24 Şubat 2020 Pazartesi

Haybeden konuşan adam

12. 01. 202 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


RTE, geçenlerde "Maalesef gençlerimiz, kızlarımız da erkeklerimiz de evlenmiyor. Çoğu 30’u aşkın evleniyor yahut da çoğu evde kalıyor. Böyle bir şey olur mu ya?" demiş. Türkçeyle arasının iyi olmadığını bildiğim için ifade bozukluklarını geçiyorum. Zira hitabeti “MasKomYah (Mason-Komünist-Yahudi)” adlı tiyatroya benzer o absürt oyunda haybeden üfürmek zanneden bir vasat vaizin dili iyi kullanması beklenemez (siyasal İslamcılığın bütün müktesebatı o zırvalık şaheseri oyunda ifşa edilen zifir cehalet-ilkellikten ibarettir, bir satır bile fazlası değil). Bu konuşma üzerine, daha önce “Kimsenin takmadığı önemli adam” başlığı ile yayınlanan aşağıdaki yazıyı tekrar yayınlamak farz oldu:

İlk karşılaştığımda, tren istasyonunun önündeki üst geçitte Hong Kong (HK) halkına evlilik kurumu ve boşanmalar üzerine nutuk çekiyordu. “Kadınlar iş hayatına katıldıkları için aile birliği bozulmuş ve boşanmalar artmıştı. İş hayatında erkeklerle yarışan-yarıştırılan kadınlar artık çocuk doğurma, çocuk bakma, deniz ürünleri pişirme görevlerinden uzaklaşmıştı. Otuz yaşını geçmiş ama çalıştığı için evlenmek istemeyen çok sayıda kadın vardı. Erkekler evlenecek kadın bulabilmek için Çin’e hatta Vietnam’a gidiyorlardı…” Sonraki beş yıl boyunca, gıda sorunundan bina yüksekliğine kadar birçok konuda nutuk attığına tanık oldum. Sadece çok az insanın düşünebileceği önemli konulardaki görüşlerini ahaliye sebil niyetine sunmaktan veya kuşyemi gibi serpiştirmekten büyük gurur duyuyor ve böylece önemli biri olduğuna dair inancı daha da pekişiyordu.

Konuşmasını büyük bir ciddiyetle sürdürüyor, bir nevi ilahi kudret yüklü olduğuna ve her işiteni büyülediğine inandığı o akortsuz sesini duydukça adeta aşka geliyor ve coşuyordu. Aslında, daha çok hiddetli bir ses tonu, dilin canına okuduğu yanlış vurguları ve bozuk cümleleriyle sağa sola zart-zurt ediyordu. Sözlerinde mantıksal tutarlılık aramak boşunaydı. Çoğu zaman birbiriyle çelişen kalın kalın cümlelerle büyük laflar ettiğine inanıyordu. Oysa çoğunlukla ya basmakalıp konuşuyor veya düpedüz saçmalıyordu. Bir defasında “HK Genel Yöneticiliği seçimlerinde aday olmalısınız” demiştim. Hoşuna gitmiş olmalı ki beni selamlamıştı.

Cehaletinin farkında olmayan her “gerçek cahil” gibi kibirliydi ve öğrenmeyle tabii ki hiç işi yoktu. Haliyle, o kibir yüklü cehaletine layık bulduğu şey öğretmek ve bir türlü gerçekleri göremeyen kalın kafalı ahaliye ayar vermekti. Arada bir de olsa bir şey soran olduğunda, her tarafından akan o kibir yüklü kaba sabalıkla ya paylayıp susturmaya çalışıyordu ya da “Anlatıyorum, biraz dinle öğren” diye ayar veriyordu.

“Şemsiye Devrimi Hareketi” günlerinde (26 Eylül 2014’te başladı) protestoların yükseldiği günlerden birinde o da konuya dâhil oldu; ama yanlış yerden. Kendi daimi miting meydanında “Şemsiye Hareketi”nin Çin’in kışkırtması ve hareket liderlerinin de “Emperyalist Çin’in ajanları” olduğunu söyledi. Saçmalamanın bu kadarı o sakin ve saygılı HK’luları bile çileden çıkardı. Tartaklandı ve hakarete uğradı. Düştüğü yerde öylece bıraktılar. Toparlanmasına yardım eden kimse çıkmadı. “Bana bunu nasıl yapabildiler” diye soran o korku dolu yüzü halen gözlerimin önünde…

Değersiz bulunmak, değersizliğiyle yüzleştirilmek kendini üstün ve dokunulmaz zanneden her kibir abidesinin ölesiye korktuğu şeydir. Sonunda korktuğu başına geldi. O “önemli adamı” itip kaktılar ve hakaret ettiler; yani değersizleştirdiler, değersizlik duygularıyla yüzleştirdiler.

