplin Denetimi Komisyonu”nun başında. Xi, yolsuzlukla bu çapta bir mücadele başlatmak için kongrede istediği yetkileri alana kadar beklemeyi tercih etmiş gibi görünüyor. Sivil bürokrasiden, ordudan, polisten öyle adamlara dokunuyorlar ki, şaşırmamak elde değil. Dönüşüm sürecinde yatırımcılar-sermaye ile “gereğinden fazla” yakın olmanın dejenere ettiği kadrolar tasfiyeye uğruyor. “Yeni solcular” olarak adlandırılan ÇKP muhalifi her renkten komünistin Xi’ye sempatiyle yaklaşmasının bir nedeni de işte bu yolsuzlukla ciddi mücadele. (Diğer iki neden, ekonomide kamunun payını azaltmak yerine dikkate değer ölçüde artırmaya yönelik politikaları ve yoksullukla mücadeleye verdiği önem).

Yine de yolsuzlukla mücadele basın (ve sivil toplum) olmadan, sadece devlet eliyle tam olarak başarılabilecek bir iş değil. Gazetecilere “Elinizde yolsuzlukla ilgili bilgi-belge varsa, bunları yayınlamak yerine polisle, savcıyla işbirliği yapın. Onlar işlerini bitirdikten sonra yayınlarsınız” demek bana gazeteciliğin kamuyu bilgilendirme görevi yerine bir nevi jurnalcilik gibi geliyor... Böyle davranan gazeteciler “polisle işbirliği yaparak yolsuzluğu ortaya çıkardıkları için” polisten plaket ve para ödülleri alıyor, hem de törenle.

Parti Disiplin Komisyonunun savcılığın yapması gereken işlere karıştığına dair eleştiriler var. Disiplin Komisyonu, “Biz, Parti içi disiplin suçu denetimi yapıyoruz, savcılık değil. Elde ettiğimiz delilleri yargıya teslim ediyoruz, gerisi onların görevi” cevabı veriyor. Komisyonun “disiplin suçu” dediği suçlamaların çok büyük bir kısmını bir şekilde akçeli işlere bulaşmak oluşturuyor.

Singapur ve devlet eliyle cinayet
Malezya hükümeti, uyuşturucu satışı nedeniyle Singapur’da İdama mahkûm edilen bir vatandaşının iadesini talep etti (Suçlu, işitme engelli olduğu için “insani nedenlerle” iadesini istedi). Singapur hükümeti bunu fırsat bilerek idam cezası konusunda halkın tutumunu ölçmek amaçlı bir araştırmaya yapmaya karar verdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Asya sorumlusu, “İnsan hakları konusunda iyileştirici adım atmak için halka danışılmaz. Halka ‘bu caniliğe devam mı edelim yoksa uygar insanlığın değerlerini mi benimseyelim?’ diye bir soru sorulamaz. Devlet uygar dünyanın değerlerine göre kararını verir… Umarım bu araştırmayı idam cezasından yana olan görüşlerini desteklemek amacıyla yapmıyorlardır” açıklaması yaptı.

Singapur hükümeti halka yıllardır “İdam cezasını kaldırırsak, uyuşturucu satıcılarının akınına uğrarız” korkusu yayıyor. Oysa idam cezası olmayan Hong Kong narkotik madde trafiği açısından çok daha elverişli bir konumda yer almasına rağmen, uyuşturucu madde ile mücadelede Singapur’a göre çok daha başarılı.
(Not: Singapur’da geçen yıl narkotik madde ticareti suçlamasıyla sekiz kişi idam edildi.)

Kümese tilki girdi
İki yıl kadar önceydi, ABD’nin Çin’e bir “teknoloji hırsızlığı” suçlaması yöneltmesinin ardından, bir Çinli yetkili “ABD’nin ikide bir ‘kümesime tilki girdi yetişin!’ diye avaz avaz bağırmasından gına geldi” diye dalga geçen bir açıklama yapmıştı. Oysa bu açıklamadan kısa bir süre önce Çin, kendi geliştirdiği “Kuantum İnternet teknolojisi”sinin sırlarını çalmaya çalışan 3 ABD’liden bahsetmişti.

Geçen hafta, bir Tayvan ve bir Çin firması ABD yetkilileri tarafından “yarıiletkenler alanında faaliyet gösteren bir ABD firmasından 8,75 milyar dolar değerinde teknoloji hırsızlığı yapmakla” suçlandı. Yine geçen hafta, bir Çin istihbaratı yetkilisi ve iki hacker ABD’de jet motorlarına ilişkin teknolojik sırları çalmaya çalışmaktan tutuklandı. Bence çalmış olma ihtimalleri yüksek. Çinliler genellikle çaldıktan sonra, ABD’liler ise çalmak için ilişkiler geliştirmeye çalışırken yakalanıyorlar. Teknoloji hırsızlığını sadece Çin’in yaptığını düşünmek ABD’lilerin burada özellikle Çin’in askeri teknoloji sırlarını çalmak için neler yaptığından habersiz olmak demek.

Kimin kimden çaldığıyla hiç ilgilenmiyorum. Benim için insanlığın yarattığı değerler tüm insanlığa aittir, ortak malıdır. Bunları, toplumların yararına kullanmak kaydıyla, mülkiyetinde tutan kapitalistlerden çalmak haktır, hatta görevdir. Yukarıdaki örnekteki gibi, kapitalistlerin birbirlerinden çalması ise benim için sadece bir eğlence malzemesi olabilir. Kapitalizm dediğin şey zaten sınırları yasalarla çizilen ve korunan bir hırsızlık değil mi?

Üstüme vazife değil ama yeri gelmişken yazayım: Çin’e yöneltilen teknoloji hırsızlığı suçlamalarının en az yarısı gerçek dışı. Çünkü Çin’de yatırım yapabilmenin ilk koşulu “teknolojini Çin’le paylaşmak zorunluluğu”dur. Çin’le paylaşılan bu kapsamdaki teknolojinin bile teknoloji hırsızlığı diye yayıldığı çok olur.

Vietnam, sesiz ve derinden…
Sanırım önümüzdeki on yıl içinde Vietnam bize büyük bir sürpriz yapacak. Bu sürprize üniversitelerin küçük çaplı Ar-Ge merkezlerine ek olarak kurdukları işlevsel İnovasyon merkezleri kaynaklık edecek. Buralarda ilgili teknolojik bilgilerle donatılmış yenilikçi girişimciler yetişiyor. Çin’den de destek alan bu merkezlerin kapısı girişimcilere her türlü desteği sunmak için sürekli açık. Projesini deneyip başarılı olanlar da var, denemeye devam edenler de… IBM, Microsoft gibi teknoloji devi ABD firmalarının Vietnam’a gösterdikleri ilginin bir nedeni de bu olsa gerek. Mike Pence’in Çin-Vietnam ilişkilerine kama sokmak için yaptığı “rüşvet teklifli (Çin’den uzaklaşın, kıyılarınızı ABD’ye açın yardım edelim)” ziyaret işe yaramadı ve yaramayacaktır. Yani ilginin nedeni bu olamaz. Ticaret savaşları, Çin’in teknolojik dönüşümü gibi etkenler ise zaten herkesin malumu.

5 Kasım 2018 Pazartesi

Köprüden ileri teknoloji geçti

31 Ekim 2018 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır



Hong Kong (HK)-Macau-Zhuhai köprüsü, Başkan Xi Jinping’in de katıldığı basit bir törenle açıldı. Beni şaşırtan Xi’nin açılışa katılması. Zira yol, köprü, havaalanı gibi işler burada ufak işlerdir ve açılıştan çoğu zaman Başkan’ın haberi bile olmaz.

