6 Ekim 2019 Pazar

İmelda hanımefendi

06 Ekim 2019 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Halkın yakıştırdığı isimle, namı diğer “ayakkabılı Marie Antoinette”ten veya Filipinler eski diktatörü Ferdinand Marcos’un muhterem zevcesi İmelda hanımefendiden bahsediyorum. Yani pahalı çanta, ayakkabı, mücevher ve külçe altına olan tutkusuyla bilinen engin sanatsal ilgisi, bilgiyle aydınlanmış ve kültürle yontulup incelmiş zarafet abidesi kişiliği, först leydi olarak yüksek temsil yeteneği olan “özel-ayrıcalıklı” birinden… İmelda hanımın eğitimsiz, görgüsüz, cahil, rüküş, varoş tabiatlı, ihtiraslı, haset diye tanımlanması tamamıyla Marcos’un rakiplerinin kıskançlığı. Yani herhalde öyledir, Marcos öyle dediğine göre… Zaten onun “kelebeği” başka türlü olamaz. Yarasa bile olsa, onu kelebek olarak görmemek sadece kem gözlerin fesatlığıdır.

İmelda hanım, ilk eşinden de beş çocuğu olan bir zengin avukatın ikinci eşinden ilk çocuk olarak doğmuş. Daha doğduğu gün babası, “Bu çocuk farklı-özel biri olacak” demiş. Herhalde “her şeyi hak ettiğine-her şeyin onun hakkı olduğuna ve ayrıcalıklı-üstün olduğuna inanan biri” demek istemiş olmalı. Babanın işleri bozulup aile yoksulluğun pençesine düşünce zor günler başlamış. Arkadaşlarının içinde “İmelda, ailen yine okul taksitini ödeyemedi” diye okul yönetimi tarafından defalarca rencide edilmiş. Üniversite eğitimi ve daha iyi bir hayat umuduyla geldiği Manila’da akrabalarının yanında köleden hallice muamele gören bir sığıntı olarak yaşamak zorunda kalmış. Niteliksiz işlerde ucuza çalışmış vs. Yaşadığı bu zorluklar onu hayat yorgunu yapmak veya bezdirmek yerine, tam aksine, ihtiraslarını kamçılamış. Ağır yaşam koşullarıyla boğuşmak ancak bizim gibi sıradan insanları yorar, bezdirir. “Özel-ayrıcalıklı biri” için ise “hak etmediği yaşam koşullarına katlanmak zorunda kalmaktır” ve hak ettiklerini ona sunmayan bir suçlu/suçlular mutlaka vardır. Gerçi bu “özel biri” oluşu başvurduğu üniversitelere kabul edilmesine, iyi bir eğitim almasına yetmemiş. Gerçekte, kendini “ayrıcalıklı-üstün” biri zannedenlerin tamamı gibi, o da özel yeti-yeteneklere sahip biri değildir. Kendi hakkında abartılı/gerçeğe uymayan inanışlara sahip sıradan ihtiraslı biridir, hepsi o kadar.

