19 Mayıs 2020 Salı

Şeytanı anarsan gelir

17 Mayıs 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Bir Çin atasözü “Şeytanı anarsan/çağırırsan gelir” der. Dünyanın batı tarafındaki medyada (memleket de dâhil) ikide bir “Asya’da/Çin’de ikinci COVID-19 dalgası” mealinde çığırtkanca haberler okudukça aklıma bu Çin atasözü geliyor. Fakat o ikinci dalga gelecekse, Çin’e geleceğine veya Çin’den başlayacağına hiç ihtimal vermiyorum. Zira Çinlilerin bir sorunu nasıl ele aldıklarını, başa çıkmak için nasıl bir yol izlediklerini ve başa çıkma kapasitelerini biliyorum (gerçi Wuhan’da bütün dünya da gördü). Çinliler aynı hatayı iki kez yapmaz. Sallapatilik ise zaten ruhlarında yok. Bu dediklerim tabii ki bazı mahalli, küçük çaplı salgın benzeri durumların görülmeyeceği anlamına gelmiyor. Elbette görülebilir (nitekim görüldü de). Fakat görülür görülmez, Wuhan’dan edindikleri deneyim ve dünyadan öğrendikleri yeni bilgilerle virüsün üstüne çullanacaklarından ve yayılmasına fırsat vermeden boğacaklarından emin olabilirsiniz.

Geçen hafta Çin’in Rusya-Kuzey Kore sınırında yer alan Jilin eyaletinin 600 bin nüfuslu Shulan (Şulan) kentinde bazı COVID-19 vakalarına rastlandı. Hepsi aynı kaynaktan yayılan 30 civarında vaka tespit edildi. Peki, bu vakalar ve onlarla temas eden yakın çevreye test uygulanınca sorun hallolur mu? Dünyanın o tarafında belki ama Çinlilerin aklı böyle çalışmıyor. Çinli sağlıkçıların kabul ettiği enfeksiyon çemberi bu kadar dar değil. Aksine, çember üstüne çember derken çok dolaylı (birkaç çember dışarından) bile olsa temas geçmişi olanlara, dışarıda hiç kimse kalmayacak şekilde ulaşılıyor. Dolayısıyla en fazla iki-üç yüz kişiyle bitebilecek test süreci birkaç bin kişiyi buluyor. Test sonucu pozitif olmasa bile doktorların kuşku duyduğu herkes karantinaya alınıyor. Bu yazıyı yazarken Shulan’da test uygulanan kişi sayısı neredeyse 10 bin kişiyi bulmuştu ve dört yüze yakın sayıda insan iki haftalık karantinaya alınmıştı.

Şu anda şehir ve çevresindeki köy-kasabaların tamamı giriş-çıkışlara kapalı, evden çıkmak yasak, sadece gıda maddesi almak için günde her aileden sadece bir kişi dışarı çıkabiliyor vs. Lafı uzatmadan söyleyeyim: Üç ay önce Wuhan’da ne yapıldıysa, nasıl bir yol izlendiyse şimdi bu şehirde de aynısı uygulanıyor. Virüsün üstüne çullanmak, yayılmasına fırsat vermeden boğmak derken işte bundan bahsediyordum. Benim söylemeye çalıştıklarımı Jilin valisi, “Virüse karşı ‘savaş zamanı’ tam saha kontrol modundayız” sözleriyle anlatmış.

Bir-iki gün önce, Shulan’a komşu bir kent olan Liaoning eyaletinin Dalian kentinde de birkaç vaka görüldü. Aşağı yukarı aynı önlemlerin orada da alındığını duyuyor, izliyoruz. Bu bölgeler Wuhan’dan çok uzak. Bunca zaman sonra bu kadar uzak bölgelerde virüse rastlanması hakkında Rusya’dan geçiş olasılığı üzerinde duruluyor.

Wuhan’da yeni vakalar
Daha önce de yazmıştım, Wuhan’da asemptomatik vakaları ortaya çıkarmak için toplu taşıma araçlarının şoförleri, öğretmenler, okula dönen lise son sınıf öğrencileri gibi gruplara öncelik verilerek bugüne kadar üç-dört milyon civarında insana nükleik asit testleri yapılmış ve ortaya çıkarılan asemptomatik vakalar izole edilmişti. Sağlık yetkililerinin “Bu gruplarla birlikte, daha önce enfeksiyon görülen bölgelerde ikamet edenler, eski yerleşim birimleri ve nüfus yoğunluğu olan alanların öncelikli olduğu”na dair bir açıklamasını hatırlıyorum.