Görünen o ki, Xi, Güney Çin’e köprü açılışı için gelmemiş. Shenzhen’de elektronik-ileri teknoloji firmalarıyla yaptığı toplantılarda söyledikleri, açıklamaları, yeni bir serbest ticaret bölgesi (Büyük Körfez Bölgesi) planına dair sözleri HK-Shenzen bölgesinin Çin’in ileri teknoloji üssüne dönüşeceğini gösteriyor. Halihazırda, Shenzhen, Çin’in elektronik, ileri teknoloji ürünleri üretim merkezi durumunda. Şimdilerde, çoğu kamu yatırımı olan ileri teknoloji firmaları bir plan çerçevesinde yeniden yapılandırılıyor. Bunun en görünür örneği, dünyanın 3. büyük çip üreticisi ZTE’nin yüzde 36 hissesinin Tsinghua üniversitesi tarafından “Shenzhen Kamu Yatırımı Platformu”na devredilmesi. ZTE, Tsinghua Üniversitesinin 25-30 yıllık Ar-Ge sürecinde yarattığı birçok değerden biri ve yüzde 51 hissesi üniversite bünyesindeki Tsinghua Holdings aitti. Şimdi üniversite yüzde 15’lik bir hisseyi kontrol edecek. Diğer 12 üniversiteye ait benzer işletmelerin hisselerinin bir kısmı da aynı şekilde ilgili “Kamu Yatırımı Platformu”na devrediliyor.

“Büyük Körfez Bölgesi” projesinde bahsedilen o körfez, köprünün üzerinde uzandığı Lingdingyang körfezi. Şimdi bu bölgede HK havaalanına komşu sayılabilecek Lantau adası yakınında 2600 hektarlık yerleşim amaçlı bir yapay ada planlanıyor. Bir ay kadar önce, sıkı çevreci anarşist ruhlu Mei’ye “Muhtemelen körfezde birbirine köprü/metro ile bağlanan yapay adalar göreceğiz. İş bu köprüyle bitmeyecek” dediğimde, “inşaat kodamanlarından komisyon mu alıyorsun” demişti. Bence, moda deyimle bir “konsept” çerçevesinde yürütülen bu “ileri teknoloji üssü” projesi bu adayla da bitmeyecek. Belki de her biri ileri teknolojinin farklı alanında uzmanlaşmış yapay adalar göreceğiz.

Deprem, İslamcılar, eşcinseller
Malezyalı devrik politikacı Zahid Hamidi (devrik İslamcı başbakan Najib Razak’ın yardımcısı. Hani evinden milyonlarca Dolar-Euro çıkan alnı secde görmüş şu hırsızın), Endonezya’da çok sayıda can kaybına neden olan deprem ve tsunamiyi (28 Eylül) eşcinsellere bağladı. “Deprem bölgesinde (Palu) binden fazla eşcinsel olduğu söyleniyor. Sonunda bütün bölge harap oldu. Bu Allah’ın verdiği bir ceza” dedi. Hak ettiği cevabı Hong Kong LGBT’den aldı: “Kariyerini bir doğal felaket veya eşcinseller bitirmedi. Hırsızlıktan tutuklusun”. Birkaç hafta önce, bu ilkel adam hakkında 26 milyon dolarlık bir yolsuzluk davasında 45 suçlama yapıldı.

Oysa eşcinsel ilişkilerin dünyanın her yerinde İslamcılar arasında çok yaygın olduğu ifşa olan vukuatlardan bile görülebiliyor. Üstelik bu ilişkilerin çoğu rızaya dayalı ilişki değil şeyh, mürşit vs iddiasındaki “yüce iman sahipleri”nin mürşit-mürit ilişkisinde ve vakıf, dernek, yatılı kurs gibi yerlerdeki taciz-tecavüzleri. Yani eşcinsellik lanetlenmesi gereken bir şeyse, sizin aranızda neden bu kadar yaygın...

Göçmen avcısı köpekbalığı
“Tefeci”nin İngilizce karşılığı “loan shark”. Türkçeye birebir çevrildiğinde ortaya “borç veren köpekbalığı” çıkıyor. Bence çok yerinde bir tanımlama, tam da HK’da ev işlerinde çalışan Endonezyalı ve Filipinli yoksul kadınları avlayan köpekbalıkları gibi.

Zor şartlarda çalışan bu göçmen kadınların aldıkları ücret HK için çok düşük: Ortalama 5000 HK Doları (640 Dolar). Ailelerine daha fazla para göndermeleri gerektiğinde (ki sıkça olur) genellikle bu köpekbalıklarının eline düşüyorlar. Alabildikleri en fazla borç, 6 ayda geri ödenmek üzere ve yüzde 125 faizle 4000 HK Doları. Borca karşılık olarak pasaportlarını rehin veriyorlar. Geçenlerde polis bu köpekbalıklarından birini yakaladı. Zulasında 850 göçmen kadının pasaportu çıktı.

Bu adamlar yasa dışı çalıştıkları için hapis (10 yıl) ve para cezasına (5 milyon HK Doları) ek olarak, kaynağını açıklayamadıkları paralarına da el konur. Bu para çoğunlukla Çin’den HK’a gelen kara para. O para HK’a geldiği sürece, bir köpekbalığı gider diğeri gelir…

Huawei Hindistan’da
Çin’in yükselen yıldızı patronsuz holding Huawei (yüzde 98,56 hissesi çalışanlara, 1,44’ü holding CEO’suna ait) Hindistan’da bir cep telefonu fabrikası kurmaya karar verdi. Yani Çin’in bölgede en ciddi sorun yaşadığı ülkede… Çin ile Hindistan arasında arada bir alevlenen bir sınır anlaşmazlığı var. Hindistan’da faşistlerin iktidara gelmesiyle sorun daha da büyüdü.

Bildiğim kadarıyla, Çin, bugüne kadar yurtdışında petrol-maden çıkarmak ve yol köprü, demiryolu, baraj vs gibi altyapı işlerinden başka bir yatırım yapmadı. Ülke dışında sanayi yatırımı yapmayan, üretim ve karlılığı ülkede tutup kendi halkıyla paylaşmayı ilke edinmiş Çin şimdi Hindistan’da sanayi yatırımı yapıyor… Çin’in yurtdışı yatırım politikasında bir değişikliğe gidip gitmediğini görmek için biraz beklememiz gerekiyor.

Geçenlerde okuduğum bir Çinli iktisatçı akademisyen “Ticaret savaşının getirdiği kısıtlamalardan kurtulmak için üretimimizi yurtdışına taşımayı da düşünmeliyiz” diyordu. Neden bu da olabilir ve bu konuda Huawei devasa pazar ve nispeten ucuz işgücü cenneti Hindistan’ı seçmiş olabilir.

ÇKP, gelişen ekonomik ilişkilerin siyasi sorunları yumuşatacağına ve çözümü kolaylaştıracağına inanır. Yani bu yatırımın ekonomik bir karar olmaktan öte siyasi bir karar olma ihtimali de var. Bu durumda, Hindistan’da daha fazla Çin sanayi yatırımı beklenebilir.

Anekdot
İktisatçı akademisyen dostum Zhou “Sizinkiler iflasın eşiğine getirdikleri, finans kapitalin yakın zamanda belki iflas açıklaması bile isteyebileceği zayıf düşmüş bir ülkeyi değil sanki en şaşalı zamanındaki Osmanlı İmparatorluğu’nu yönettiklerini sanıyorlar. Bu nasıl bir hayal âlemi? Gerçek durumun bir tek sizinkiler farkında değiller” dedi.