Politikacı bir yakını sayesinde katıldığı bir toplantıda Marcos ile tanışır; fakat tanıştığı bu adamdan başlarda pek hoşlanmaz. Marcos, henüz yolun başında olduğu “Başkan Marcos projesi”nin vitrini için ideal eş adayını bulduğuna inanır ve İmelda hanıma defalarca evlilik teklifi yapar. Fakat İmelda Hanım, hoşlanmadığı bu adamın evlilik teklifini her defasında geri çevirir ve uzak durmaya çalışır. Hatta “Kendini bir şey zanneden bu kılkuyruğa mı kaldım” gibi bir şeyler dediği rivayet ediliyor. Zira bu adamın onu “hak eden” bir şövalyeye, bir beyaz atlı prense, bir aristokrata benzer bir tarafı yoktur. Ama Marcos pes etmez. Aradan geçen zamanda hanımefendi ile hangi dilden konuşması gerektiğini öğrenmiş olsa gerek ki, son görüşmelerinde “Bir gün bu ülkenin först leydisi olmak ister misin?” diyerek altın vuruşu yapar. Zaten artık durum da yavaş yavaş değişmeye başlamıştır: Marcos, özellikle ABD işgali döneminde palazlanan Filipinli zenginlerin desteğini almakta ve geleceğin Başkanı olarak parlatılmaktadır. Yani artık yıldızı parlamaya başlayan o kılkuyruk ona “hak ettiği” hayatı, çocukluğundan beri kurduğu bir hayali vaat etmektedir. Velhasıl, çıkar kokusu almakta uzmanlaşmış burnu “Ferdinand Bey” (veya Bay Ferdinand. Marcos’a böyle hitap edermiş) sayesinde artık kaderinin değişmek ve bu hak etmediği hayatın geride kalmak üzere olduğunun kokusunu hemen alır. İçindeki “cefakâr Filipinler milletine hizmet etme aşkı”na yenik düşen İmelda Hanım, evlilik teklifini kabul eder. Böylece, Filipinler gelecek için bir “varoş tabiatlı först leydi” kazanmış olur. Gerçi eğitim, bilgi, görgü, kültür konusunda fazlasıyla yaya kalmıştır. Hatta bir defasında, başvurduğu bir üniversitenin sınav jürisinde yer alan bir öğretim üyesi “Lütfen anlamını bilmediğiniz kelimeleri kullanmaktan sakının” diyebilecek kadar ileri gitmiştir. Ama bu defolar dilediği şeyi emek vermeden “hak etmesine” mani değildir; o, ayrıcalıklıdır, üstündür.

Marcos’un Başkanlık seçimi (1965) mitinglerinde kalabalıklara popüler halk şarkıları söyler. Geçmişte az-çok müzik eğitimi almıştır ve bu konuda yetenekli olduğu söylenir. Her ne kadar bu yeteneği üniversitelere kabul edilmesini sağlayacak düzeyde olmasa bile, varoşlardan gelip meydanları dolduranlara şarkı söylemesine yeter de artar bile. O günlerin tanıkları meydanlara toplananların Marcos’u dinlemek için değil aristokrat bir aileden gelen güzel genç eşini görmek için geldiklerini söylüyorlar. İnsanların onu görmek için gelmesi boşuna değildir. Geçmişte “Filipinler Güzellik Yarışması”na katılmıştır. Adı “Filipinler güzeli” için en güçlü adaylardan biri olarak geçmesine rağmen, daha ilk adımda yani Manila adaylığı seçmelerinde elenir. Bu elemede jüriyi şaşkınlığa uğratan “kültürel birikimi”nin rol oynadığı rivayet ediliyor.

İmelda hanımın politik kariyeri büyük bir başarı ile başlar. Bu başarı, Marcos’un başkan yardımcısı yapmak istediği ama Marcos’tan günahı kadar hazzetmeyen birini ikna etmesidir. Başkan yardımcılığı teklifini o kişiye bir kez de kendisi iletir ve kabul etmesi için bütün basının (haliyle ülkenin) gözü önünde hüngür hüngür ağlar. Bu alımlı genç kadının izleyenleri duygu seline gark eden gözyaşlarından çok etkilenen o zat Başkan yardımcılığı teklifini kabul eder. Gerçi İmelda hanımın siyaset sahnesinde hızla yükselmesinin bu başarıyla bir ilgisi yok. O günlerde ve daha bir süre, adeta aileden biri gibi sevdiği kimi işbitiricilerle henüz ufak tefek yolsuzluklar yaptığı (bir nevi staj dönemi diyelim) bazı sosyal sorumluluk projeleri, kültürel faaliyetler ve restorasyon-inşaat işleriyle falan meşgul olmaktadır. Politikaya hızlı bir giriş yapması ve yükselmeye başlaması onun adına bir talihsizlikle başlar: Ferdinand Bey’in İmelda Hanımefendiyi bir ABD’li film yıldızıyla aldattığı ortaya çıkar. Uluslararası ve yerel basın bu olayı köpürtmesine rağmen, İmelda hanım konuyu büyütmez. Bunun yerine, bu krizi kendi siyasi hikâyesini yazacağı bir fırsata çevirir. Bu olaydan kısa bir süre sonra, Marcos tarafından Manila valisi olarak atanır. Bir zaman sonra da milletvekili seçilir ve ardından “İskân ve Çevre Bakanı” olur. Ülke adına yetkisiz diplomatlık yapar ve el altından bazı anlaşmalar kotarır vs. Asıl başarısı banka hesaplarına dökülen dolar balyası ve külçe altın miktarındaki yükseliş, hediye edilen pahalı mücevher, çanta vs sayısındaki büyük artıştır.

