28 Mart 2021 Pazar

ABD-Çin rekabeti ve “Kurt Savaşçı” diplomasisi

28 Mart 2021 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


İki-üç yıl kadar önceydi, Avustralya ile Çin’in ilişkilerinde bir gerilim yaşandığı günlerde Çin Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden biri Avustralya’nın hop oturup hop kalkmasına neden olan bir twit attı. Twitte bir Avustralyalı askerin bir Afgan çocuğun boğazına bıçak dayamış halde bir fotoğrafı yer alıyordu ve “Afgan sivillerin ve mahkûmların Avustralyalı askerler tarafından öldürülmesiyle şok olduk. Bu tür eylemleri şiddetle kınıyor ve sorumlulardan hesap sorulması çağrısında bulunuyoruz” diye yazıyordu.

 

Bu çıkış başta Avustralya olmak üzere neredeyse herkesi şok etti. Avustralya hükümeti Çin’in kendilerinden özür dilemesini istedi fakat aldığı cevap o twitten bile beterdi. Çin Dışişleri Bakanlığı “Bir özür dilenecekse, bu, Afganistan’dan özür dileyen Avustralya olmalıdır” dedi. O twit ve bu cevap o güne kadar ağırbaşlı, bilge ve uzlaşmacı olarak bilinen Çin diplomasisinden hiç beklenmeyen bir davranıştı. Bunu Çin’in Paris büyükelçisinin Fransa’nın ikinci Afyon savaşındaki (1856-1860) vebalini yüzüne vuran ve bir nevi “O günler geçti, bu Çin o Çin değil. Haddinizi bilin” diyen çıkışı gibi çok sayıda başka örnek izledi. Son örnek iki hafta önce Çin ve ABD Dışişleri yetkilileri arasında Alaska’da yapılan görüşmede yaşandı.

 

ABD heyetinin o bildik “dünyanın efendisi” tavrıyla Hong Kong, Tayvan ve Şincan-Uygur bölgesinden bahsedip Çin’i insan hakları ihlalleri konusunda uyarmış. Bunun üzerine Çin yetkilileri, Washington Post’ta yazılanlara bakılırsa, ABD heyetini fena halde haşlamış. Bu gazeteye göre, Çin heyetinden Yang Jiechi, ABD’nin insan hakları karnesini ortaya dökmüş ve “ABD’nin insan hakları konusunda karşı karşıya olduğu sorunlar derin ve köklüdür. Bunlar ‘Black Lives Matter’ gibi son dört yılda ortaya çıkan sorunlar değil. ABD’nin insan hakları konusunda daha iyi işler yapacağını umuyoruz. Burada şunu söylemeliyim: ABD, Çin heyeti önünde, Çin’e karşı güçlü bir pozisyondan konuşmaya kalkışacak niteliklere sahip değil.” Bunlar “dünyanın efendisinin” duymak isteyeceği, duyduğunda ise kolay hazmedebileceği sözler değil.

 

ABD hegemonyasına tehdit

İki-üç yıl öncesine kadar, Deng Xiaoping’in “reform ve açılım” politikasından itibaren neredeyse kırk yıl, Çin diplomasisi Batı ile karşı karşıya gelmeme ve çatışmama politikası izledi; düşük profilli bir diplomasi yürüttü. Sovyetler birliği dağılmadan önce ABD’nin Çin’e karşı yürüttüğü diplomasi için de aynı şey söylenebilir. Mao’nun “Üç Dünya Teorisi” Sovyetler Birliğini (SB) emperyalist ve baş düşman olarak görüyordu. Bu düpedüz saçma teoriyi fırsat bilen ABD, Çin’i SB bloğundan uzak tutmayı garantiye almak ve becerebilirse Çin ile SB arasındaki krizi derinleştirmek ve Çin’i ABD’nin yanına çekmek istiyordu. O yıllarda ABD’nin Çin’e karşı “düşük profilli” diplomasi yürütmesinin nedeni budur. Son kırk yılda, ABD’nin Çin’i kontrol etmek ve becerebilirse yarı sömürgeleştirmek için sergilediği onca çaba ve baskının hiçbir işe yaramaması ve Çin’in ABD hegemonyası için bir tehdit olarak yükselmesiyle diplomasideki bu bahar havası da bozuldu.