26 Ekim 2018 Cuma

Bilime yatırım: Made in China 2025

24 Ekim 2018 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


2015’te açıklanan ve 2025’e kadar Çin ekonomisinin teknolojik dönüşümünü amaçlayan (ve bu günlerde giderek hızlanması beklenen) programın kısa adı “Made in China 2025”. Plan, Çin’i robotik, bilgi teknolojileri, havacılık, denizcilik, modern demiryolu, elektrik, tarım ekipmanları, sürücüsüz ve yeni enerji otomobilleri, yeni materyaller, biyofarma ve gelişmiş medikal ürünler gibi on sektöre yön veren ileri teknoloji güç merkezine dönüştürmeyi hedefliyor. Bu kritik sektörlerde küresel pazara hâkim bir “üretici süper güç” olmayı amaçlıyor. Seçilen bu 10 alanda Çin’in kendi ürettiği teknolojinin yüzde 70’e yükselmesi ve ileri teknolojinin kullandığı temel öğeler açısından Çin’in kendine yeterli hale gelmesi en önemli hedef sayılır. Dönüşüm programı biraz Almanya’nın “Endüstri 4.0” planını çağrıştırsa bile, o kadar geniş kapsamlı değil (Fakat ÇKP aklını biraz tanıyorsam, “Endüstri 4.0”ı da geride bırakma çalışmasını başlatmışlardır).

Bir iktisatçı akademisyen, “ABD’nin başlattığı ticaret savaşının altında Çin’in bu teknolojik dönüşümünden duyduğu korku yatıyor. Çünkü bu dönüşüm ABD’ye teknolojik üstünlüğünü kaybettirecek” diyor ve “Ayrıca, bu dönüşüm Çin’i orta gelir düzeyinden çıkarak ve üst gelir grubuna taşıyacaktır” diye ekliyor.

Çin’in bu teknolojik dönüşümü başaracak noktaya gelmesi tamamıyla Ar-Ge kurumlarının başarısı; yani bilime yapılan yatırımın meyvesi. Çin’in son 25-30 yıl içinde 45-50 civarındaki kendi Ar-Ge kuruma akıttığı milyar dolarlar “yüksek teknoloji üreten Çin” olarak döndü. Çok sayıda nitelikli biliminsanı, bilimsel-teknolojik başarılar, dünyada ilk yüze giren 8 üniversite ve onların yetiştirdiği yetenekli öğrenciler de bu sürecin diğer sonuçları. Bu Ar-Ge kurumları Tübitak’a benzetilebilir. Fakat Tübitak İslamcı ilkellerin elinde bir gerilik ve yalan üretim merkezine dönüşürken buradakiler bilimsel araştırma enstitülerine dönüştü.

Üniversite 500’den büyüktür
Yani soru “İktidarda tutunabilmek uğruna din ve yalanla aptallaştırılmış ve böylece geleceği çalınmış bir nüfus mu yoksa nitelikli bir insan kaynağı ve refah mı?” sorusu. Tercih ilkiyse, “Nasıl oluyorda (Yeni) Türkiye üniversitelerinin ilk 500 içinde esamisi okunmuyor” demek haybeden üfürmektir. Bu lafları biliminsanı unvanını hak edenler önünde etseydi, şu cevabı alırdı: “Bilimsel eğitimin temeli evrim kuramıdır. Evrim kuramı yoksa, bilim de yoktur, bilim yapabilecek akıl da, üniversite de... Eğitim müfredatının kitapları çocuklara evrim kuramı yerine İslamcı ilkellerin tecavüz fantezilerini anlatıyor… İmamhatip ve ilahiyat kafasıyla bilim değil ancak masal-martaval külliyatı üretilir. Yandaş-yanaşmalıkla ise yalan, kalitesizlik ve çürüme…” Keşke “Üniversite 500’den büyüktür” deseydi. Kimse takmasa da, artistik bir çıkış olurdu.

Gazeteciye sınırdışı
Hong Kong (HK) yönetimi, Financial Times'ın Asya editörü İngiliz gazeteci Victor Mallet'in çalışma vizesini yenilemedi. Geçen Ağustos ayında, “HK Milli Parti” (hükümet kapattı) lideri Andy Chan, HK Yabancı Muhabirler Kulübü'nde (FCC) Çin’i ‘Dünya’daki özgür insanlar için bir tehdit” olmakla suçladığı bir konuşma yapmıştı. HK yönetiminin “HK’lu aşırılıkçılar ve bazı dış güçlerin HK ifade özgürlüğünü sabote etmeye kalkıştığı bir politik provokasyon” açıklaması yaptığı o konuşmayı FCC başkan yardımcısı V. Mallet’in düzenlediği açıklandı. Kraliçe’nin sadık kulları kolonyalist İngilizler için HK’un Çin’e devredilmesi sanırım hep bir kuyruk acısı olarak kalacak. Mallet’in ödediği bedel vizesi bitince HK’u terk etmek oldu. Aslında, HK yönetimi onu tutuklayıp İngiltere’ye şantaj yapmak için kullanabilirdi ama henüz bir ilkel Arap kabilesi kadar ileri hukuk ve demokrasi bilincine sahip değiller.

“Küçük kardeş” Kuzey Kore
Geçen hafta K. Kore’yi önce Xi Jinping ziyaret etti ve bir-iki gün sonra da Pompeo. Sonrasında, Çin, Rusya ve K. Kore arasında bir üçlü görüşme yapıldı.

ABD, K. Kore’den nükleer programını durdurmasını ve nükleer füzeleri imha etmesini istiyor. K. Kore ise bunun için ABD’nin K. Kore’nin güvenliği konusunda garanti vermesini istiyor. K. Kore BM temsilcisi, “Nükleer silahlardan arınma taahhüdümüze bağlılığımız sürüyor. Bu ancak ABD’nin güvenimizi kazanması ile mümkündür. Ulusal güvenliğimizden emin olmadan tek taraflı olarak silahsızlanmamız beklenmemeli” dedi. Bu güvenlik talebi aslında ABD’nin bölgeden yani Çin’in çevresinden de uzaklaşması anlamına geliyor.

ABD’nin K. Kore’nin güvenliği adına önerdiği şey Kuzey-Güney Kore arasındaki savaş durumunu hukuki olarak da sona erdiren bir anlaşma oldu. Tam da K. Kore’den beklenecek cevabı aldı. Mealen şöyle bir cevap: “Bu G. Kore ile birlikte başarabileceğimiz bir şey, başkasına ihtiyacımız yok”. Kendi aralarında kotaracakları bir barış anlaşması yakın gibi görünüyor.

ABD’nin K. Kore’yi Çin’e karşı bir pazarlığa çekmek istediğine dair kuşkular var. Lakin bu olacak şey değil. Bağımsızlık konusundaki hassasiyeti ve Çin’in uluslararası ilişkiler politikasına yakınlık duymaması nedeniyle K. Kore-Çin ilişkileri biraz serin olsa da, Çin açısından K. Kore “küçük kardeş” tir.

Duterte’nin trenleri
Trumpgillerin en dengesizi Duterte, Filipinler Devlet Başkanı seçilirse Çin’in desteğiyle (insanlar işsizlikten, açlıktan kırılırken) ülkeyi çepeçevre dolaşan bir hızlı tren yolu inşa edeceğini vaat etmişti. Seçildikten sonra, gerek Duterte’nin nereye savrulacağı belli olmayan dengesiz politikaları gerekse çok yüksek maliyet (Filipinler çok sayıda adadan oluşuyor) nedeniyle Çin bu projeden uzak durdu. Son zamanlarda, Kuzey-Güney Kore arasındaki görüşmelerin yanı sıra, G. Kore ile Filipinler arasında başlayan Çin Denizi’nin güvenliği”ne ilişkin görüşmeler üzerine Çin Duterte’nin çağrısına cevap verdi ve proje tekrar gündeme geldi. Yakında projenin ayrıntılarını görüşmeye başlayacaklar. Ayrıntılar tabii ki ABD’nin bu sulardan nasıl uzak tutulacağına dair işbirliğine odaklanacaktır, malum.

21 Ekim 2018 Pazar

ÇKP’yi eleştirdim, eyvah!