Muhtemelen bahsettiğim bu tarama testleri sonucunda, Wuhan’ın bir bölgesinde on COVID-19 vakası tespit edildi. Bu bölge salgın dönemine 20 vakaya rastlanan bir yerleşim yeri. Bölge tüm giriş-çıkışlara kapatıldı. Bir km çevredeki alış-veriş merkezleri, pazarlar, lokantaların vs. açılmasına izin yok. Kısaca, geçmişte tüm Wuhan’da ne yapıldıysa şimdi bu küçük yerleşim biriminde de aşağı yukarı o uygulanıyor. Şimdi, bölgede ikamet eden yaklaşık altı bin kişi ve bölge yakınında bulunan/çalışanlardan oluşan 15 bin kişiye nükleik asit testi uygulanacak (başlandı).

Bu durumun şehrin “yeni normal”e dönme çabalarını engellediğini veya zarar verdiğini söyleyemem. Halkta “Eyvah, yine mi?” diye özetlenebilecek bir korku hali gözlemlemedim. İşin sırrı, durum hakkında her bakımdan doğru, zamanında ve eksiksiz bilgilendirilme… İnsanlar salgın önlemleri konuşmasını bile muhalefete zart-zurt etme fırsatı olarak kullanan bir bitik adama değil doğru bilgi verene, şeffaf davrananlara güvenirler.

COVID-19 önlemleri adı altındaki konuşmayı sağa sola zart-zurt etme fırsatı olarak gören birinin halini (verdiği mesajı) ahali şıp diye anlar. Yani der ki, “Ya, adamın derdi ekrana çıkıp muhalefete zart-zurt etmek. Koronavirüs işin bahanesi. Bittiğini, rejiminin son demlerini sürdüğünü gördükçe korkudan muhalefete saldırıyor. Salgın sorununu ciddiye alsaydı veya sorun ciddi olsaydı, bunu ülkenin boğazını sıkmak için fırsat olarak kullanmazdı. Yani ortada ciddiye alınacak bir salgın yok, boş geç Korona şeysini…” Sonuç, maske takmayan ya da takıyormuş gibi yapan ve dip dibe dolaşan ve adeta “Eyy COVID-19! Sen kimsin ya!” diye posta koyan ahali…

6 Mayıs 2020 Çarşamba

Irkçılık Çin’e mi sıçradı?

4 Mayıs 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Guangzhou (Guanco) kentinde Çin’in yakın ilişkide olduğu çeşitli Afrika ülkelerinden gelen birkaç bin Afrikalı göçmen yaşar. Çoğu küçük gelire sahiptirler. Son yıllarda, sayıları giderek artan ikinci bir grup daha var: Burada üniversite eğitimi alan ve bir firmada iş bulup Çin’de yaşamaya başlayan eğitimli gençler.

Hong Kong’da (HK) yaşadığım zamanlarda, bu insanlar HK polisinin verdiği rahatsızlık ve ortalama HK’lunun İngilizlerden kaptığı ırkçılık hastalığıyla Çin’de karşılaşmadıklarını söylerlerdi. Çin hükümetinin yabancıların Çin’de yaşamasını kolaylaştıran düzenlemeler yapmasının ardından çoğu Guangzhou’ya geçti. Zaman içinde yerleşik bir Afrikalı topluluk oluştu. Bir zamanlar kentte belki birkaç yüz kişi olan Afrikalı göçmen sayısı zaman içinde birkaç bin kişiyi buldu.

Çin’i tanıdıkça aracı Çinlilerden mal almak yerine üretici firmalara ulaşan bu insanlar önce bu fırsatçıların tepkisini çektiler (açıktan olmasa da). Zamanla Çinlilerin Afrika kıtasıyla olan ticaretini büyük ölçüde onlar yapar hale geldiler. Bu kez de bu gruptakilerin tepkisini çekmeye başladılar. Bu insanlar hem “(yırtmaya çalışan) Çinlilerin kazanması gereken, hakkı olan parayı kazanıyorlardı” hem de giderek sayıları arttığı için şehirde daha görünür olmaya başlamışlardı. Böylece, çok hafiften de olsa bazılarında bir Afrikalı “gıcıklaşması”nın ipuçları hissedilmeye başlandı. Lümpen cehaletin size düşman olması için ondan farklı olmanız yeterlidir. Buna bir de çıkar çelişkisi eklenince tablo tamamlanır. Olan aşağı yukarı buydu.

Nisan başlarında Guangzhou’da 100 ithal COVID-19 vakası görüldü. Bu vakalar arasında beş Afrikalı da vardı. Merkezi hükümetin “olası ikinci salgın dalgasına karşı etkili bir biçimde önlem alınması” talimatı” yerel hükümeti saçmalattı. Kentteki bütün Afrikalılar için zorunlu izleme/tarama, test ve COVID-19 testinin pozitif olup olmadığına bakılmaksızın 14 günlük karantina kararı alındı. Tarama testleri sonucu başka vakarların da tespit edildiği söyleniyor. COVID-19 testi pozitif çıktığı için karantinaya alınan bir Nijeryalının karantinadan kaçmak için bir hemşireye saldırıp yüzünü yaralaması yerel yetkililerin konuyu beceriksizce, saygısızca ve ahmakça ele almalarının üstüne tüy dikti.