 

Kendisinde Çin ile üst perdeden konuşma, istediği her konuda dilediği gibi eleştirme hatta neler yapması gerektiğini söyleme ve doğrular dayatma hakkı bulan “Beyaz Adam” Çin diplomasisinin “karşı karşıya gelmeme ve çatışmama” politikasından kaynaklanan o ağırbaşlılığını zayıflık olarak anladı. Şimdi kendileriyle aynı perdeden konuşan bazı Çinli diplomatları gördükçe bu kadar şaşırmaları sanırım bu yüzdendir. Bunlar iyi yetişmiş, diplomasiyi iyi bilen, bilgili ve yetenekli birinci sınıf diplomatlar. Yani öyle sağa sola aklına estiği gibi zart zurt ederek konuşan ağzı bozuk bir hırt, lümpen varoş bitirimi değiller.

 

Kurt savaşçi hikâyesi

Washington Post’a göre, “Biden yönetimi Çin’in ‘kurt savaşçı diplomasisi’ gerçeğini ilk defa tattı.” Peki, nedir bu “kurt savaşçı” hikâyesi? 15 Ağustos 2018’de yayımlanan “Dozaşımı milliyetçilik, kahramanlık” başlıklı yazımda o günlerde Çin’de gösterimde olan “Kurt Savaşçı” filminden bahsetmiştim. Adını bu filmlerden alan “kurt savaşçı diplomasi”, Çinli diplomatların Çin’in ulusal çıkarlarını savunmak için çatışmacı olmaktan kaçınmayan davranış ve eylemlerini anlatıyor. Bu tanımlamayı yakıştıran ise Foreign Policy dergisi. Bu dergiye göre, “Son birkaç yılda Çin diplomasisi daha iddialı hale geldi ve diplomatları daha keskin bir dil kullanmaya, çatışmacı-sert bir söylem ve duruş sergilemeye başladı. Bu yeni yaklaşım Çin diplomasisinin muhafazakâr, pasif ve ılımlı diplomasiden iddialı, proaktif ve yüksek profilli diplomasiye geçişini gösteriyor.”

 

Taoguang Yanghui

Bu Çince ifade Deng Xiaoping’in ünlü bir özdeyişi. Kullanmak isteyenin niyetine bağlı olarak çok çeşitli şekillerde yorumlandı. Bu yorumların en bilineni “ışığımızı gizlemeli ve zamanımızın gelmesini beklemeliyiz”dir (tam anlamı “düşük profilli ol ve zamanı bekle”dir). Eski Dışişleri Bakan yardımcılarından akademisyen Yang Wenchang, bu ifadenin uluslararası toplum tarafından yanlış yorumlandığını ve yanlış anlaşıldığını söylüyor. Bir ABD’li diplomatın bu ifadeyi anarak kendisine “Parlak kılıcınızı şimdilik masanın altında saklıyorsunuz, onu ne zaman ABD’ye sallayacaksınız?” dediğini yazıyor. Bu iki kelimenin tarihi kökenleri ve geçmişte nasıl kullanıldığını açıkladıktan sonra “Deng Xiaoping, 1990’ların başında Çin’in stratejik diplomatik düşüncesini tanımlamak için ‘taoguang yanghui’yi ilk kez kullandığında, Çinli diplomatlardan sakin olmalarını, küresel değişiklikleri dikkatle gözlemlemelerini ve ortaya çıkabilecek her türlü fırsatı değerlendirmeye hazır olmalarını istiyordu. Ayrıca Çin’in “liderlik amaçlamaması” veya “bayrak göstermemesi gerektiğini vurguluyordu” diyor.