Yatırım adına yapılan gereksiz, savurganca harcamalar ve yolsuzluk çarkı zaten zayıf olan Filipinler ekonomisini ağır bir krize sürükler. Marcos, özellikle son on yılda, ekonomik kriz ağırlaştıkça olağanüstü hal yönetimleriyle yetkileri kendinde toplayarak toplum üstündeki baskıyı artırır. Diğer yandan ise gösteriş-şatafat-arsızlık-yolsuzluk zincirlerinden boşanır. Marcos ve İmelda hanımın yakın çevresi saraya doluşmuş ve yağmanın baş aktörleri olmuşlardır. Fakat bu on yıl içinde Marcos’un uykularını kaçıran ve “Halkın Gücü Hareketi” olarak bilinen bir örgütlü muhalefet ortaya çıkmıştır. Hareketin lideri Marcos’un tutuklattığı Benigno Aquino’dur (Marcos’a karşı seçimi kazanan Başkan Corazon Aquino’nun eşi). Cezaevinde ağır bir kalp krizi geçiren B. Aquino, yüce gönüllü İmelda hanımın kendisiyle yaptığı bir anlaşma karşılığında ABD’de tedavi görmesi için tahliye edilir. Anlaşmanın tek şartı vardır: B. Aquino, ABD’ye Filipinler’e bir daha dönmemek üzere gidecektir. Fakat B. Aquino, ABD’de tedavi gördüğü sırada “Şeytanla yapılan anlaşma anlaşma değildir” der ve iyileştikten sonra geri döner. Daha ülkeye giremeden Manila havaalanında suikasta uğrar ve öldürülür (1983).

Son seçimde (1986) Marcos, artık “Halkın Gücü Hareketi”nin fiili lideri olan Corazon Aquino’ya karşı kaybeder. Kaybettiğini herkes bilmesine rağmen, son iki/üç seçimde olduğu gibi yine seçim kurumuyla birlikte yaptıkları bir hileyle, seçimi kazandığını ilan eder ve sarayın balkonundan o an yağan yağmurda beraber ıslandıkları destekçilerine bir balkon konuşması yapar. Onun konuşmasının ardından, İmelda hanım, diktatör Marcos’un vatan-millet aşkını dile getiren “Senin sayende” adlı şarkıyı gözyaşları içinde söyler. Diktatör, irade hırsızlığına halkın gösterdiği tepkiyi bu kez de bastırabileceğini ve böylece bir beş yıl daha (ve mümkünse ölene kadar) başkanlık koltuğunda oturabileceğini ummaktadır. Fakat beklemediği bir şey olur ve o daha balkon konuşması yaparken gösteriler öyle bir yükselir ki, Marcos’un mavzerine dönüşmüş olan ordu bile ikiye bölünür (çoğunluk Aquino’yu destekler). İmelda hanımın anlattığına göre, “Ferdinand Bey korkuya kapılır ve Filipinler milletinin bu vefasızlığına çok içerler”. Önünde ya halkın eline düşmek ya da ülkeyi terk etmek seçenekleri vardır. Ertesi güne bile kalmadan istifa ettiğini duyurur, ailesi ve seksen kişilik suç örgütüyle birlikte ABD’ye kaçar (1986).

Först leydi’den geriye 15 adet vizon palto, 1000 adet kadar pahalı çanta ve 7500 çift özel yapım ayakkabı kalır. Ayrıca, ABD hükümeti Marcos ailesinin Amerika’ya yanlarında getirdikleri milyonlarca dolar nakit, hisse senetleri, pahalı mücevherler ve altın külçeleriyle giriş yaptıklarını açıklar.

