24 Mart 2013 Pazar

Aa Hong Kong’da yoksul varmış!

24 Mart 2014 tarihinde BirGün Gazetesinde yayınlanmıştır

Memleketin ana-akım basının aklına buranın yoksullarıyla ilgilenmek nereden düştü bilmem. Geçenlerde bir gazetenin internet baskısında buradaki yoksulların yaşamını anlatan resimler
gördüm. Sanki “bir tarafta onca zenginlik varken, diğer tarafta böyle yoksulluk nasıl oluyor” diye soran şaşkın bir halleri var gibiydi. Şaşkınlıklarını, bunca yoksulluğun zaten o diğer taraftaki zenginlik yüzünden olduğunu anlayamadıklarına yormak fazla iyi niyet mi olur acaba…

Yoksulluk dünyanın her yerinde bazen insanın içini acıtan görüntülere sebep oluyor. Gazetemiz yazarı “iktisat uleması”nın işine karışmak gibi olmasın, benim anlayabildiğim şu: Bir memlekette zenginlik boy attıkça (kapitalizm geliştikçe), yoksulluk da ona paralel olarak sanki daha yakıcı, beter bir hal alıyor. O güne kadar insanların tutunduğu dalları da birer birer kırıyor, korunmasız, desteksiz bırakıyor. Görünmez yoksulların sayıları artarken, yaşam koşulları da fenalaşıyor, aynen buradakiler gibi. Neden böyle olduğu hakkında bizi irşat etmek ulemaya düşer. Benim iktisat bilgim kapitalizmin karanlık dehlizlerinde dolaşmaya yetmiyor.


Buraya ilk geldiğim zamanlar, HK’lu bütün üreticiler Çin’e taşınmakla meşguldü. İngiliz Kolonisi olduğu dönemde üretim üssü olan eski havaalanı bölgesindeki 10-15 katlı devasa binalar boşaldı ve bölge terk edilmiş Meksika kasabasına döndü. Bir zamanlar gürül gürül para akan o sokaklarda şimdi yokluk ve yoksulluğun ezik ve mahcup silueti dolaşıyor. Bazı binalar “yoksulluk simsarları” eliyle yoksulların ucuza kalabildiği barınaklar haline geldi.

Üretim buradan Çin’e ardında binlerce işsiz bırakarak taşındı. Zaten üç kuruşa çalıştırılan bu insanların çoğu yeni bir iş bulamadı ve kaybedenler kervanına katıldı. Aralarında kapitalizmin cafcaflı ışıklarının sihrine kapılıp daha iyi bir hayat umuduyla HK’a gelen ve beter bir yoksulluğun girdabına düşenler de var.

Yoksulluğun tüm vebali sanki onlara aitmiş gibi, yoksulluğundan eziklik duyan bu insanlar şehirde pek görünmezler. İncinmemek, onurlarını korumak için ortalıkta görünmeden o izbe mekânlarının çevresinde yaşarlar. Yoksul midesi bu pahalı şehirde bile kanaatkâr: Üç kuruş sosyal yardım veya ıvır zıvır işlerden kazanılanla günlük iki öğün noodle çorbası, belki biraz pirinç ve sebze ile doymayı öğrenmiş. Eski evim bu bölgeye yakındı. Burada tanık olduğum ve “yoksulluk ekonomisi” dediğim bu insanlık hali hakkında ileride bir şeyler yazmayı planlıyorum.

Bunlar şehir içindeki ve görebildiğimiz insanlar. Şehrin uzağında, Çin sınırına yakın ormanlık alana kurdukları izbe barakalarda yaşayanlar da varmış.

Buraya ilk geldiğim zamanlar vergi oranı yüzde 18’di. Fazla vergi toplandığı ve harcanacak yer olmadığı gerekçesiyle, azaltıla azaltıla yüzde 16,5’e kadar indi. Yoksulların yaşam koşullarının biraz düzelmesi için toplanan vergilerden daha fazla pay ayırmayı ve bu amaçla vergi oranlarını artık düşürmemeyi akıl edebilmek uzun zamanlarını aldı. O da ÇKP’nin resmi gazetesi sayılabilecek (ana-akım memleket basınına göre daha bağımsız) “People’s Daily”de yayınlanan ve HK’daki yoksulların durumuna dikkat çeken bir araştırma sonunda akıllarına gelebildi. Şimdi sosyal yardımı artırmayı ve yeni evler yapmayı planlıyorlar.

ÇKP marifetiyle bir rapor hazırlanmışsa, ciddiye almayacak hiçbir kişi/kurum yoktur-ben dâhil. Öyle ki, gazetenin HK körfezindeki balık nüfusuna ilişkin bir yazısından sonra oltacılığı bıraktım.