Wenchang’a göre “Bu iki kelimenin gerçek anlamı için geleneksel Çin kültüründeki derin köklerine bakmak gerekir. Güney Hanedanı (MS 420-589) Prensi Xiao Tong, ‘taoguang’ terimini ilk kez kullandığında, sosyal yaşamdan çekilmesi gereken bilgeleri kastediyordu. Song Hanedanlığı'nda (960-1279) ‘yanghui’nin ilk kullanımı, başarıyı izleyerek kendi kendini yetiştirmeyi tanımlıyordu. Qing Hanedanlığının (1644-1911) sonlarına kadar, bu iki terim (tek başına veya ikisi birlikte) serinkanlılık, ayrıntılı planlama ve sıkı çalışma içeren düşük profilli davranışları ifade etmek için kullanıldı. İfade, uzak görüşlü hedeflere yönelik gösterişsiz ama gayretli çabalara girişmek için içsel bir inancı içerir. Bu haliyle, ‘yousuo zuowei’ (bir şeyi başarmaya çalışırken düşük profil benimsemek) veya ‘bir şeye ulaşmaya çalışmak’ için temel bir önkoşulu ifade eder. İntikam ya da saldırganlıkla hiçbir ilgisi yoktur.” 

15 Mart 2021 Pazartesi

Genç kadın Çao'nun vedası

 14 Mart 2021 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


14 Kasım 1919’da, Mao’nun memleketi Hunan eyaletinin başkenti Changsha’da genç kadın Zhao (Çao) Wu-Zhen intihar etti. Bazı intiharlar kişinin kendisine karşı öfkesini yansıtmaktan ziyade geride kalanları cezalandırmayı, kendisini intihara sürükleyen kişiler-koşullara bir meydan okumayı, intikam almayı amaçlar. Çao’nun intiharı da böyleydi: Geride bıraktığı kişilere-koşullara kendi canına kıyarak bir meydan okumaydı. O kadar güçlü bir meydan okumaydı ki, Çao, mutluluk gösterisi yapmak için düzenlenen evlilik törenini cenaze seremonisine dönüştürdü. O yıllarda bu mutluluk gösterileri aslında erkek için bir kadına “sahip olmanın” getirdiği bir tür zafer gösterisiydi. Çao’nun intihar etmesi nedeniyle, planlanan o zafer gösterisi “zafer”e katkısı olanlar için ağır bir aşağılanmaya, küçük düşürülmeye ve onursuzluğa mahkûm edilmeye dönüştü.

O yıllarda Çin’de kadın ve erkek için eş adayları aile büyükleri veya çöpçatanlar tarafından bulunurdu; yani bildiğiniz görücü usulü. Evlilik öncesi kısa bir görüşme dışında eş adayları arasında başka bir görüşme olmazdı. Bu kısa görüşme aslında erkeğin kadını eş olarak kabul ettiğini onaylaması (veya reddetmesi) için yapılırdı. Üst sınıftan olan kadınların koca adayını (nadiren) ret etme hakkı olsa bile, orta-alt sınıflardan gelen kadınlar için böyle bir hak söz konusu değildi. Daha da can acıtıcı olanı, evlilikle birlikte kadınların erkeğin (satılabilir) mülkü olmasıydı. Özellikle ağır kıtlık yaşanan yıllarda, kadınlar eşleri tarafından (bazen çocuklarla birlikte) satılıyorlardı. 