Başkan Corazon Aquino, Marcos’un ölümünden (1989) sonra, 1991 yılında Marcos ailesinin Filipinlere dönmesine izin verdi. Devrik först leydi bir taraftan hakkında açılan çok sayıda dava ile uğraşırken, diğer taraftan Filipinlilerin Marcosland dedikleri, Marcos’un doğup büyüdüğü yer olan ülkenin en gerici bölgesinden iki kez milletvekili seçildi -halen milletvekili. İki kez aday olduğu Başkanlık seçimlerinde sonuç onun adına hezimet oldu. Göründüğü kadarıyla, Filipinler halkı onun hak ettiği, onun olması gereken, ellerinden zorla alınan şeyi ona geri vermemekte ısrarcı. Bu arada, birkaç ay önce, rüşvet-yolsuzluk suçlamasıyla açılan altı davadan 42 yıl hapis cezası aldı. Bugünlerde 90 yaşında ve hesap vermeye devam ediyor. Filipinler halkının onun adına İngilizce “-ific” son ekini ekleyerek türettiği “Imeldific” diye bir kelime var. Görgüsüzlük, savurganlık, şatafat, kibir ve arsızlığı tanımlamak için kullanılıyor. Yani İmelda hanımefendi tarihe hak ettiği sıfatla geçecek…

* Bilgilerin bir kısmını açık kaynaklardan derledim. Özel sayılabilecek ayrıntıları ise burada tanıdığım İmelda Marcos’un akrabalarından bir (solcu) akademisyenin anlattıklarından aldım.

1 Ekim 2019 Salı

Bir ayaklanma girişimi

18 Eylül 2019 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Uzun bir zamandır, özellikle son on yılda, emperyalizm Şincan’ı (Uygur bölgesi) Çin’i içeriden istikrarsızlaştırma aracı olarak kullanmaya çalıştı. Fakat bu sorun artık çözüldü sayılır. İslamcı teröristler ya ülkeden kaçıp Suriye’ye gittiler (ve asla dönemeyecekler) ya da hapisteler. Militan sayılmaması gereken birkaç bin kişi ise şimdi Çin’in meşhur “Yeniden Eğitim” süreciyle kazanılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla, Çin’i içeriden istikrarsızlaştırmak için emperyalizme yeni bir yumuşak karın gerekiyor. İşte o hassas bölge Hong Kong (HK); yani emperyalizm öyle olduğunu düşünüyor.

Suçluların iadesi Yasası”nın geri çekilmesiyle HK’ da sular duruldu sayılır. Maç salonları vs gibi yerlerde yapılan düşük katılımlı küçük gösteriler dışında ortalık sakin. Sonda söyleyeceklerimi en başta söyleyeyim: (1) HK gösterilerini ilerici gösteriler olarak görmek çok zor. Hele bir de Gezi ile karşılaştırmak düpedüz ahmaklık olur. Çin’e karşı yapılan her gösteriyi, eylemi “özgürlük, demokrasi vs yanlısı” diye alkışlamak ve desteklemek liberallerin (ve sağcıların) işi olabilir. Onlar zaten benim ilgi alanım dışındalar. (2) Bu olaylar, gösterileri düzenleyen grup açısından protesto gösterisi değil bir ayaklanma provası veya girişimiydi.

ÇKP, gösterilerin arkasında “koloni dönemi artıkları” dediği ve “dörtlü çete” olarak nitelediği dört kişinin olduğunu düşünüyor. Bu dört kişiden biri çok zengin bir avukat ve eski bir meclis üyesi (milletvekili). Diğeri bir medya yatırımcısı ve Çin karşıtı kışkırtıcı, faşizan, “polisle çatışmaktan ve HK hükümeti ile şiddet yoluyla mücadele etmekten kaçınmamak gerektiği” içerikli yayınlar yapan “Apple Daily” portalının da sahibi. Bir diğeri koloni döneminde İngiltere adına HK’ da üst düzey yöneticilik yapan birisi. Son üye, 2014’teki “Şemsiye Hareketi” gösterilerinde de ön planda olan ve “HK Genel Yöneticiliği”ne aday olup ancak yüzde 6,3 oy alabilen birisi. Ortak özellikleri hepsinin aynı zamanda İngiltere vatandaşı olmaları, İngiltere kolonisi döneminde yönetimle çok yakın ilişkiler içinde bulunmaları, sağcı ve yeminli anti-komünist olmaları.