Bir daha nutuk çektiğini görmedim. Kendisine HK halkını aydınlatma, yol gösterme vazifesi ihdas etmiş “özel yaratılmışlardan” olan bu zat HK’lulara büyük bir ceza kesti ve onları irşat etmekten vazgeçti. Ahaliyi kaderine terk etti… HK halkını bilmem ama ben yokluğunu hissettim. Memlekette bu zatla aşağı yukarı aynı frekanstan konuşanları izlemediğim için o “eksikliği” bu “önemli adam”ın vaazlarıyla gideriyordum. Yine de, onun yokluğunu telafi etmek için memlekettekileri dinleme zulmüne katlanmadım. Yani o kadar da değil…

Geçenlerde gözüme çarpan bir haber “Kimsenin takmadığı ‘önemli adam’ artık yok” diyordu. Gazetenin haber görseli tam da onun tutarsız aklını yansıtıyordu: Bir konuşmasında “Bir gün bile ter dökerek para kazanmamış asalak dilenciler, sülükler” diye sataştığı rahiplerden biri cenazesi yakılırken başında dua ediyordu…

Benim HK Genel Yöneticisi adayımdı. Beklenmedik bir kayıp oldu. Acım büyük…

11 Şubat 2020 Salı

Wuhan Jiayou*!

7 Şubat 2020 tarihli BirGün gazetetsinde yayınlanmıştır

(*Jaiyou: Dayan!)

Bir salgının ortaya çıkması için Çin Yeni Yılı dönemi sanırım en kötü zamandır. Ülke nüfusunun neredeyse üçte biri yer değiştirir. Uzmanlara göre, “Bu da bir virüsün hem bir yerden başka bölgelere taşınması için ideal ortam oluşturur hem de yayılma hızını artırır.”

Bu Koronavirüs felaketi ülke insanların bir yıl bolunca iple çektiği ve hazırlandığı kutsal günlerini de mahvetti. Yeni Yıl, tüm ailenin bir araya geldiği, bütün aile işlerinin konuşulduğu, geçen yılın değerlendirildiği ve gelecek yıla ilişkin planların konuşulduğu çok özel bir zamandır. Bütün eyaletler Yeni Yıl kutlamalarını iptal etti. TV’lerde bütün eğlence programları kaldırıldı. TV’ler bütün gün neredeyse sadece virüs hakkında haberler, programlar, bilgilendirme yayınları vs yapıyor. Arkadaşım “Virüs hakkında o kadar çok şey ve o kadar ayrıntılı anlatıldı ki, yolda görsem şıp diye tanırım” dedi.

Virüsün ortaya çıkışı

Sanırım dünyanın her yerinde, soğuk aldığına inanan ve halsizlik-kırgınlık hisseden herkes önce sıcak bir şeyler içer, vitamin alır, yatıp dinlenir vs. Çinliler, bunlara ek olarak, epeyce kerameti olduğuna inandıkları bazı kök-sap-ot-çöp kaynatıp içerler veya yerler. Bunlara rağmen toparlanamayan biri büyük ihtimalle bir doktora görünür. Doktor, durumu soğuk algınlığı, grip veya bir zatürree başlangıcı olarak değerlendirirse, genellikle şu ilaçları al, istirahat et ve tabii ki bol su iç deyip gönderir. Hasta kişi buna rağmen iyileşemiyorsa ve durumu daha da ağırlaşıyorsa ve bir enfeksiyon hastalıkları hastanesine gitmeyi akıl ederse, muayene-tahlil vs derken muhtemelen o güne kadar aynı belirtileri gösterdiği bilenen bir enfeksiyon teşhisi konur. Ta ki aynı belirtilerle hastanelere başvuranların sayısı artana ve bilinen tedavi yönteminin bu enfeksiyonda etkili olmadığı görülene kadar…