Çao, üst sınıftan bir kadın değildi ve kendisine eş olarak seçilen Wu Feng-lin ile geleneklere uygun olarak kısa bir görüşme yapmıştı. Fakat bu erkekten hiç hoşlanmamıştı ve onunla evlenmek istemiyordu. Ailesi koca adayını reddetmesini de düğün tarihini ertelemeyi de kabul etmedi. Evlilik günü, Çao, kendi ailesinin evinden koca adayının evine götürülmek üzere gelin koltuğunda (bir tür tahtırevan) yerden kaldırılırken, koltuğa gizlediği hançeri çıkarıp boğazını kesti. Sevmediği biriyle evlenmektense intihar etmeyi seçmişti. Bu dramatik olay üzerine Mao, “Changsha Ta-Kung-Pao (Changsa Günlüğü) gazetesinde birbirini izleyen dokuz yazı yayınladı (1919). Sonraki yıllarda, ÇKP’nin kırsal bölgelerde yaşanan kadın sorununa bakışını şekillendiren ve devrim öncesi kurtarılmış bölgelerde bu konuda önemli yol alınmasını sağlayan işte bu yazılardır. (O yazılardan derlenen “Genç kadın Çao’nun intiharı” başlıklı makalenin çevirisi kamuraninnotdefteri.blogspot.com adresinden okunabilir. Yazının çarpıcılığının benim çevirmenliğimle bir ilgisi yok. Mao çok iyi, etkileyici bir yazardır.)

Devrimden sonra (1949), o güne kadar kadınların yaşadığı ağır sorunların çözümü için yürütülen çalışmalar yasalaştı (en çarpıcı örneklerden biri ayak bağlama geleneğinin yasaklanmasıdır. Bu konuda 16.08.2015 tarihinde yayımlanan “Altın lotus ayaklı kadınlar” başlıklı yazımı okumanızı öneririm). Komünlerde kadın sorunu üzerine eğitim çalışmaları, seminerler-tartışmalar yapıldığını biliyoruz. Çin gibi köklü ataerkil geleneklerin kuşattığı kırsal toplumlarda bu geleneklerin çözülmesi öyle kolay bir iş değildir. Onca çabaya rağmen alınan yolun yetersizliği Mao gibi tez canlı, sabırsız biri için hayal kırıklığı olmalı. Kadının rızasına gerek görmeden aile büyüklerinin ayarladığı evlilikler 25-30 yıl öncesine kadar bazı uzak kırsal bölgelerde halen varlığını sürdürüyordu. 5 Mart 2017 tarihinde yayınlanan “Fabrika kızları” başlıklı yazımda böyle bir evlilik hikâyesinden bahsetmiştim. 

Mao “Gökyüzünün yarısı kadınların omuzundadır” demiş olsa bile, ÇKP henüz bu tespite yaklaşabilmiş değil. 19. ÇKP Kongresine katılan 2300 delegenin sadece yüzde 18’ini kadınlar oluşturdu. 90 milyon ÇKP üyesinin sadece yüzde 26’sı kadın. 210 kişiden oluşan ÇKP Merkez Komitesinde yer alan kadınların sayısı iki elin parmakları kadar. 11 kişilik “daimi komite”de ise sadece bir kadın var (Başbakan yardımcısı). Bu az sayıdaki kadınların ne kadarının ÇKP’nin “muhafazakâr” denebilecek kadın bakışından uzak olduklarından ise emin değilim. ÇKP çizgisinin Çin toplumundaki cinsiyet rollerindeki değişimin gerisinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Özellikle son 30-40 yılda yaşanan köyden kente göç (ve kentleşme) nedeniyle aileden ve kuşatıcı geleneklerden uzaklaşma, eğitim olanaklarındaki artış ve ekonomik bağımsızlık Çinli kadınların ataerkil cinsiyet rollerine meydan okuması için önemli olanakları sunmuş olsa bile, “bir erkek çocuğa sahip olma isteği”nin toplumda halen çok yaygın olması daha gidilecek uzun bir yol olduğunu gösteriyor. Yine de, kadına şiddet uygulayan erkeklerin kayıtlarının yakın zaman önce internette herkesin erişimine açılması belki küçük bir teselli sayılabilir.