17 Ekim 2018 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır



“Beyaz Adam”ın manipülatif Batı basınına göre, ÇKP’yi eleştirmek belaya davetiye çıkarmak demek. ÇKP polisi eleştiri yapanı yakalar, mahkeme sorgusuz sualsiz tutuklar, bir cezaevinde atılır ve unutturulur, hapiste çürür... Anlatılan distopya kabaca böyle bir şey. Yani emperyalist Batı’nın komünizm düşmanlığı oluşturmak ve yaymak için uydurduğu kara propagandanın bugünkü Çin’e uyarlanmış hali…

Bu kara propagandanın günümüzdeki gönüllü yaygaracıları kapitalizmin kullanışlı maymuncuğu liberaller. Sağcıları kimse ciddiye almadığı, söylediklerine değer vermediği için bu pis işi liberaller üstlenmiş durumda. Bu kadar karalama çabası Çin’in Batı kapitalizmine karşı güçlü ve baş edilemez bir rakip olarak ortaya çıkmasından kaynaklanıyor, komünist olmasından değil. Yoksa Çin’in bildik anlamda bir sosyalist ülke olmadığını Batı kapitalizmini yeniden üretme vazifesi üstlenen bu liberal tayfa tabi ki biliyor.

Peki, ÇKP eleştirilemez mi, eleştirenlerin başına ne gelir? ÇKP kongrelerini izleyebilenler ve yayınlarını okuyabilenler birçok “içeriden eleştiri” ile karşılaşırlar. Eleştirinin gelişme ve yenilenmenin anahtarı olduğunu bilmediklerini sanmak ÇKP’yi hafife almak olur. Sorun eleştirinin hangi perspektiften yapıldığıdır. Marksist, sosyalist soldan eleştiriler “doz aşımı -sataşma, karalama vs” içermiyorsa genellikle “içeriden eleştiri” kabul edilir. Aralarında tanıdıklarım da olan “Yeni Solcular” olarak bilinen her renkten muhalif komünistin yaptığı ÇKP eleştirileri hafife alınacak cinsten değil. Ama başlarına bir şey geldiği de yok. Çoğunluğu akademisyen olan bu insanlar akademik çalışmalarına devam ediyorlar. Çin, dünyaya madara olmuş İslamcı ilkellerin Yeni Türkiye’si mi ki polisi, savcısı, yargısı muhalifleri bir suç uydurup içeri tıkmak için pusuda yukarıdan işaret bekliyor olsun…

ÇKP’ye göre “Burjuva liberalizmi”nin (kapitalizmin) değerlerine yaslanarak yapılan “salvolar” ve eylemler eleştiri değil sosyalizm ve dolayısıyla ÇKP ve Çin karşıtlığıdır. Devletle siyasi nedenlerle başı derde girenler genellikle bu grupta yer alanlar. Benim “bazı sosyalist uygulamalar da içeren bir tür devlet kapitalizmi veya onun gibi bir şey” olarak tanımladığım “Çin’e özgü sistem”, ÇKP’ye göre “Çin’e özgü sosyalizm”dir. Üretici güçleri geliştirmek için kapitalizme özgü bazı yöntemler kullandıklarını ve bunun sosyalizme-Marksizm’e bir katkı olduğunu düşünüyorlar. Bu sistemin sosyalizm olduğuna gerçekten inanıyorlar ve “kapitalizme, burjuva liberalizmine yaslanarak yapılan salvoları ve eylemleri” ifade özgürlüğü olarak anlamıyorlar.

Bir de çıkar ilişkilerine çomak sokarsanız ve edindiğiniz bilgileri özellikle Batı basını aracılığıyla dünyaya duyurursanız, başınız dertte demektir. Bir yetkilinin birkaç yıl önce gazetecilere söylediği şu cümle konuya bakışlarını özetliyor: “Yolsuzluk konusunda sadece Partinin yetkili organları, polis ve savcılarla işbirliği yapın”. Bakalım yolsuzlukla mücadelenin yalnızca devlete yani yolsuzluğu üreten kaynağa bırakılamayacağını ne zaman anlayacaklar.

Büyük yıldıza dokundular

Çin’in en popüler ve en çok kazanan sinema oyuncusu Fan Bingbing’e kazancını yanlış beyan ettiği ve böylece 370 milyon Yuan (55 milyon Dolar) eksik vergi ödediği için 479 milyon Yuan (70 milyon Dolar) vergi cezası kesildi. Vergi cezasını ve eksik ödediği vergi tutarını (70+55 milyon Dolar) yasal süre içinde öderse, ayrıca ceza davası açılmayacak (ilk cezası olduğu için).

Birkaç gün önce, Bingbing, “Çok utanıyorum ve herkesten özür diliyorum. Bu cezayı kabul ediyorum, suçluyum. Devlet ve halkın desteği olmadan bugünkü başarıma ulaşamazdım. Komünist Parti ve devletin iyi politikaları ve halkın sevgisi olmadan Fan Bingbing de yoktur” açıklaması yaptı.

Son birkaç yıldır giderek zorlaşsa da, vergi kaçırmak Çin’de yaygın bir alışkanlık sayılır. Yeni vergi reformunun yürürlüğe girmesinden önce çok popüler bir oyuncuya yönelik bu soruşturma bundan sonra vergi kaçıran kimsenin gözünün yaşına bakılmayacağına dair bir uyarı.

Devlet Vergi İdaresi yetkilisi, Bingbing’e kesilen cezayı açıklarken eğlence sektörüne dönük bir uyarı da yaptı: “Diğer kişi ve firmalar da vergisi ödenmemiş gelirlerini beyan etmedikleri takdirde incelemeyle karşı karşıya kalabilirler. Yıl sonuna kadar beyanda bulunanlar ödenmemiş vergi tutarı haricinde bir ceza ödemeyecekler” dedi. Eminim hepsi hileli vergi beyanlarını düzeltmek için sıraya girecektir.

Gelir vergisi indirimi

Sonunda yeni vergi reformu yürürlüğe girdi ve “gerçek kişiler” için gelir vergisi tabanı aylık 3500 Yuan’dan (505 Dolar) 5000 Yuan’a (725 Dolar) yükseltildi. Aylık geliri 20,000 Yuan’ın (2900 Dolar) altında olanlar yüzde elli civarında bir vergi indiriminden yararlanacaklar. Çin’de gelir düzeyi yükseldikçe artan bir gelir vergisi sistemi var (en yüksek oran yüzde 45). Vergi indiriminden yararlanacak olanlar yüzde 10-25’lik gelir vergisi diliminde yer alanlar. Reformu anlamlı kılan da zaten alt, alt-orta gelir gruplarına yani toplumun oldukça büyük bir kesimine yönelik olması.

Bir ÇKP yetkilisi, “Reform, refahın topluma yayılmasını ve özellikle düşük gelirlilerin yaşam standardını yükseltmeyi amaçlıyor. Ayrıca, tüketimi artırarak ekonomik büyümeye önemli katkı yapacaktır” dedi. Yani ticaret savaşlarından bir ölçüde etkilenen üretimi iç tüketimi artırarak telafi etme çabasından bahsediyor.

İnternet bağımlılığı yüzde 10

Batı’nın psikiyatri literatürüne birkaç yıl önce giren “İnternet bağımlılığı”nın yolu sonunda Çin’e de düştü. “Ergen Sağlığı Eğitim Kılavuzu”nun son revizyonunda “İnternet bağımlılığı” bir psikolojik bozukluk olarak tanımlanıyor ve tanı ölçütleri yer alıyor.

Bir uzman psikologa göre, ergenler arasında “İnternet bağımlılığı” dünya genelinde yüzde 6, Çin’de ise yüzde 10 civarında. Aradaki yüzde 4’lük fark akademik olarak ele alınması gereken ciddi bir konu. Çinlilerin içe dönük insanlar olmaları, dünyaya internetten açılmaya/anlamaya çalışmaları… Bunlar ilk aklıma gelen etkenler.