Aslında “Kowloon Park’ın kuşları”nı anlatacaktım; fakat laf uzadı. Sonraki yazıya kalsın…

10 Mart 2013 Pazar

Birinci Afyon Savaşı ve Hong Kong

10 Mart 2013 tarihinde BirGün Gazetesinde "Çakma Çin" başlığıyla yayınlanmıştır

Rivayet edilir ki, Hong Kong’un (HK) tekrar Çin’in bir parçası olduğunu görmek Deng Usta’nın en büyük hayaliymiş; fakat ömrü vefa etmedi. Bu uğurdaki çabasına ithafen basılan pulların yanı sıra HK’a bir anıtı da dikilmiş-henüz görmedim. Finans Kapitalin dünya’daki birkaç üssünden birine Mao’nun heykelini dikmek gibi bir “izansızlık” o keskin ÇKP zekâsına yakışmazdı zaten.
 
İngiliz kolonisi HK

Ülkenin “keşhane”ye döndüğünü gören Çin İmparatoru 1729 yılında afyonu yasaklar; fakat İngilizler yüzyıl daha Çin’e afyon sokmaya devam ederler. Çin 1838 yılında büyük miktarda İngiliz afyonuna el koyup imha eder. Bu nedenle, iki ülke arasında “Birinci Afyon Savaşı” çıkar ve Çin yenilir. 1842’de yapılan anlaşmayla, HK’u Britanya’ya verir. O zamanlar insanların zihnini uyuşturmak için Emperyalizmin elindeki en kârlı araç galiba afyonmuş. 
Ödenen ağır bedeller sebebiyle olsa gerek, Çin’de en ağır suç halen uyuşturucudur. Suçlu bulunan bu âlemi terk eder.

Yüz elli yıllık koloni geçmişinde, “İngiliz sömürgecilik aklı” istilacı güce hayranlık duyan, onun kültürüne öykünen “pseudo (sahte) İngiliz” nüfus türetmiş burada. İngilizlerin işgal ettikleri yerlerde bu hayranlığı, “ceddimiz”in ise tam tersini nasıl becerdiğini hep merak ederim.

Çin’e devredilmeden hemen önce, “kaçın Çinliler geliyor” korkusuyla epeyce HK’lu İngiltere’ye göç etmiş. “İngiliz muhipliği”nin Kraliçe’nin evinde işe yaramadığını gördüklerinden ve Çinli olduklarını idrak ettiklerinden olsa gerek, zamanla çoğu geri dönmüş. Adını Henry olarak değiştirmesine ve onca şaklabanlığına rağmen son Çin İmparatoru Pu-Yi bile İngiliz olamadıktan sonra…

Deng Usta’nın “İkinci Devrim”i meyvelerini verene ve Çin tüm dünya ile ticari ilişkiler kurana kadar, Çin’in dünya’ya açılan kapısı HK olmuş ve bundan ciddi refah sağlamış. Çin’deki “reform” sürecinin geleceğini önceden gören Finans Kapital buraya üs kurmuş. HK yönetimi de işleri kolaylaştırmış. Devir sonrası sistemde bir değişiklik olmamış. Korkulanın aksine, iyileştirildiği söyleniyor. Sistemin esnekliği ve kolaylıklar nedeniyle Çin’de yerleşik yabancı firmaların merkezleri buradadır. Velhasıl, yabancıların endişelenmesini gerektirecek bir şey yok. Zaten yöneticisinin HK’lu büyük bir kapitalist olduğu bir “serbest bölge”den dünya sermayesi neden korksun ki… Binyıllar içinde süzülerek incelmiş “devlet etme aklı” böyle bir şey olsa gerek.

Asya Krizi’nde ekonomileri bir gecede çökünce, İngiliz kültüründen sirayet eden ve refahın da büyük katkı yaptığı “HK’lu kibri” fena çizik yemiş. İşgalcinin gözüyle bakıp küçümsedikleri Çin’e mecbur olduklarını anlamışlar ve kendi gözleriyle tanıdıkça dil de “onlar da bizim insanlarımız” şeklinde değişmeye başlamış. İfadeden anlaşılacağı üzere, İngiliz kültüründen bulaşan tepeden bakış virüsü halen bünyede dolaşıyor. Özellikle iyi İngiliz okullarında okuyan ve onların kültürüyle yetişenlerin davranışlarındaki “İngiliz asaleti”ne Kraliçe bile gıpta edebilir. Oysa, Çin kültüründe insanlara tepeden bakmak saygısızlık kabul edilir ve çok ayıp bir davranıştır.

Çin inceden inceye buradaki İngiliz izlerini silmekle meşgul. Buralarda her şey incelikli, insanların gözüne sokmadan yapılır. O izleri silerken utanç olarak kabul ettikleri geçmişin de izlerini silmek istediklerini sanıyorum. İşe eğitim sisteminden başladılar. Şimdi öğrenciler Çin tarihi okuyor, Mao’ya ve “II. Devrim”in mimarı Deng Usta’ya şükran duymaları gerektiğini öğreniyor.

Çin yavaş yavaş İngiliz izlerini silerken, Kraliçe’nin son “HK Valisi” ise şimdi burada fırıncılık yapıyor.