“Suçluların İadesi Yasası”nın daha konuşulmaya başladığı bu yılın başlarından itibaren bu dört kişinin ABD’de çok sayıda kongre üyesiyle ve Mike Pence ile bu konuda görüşmeler yaptıkları, ABD medyasına konuştukları ve “Bir ülke, iki sistem” ilkesine karşı olduklarını defalarca dile getirdikleri biliniyor. Bu ilkeye/modele karşı olmak, aslında Çin’den ayrılık yanlısı olmak anlamına geliyor. Ayrılıkçılık (ağır) suç sayıldığı için onun yerine “bu ilkeye karşı olmak”, “tam bağımsızlık”, “tam demokrasi” gibi bulanık ifadeler kullanılıyor. Yasa HK meclisinde gündeme geldikten sonra (özellikle son zamanlarda) görüştükleri kişiler kervanına Mike Pompeo ve John Bolton da katılmış. Bu HK’lu dört kişiden Medya yatırımcısı olan şahsın ABD’deki Cumhuriyetçi Parti ile yakın ilişkileri olduğu, partiye ve başkan adaylarına defalarca yüklü miktarda bağış yaptığı zaten uzun zamandır biliniyor. Gösteriler sırasında yaptıkları ABD ziyaretleri ve orada yaptıkları görüşmeler, HK’daki ABD, İngiltere ve Kanada Büyükelçileriyle neredeyse rutin hale gelen görüşmeleri zaten sır değil.

Kısaca, bir yanda küresel kapitalizmin krizi giderek derinleşirken, diğer tarafta ABD’nin güç-hegemonyasında zayıflama da artık görünür hale geldi. Buna karşılık sessizce ilerleyen ve etki alanını genişleten bir Çin var. Buna bir de ticaret savaşlarında geri adım atmamasını, aksine, yaptırımlarla karşılık vermesini ekleyin. Yani ABD’nin ticaret savaşı beklediği sonucu vermiyor. Şimdi Çin’i içeriden istikrarsızlaştırıp bunun üzerinden bir kapsamlı uluslararası baskı için bir yol aranıyor gibi görünüyor. Bu noktada ABD emperyalizmi ile HK’lu işbirlikçilerinin amaçları tam uyuşmuyor. İşbirlikçiler Çin’den ayrılmayı (ve tabii ki İngiltere kolonisine dönüşü) arzu ederken, ABD, HK’u Çin’i istikrarsızlaştırıp içeriden zayıflatacak bir araç olarak kullanmak istiyor. İşbirlikçiler anlayamasa da, artık Çin olmadan HK’un da olamayacağını emperyalizm gayet iyi biliyor. HK burjuvazisi çıkarının Çin’le işbirliği yapmayı gerektirdiğini anlayıp HK’u satmasaydı (hepsi Çin’e taşındı ve büyük üreticilere dönüştü), kendi başına var olmak için belki bir şansı olabilirdi.

Göstericilerin “tam demokrasiyi kazanana kadar mücadelemiz sürecek” açıklaması, yukarıda da bahsettiğim gibi, “Çin’den ayrılıncaya kadar” anlamına geliyor. HK’un siyasal sistemi İngiltere’nin eseri, yasaları onlar hazırladı ve bugünkü işbirlikçilerin buna hiçbir itirazı olmadı. Çünkü sistem Çin yanlılarının yöneticilik seçimlerini kazanamaması ve mecliste çoğunluğu sağlayamamasını garanti etme üzerine kurulmuştu. HK sermayesi Çin ile işbirliğine gidince plan suya düştü ve kurulan sistem beklenenin tam tersi sonuç verdi. Ayrıca, koloni döneminde HK valisi hep İngiltere tarafından atamayla göreve gelmiş (hiç seçim olmamış) ve işbirlikçiler buna asla itiraz etmemiş. HK’da “Demokrasi ve nasıl bir demokrasi” sorunu ilk defa geçen seçimlerde bağımsız sol adayın seçim mitinglerinde kitlesel olarak meydanlarda konuşulmaya başlandı. (11.09.2016 tarihli “O demokrasini de al git” başlıklı yazıma bakınız). Demokrasi konusu HK’un gündemine ancak o zaman girdi.