Sosyal medyada bir lümpen grubun sahte video ve resim de ekleyerek başlattığı ırkçı saldırı bu insanların tamamını COVID-19 taşıyıcısı olarak sundu ve ikinci salgın dalgasını başlatacakları korkusu yaydı. Bu kışkırtma şehirde de karşılık buldu. Afrikalı göçmenler kiraladıkları evlerden çıkarıldılar, otellere kabul edilmediler, lokantalara sokulmadılar vs. Ortaya çoluk çocuk köprü altlarında, sokaklarda yaşamaya mecbur kalan insanların yaralayıcı görüntüleri çıktı. Yerel hükümet yetkilileri o kadar beceriksizce davrandılar ki, bu utanç verici olayın bir ucunda kendileri de varmış gibi bir görüntü verdiler. Bakalım soruşturma sonucunda nasıl bir fatura kesilecek.

Görüntüler basına düşünce Çin’e karşı ırkçılık suçlamaları yükselmeye başladı. Afrikalı sanatçılar, kanaat önderlerinin çağrılarına ve tepkilerine Afrika ülkelerinin diplomatik tepkileri de eklenince merkezi hükümet duruma el koydu. Afrika kıtasının Çin için ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok. Kıtada çeşitli alanlarda çalışan bir milyon Çinli yaşıyor ve kıta topraklarını belki de dörtte birini Çin ekip biçiyor. Örn. “Çin malı ay çekirdeği” memlekete nereden geliyor olabilir? Gerçi merkezi hükümetin olaya sırf böyle bir faydacılıkla yaklaştığını ve görüntüyü, imajını kurtarmaya çalıştığını söylemek haksızlık olur. Irkçılığa karşı tavırlarını ve ırkçılıktan midelerinin bulandığını biliyorum.

Merkezi hükümetin olaya el koymasıyla birlikte, sokaklara atılan insanlar evlerine yerleştirildi, çeşitli yardımlar sağlandı. Resmi görevliler ve Guangzhou’un saygın kişileri/topluluk önderleri, sivil toplum grupları bu insanları ziyaret ettiler, çiçek ve hediye yağmuru başladı. Hepsi için ücretsiz sağlık hizmeti verilmeye başlandı.

Peki, bu insanlardan biri “normal (salgın öncesi) zamanlarda” rahatsızlansa Çin sağlık sistemi bu cömertliği gösterir miydi? Sağlık sisteminde kaydı (yani sigorta kaydı-ödemesi) olmayan kendi yurttaşlarına göstermediği cömertliği elin Afrikalısına veya Avrupalısına neden göstersin? Devleti yöneten partinin adında komünist geçiyor dediysek o kadar da değil… Ee, bu ne biçim komünizm diyebilirsiniz. Burada komünizmi/sosyalizmi aramak için sınıf ilişkilerine bakmak boşa kürek çekmektir. Öyle bir bakışta (yani sınıf ilişkilerinde) görülebilir bir şey olsaydı tanımlamanın başına “Çin’e özgü (sosyalizm)” ifadesi yerleştirilmezdi. Sosyalist müktesebat ÇKP ruhunda halen hafife alınmaması gereken bir yer tutsa bile, fiiliyatta öyle bir bakışta görülecek bir şey değildir. Görebilmek için bazen ne istediklerine veya ne yaptıklarına, bazen ise nasıl yaptıklarına dikkatle bakmak gerekir.

Bana göre, “Çine özgü” ifadesi aslında maksud ile menzilin uzlaşmadığı boşluğu Deng Xiaoping pragmatizmiyle doldurmanın adıdır. Örn. yoksulluğu (özellikle son 5 yıllık dönemde) ciddi ciddi dert edindikleri, yok edemedikleri yoksulluktan derin üzüntü duydukları ve ortadan kaldırmak için çok çalıştıkları, halkın daha iyi-en iyi koşullarda yaşamasını canı gönülden istedikleri ve bunun için çabaladıkları bir gerçek. Fakat yoksulluğu ortadan kaldırmak için benimsedikleri yolun, üretilen değerin adil paylaşımı ve hep birlikte daha fazla ve daha iyisini üretmek yerine, (bazen devlet destekli) bir tür kapitalist girişimcilik olduğu da bir başka gerçek. Yani yoksulluğu yenmenin yolu bireysel zenginleşme. Bu konuda bundan sonra daha fazla yazacağım.