Salgına ta ilk başından beri tanık olan doktorların ve iyileşen hastaların yazdıklarına, anlattıklarına göre Wuhan’da da süreç aşağı yukarı böyle işlemiş. Wuhan’daki enfeksiyon hastalıkları hastanesine başvuran bir hastaya SARS teşhisi konmuş ve hastane bunu ilgili sağlık kuruluşlarına duyurulmuş. Tedavinin bazı hastalarda işe yaramadığı anlaşıldığında çeşitli hastanelerde aynı teşhis konan hasta sayısının 40’ı geçtiği görülmüş. Bu defa “nedeni belli olmayan zatürree” teşhisinde karar kılınmış. Yatan hasta sayısı giderek artınca ve bazı hastalar kaybedilince, bunun yeni bir virüs olduğu anlaşılmış. Fakat insandan insana geçtiği bilinmediği için kontrol edilebilir bir salgın olarak değerlendirilmiş. En kritik ve salgının yayılmasına neden olan nokta, (kuluçka devresinde bile) insandan insana geçtiğinin ancak Çin Yeni Yılı tatilinden (25 Ocak) bir-iki gün önce anlaşılabilmiş olması. İnsanlar ne kadar ciddi bir durumla karşı karşıya olduklarını işte o zaman anladılar. Ardından, artık tüm dünyanın bildiği o çok sıkı karantina başladı. Wuhan’daki bir arkadaşımız “virüsün insandan insana geçtiğini öğrendiğimizde şehir birkaç saat içinde öldü” dedi.

Balık pazarı, Koronavirüs ve yaban hayvanı müşterileri

Virüsün incelenmesi sürecinde yer alan bir bilim insanı Çin sosyal medyasında “Yeni koronavirüs, insanların sağlığa aykırı yaşam tarzı ve alışkanlıklarına doğanın verdiği bir cezadır… Virüsün laboratuarda üretildiği iddiası bir saçmalıktır. İnsanlığın bugünkü bilimsel düzeyiyle böyle bir virüsün laboratuarda üretilmesi imkânsızdır” diye yazdı. Bu bilim insanının “sağlığa aykırı yaşam tarzı” derken aslında nereyi işaret ettiğini artık buradaki herkes biliyor. Yani virüsün kaynağı olarak bilinen balık pazarını…

“Wuhan Güney Çin Deniz Ürünleri Pazarı” veya kısa adıyla “Balık Pazarı”nda kendi gördüklerim, bildiklerimi yazayım ki yazıya biraz ilginçlik katsın. Pazarın çevresinde “Hayvancılık ve Av Eti” adı altında gizli olarak “satışı yasak” yaban hayvanı satan yerler var. Bunlar, bambu sıçanı, rakun köpeği, rakun domuzu, misk kedisi (ki SARS’ın kaynağı olarak bilinir), tilki, koala, tavus kuşu, çeşitli yılanlar, timsah ve aklınıza gelemeyecek (ve benim de adını bilmediğim) daha birçok yaban hayvanı satıyorlar, hem de istersen canlı istersen kesilip temizlenmiş olarak. Virüsler bu yaban hayvanlarından onlarla yakın temasta bulunan insanlara ve onlardan da başkalarına geçiyor. Yoksa pazarda satılan, balık, yengeç ve midyelerin vs virüs salgını konusunda bir vebali yok.

Pazar esnafına göre, bu hayvan kaçakçılarından onlar da şikâyetçi ama ilgilenen olmamış. Göstere göstere değil gizli saklı yapıyorsan ve şikâyet üzerine kontrole gelen görevliler “bir şey bulamıyorsa” pek kimse ilişmez; buralarda birilerinin göz yumduğu yamuk işler yapmanın raconu budur. “Karabatak kuşu balıkçı ilişkisinin ekonomi politiği” başlıklı yazım Wuhan’a 30-35km uzaklıktaki bir kasabada geçiyordu. Satıcı, kuşu balık avında kullanılmak üzere satıyordu. Kuşla senin ne yapacağın tabii ki onu ilgilendirmez. Ördeğin yarı fiyatına aldığın kuşla ister balık avla, istersen ye…

