22 Aralık 2015 Salı

Karabatak kuşu-balıkçı ilişkisinin ekonomi politiği

20 Aralık 2015 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Önceki yazımda, bu hafta “Çin komünizmi” üzerine yazacağımı belirtmiştim. Birkaç bölüm sürecek bir yazı olduğu için yeni yıla erteledim ve memleketin bu kasvetli günlerinde buralardan yılbaşı havasına uygun eğlenceli bir şeyler yazmak istedim.

Çin kültürünün benim için en etkileyici özelliği olan şükran duygusu ve saygıyı doğayla kurdukları ilişkide de gözlemliyorum. (Çin dinlerinde Doğa bir tanrıdır). Doğadaki birçok hayvan ve bitki-sebze Çinlilerin olağan yiyecekleri arasında yer almasına rağmen, (bizdeki yağmacılığın aksine) türün devamlılığına gösterilen özeni doğaya şükran ve saygının ifadesi olarak görüyorum. Yanımdaki kafeste duran Karabatak kuşlarının bu görüşüme itirazı olabilir ki; bence de haklılar. Kuşlardan biri bana öyle bir bakıyor ki, gagası bağlı olmasa, sanki ağzını açıp bu itirazı dile getirecekmiş ve “Bizi kafeste gördüğüne şaşırdın mı?” diye soracakmış gibi bir hali var. Nasıl şaşırmam; Karabatak gibi insandan fazlasıyla uzak duran bir kuşun kafeste işi ne… Hem de göz teması kurarak, sanki sorguluyormuş gibi bakıyor. Bu bakıştan gözlerimi kaçırmadıysam, klinik psikoloji uzmanlığımdandır.

Çin’de ne zaman yolum bir küçük kent-kasabaya düşse pazaryerini mutlaka gezerim. Özel bir şey aradığımdan değil ülke kültürü hakkında çok şey barındırdığı için ilgimi çekiyor. Bunlar, köylülerin sadece kendi ürünlerini sattıkları pazarlar. Bambu kafes içindeki bu dört Karabatak kuşu da bu pazarın bana sürprizi. Önce, etraftaki ördek ve tavuklar gibi pişirilmek için satıldığını düşündüm. Satıcının bir alıcıya yaptığı “Ağzından balığı yüz defa da alsan, yine dalar. Hiç düşünme al” kabilinden “ürün promosyonuna” ve bir kuşun “değişim değeri” için yapılan kıran kırana pazarlığa tanık olunca, Çin hakkında bilmediğim bir şeyi daha öğrendim.

Satıcıya “Bu kuşlarla ne yapıyorsunuz?” diye sordum. “Gazeteci, TV’cu musun? Belgesel mi çekeceksin?” diye karşılık verdi. Meğer daha önce bir Batılı TV kanalı “Karabatak kuşuyla balık avlama geleneği” hakkında bir belgesel çekmiş. Belli ki o belgesel için aldığı paranın tadı damağında kalmış ve bir belgeselci (balık) daha yakaladığını sandı. Ne de olsa adam Karabatak kuşu yetiştiricisi… Gazeteci olmadığımı söyleyince, biraz bozuldu ve başından savmak ister gibi “Al bir tane, sana ucuza veririm” dedi. “Ne yapayım onu” deyince, “hediye edersin” dedi. Sanki Kanarya satıyor… Belli ki gazeteci-TV’cu olmadığıma inanmadı ve “kuşu belgesel çekeceğin balıkçıya hediye edersin” demek istedi.

Anlaşıldığı üzere, kuşların o kafeste olmalarının nedeni (insan-doğa ilişkisine ticaretin bulaşmasıyla oluşan) bir “marjinal sektör” için “meta” haline gelmiş olmaları. Bahtlarına düşen ise, göl ve nehirlerde balık avlamak için kullanılmak. Ava çıkmadan önce hayvanın boğazı bir iple bağlanarak iyice daraltılırmış ki yakaladığı balığı yutmasın. Su altında yakaladığı balığı yutmak umuduyla su üstüne çıktığında, yutmak için cebelleşirken, balıkçı hayvanı sala çekip ağzından balığı alırmış. Sömürünün de bu kadarı… Kuş da olsan kahrından ölürsün. Arada bir boğazındaki bağı çıkarıp bir balık yutmasına izin verirlermiş ki açlıktan bitap düşmesin ve yutabileceğine dair yanılgısı devam etsin. Bu kuşlar oy kullanabilseler, bu algılama-muhakeme yetisiyle kesin AKP seçmeni olurlardı.

Aralarından başına geleni anlayıp suya dalmayı reddeden kuşlar da çıkarmış. Balıkçı balık tutması için saldan suya atsa bile, isteneni yapmaz ve aldırış etmeden suyun üstünde yüzermiş. Bunlara sınıf bilinci kazanmış proleter Karabatak diyebiliriz. Haliyle, bunlar bizim kuşlar oluyor. Yani sistemin nasıl işlediğini gören ve sömürüye baş kaldıran Karabataklar. Bunlar makbul kuşlar değil. O yüzden sonları genellikle tencerede bitiyor. Çünkü bu hayvanların “bizim kuşlar” gibi zeki olanı değil yakaladığı balığı yutabileceği umuduyla suya sürekli dalan köle ruhlu yarım akıllısı işe yarıyor.