Mahkemeler kapatılmalıdır

“Yeni Türkiye”de yargı giderek gereksiz bir kuruma dönüşüyor. Bu gidişle muhalifler için suç uydurup içeri tıkmaktan başka bir işlevi kalmayacak.

Bursa’daki bir arazinin kamulaştırma bedeli için bedel tespiti davası açmıştık (Karacabey 2. Asliye Hukuk Mahkemesi. Dosya no: 2017/674). Mahkeme kamulaştırma bedelinin düşük tespit edildiğine karar verdi. Fakat, nasıl bir hukuk dalaveresiyse, Karayolları tespit edilen bedeli ödemediği için hâkim davanın reddine karar vermiş. Karar, “Karayolları mahkeme kararını takmıyor. Bu yüzden adalet tecelli etmeyecek” demek istiyor. “İstinaf mahkemesine gidin” yani “Derdinizi Marko Paşa’ya anlatın” diyor.

Ruhumda münafıklık olsa, elbirliğiyle kotarıldığı belli olan bu karardan şu sonuçları çıkarırdım:
Artık devlet kasasından yandaş-yanaşma dışında kimseye bir kuruş yok. Bu kadar adamı beslemek kolay mı sanıyorsun…
16 yıl sonunda ülkeyi iflas ettirdik, ödeyecek para yok.
Devlet, mahkemeleri-mahkeme kararlarını takmıyorsa, bize “siz de takmayın” demiş olmaz mı…
Devlet bize borcunu ödemiyorsa, biz niye devlete borç ödeyelim…

8 Ekim 2018 Pazartesi

Adam havaalanı yaptı

07 Ekim 2018 tarihli BirGün Gazetesinde yayınlanmıştır


Hem de dünyanın en büyük havaalanını, “Beijing Daxing International Airport”… Üstelik Çin’in kendi teknolojisiyle ve kendi parasıyla. Projesini ADP Ingeniérie ve Zaha Hadid Architects’in birlikte hazırladığı bir mimari-sanat şaheseri. Terminal binası bittiğinde, muhtemelen bir ilk olarak, içinde bahçelerin yer aldığı bir “yeşil terminal” olacak. Yani sadece en büyük değil aynı zamanda bir “marka havaalanı” yapıyorlar. Kurumsal akıl, bilgi ve vizyon işte böyle bir şey…

İhtiyaca yönelik maliyeti de şeffaf

Dünya’nın en büyük havaalanını yapalım diye yola çıktıklarını hiç sanmıyorum. O keskin ÇKP zekâsı böyle ahmakça işler yapmaz. Altyapı projelerinin “en büyüklük ünvanı”nın uzun sürmediğini ve büyük bir savurganlık olduğunu tabii ki bilirler. Yapılan açıklamalar hedefin uzun yıllar ihtiyaca cevap verecek bir havaalanı yapmak olduğunu gösteriyor. Bugüne kadar birkaç kez genişletilen Pekin havaalanı artık ihtiyacı karşılamakta zorlanıyor.

Mevcut havalimanını on yıl önce ve geçen yıl olmak üzere iki kez kullandım. On yıl önce de kalabalıktı ama geçen yıl gördüğüm kalabalık yolcuları bunaltacak düzeydeydi. Yani Daxing havalimanını büyük bir havalanına gerçekten ihtiyaç olduğu için yapıyorlar. Maliyet konusu da gayet şeffaf: İnternet sitesinde yer alıyor veya istersen sor, “devlet sırrı veya ticari sır” gibi yolsuzluğu gizleme amaçlı gerekçelere sığınmadan söylesinler. Açıklanan toplam maliyet 13,4 milyar dolar.

Aslında bu havalimanı hikâyesi on yıldan eskiye dayanıyor. Sonunda, Ocak 2013’te hükümet projeyi onayladı ve inşaat başladı. Bir uzmanın açıkladığına göre, ortada “hükümetin projeyi geç onaylamasından kaynaklanan gecikme” diye bir şey yokmuş. Havaalanı yapılacak olan bölge en az beş altı yıl çesitli parametreler açısından gözlenir-değerlendirilirmiş. Uygun olup olmadığına öyle karar verilirmiş. Bizim gecikme sandığımız şey işte bu gözlem-değerlendirme süreciymiş.

Proje, Haziran 2019’a kadar tamamlanacak ve üç aylık test süresi sonunda Eylül 2019’da faaliyete geçecek. Havaalanı ile şehir ve mevcut havaalanı arasındaki hızlı tren ve metro yapımı da aynı sürede bitirilecek (Yolcuları otobüsle yollarda telef etmeyi veya taksicilerin insafına terk etmeyi henüz öğrenemediler).

Altı üstü havaalanı açılışı

Açılışı Xi Jinping’in yapacağını ve ahmak aldatmak için ortalığı haybeden hamasete boğacağını hiç sanmam. Belki açıldığından haberi bile olmaz. Havaalanı açılışı yapmaktansa “Yoksullukla mücadele programı” kapsamındaki projelerin uygulandığı köyleri gezmeyi tercih edeceğine eminim. “Altı üstü bir havaalanı, ne var bunda büyütülecek” diyecektir. Endüstri, bilim-teknoloji, tarım alanında övünecek o kadar çok başarıları var ki, havaalanı “övünülecekler” arasında yer alamaz. Ekonomik kalkınma deyince aklına yol, köprü, tünel, havaalanı gelen birisi burada alay konusu olur. Bunların az gelişmiş ülkelerin zorunlu alt yapı yatırımlarından ibaret olduğunu bir ekonomiste kulak misafiri olan herkes bilir.

“Havalimanının adı neden Daxing ve ne anlama geliyor?” diye bir soru akla gelebilir. Daxing, projenin inşa edildiği bölgenin adı. Çin’de tesislere bulundukları bölgeyle ilgili bir ad vermek gelenektir. Dünyanın hayran olduğu o devasa baraja bile üç nehrin birleşmesiyle oluşmasından ilham alarak “Üç Boğaz Barajı” adı verilmişti.

‘Kötülüğün sahipleriyle anılsın’

Son sözüm İstanbul’daki 3. havaalanı için isim arayanlara: Bu proje ülkenin ihtiyacı olmadığı halde, sırf ülke kaynaklarını yağmalamak, yandaş semirtmek ve rant yaratmak için icat edilmiş bir gereksiz iş. Yağma, talan ve yolsuzluğun yani ülkeye yapılan büyük bir kötülüğün adı. Doğaya, verdiği zarar da cabası. İşletmeye açıldığında korkarım rekor zarar yazacak. Sayısı bilinmeyen işçi ölümleri ve neredeyse firavunun köleleri ile aynı koşullarda çalıştırılan işçilerin “Yeter artık!” feveranına reva görülen zorbalığı da kimse unutmayacak… Tüm bu nedenlerle, bu havaalanı uygar dünyada kötü bir şöhretle anılacak.

Velhasıl, bırakın o havaalanı kötülüğün sahiplerinin adıyla anılsın, bunu fazlasıyla hak ettiler. II. Abdülhamid (ve tabii ki Vahidüddin) dedelerinin izinden giden nev-zuhur Osmanlı’nın adlarının ülkenin her köşesinden silinmesinin uzun zaman alacağını sanmıyorum. O zaman yeni bir isim bakarız…

28 Ağustos 2018 Salı

Adam yol yaptı

26 Ağustos 2018 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Hem de ne yol… Hong Kong (HK) ve Çin’in güney ucu arasındaki Lingdingyang Körfezi’ni deniz üstünden boydan boya geçen 40 km uzunluğunda bir köprü. Yol, HK Havalimanı’ndan başlıyor, Macau adası ve adanın çok yakınında bulunan Çin’in Zhuhai şehrine kadar uzanıyor.

