29 Ekim 2017 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
Aşağıdaki yazıyı bir Hong
Kong TV kanalının Malezya (veya Endonezya) asıllı bir “müstafi Müslüman” genç
kadınla yaptığı bir söyleşiden özetledim. Dünya İslamcılığın nasıl bir bela
olduğunu anlamaya çalışırken insanların deneyimlerini önemsiyor, bu öyküdeki
gibi. “İslam barış demektir” nutuklarına kimsenin aldırış ettiği yok.
“Belki beş belki de altı yaşımdaydım.
Annem evden dışarı çıkarken başıma bir örtü bağlardı. O örtüyü başıma sımsıkı
neden sardığını sorduğumda, ‘Seni dışarıdaki kötülüklerden korusun diye’ derdi.
Ne demek istediğini şimdi anlıyorum. O dışarısı dediği ‘koyu dindar’ topluluk o
yaşta bir çocuğun bedensel ve ruhsal olarak sağlıklı gelişimi için güvenli sayılmazdı.
Hong Kong’da bir üniversiteden
burs kazandığımda, çevre burada okumama karşı çıktı. Fakat annem hepsine karşı direndi
ve beni buraya gönderdi, hem de buradaki dindar topluluk gibi ‘emin ellere’
emanet etmeyi aklından bile geçirmeden.
Üniversitede ve dışarıdaki
insanların bana içtenlikle yardım etmek istemelerini önceleri kuşkuyla
karşılayıp kaçındığımı hatırlıyorum. Oysa ne kadın olmamla ilgileniyorlardı, ne
başka bir dinden olmam umurlarındaydı, ne de sevap kazanmak ve rıza almak gibi bir
içten pazarlıkları vardı. Yani benim üzerimden kendileri için hiçbir hesapları
yoktu. Bunu fark etmem benim için çok acı verici oldu. ‘Bana içtenlikle yardım
etmeye çalışan insanlardan sadece yararlanmayı, onları kullanmayı düşünmek
ahlaksızlık’ dediğimi ve sarsıldığımı hatırlıyorum. Her şeyin en iyisi, en
doğrusu olduğuna inandığım inancımdaki bu ağır ikiyüzlülükten çok utandığımı
anımsıyorum. Yani suçluluk ve utanma duygusunu keşfetmiştim… Bunlar yetiştiğim
o koyu dindar çevrede olmayan insani hasletlerdi. Ben tövbe kültüründen
geliyordum, her aklıma geldiğinde olur-olmaz tövbe etmeyi öğrenmiştim. Çoğu
zaman ne için olduğu bile belli olmayan bir tövbeyle o saate kadar bilerek veya
bilmeyerek yaptıklarımdan temize çıkmak, arınmak, beni taşıdığım o ağır ikiyüzlülükle
ve davranışlarımın sorumluluğuyla yüzleşmekten alıkoymuştu. Kişisel aydınlanmam
işte böyle başladı…
Erkeklerin şehvet azgını
olduğuna, sımsıkı kapanırsam ve erkeklerle temastan uzak durursam onları
şehvetten koruyacağıma ve inançlı bir kadın olarak bunun görevim olduğuna
inanırdım. Bir erkeğin şehvet duyması adeta benim suçumdu. En ilkel, hayvani
dürtülerini bile kontrol edemeyecek kadar iradesi zayıf bu erkek figürün son
derece ilkel olduğunu ve dolayısıyla saygıyı ve değer görmeyi hak etmediğini düşünmeye
başlamıştım. Bu düşüncelerimi üniversitedeki Müslüman öğrencilerin oluşturduğu
bir toplulukta dile getirme cesareti gösterdim. Bazıları çeşitli ayetlerle,
hadislerle yanlış düşündüğümü kanıtlamaya çalıştı. Bazıları ise hakaret etti. ‘İlkel
ve ahmaksınız. Yaşadığınız o karanlık çukurunuzda kahrolun’ dediğimi ve çekip
gittiğimi hatırlıyorum. Topluluğa arkamı dönüp giderken başörtümü de çıkarıp
attım. Bu, adeta o ilkel ve karanlık ‘erkek’ aklına attığım bir tokattı. Anneme
başörtüsünü çıkardığımı söylediğimde, ‘Orada ona ihtiyacın yok’ dedi. Önce o
karanlıktan uzaklaştım, sonra da dinden. Bir şeye tapınmam gerekirse, anneme
tapınırım. Beni haram, günah ve yasak arasına kıstırılmış ve ikiyüzlülükle kuşatılmış
ilkel-geri bir hayatın kurbanı olmaktan esirgeyen annemdir.
İslamcı akım ve İslam
dünyasının insanlığa sunabileceği hiçbir şey yok. Derin ve karanlık bir
çukurdalar. Yaptıkları tek şey, çıkmayı bir türlü beceremedikleri o çukuru her
gün biraz daha koyu karanlık hale getirmek. O karanlığı üretecek bolca kadın-erkek
molla yetiştiriyorlar. Bu karanlık uzmanlarından bazılarını yakından tanıdım. Şimdi
anlıyorum ki; bulamaç kıvamında konuşan o mollalar anlattıkları şeyler iyice
akıl bulandırıcı olsun diye özel çaba gösteren ağır yalancılardı. Bir defa dini
dokunulmazlık kazanırsanız, yalan söylemeniz de çok kolaylaşıyor. Hep imana
davet eden bu molaların iman dedikleri o şey, aslında, aklın hurafe ve din
soslu yalanlarla boğulup işlemez hale getirilmesi demek. Karanlığının esiri
olan o ‘iman’ dinlediği yalanları kutsal ve derin dini bilgiye dönüştürecek
kadar güçlü bir cehalet.”
Aslında, bu genç kadın mayası
AKP ile aynı hamurdan karılan bir İslami camiadan bahsediyor yani bildiğin
kasaba yobazlığından…