21 Nisan 2013 tarihinde BirGün Gazetesinde yayınlanmıştır
Geçenlerde benden bağış
isteyen bir Budist Rahip’in önünde durdum, elimi cebime götürdüm
ve ne çıktıysa rahibin elindeki tasa attım. Beni şükranla selamlamasına karşılık
verip başımı kaldırdığımda, neredeyse aklımdan silinmiş olan krematoryum’un insan boyundaki o alevi
çarptı gözüme. O an, Rahip’in “ruhumun selamete ermesi”ni dileyen duasını
almakla çok hayırlı bir iş yaptığıma kanaat getirdim.
Uzun zamandır görmediğim bu bina
eski semtimin yolu üstündeydi. Önünden her geçişimde, insan boyunca alev saçan
bir yakma fırınının önünde dua eden rahipler görürdüm. Budist, Toaist, Konfüçyanist rahip olmak gibi bir istidadım
olmasa da, bu felsefi geleneklere mensup rahiplerin dua ritüellerindeki farkları
ayırmaya ve merhumun hangi inanca mensup olduğunu anlamaya başlamıştım. Sonra o
semtten taşındım ve o görüntüleri de unuttum.
Bir arkadaş “alevi gören herkes dua ediyor, adı sürekli anıldığı
için Tanrı bu çevreyi herhalde çok seviyordur” demişti. Tanrının ne
düşündüğünü bilemem; ama fanilerin muhabbet duymadığı bir çevre olduğu kesin. Zira
şehrin merkezi bir yerinde olmasına rağmen, bu çevredeki binaların kiraları ucuz.
Bu civarda oturanların işlerinin düzeldiğine ve yaşam standartlarının
yükseldiğine dair mebzul miktarda efsane olmasına rağmen, krematoryumu doğrudan gören binalarda boş daireler var. Günün
birinde kendi başına geleceklere tanık olmanın sevimsizliği, ölümün soğukluğunu
her daim görüp hissetmek gibi “öbür dünya
korkuları” bu dünya’da kiraların düşük kalmasına yaramış gibi görünüyor.
HK’da dört
tane krematoryum olmasına rağmen, cenazenin
yakılması için sıra alınması gerekiyor ve sıranın gelmesi bazen üç ay
alabiliyormuş. Biz vefat eden bir dostumuzun töreni için altı hafta beklemiştik.
Yakma işlemi sonunda merhumun
külleri ailesine teslim ediliyor. Yakınları o külleri isterlerse
saklayabilirler veya buradaki “anma parkları”ndan
birine serpebilirler. Pek o havayı vermeseler de, bu parklar aslında Uzakdoğu’ya özgü mezarlıklar. Biraz
ötemdeki şu genç kadın öyle derin bir özlemle dua ediyor ki, sanki burada birisini
arıyor gibi. Ayağa kalkıp kaybının anısına saygımı ifade etmek ihtiyacı
hissettim. Bana şükranlarını ileten gözlerinde hicran var, kimi kaybetmiş
olabilir acaba…
HK’un en
sakin ve bakımlı yerleri sanırım bu parklar. Sakinliği, çevrede ölçüsüz
davranışlar sergileyenler olmadığı anlamında söyledim. Yoksa “ruhlar âlemi” olarak pek tenha yerler
olduklarını sanmıyorum. Aksine, etraf epeyce kalabalık olmalı. Çünkü “Uzakdoğu dinleri”nde ölenlerin ruhları
yaşamaya devam eder. Ataların ruhları her an çevremizde bulunur, bizi koruyup
kollarlar ve kaderimizi etkileyebilirler. Atalara tanrısal özellikler atfetme aslında
eski Çin dinlerinin özellikleri;
fakat Budist, Konfüçyanist, Taoist felsefi
geleneklere de geçmiş ve bugüne kadar gelmiş.
Bu üç inançta da ölülerin
yakılması kural sayılır. Memleketteki zengin mezarlarının “devre mülk” görüntüsünü ve fukara mezarlarının halini hatırladıkça,
yakma geleneğinin eşitsizliğin mezarda bile devam etmesini önlediğini düşünürdüm.
Lâkin pek öyle değilmiş. Zenginliği ölüm sonrası da yaşamak için burada tuhaf bir yol varmış. Ben de yeni öğrendim ve çok
şaşırdım.
Dünya nimetlerinden
başkalarının hissesine de kâm alan bazı zevat öldükten sonra önce gömülürlermiş.
O gösterişli mezarlarında birkaç yıl “ölümün
saltanatı”nı da sürdükten sonra, çıkarılıp krematoryumda yakılırlarmış. Buna “ikinci defin” denirmiş. Selâmün kavlen!
Sayın vekilim S. Süreyya
Önder, hani ölüm herkesi eşitlerdi...