ve badem bıyıklı kadınlar

İdeolojik olarak ilkel ve erkek olan siyasal İslamcılık kadın sorununa el atarsa, ortaya çıkan sonuç kadınların özgürleşmesine direnen bir “ilkel erkek aklı sorunu” olur. Çıplak arama ve kadın cinayetleri hakkında açıklama yapan AKP’nin “badem bıyıklı” kadınlarının açıklamalarını hatırlayanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır. Bu “badem bıyıklı” kadınların taşıdığı “ilkel erkek aklı” Mao’nun o yazıları yazdığı dönemle epeyce benzeşiyor. O günkü Çin geri kalmış bir köylü toplumuydu. Bugün memlekete musallat olan siyasal İslamcılar da geri, ezik, kibirli ve haset kasaba cahil-cühelasından başka bir şey değiller. Bir Çin klasiği olan “Kırmızı Fenerler” adlı filmi (Raise Red Lanterns) internetten bulup izlerseniz, AKP’nin “badem bıyıklı” kadınlarının “ilkel erkek dünyasının” 150-200 yıl önceki Çin’den yansımasını izlemiş olursunuz.


9 Mart 2021 Salı

Genç kadın Çao'nun intiharı

Aşağıda çevirisini verdiğim makale Mao'nun Changsha Ta-Kung-Pao (Changsa Günlüğü) gazetesinde yazdığı (1919) birbirini izleyen dokuz yazıdan yapılan bir derlemedir ve Çin’de Mao’nun seçilmiş eserleri arasında yayımlanmıştır.


Bir kişinin intihar etmeye karar vermesinin nedeni içinde bulunduğu koşullardır. Genç kadın Çao, daha en başta ölümün peşinden gitmeyi mi aklına koymuştu, ölümü mü istiyordu? Hayır! Tam aksine, yaşamı istiyordu. Kendisine yaşam yerine ölümün kollarına atılmak gibi bir son seçtiyse, bu durum, içinde bulunduğu koşulların onu ölüme itmesi yüzündendir. Çao'yu kuşatan etmenler şunlardı: 1) Çin toplumu, 2) Çao ailesi (kendi ailesi) ve 3) Koca olarak istemediği erkeğin ailesi (Wu ailesi). Bu üç etmen, bir tür üçgen kafes meydana getiren, demirden örülü üç ağ oluşturmuştur. Bu üç ağa yakalandıktan sonra, mümkün olan her yolu deneyerek yaşama tutunmaya çalışması boşuna bir çabaydı; çırpınıştı. Yaşamı sürdürebilmesi için hiçbir yol kalmamıştı. Yaşamın karşıtı ölümdür ve genç kadın ölüme zorlandığını hissetti.

Bu üç etmenden bir tanesi olsun demirden örülmüş bir ağ olmasaydı ya da bu ağlardan biri genç kadını kuşatmıyor olsaydı, Çao hayatına son vermeyecekti: 1) Aile büyükleri genç kadını zorlamak yerine özgür iradesini kabul edip saygı gösterseydiler, Çao ölmemiş olacaktı. 2) Aile büyükleri zora başvurmak yerine, ona koca olarak seçtikleri erkeğin ailesine kendi kararını ve nedenlerini açıklamasına izin verseydiler ve koca adayının ailesi sonucu kabullenip bir birey olarak onun özgürlüğüne saygı gösterseydi, Çao ölmemiş olacaktı. 3) Özgür iradesiyle verdiği kararı aile büyükleri ve koca adayının ailesi kabul etmediğinde, bir genç kadının ailesinin evinden uzaklaşarak barınacak başka bir yer aramasının onur kırıcı değil onurlu bir davranış olarak kabul edildiği başka bir dünyada yaşıyor olsaydı, Çao ölmemiş olacaktı. Bugün bu genç kadın hayatta değilse, bunun nedeni bu demirden örülü üç ağ (toplum, kendi ailesi, koca adayının ailesi) tarafından acımasızca kuşatılmış olmasıdır. Yaşama çırpınırcasına tutunmaya çalıştı; ama sonunda ölümü seçmeye mecbur edildi.