Başlangıç ve bitiş noktalarındaki tüneller dâhil toplam 55 km kadar. Uçakların iniş-kalkış trafiğine zarar vermemek için HK havalimanından başlayarak altı buçuk km’lik bir mesafe denizaltından tünel olarak tasarlanmış. Tünel, inşaat sırasında oluşturulan bir yapay adada yüzeye çıkıyor ve bu noktada köprü başlıyor. HK-Macau-Zhuhai yolunun bağlantı noktasında bir yapay ada daha var. Bağlantı yolları bu ada üzerinden dolaşıyor. Ayrıca, bir yapay ada HK havalimanı yanında ve bir tane de Macau da var. Bu iki ada yolcu geliş-gidiş noktası ve gümrük sahası olarak hizmet verecekmiş.

Bana göre projenin en ilginç ayağı olan Macau adası hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. 1999’da kadar Portekiz kolonisi olan bu küçük ada Çin’den yüzerek bile geçilebilecek kadar yakın. Ada, gelir kaynağı kumar (ve fuhuş) olan bir “turizm cenneti”. HK ve Çin’de kumar çok sert kurallarla yasak. Fakat Çinliler kumar oynamayı, sermayeyi kediye yükleyecek kadar olmasa da, tutku derecesinde severler. Bu insanlar için tek seçenek bu ada. Özetle, Macau adası kumar oynamak, “turistik faaliyette bulunmak” isteyenlerin akın ettiği bir yer. Hafta sonu ve tatillerde uzak doğunun “eğlence tutkunları” bu adaya akıyor. ÇKP, her türlü pisliği de beraberinde getiren kumarı bu küçük adaya sıkıştırarak çok sıkı biçimde kontrol etmeyi düşünmüş.

İki yıl önce, merakıma yenilip bu adayı ben de ziyaret ettim. Tecrübeli biri olarak şu kadarını söyleyeyim: Geçen yıl, memleketteki ahlâk ve fazilet abidesi Milli ve Yerli iktidarın bir tosuncuğu Singapur’da kumar oynarken bir kameraya yakalanmıştı. O tosuncuk “helal-İslâmi kumar” oynamak için Singapur yerine Macau adasını seçseydi, kesinlikle yakalanmazdı. Yani o kadar güvenilir bir “turistik faaliyet” cenneti… Çinli iş adamlarının fırsat buldukça sevgililerinden biriyle bu adaya kaçması boşuna değil. (Not: Çin kamu görevlilerinin bu adaya gitmesi yasak.)

Köprü projesinin maliyeti küçük bir ülkeyi ihya etmeye yetecek kadar büyük: 15,3 milyar dolar. Resmi olarak projenin amacı, “HK, Çin’in İnci Nehri deltası ve Macau arasındaki yolcu ve karayolu taşımacılığı ihtiyacını karşılamak, bu üç bölgenin ekonomik ve sürdürülebilir gelişmesini güçlendirmek”. O bildik resmi açıklamalardan biri… Yine de haksızlık etmeyeyim. Bu açıklamanın en az yüzde ellisinin proje için taşınan gerçek niyet ve beklentiyi yansıttığına inanıyorum. Kısaca, Çin’in güney ucundan Macau ve HK’a başta gıda-tarım ürünü olmak üzere sanayi mallarını da kısa yoldan göndermek, HK limanlarını da kullanmak, HK Havalimanını kullanarak Çin’in en güney bölgesine gidişi kolaylaştırmak amaçlanıyor. Yani kesinlikle yandaş semirtmek için icat edilmiş bir gereksiz iş, bir ucube proje değil. Maliyetin de gerçek rakamları yansıttığına eminim. HK’da bir dolara yapılacak bir işi beş dolara yandaşa verip aradan dört doları çalmak gibi bir “devletlû çapulculuk” mümkün değil. Çin’de mümkün olabilir ama HK’da asla. Maazallah, adamı hapiste çürütürler…

HK hizmet sektörünün bankalardan sonraki en azman bileşeni inşaat firmaları (üretim sektörü yok. Çin’e taşındılar). Öyle bir inşaat faaliyeti ki, hafriyatla denizi doldura doldura ve üstüne bina dike dike şehri en az yüzde on büyüttüler. Sadece finans, ticaret ve inşaata dayalı HK ekonomisini canlı tutmak ve büyüme için eldeki en kullanışlı araç inşaat. Bence, köprü projesinin belki ilk belki de ikinci nedeni işte bu gerçek.

Artık hepimizin bildiği gibi, kaynakları inşaatla çarçur etmek (1) borçları şişirerek ülkeyi bir krize sürükleyebilir ve (2) sanayiyi nefessiz bırakabilir. HK, finans kapitalin dünyadaki birkaç üssünden biri olduğu için kaynak diye bir sorun yok. Bütün dünyanın parası HK’a akıyor. O kadar çok paraları var ki, “çok vergi toplanıyor ve harcayacak yer bulamıyoruz” diye vergi oranını düşüren bir yerden söz ediyorum. Üstelik burada yılda bir kez ödenen bir tek vergi var: Gelir vergisi. Yani tek vergi türü, tek vergi oranı, tek hesap yöntemi, tek ödeme şekli. Bu da bizim Rabia; ama bu refah sunan bir Rabia…

12 Mart 2018 Pazartesi

“Mübarek cuma” azarı

11 Mart 2018 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

“Fetva makamı olsam, Cuma vaazları imanınıza zarar verir fetvası verirdim.” Bu sözler modern dindar dostum Pakistanlı Ali’ye ait. Ali, burada tanıdığım en sakin tabiatlı ve ince ruhlu insan. Bir şeye sinirlendiğini belli etmeyi bile karşısındakine saygısızlık olarak görür ve onu inciteceğinden korkar. On yıldan fazladır tanışıyoruz ama onu ilk defa birkaç hafta önce bir Cuma günü öfkeli gördüm.

Hak etmediği bir muameleye maruz kalmış bir insanın o içerlemiş hali vardı üstünde. Ali, Cuma gününü önemser ve daha da sakin ve sevecen biri olur. O yüzden, bu “mübarek gün”de öfkeli olmasına şaşırdım. Onu öfkelendiren şey, dinlediği Cuma vaazı. İmam/vaiz, Müslüman ailelerin kız çocuklarının diğer dinlerden olanlarla (özellikle erkeklerle) arkadaşlık etmesi, yakınlık kurmasına İslami nasihat kılığında mide bulandırıcı laflar etmiş. İki kızı olan Ali vaazı dinlemeye tahammül edememiş ve camiyi bir daha uğramamak üzere terk etmiş. “İslam dünyasında ibadethane işlevi gören cami neredeyse kalmadı. Artık hepsi şurasından veya burasından İslamcı gericiliğin propaganda merkezi haline geldi. Neredeyse her vaaz mutlaka siyasi mesaj içeren bir siyasi nutuk. Mübarek günde camiden günah yüklenip geliyorum. Bu adamların söylediklerine kulak veren, camide onların arkasında saf tutan bir Müslüman günah işler. Bunlar karanlık ruhlu, kötü insanlar” dedi.