Meraklısı çok fazla olmasa da, insanlar bu acayip hayvanları yemeğe neden heves ediyorlar? Üstelik bu hayvanlar genellikle çok pahalı. Yani öyle maaşla çalışan veya ortalama geliri olanların alıp yiyebileceği şeyler değil. Meraklıların çok büyük bir çoğunluğu sonradan görme taşralı zenginler. Yani bir nevi itibar meselesi… Ee, ne de olsa itibardan tasarruf etmek sonradan görmeliğin kitabında yazmaz. İlgi alanı “kentleşme ve göç” olan mimar arkadaşım Jiaying’e göre, “Bu hayvanların etleri üzerine uydurulmuş yüzlerce hurafe hem cahil hem sonradan görme olan taşralı zenginleri cezp ediyor (genellikle)”. Bunlar deve idrarını şifa (ve mübarek) sayan İslami gericilerle aynı familyadan aslında.

Şimdi Çin’de (en azından Hubei eyaletinde) bu tür iş yapanların hepsinin izlerini kaybettirmeye, gözden kaybolmaya çalıştıklarını sanıyorum (Bu nevi işler yapanları biraz tanırım. Çin’de yasalarla başı derde girdiği için Hong Kong’a kaçanların bazılarına İngilizce dersi vermiştim). Zira halk bu kaçakçılara o kadar tepkili ki, yetkililer sorunu çözmezse onlar gidip işlerini bitirebilir. Sosyal medyada hükümete “Bu sorun bir daha tekrar ederse, hiçbir özrünüz olmayacak” diyen tepkiler durumun ciddiyetini gösteriyor. Bugüne kadar hayvan kaçakçılığı yapmak için yararlandıkları “guanşi”leri (“guanşi” ilişki demek ama “Ni hav! Ni hav ma” yani “Merhaba! Nasılsın?” ilişkisi değil iş bitirici ilişki) artık onları tanımayacağı gibi muhtemelen ihbar edecektir.

Wuhan, Jiayou!

Bir arkadaşımız “Bugün karantinanın yedinci, Çin Yeni Yılının ise beşinci günü. Normalde bugün ailemle birlikte tapınağa gidip ‘Refah/Zenginlik Tanrısı’na saygılarımızı sunmalıydık. Bir yıl boyunca dört gözle beklediğim ve hazırlandığım o günler bu yıl gelmedi. Bu yılı yaşanmamış sayıyorum. Gelecek yılı dolu dolu yaşamak istiyorum, bütün Wuhan istiyor. Şehrimle gurur duyuyorum. Başaracağız. Wuhan, Jiayou!” diye hepimizi duygulandıran bir mesaj gönderdi.

Yayılan videolar kentin her gece “Wuhan, Jiayou!” sloganlarıyla çınladığını gösteriyor. Komşuluk ve sosyal ilişkilerin sıfırlandığı ağır izolasyon altında, mecbur olmadıkça dışarı çıkmayan, eve kapanıp kalmış insanlar akşamları pencere ve balkonlardan bu sloganı haykırıyorlar. Buna aslında ağır stres altındaki bir kent halkının balkon ve pencerelerden yaptığı bir dayanışma gösterisi-mitingi diyebiliriz. “Jiayou”, güçlü ol/güçlü kal anlamına gelen bir sözcük. Fakat “başarabilirsin”, “yapabilirsin”, “kendine güven” gibi cesaret ve moral verici bir içeriğe de sahiptir. Bu gösteriyi kimin başlattığının veya kimin öncülük ettiğinin bir önemi yok. Önemli olan halkın bu dayanışmayı ve kararlılığı göstermesi. Yani şehirde pek öyle, yıkıldık, bittik, kahrolduk havası yok. Toplum bu ağır travmayla başa çıkmaya çalışıyor. Arkadaşlar ilk şokun atlatıldığını söylüyorlar. Virüsün kentteki yayılma hızının yavaşlamış olması yakında tamamıyla kontrol altına alınacağı ve felaketi atlatmalarının fazla uzun sürmeyeceği umudunu besliyor.