Sonuç olarak, Karabatak kuşu sömürüsüne dayalı “bir nevi (Çin’e özgü) kapitalizm” diyelim. Buralardan ekonomi-politiğe bir katkı olsun…

12 Aralık 2015 Cumartesi

Helal-İslami haramilik

6 Aralık 2015 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Çin’in bu eyaletindeki dostlarla yaptığımız ve bu yazıya konu olan sohbet Rusya ile yaşanan uçak krizinden önceydi. Bu dostlar, bu eyalette yabancıların yatırım projelerini değerlendirmekle görevli. Fu, “Türkiye’den son birkaç ayda aldığımız yatırım başvurusu çok arttı. Bu artışın nedenini anlamakta zorlanıyoruz” diye lafa girdi. Uzun ve daldan dala atlayan sohbeti kısaca şöyle özetleyebilirim:

“Çin, hem yatırım avantajları hem de dünya pazarlarına erişim açısından yabancı yatırımcılar için bir cennet sayılır ama asıl nedenin bu olduğunu sanmıyorum. Türkiye’de yatırımcıları tedirgin eden bir gidişat söz konusu. Ülkede Mussolini’nin faşist devlet tanımında anlatılanlar yaşanıyor. Dünya uzun bir süre AKP’yi bir muhafazakâr parti olarak görme yanılgısı yaşadı – artık uyanmaya başladılar. Oysa AKP muhafazakâr değil İslamcı-faşist karakterde bir parti. Mussolini’nin “Faşist Parti”sinin neredeyse aynısı. Nazi partisinin daha “beceriksiz” bir versiyonu. Aynen onların yaptığı gibi, her şeyi faşist parti (devleti) safında hizalamaya çalışıyorlar ve herkesi de orada hizalanmaya zorluyorlar. Hizaya gelmeye pek gönlü olmayan işadamlarının yatırımlarını kaybetmesi işten değil. Çin’de yatırım başvurusu yapanların gidişatı gördüğünü ve bu kötü sonu yaşamak istemediğini düşünüyorum.

Bir adam istedi diye devletin mafyanın bile kullanmaktan ar edeceği yöntemleri kullanarak bazı işletmelere el koyduğunu, hakkınızı aramak için tek araç olan hukukun karşınızda yer aldığını görseniz ve sıranın bir gün size de gelebileceğini bilseniz, siz ne yapardınız? Türkiye’de olup biten tam da bu. Uydurma bir suçlama, ağır vergi cezaları, mal müsaderesi yoluyla bir işletmeye el koymalarını engelleyecek hiçbir şey yok. İstedikleri yatırıma el koyup kendi yandaşlarına rahatlıkla peş keş çekebilirler.

Bu adamların iştahını kabartan, çökmek için fırsat kolladıkları başka işletmeler de olduğundan eminim. Çöktükleri işletmelere kayyum olarak atadıkları adamlarına kırk bin dolar maaş ödüyorlar. Aslında, bu yolla sermaye transferi yapılıyor. Yani çöreklendikleri işletmeleri finansal olarak çökertmeye çalışıyorlar. Böylece, iflas etmiş gibi gösterip bir yandaşa peşkeş çekmeye hazırlanıyorlar. Satın almak için kullanacakları parayı bile bu sermaye transferi yoluyla karşılayacaklar.

Bir zamanlar Türkiye üreticileri için büyük bir pazar olan Ortadoğu’da artık mal satabilecekleri bir ülke kalmadı ve ölü bir pazara dönüştü. Çünkü Türkiye tüm bölgeyle düşman. Sadece iki Arap diktatörlüğü ile ilişkileri normal denebilir. Fakat onlar Türkiye’den mal ithal etmeyi zül addedecek kadar kibirli görgüsüzler.

Eski pazarların kaybı ve iktidara güvensizliğin yanı sıra, Suriye savaşındaki rolü nedeniyle, ülkenin dünyaya verdiği kötü görüntünün de sonuçları olacak. Çin’e yatırım başvurusu yapanların ülkeye bu nedenle bir bedel ödetileceğini de sezdiklerini sanıyorum.

Emperyalizmin faturayı birine kesip ellerini temizleme niyeti bir tarafa, insanlık bu dünyada İŞİD vb islamo-faşistlere yer olmadığını artık anladı. Bunların entarili ve vahşi primat sakallı olanları ile kravatlı olanları arasında pek fark olmadığını da görmeye başladı. Bunların uygarlığın değerleri ile barışmalarını ummak hayalden de öte. İslamcı karakteri nedeniyle, AKP’nin de aydınlanma ve modernite ile ilişkisi, muhafazakârlıktan ayırıcı özellik olarak, rezerv koyma değil açıkça reddiye üzerine kurulu (Aynen Suriye ve Irak’taki ilkeller gibi). Velhasıl, bedel ödeme ve çöplüğe atılma sırası kravatlılara da gelecek. Bunun nasıl olacağını bilemiyorum ama insanların bunu fark ettiğini sanıyorum. Ödenecek bedelden korktuklarını ve güvenli yatırım limanına sığınmaya çalıştıklarını düşünüyorum”.


Sermaye adına konuşmama bakıp “Bu ne sermaye muhabbeti böyle” demeyin. Yok öyle bir şey. Sadece Çinli dostlara durumu açıklamaya çalıştım. Ayrıca, burada öyle sermaye karşıtlığı yaparak komünist olunmaz. Çin’de komünistlik, hâlihazırda, kapitalizm olsun ama kuyruğu bizim (ÇKP) elimizde olsun demektir. O da sonraki yazıya…