Dün yaşanan bu olay (intihar) önemlidir. Bu olay, utanç verici görücü usulü evlilik sistemi, toplumsal sistemin karanlık doğası, bireyin iradesinin hiçe sayılması ve bireyin kendi eşini seçme özgürlüğüne sahip olmaması nedeniyle oldu. Umalım ki, ilgili kişiler bu olayın bütün yönleri hakkında düşüncelerini söylesinler ve kendi aşkını seçme özgürlüğü uğruna şehit olan bir genç kadının onurunu savunsunlar. Hem kendi ailesi hem de müstakbel kocanın ailesi toplumla derinden bağlıdır; her ikisi de toplumun parçasıdır. Genç kadının ailesi·ve müstakbel kocanın ailesinin bir suç işlediğini bilmeliyiz; fakat bu suçun kaynağının toplumda bulunduğunu anlamalıyız. Bu suçun iki aile tarafından işlendiği doğrudur. Ancak bu suçluluk onlara büyük oranda toplum tarafından aktarıldı. Toplum iyi olsaydı, aileler bu suçu işlemek isteseler bile bunu yapma imkânları olmazdı...

Toplumumuz Çao’nun ölümüne neden olan koşullar barındırdığı için son derece tehlikelidir. Genç kadın Çao'nun ölümüne neden oldu; fakat genç kadın Ch'ieh, genç kadın Sun veya genç kadın Li'nin ölümüne de neden olabilirdi. Kadınları olduğu kadar erkekleri de öldürebilir. Olası kurbanlar olarak hepimiz, üzerimize ölümcül bir darbe indirebilecek bu tehlikeli şeyin önünde tetikte olmalıyız. Yüksek sesle protesto etmeli, (henüz ölmemiş olan) diğer insanları uyarmalı ve toplumumuzun sayısız kötülüklerini kınamalıyız. 

Bir evlilik reformu kampanyası yürütürsek, evliliğin bir yazgı olarak önceden belirlendiği inancı başta olmak üzere evliliğe dair bütün batıl inanışların yıkılması gerekir. Bu inanışlar yıkıldıktan sonra, evliliklerin ebeveynler tarafından ayarlanması gerektiği bahanesi aynı anda ortadan kalkacak ve toplumda eşlerin başkaları/toplum tarafından kararlaştırılamayacağı kavramı ortaya çıkacaktır. Bu kavramının ortaya çıkmasıyla birlikte, bir aile devrimi ordusu oluşacak ve evlilik özgürlüğü ve sevme özgürlüğü dalgası Çin'e baştan sona yayılacaktır.

İntihara karşı tutumum onu ret etmektir. İlk olarak, insanın amacı yaşamaya, hayatta kalmaya çalışmaktır ve bu doğal eğilimine karşı durup ölümü aramaz. İkinci olarak, intihar, toplumun insanların tüm umutlarını kırmasından kaynaklansa bile, umudumuzu tekrar kazanmak için topluma karşı mücadele etmeliyiz. Savaşarak ölmeliyiz. Üçüncü olarak, insanlar kendi hayatlarına cesurca son verenlere saygı gösterseler bile, bu intihar eyleminin kendisine saygı duydukları anlamına gelmez. Daha ziyade, intihar eden kişide gördükleri kaba güce karşı direnen cesur ruha saygı duyarlar.

Savaşarak ölmek, kendi canına kıymaktan çok daha iyidir! Saygıya değerdir. Savaşın amacı 'başkaları tarafından öldürülmek' değil “gerçek bir kişiliğin” ortaya çıkması için mücadele etmektir. Bir insan tüm çabalarına rağmen bunu başaramasa bile, ölene kadar savaşarak kendini feda ettiği için yeryüzündeki en cesur kişi olur ve trajedisi insanların hafızasında büyük bir iz bırakır!