Kent sakinleri arasında “teşhiste geç kalındığı, ilk başta (var olduğuna inandıkları) bazı bilgilerin değerlendirilmediği, insandan insana geçişin geç anlaşıldığını söyleyerek şehirdeki sağlık yetkilileri ve yönetimi eleştirinler, öfkesini dile getirenlerin sayısı az değil. İnsanların öfkesi anlaşılabilir bir tepki. Yaşamsal risk atlatıldıktan sonra yaşadıkları travmayı anlamlandırmaya, neden ve sorumlu(lar) bulmaya ve açıklamaya çalışması ve sorumlu gördüklerine öfke duyması her travmanın ardından görülen psikolojik tepkilerdir. Aslında bir tür toparlanma süreci olarak görülebilir.

Bir de, ilk başlarda durumun ciddiyetinin halktan saklandığını düşünenler var ki, bu düşünceleri ağırlıkla yaşanan felaket durumunda bile Çin aleyhine manipülasyon ve dezenformasyon peşindeki ABD kaynaklarına dayanıyor. Bazı ABD’liler Çinli uzmanların virüsün ne olduğunu anlayamadıkları o bir aylık bulanık süreci bilgi saklamak olarak lanse etmeye çalışıyorlar. Oysa artık Dünya Sağlık Örgütü de işin içinde ve o bir aylık süreçte bilgi saklandığına dair bir bulgudan söz etmiyorlar. Bu arada, ABD, Çin’e anmaya değer bir yardımda bulunmamış.

Halkın bu eleştirilerinin ve sordukları soruların ciddiyetinin ÇKP’nin farkında olduğundan eminim. Şu felaket bir atlatılsın, kimsenin gözünün yaşına bakmayan bir araştırma-soruşturma açılacağını ve halkın eleştiri ve sorularına karşılık verileceğine inanıyorum. Çin yönetiminden “Hesap verecek zamanımız yok. Hem, şahsım, partim ve yanaşmalarım varken halk da kim oluyor” anlamına gelecek bir döküntülük beklenmemeli.

Kente büyük bir askeri birlik sevk edildi. Güvenlik, dezenfeksiyon, hastane inşa etmekten Çin Kızılhaç’ının yardım faaliyetlerini üstlenmeye kadar her yerdeler. Ordu bünyesinde neredeyse her alanda önemli uzmanlar barındıran bir kurum. Ne kadar doğrudur bilmem, “Bütün bürokrasi/sivil yöneticiler bir gecede yok olsa, ertesi gün ordu o boşluğu doldurur” derler. Sevk edilen birlikte bu kadar çok sayıda kadın asker olması ve ortalıkta çoğunlukla onların görünmesi ise tabii ki tesadüf değil. Başta Parti gençliği olmak üzere, üniversite öğrencileri, sosyal ağların da özellikle Kızılhaç’ın yardım faaliyetlerinde yer aldıkları söyleniyor.

Hafif-orta derecede etkilenen hastalar için ordunun kullandığı sahra hastanelerine benzer toplam 3500 yataklı üç geçici hastane oluşturuldu. Durumu ciddi olanlar için ve sadece koronavirüsten etkilenenlerle ilgilenmek üzere yeni bir hastane kuruldu.

Kendini mucit, çok akıllı ve bilgili veya komik zanneden bazı gereksiz kişilerin sosyal medyadan yaydıkları virüsle mücadele yöntemlerini değerlendirip halkı bilgilendiren bir doktorlar ekibi oluşturuldu.

Wuhan’dan gidenler, virüsü yayanlar

Yakın zamanlarda Wuhan’da bulunmuş olanlar için son günlerde hayat zorlaştı demek abartı olmaz. Karantina başlamadan önce şehirden çıkıp Yeni Yıl tatili için memleketlerine giden göçmen işçiler ve üniversite öğrencilerinden bazılarının duyuru ve uyarılara rağmen, belki tatili ailesiyle birlikte geçirme isteğinden veya uzun karantina sürecinden kaçınmaktan ya da bilemediğimiz başka nedenlerle, sağlık kontrolüne gitmedikleri söyleniyor. Bu sorumsuzlukları, salgının en başta kendi aileleri olmak üzere başkalarına da yayılmasına yol açtı. Wuhan’dan gelenlerde salgın görülmeye başlayınca, o kişi/kişilerle yakın temasta bulunanlar, ardından ikinci halkadakilerle temasta bulunanlar sağlık kuruluşlarına akın etmeye başladılar. Şimdi sağlık kurumları ve polis turizm bölgelerindeki otellerde, diğer yerleşim birimlerinde yakın zamanda Wuhan geçmişi olanların izini sürüyor.