Ali, yıllar önce Pakistan’da tanık olduklarına birkaç yıldır buralarda da tanık olmaya başladığını söyledi ve şunları anlattı: “Cemaati azarlayan, aşağılayan vaazları yirmi yıl önce Pakistan’da ilk defa yobaz mollalardan duymaya başladım. Cemaati aşağılaya aşağılaya sonunda aşağıladıkları gibi bir aptallaşmış cemaat yarattılar. Şimdi ülkedeki bütün camilerde aynı şey yapılıyor. Her Cuma vaazında, kibir dolu bir sesle Müslümanların ne kadar beceriksiz, dinini anlamaktan aciz, imanı zayıf, bir dindar gibi yaşamayı beceremeyen ahmaklar, imanı batı kültürüyle zehirlenmiş ve zayıflatılmış akılsızlar vs olduğunu anlatıp cemaati paylıyorlar, aşağılıyorlar. Batı uygarlığına küfretmek ve Müslümanların Batı karşısında birlik olamayı beceremediğinden yakınmak her Cuma vaazının spesiyali. Cemaat içinde ‘Bu akıl düşmanlığıyla bütün İslam âlemi Batı’ya karşı birlik olsa ne yazar’ diye düşünen, soran bir kişi bile olduğunu sanmıyorum. Bunu soranlar artık camiden de cemaatten de uzaklaştılar. İslam gericilerin eline düşüp siyasallaşınca, dine yakın duranların sayısı azalırken dinden uzaklaşanların oranı arttı.”

Dinin günah saydığı kibrin din Diyanet erbabında neden bu kadar yaygın olduğuna dair soruma Ali’nin cevabı, “Hiçbir yerde yazmayan ve erişilmesi mümkün olmayan bilgiye sahip olduklarını sanıyorlar; yani öbür dünyanın bilgisine. Bu konuda o kadar ayrıntılı bilgi sahibi oldukları iddiasındalar ki, öbür dünyayı elleriyle koymuş gibi bulacaklarını sanırsın. Oysa ‘erişilmesi mümkün olmayan’ bu nevi malumat ya insanın hayal dünyasının ürünü bir uydurmadır ya da düpedüz yalandır” oldu.

Bu ağır kibri memleketteki din Diyanet erbabında da gözlerdim. TV’lerde boy gösteren tarikatçı tayfa ve Diyanet camiasına biraz dikkat eden biri ne demek istediğimi anlar. Özellikle Cuma günleri ses sisteminden cami dışına yayılan o ağır kibir yüklü sesi (vaaz) duyan bir yabancı, cemaate “Atom altı parçacık araştırmaları” veya “Nükleer fizik problemleri”nden bahsedildiğini sanabilir. Oysa yaptıkları şey, (1) alttan alta bir İslamcı-gerici iktidar propagandası ve (2) cemaati paylama fasılları arasında altı yaş çocuğu zekâsına hitap eden meseller anlatmak. Yani, Ali’nin bahsettiği Pakistan’daki o vaazların bir benzeri.

Ali’ye göre, “İslamcı ilkellerin (İslam) müktesebatı Cro-Magnon insanının (40 bin yıl yaşında) aklına hitap ediyor. Günümüzün modern toplumunda bir karşılığı yok. Bu müktesebatla uygar dünya karşısında ezildikçe, buldukları tek çıkış yolu ya ‘(Batı uygarlığından daha üstün) Büyük İslam medeniyeti’ gibi bir hayal dünyası medeniyetine sığınmak ya da ‘Her şeyin gizli bilgisini içeren ve Müslümanların bunları keşfetmesini bekleyen mucize kitap Kuran’ gibi kendileri uydurup İslama yamadıkları bir yalana sarılmak”.

Ali’yi dinlemek bazen insanı yoruyor. Burada biraz duralım ve büyük filozof ve ilahiyatçı (yani her konuda malumat sahibi) Spinoza büyüğümüze kulak verelim: “Bakın sevgili kardeşlerim! Kutsal kitapta hata olduğunu iddia etmek noktasında, madem ki bunun tanrıya saygısızlık olduğunu söylüyorlar, o zaman kutsal kitaba kendi fantezilerini sokuşturmak suretiyle yalan üretenlere ne dememiz gerekiyor…”

26 Şubat 2018 Pazartesi

Yoksulluk takdir-i ilahi midir? 2

25 Şubat 2018 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Çin’de yoksulluk sorunu aslında kırsal bölge yoksulluğu anlamına geliyor. Kentlerin çeperinde tutunmaya çalışan yoksullarının da büyük oranda bu kırsal bölgelerden kentlere gelenler olduğu biliniyor. Yani yoksulluktan kurtarılacak kırk milyonluk nüfusa onlar da dâhil. 2021’e kadar yoksulluğu ülkeden silme hedefine o kadar önem veriliyor ki, Xi Jinping, Çin Yeni yılı tatilini ülkenin “Yoksullukla Mücadele Programı” uygulanan bölgelerini ziyaret ederek geçiriyor ve bu bölgelerde yapılan çalışmaları köylülerin kendilerinden dinliyor. Xi’nin başkanlığı süresi içinde ulaşmak için belirlediği bir hedef var: Çin’i bir orta düzey refah toplumu haline getirmek.

“Yoksullukla Mücadele Programı”nın geçmişi biraz eskiye uzanıyor fakat Xi’nin Devlet Başkanı olmasıyla birlikte uygulama biçimi bütün Çin’de neredeyse tamamıyla değişti. Yoksul kırsal bölgelere bu program kapsamında yıllarca yapılan ödemeler genellikle dibao (asgari geçim yardımı) yerine geçmiş. Ne kırsal kalkınmaya hizmet etmiş, ne üretim artmış, ne köylülerin geliri-yaşam standardı yükselmiş ne de kırdan kente göç azalmış. Xi, daha Devlet Başkanı olmadan önce, yöneticisi olduğu eyalette bu sistemi değiştirmiş. Köylülere para dağıtmak yerine üretici olmalarının, üreterek kazanmalarının ve yoksulluğu böyle yenmelerinin yolunu açmış. O eyalette uygulamaya başladığı bu yöntem neredeyse altı yıldır Çin’deki tüm yoksul kırsal bölgelerde uygulanıyor. Bazı bölgelerde mucize denebilecek sonuçlar elde edilmiş. Birkaç yıl öncesine kadar ilaç alacak parası olmayan insanların bugün, bırakın yoksulluk sınırını, orta düzey gelirin bile üstünde kazandıkları yerler var. İşin sırrının köylülerin programa her anlamda tam katılımı ve sorumluluk üstlenmeleri olduğu söyleniyor.

Süreç (1) bölgenin barındırdığı olası fırsatların, potansiyelin keşfedilmesi ile başlıyor ve ortaya bir proje konuyor. Bu projeyi köylüler de geliştirebilir, yerel hükümetin üzerinde çalışıp köylülere sunduğu bir teklif de olabilir. (2) Projenin sürdürülebilir, uzun vadeli ve geliştirilmeye açık olmasına çok önem veriliyor. (3) Yerel hükümet gerekli bütün desteği (para, teknik bilgi, pazarlama vs) sağlıyor. (4) Proje pazarlama sorunu çözülmüş olarak başlıyor. Yani ürünlerin alıcısı zaten hazır oluyor (özel sektör veya yerel hükümet) ve köylülerle üretim ve satın alma kontratı yapılıyor. (5) Köydeki yoksul oranı yüzde ikinin altında düştüğünde, üst düzey yöneticilerin de katıldığı ve bir festivale dönüşen kutlamayla köy yoksul yerleşim yerleri listesinden çıkarılıyor.

“Yoksullukla mücadele programı”nın bu kadar başarıyla uygulanması her ne kadar bu faktörlerin eseri olsa da, bence çok önemli bir etmen daha var: Bu ÇKP yöneticileri kuşağı ağırlıkla Mao’nun Kültür Devrimi çocuklarından oluşuyor (Bkz. “Kültür Devrimi çocukları” başlıklı yazım). Yani lise ve üniversite yıllarında zorunlu olarak köylere gönderilen ve oralarda köylülerin eğitim ve kalkınması için çalışan kuşak. Köyü, köylülüğü tanıyorlar ve kırsal kalkınma konusunda deneyimliler. En önemlisi, köylülerin yoksulluğunu dert edinen, bundan acı duyan insanlar olmaları. Xi, ziyaret ettiği bir köyde "Benim görevim Çin halkına hizmet etmek. İnsanların iyi bir hayat sürmelerini sağlamak biz komünistlerin en büyük amacı ve özlemidir” dedi. Anlaşıldığı üzere, memleketi talan eden insani-ahlaki olarak düşkün Siyasal İslamcılarla hiçbir benzerlikleri yok. Siyasal İslamcıların ekonomik kalkınma ve insani gelişmişlik gibi bir dertlerinin olmadığını, kendilerinden sadaka dilenen ve karşılığında oy satan bir sefil nüfus istediğini artık bütün dünya biliyor.