Ailece evde karantinaya alınanlar (ki aralarında virüsün diğer yerleşim bölgelerine taşınmasına yol açanların olduğu da söyleniyor) veya tamamıyla karantinaya alınan bir bölgede karantina koşullarına uymakta ayak sürüyenlere polis evden çıkmalarını imkânsız hale getiren sert önlemler alıyor.

Wuhan’dan uzaklaştıkça virüsün görülme sıklığı da azalıyor, şu saate kadar hiç korona virüsü vakasının görülmediği eyaletler var. Buna rağmen her yerde önlemler çok sıkı.

Diğer ülkelere Wuhan’daki yabancı öğrenciler aracılığıyla ulaşmış olması ciddi olasılıklardan biri olarak görülüyor. “Çin Yeni Yılı tatili nedeniyle ülkelerine giden öğrenciler virüsü o ülkelere taşımış olabilirler” deniyor. Wuhan bana hep bir üniversite-öğrenci kenti gibi gelmiştir. Üniversitelerde 1,2 milyon öğrenci okuyor ve aralarında çok sayıda yabancı öğrenci var.

Wuhan’a dönmeyin çağrısı

Şu anda Wuhan giriş çıkışlara kapalı bir şehir. Ancak çok özel durumlarda ve çok sıkı denetim altında giriş-çıkış izni veriliyor. Hubei valiliği, bu eyalette çalışan işçilere “13 Şubat’tan önce dönmeyin. Dönebileceğiniz söylenmeden gelmeyin” dedi. Öğrenciler için ise “Okulların sömestr tatili de salgın durumundaki gelişmelere bağlı olarak belirsiz bir süre ertelenecek” açıklaması yaptı.

Karantina 13 Şubat’ta biter mi, bilemiyorum. Yazıyı bitirirken Devlet Başkanı Şi Cinping’in Wuhan’a gideceği yazan bir haber okudum. Eminim önemli açıklamalar yapacak ve şehir halkının moralini yükseltecektir. Belki onun konuşmasında karantinayla ilgili bir haber vardır.

Çin’den kriz yönetimi dersi

1 Şubat 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Buralarda bugüne kadar, Coronavirüs veya diğer adıyla “Wuhan Virüsü” dâhil, üç salgın gördüm. İlki, Asya’nın ödünü patlatan SARS’tı. Birkaç yıl sonra “Kuş Gribi” salgını geldi. Gerek SARS ve Kuş Gribi salgınlarından edinilen tecrübe, gerekse tarihlerinde onlarca kez yaşadıkları kıtlık krizleri Çinlileri kriz konusunda deneyimli, krizle baş etme konusunda ise güçlü kılmış. Devrimden (1949) kısa bir süre sonra yaşanan ve öncekilere göre daha ucuz atlatılan son kıtlık krizinin tanıkları halen hayatta.

Çin hükümetinin kriz karşısında ilk defa bu kadar organize, ne yaptığını bilerek ve özgüvenli hareket ettiğini görüyorum. Karşılaşılan aksaklıklar veya ihtiyaçlar iyi koordinasyon sayesinde hızla çözülüyor (birkaç gün içinde birkaç bin yataklı hastane inşa etmek ve deneyimli sağlık personeli takviyesi yapmak gibi). Adeta dünyaya bir kriz yönetimi dersi veriyorlar. Kriz yönetiminde ilk adım/püf noktası krizin en başında en yetkili kişinin halka gerçeği anlatmasıdır. Başkan Xi, bir gerçek liderin yapması gerekeni yaptı. Yani “En yetkili bensem, olanların ve bundan sonra olacakların bütün sorumluluğu da bana aittir” dedi ve çıkıp gerçek durumu bütün çıplaklığıyla halka anlattı. Özetle “Çok ciddi bir durumla karşı karşıyayız. Hafife almamalıyız. Bu salgınla başa çıkmamız için bilime güvenin ve bilimin söylediklerinin dışına çıkmayın” dedi. Kriz yönetiminde ikinci önemli nokta, krizle mücadele yönetimindeki yetkililerin güvenilir, saygın insanlar olmasıdır. Ancak bu durumda halk kriz yönetimiyle işbirliği yapar. Kendisine sürekli yalan söyleyen, aldatan, algı oluşturma peşindeki sahtekârlarla işbirliği yapmaz. Bu durumda var olan krizin başka krizlere evrilmesi ve güvensizliğin derinleşmesi kaçınılmazdır. Xi, krizle mücadelenin başına halkın çok sevdiği, güvendiği ve saygı duyduğu bir doktoru getirdi. Bu doktor, SARS salgını sırasında devleti yeterli ve doğru önlemleri zamanında alamadığı ve bocaladığı için zehir zemberek sözlerle eleştirmişti. Xi, ruhunda yanaşmalık olmayan böyle cesur ve yetenekli insanları sever.