Köyleri yoksulluktan kurtarma programına ek olarak, daha geniş kapsamlı bir kalkınma çalışması daha yürütülüyor: Gelişmiş güney eyaletleri geri kalmış eyaletlere (zorunlu olarak) yatırım yapacak ve oraların kalkınmasına her açıdan katkı sunacak. Böylece kalkınmayı tüm ülkeye yaymayı planlıyorlar. Bu konuda eyaletler iki eyaletin birbirini denetleyemediği bir çapraz denetime tabi tutulacak. Yani her eyalet bir başka eyaletin az gelişmiş bir bölgedeki yatırımlarını denetleyecek.

Görüldüğü gibi, memleketteki siyasal İslamcıların aksine, adamlar gerçekten kalkınma ve halkın refah düzeyini yükseltmek için çırpınıyorlar. Eski diplomat (yeni akademisyen) dostum Hua’ya göre, “Sadece beton ve yalan üreterek (Siyasal İslamcıların tarihin gördüğü en rezil yalancılar olduğunu artık dünya anladı, malum) bir ülkenin ekonomik ve insani gelişmişlik düzeyi açısından kalkındığı görülmemiştir”.

17 Şubat 2018 Cumartesi

Yoksulluk takdir-i ilahi midir 1?

11 Şubat 2018 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Aklı dini eğitimle hadım edilmiş ve bu yüzden düşünme-akıl yürütme yetisi dumura uğramış ilkel (Siyasal) İslamcılara göre öyledir. Yani yoksulluk kaderdir ve “Allah bazısını beter bir yoksullukla, bazısını ise yoksulun sofrasındaki bir lokma ekmeği ve bebesinin içeceği sütü çalarak saltanat ve sefa sürmekle sınar”. Nedendir bilmem, sadece İslam âlemi böyle sınanıyor. Neyse, mevzu Çin ve bunların tanrıları da bir tuhaf. Çinlilerin tanrıları İslamcıların kendi ilkellik, insani-ahlaki düşkünlük ve kötülüklerinin birebir yansıması olan o “dünyevi iktidar aracı” Allaha (bu samimi Müslümanın iman ettiği Allah değil) hiç benzemiyor. Konuya dinden girdiğim için umarım kimsenin aklından Çinli yöneticilerin dindar olduğuna dair bir düşünce geçmemiştir. Çin resmi olarak ateist bir devlet ve insanları yoksulluktan kurtarmak için çırpınan yöneticiler arasında dindarlar olduğunu hiç sanmıyorum. Fakat hırsız yöneticiler arasında olabilir.

ÇKP, bir yıl kadar önce “Çin’in yoksul bölgelerindeki üst düzey yöneticiler bölgelerindeki yoksulluğu ortadan kaldırmadıkları sürece terfi edemeyecek veya diğer görevlere atanamayacaklar” diye bir karar aldı. 19. ÇKP Kongresinde (Kasım 2017) de bu karar içeriği genişletilerek “2021 yılına kadar ulaşılacak bir ulusal hedef” olarak benimsendi. 2021’e kadar her yıl on milyon insanı (toplam 40 milyon) yoksulluk sınırı üstünde bir gelir düzeyine kavuşturmayı ve böylece yoksulluğu ülkeden silmeyi hedefliyorlar.

Çin, geçen otuz yılda 700 milyon insanı yoksulluk sınırının üstünde bir gelire kavuşturmuş. Başka bir ifadeyle, yoksulluk oranı yüzde yetmişten fazla azalmış. Bu başarıda, sanayi ve kentleşmenin iş yaratmasına ek olarak, uygulanan “Yoksullukla mücadele programı”nın da payı büyük. Özellikle son beş yılda hızlı ilerleyen programın son zamanlarda biraz yavaşlamasını sıranın yoksulluktan kurtarmanın en zor olduğu bölgelere ve nüfus dilimine (son safhaya) gelmiş olmasına bağlıyorlar.

Gerideki 40 milyonluk yoksul nüfus içinde fiziksel veya zihinsel rahatsızlık nedeniyle bir işte düzenli çalışamayacak durumda olanların oranı küçük sayılmaz. Resmi verilere göre, yoksulların yüzde 46’sı sağlık (ve yaşlılık) nedeniyle yoksullar. Buna ek olarak, bir de devletten “dibao” (yoksullara ödenen “asgari geçim yardımı” denebilir) almak dışında bir şeyle ilgilenmeyenler var. Bu kategoride yer alanları (tembeller) devlet de pek dert ediyormuş gibi görünmüyor. Bir yetkili “Eğitimli insanlar olmaları ve ebeveynlerinden farklı bir yaşama sahip olmaları için onların çocuklarına umut aşılamalı ve fırsatlar sunmalıyız. Yapabileceğimiz bu olabilir” diyor.

“Yoksullukla mücadele programı”nı ve yapılan bazı çalışmaları neredeyse on yıldır duyardım. Fakat Xi Jinping’in Devlet Başkanı olmasının ardından bu program öyle ciddiyetle uygulandı ve o kadar yol alındı ki, şaşırmamak elde değil. Çaresiz durumdaki kırsal bölgelerin yoksulluktan kurtarılma öyküleri alınacak dersle dolu. Ağır yoksullukla baş edebilmek için kentlere çalışmaya gidenler köylerindeki kalkınmayla birlikte geri dönmeye başlamışlar. Trende yanıma oturan Hu da bu köylülerden biri.

ÇKP’nin yukarıda bahsettiğim yöneticilerin tayin ve terfilerine ilişkin kararını ilk okuduğumda bu konuda bir yazı yazmayı düşünmüştüm, unutmuşum. Tekrar hatırlatan Hu oldu. Hu’nun hikâyesi sanırım iyi bildiğim nice iç acıtıcı hikâyeden biridir. Bir Çinli dostum “Yoksulluk insanın gözlerine-bakışlarına ve omuzlarına yerleşir. Onu gizleyemezsin” der, tıpkı Hu’nun da gizleyemediği gibi. Muhtemelen, yatacak izbe bir yere bile para ödememek için akşamları bulduğu bir ücra köşede altına bir mukavva serip yattığı çok olmuştur. Çinliler gururlu insanlardır. Yoksulluklarının bir yabancının (Beyaz Adam) dilinde olmasını, onun gözüne görünmesini istemezler. Bunu bildiğim için ayrıntıları öğrenmeye hevesli olmadım. Onun anlattığı kadarıyla yetindim. “16 yıldır şehirde çalışıyorum. Ben köyden ayrıldığımda kızım 4 yaşındaydı. Şimdi üniversiteye gidiyor. Büyüdüğünü göremedim” dedi. Üniversitede okuyan o kız onun ve köyün kaderini değiştiren bir iş yapmış: Köyde şifalı bitki yetiştiriciliği başlatmış. “Yoksullukla Mücadele Programı” kapsamında, yerel hükümet ihtiyaç duyduğu desteği sağlamış (para, teknik bilgi, pazarlama vs). Ardından mantar üreticiliği gelmiş ve işler artık biraz büyümüş. Hu, “Artık bana ihtiyaçları var. İşe yetişemez oldular. Belki ömrümün bundan sonrası huzur içinde geçer” dedi.

Laf uzadı. Yapılan “Yoksulluktan kurtarma çalışmaları” da sonraki yazıya kalsın.