Xi, krizin daha ilk başında bütün ilgili kurum ve kişilerden “Doğru bilgilerin halkta yanlış anlamaya yol açmayacak kadar açıklıkla anlatılmasını, yanıltıcı olabilecek muğlâk açıklama ve laflardan kaçınılmasını, doğru bilgilendiren ve halkın sorularına cevap veren yayınlar yapılmasını” istedi. Kısaca, doğruları, gerçek durumu hem halkla hem de dünyayla olduğu gibi paylaşın dedi. Önceki salgınlarda Çin’in dünyanın sağlık kurumlarıyla işbirliği yapmakta biraz gönülsüz davranmasından söz edilebilir -bilgi saklamasından değil. Bunun nedeni son derece anlaşılabilir bir gerekçeye yani Batı kapitalizminin her şeyi Çin aleyhine maniple eden ikiyüzlülüğüne dayanıyor. Fakat bu kez, Çin, izlediği bu yolun kendi niyetinin-beklentisinin aksine çalıştığını görmüş olmalı ki, çok açık davranıyorlar ve her ülkeyle işbirliği yapıyorlar.

Çin’in bilgi sakladığı, istatistikî verileri maniple ettiği söylentisi Çin hakkında dezenformasyon yaymak için çıkarılan onlarca dergi ve aralarında artık iyice çaptan düşmüş Le Monde gibi gazetelerin de bulunduğu onlarca gazetenin yaydığı safsatadan ibaret -en azından büyük ölçüde. Çin genellikle bilgi saklamaz ama sistemi yabancıların manipülasyon yapmasına izin vermeyecek kadar sıkı kontrol eder. Çin hakkındaki bu safsatayı sorgulamadan iman eden Batı kapitalizmi muhiplerinin önce “Madem ABD istatistikleri ve resmi verileri doğru bilgi veriyor, o zaman bu toz tepme ‘doğru’ veriler neden kaç defadır ekonomik kriz doğuruyor?” sorusuna cevap vermeleri gerekiyor. Yalan veri veya maniple edilmiş veri konusunda Çin, Batı, özellikle ABD’nin eline su dökemez.

Virüs hakkında ortalıkta dolaşan komplo teorilerine değinmeyi gereksiz buluyorum. Bu konuda BirGün’de yayınlanan komplo teorileri derlemesini okuyabilirsiniz. Fakat şu “Biyolojik silah” saçmalığı hakkında birkaç söz etmek istiyorum. Çin, insanlık suçu sayılması gereken biyolojik-kimyasal silah işine hiç bulaşmadı. Beceremediğinden değil ÇKP ruhunda varlığını halen dikkate değer ölçüde sürdüren komünist müktesebatın değerleri nedeniyle bulaşmadı… Hele Başkan Xi gibi ÇKP’yi sola çekmeye çalışan bir liderden sonra bulaşacağını hiç sanmıyorum. Virüsü başkalarının Çin’e bulaştırdığı iddiasına ise Çin prim vermiyor, en azından şimdilik.

Son olarak, Çin’den ayrılmayı düşünmüyorum. Kahraman olduğumdan değil hiçbir yerde Çin’deki kadar güvende olamayacağımı bildiğimden… Alınan önlemleri görüyorum ve Çinlilerin sorunla başa çıkma beceri ve kapasitelerini iyi biliyorum. Her şeyden önemlisi doğru bilgilendiriliyoruz. Her şeyin yalandan ibaret olduğu bir çürük rejim sultasında daha güvende olacağıma hiç inanmıyorum.