29 Ağustos 2023 Salı

Bir Liberal Prensin Kaleminden Kaybedilen Umuda Ağıt: Jiang Zemin, Hu Jintao yönetimleri ve Şi Jinping’in yükselişi

Çevirmenin önsözü

Xi Jinping'in (Şi Cinping) ÇKP Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı seçilmesi ve ardınan geçen iki dönemlik (Şimdi üçüncü döneminde) Şi yönetimi, Jiang Zemin ve Hu Jintao dönemlerinde sesleri gür çıkan ve muteber aydınlar kabul edilip itibar gören Batıcı liberaller için bir nevi ağıt dönemi oldu. Jiang ve Hu dönemlerinde, Komünist ÇKP liderliği ve yönetim gücünün bir Batı tipi liberal demokrasiye evrilmekte olduğundan umutlanmışlardı. ÇKP'yi derleyip toparlayan, yönetim gücü ve ideolojik olarak güçlendiren Şi yönetimi bu umutlarını kırdı. Çevirisini yaptığım aşağıdaki yazının orijinal başlığı "Halkın Süresiz Lideri: Şi Cinping'in Otokratik Gücünün Analizi" olmakla birlikte metnin içeriğine ve yazarın kimliğine uygun olarak değiştirilmiştir. 

Yazar, Deng Yuwen, ÇKP Merkez Komitesi Parti Okulu'nun okul dergisinin (学习时报 -Xuexi  Shíbao -Study Times) Hu Jintao dönemindeki genel yayın yönetmen yardımcısıdır. Yani sıradan bir liberal değil o günlerdeki liberal entelijansiya arasında suyun başını tutanlardandır (Şimdi İngiltere'de yaşıyor). Partiyi Batılı liberal değerlerle (yani Batı kapitalizminin değerleriyle) doktrine etmeye çalışan yayının ikinci sorumlusudur.

Jiang Zemin döneminde Parti üst yönetiminin yolsuzluklara bulaşarak aşırı zenginleşmelerini basitçe bir yolsuzluk konusu veya bir hukuki sorun olarak görmenin hatalı olacağını düşünüyorum. Bu yolsuzlukları üst yönetim kadrolarının (ta Daimi Komiteye kadar uzanmıştır) güç-nüfuz ticareti yapmaları olarak görmek olup biteni gözden kaçırmak olur. Çünkü bu yolsuzluklar Jiang Zemin’in olup bitene gözlerini yumması sayesinde yapıldı. Biraz iddialı bir tez olmakla birlikte, buradaki bir toplantıda “Zemin, Partinin siyasi olarak da ayak uydurduğu liberal (kapitalist) dönüşümü amaçlıyordu. Fakat bu kapitalist sınıfı Parti üst düzey kadroları arasından yaratmayı ve (Partiyi ele geçirmiş) bu kapitalistlerin kontrolünde bir siyasi liberalleşme öngörüyordu. Böylece, Parti içindeki muhalefet ile işi kolaylaşacaktı. Yani iktidar-Parti nevzuhur kapitalistlere teslim edilmeyecekti; Partinin öz evladı olan kapitalistlere teslim edilecekti. Bu çizgiyi Hu Jintao da sürdürmeye çalıştı. Şi, ÇKP’yi ipten aldı” görüşünü dile getirmiştim. Bu konudaki kuşkularımı halen korumaktayım.

Aşağıdaki metin bir liberalin kaleminden çıktığı için doğal olarak liberalizme ve ÇKP'nin siyasi olarak liberalleşmesi yönünde atılan adımlara övgü yapmaktadır. Bu uzun yazı, benim bu döneme ilişkin olarak yazmayı düşündüğüm bir kapsamlı makalenin adeta baş aşağı duran hali gibi (sanırım artık yazmaya gerek kalmadı). Araya notlar ekleyerek bu baş aşağı duruşu biraz olsun düzeltmeye çalıştım. Buna rağmen, Şi dönemi (ve Mao hakkında) yazılanlar ve yapılan değerlendirmeler okunurken bunların bir liberalin bakış açısını yansıttığı unutulmamalıdır.

Metnin okunuşunu kolaylaştırmak, okuyucunun dipnot ile metin arasında dolanıp durmasının getireceği bezginliğin önüne geçmek için bilgilendirme veya düzletme amaçlı notları metnin sonuna (dipnot) değil ilgili cümle veya paragrafın sonuna köşeli parantez içinde italik yazılarla ekledim. Bu, akademik makalelerde alışılmış bir yöntem değildir: ama bu bir akademik makale değil...

İyi okumalar...


BİR LİBERAL PRENSİN KALEMİNDEN KAYBEDİLEN UMUDA AĞIT
Jiang Zemin, Hu Jintao yönetimleri ve Şi Cinping’in yükselişi 

Şi Cinping, Çin Komünist Partisi'nin 20. Ulusal Kongresi'ni adeta kişisel "taç giyme töreni"ne dönüştürdü. Tamamı kendi adamlarından oluşan bir politbüro oluşturmakla kalmadı, aynı zamanda, dostları tarafından "halkın lideri" olarak da övüldü. Bu unvan başlangıçta yalnızca Mao Zedong için kullanılıyordu. Şi, on yıl önce Genel Sekreter ve Devlet Başkanı seçildiğinde kendi ekibi yoktu. ÇKP'nin en üst düzey lideri seçilebilmesini komünistlerin ikinci neslinden olmasına ve kıdemlilerin desteğine borçludur. Ancak partinin çekirdeği haline gelmesi yalnızca üç yılını, düşüncelerini parti tüzüğüne yazdırması beş yılını ve art arda üç dönem seçilmesini sağlaması on yılını aldı. Onun gücü ancak Mao'nun gücüyle kıyaslanabilir.

Peki, Şi, diktatörlüğünü nasıl kurdu? Bu makale, öncelikle Şi'nin güç politikalarının arka planını, ardından kişilik özellikleri gibi kişisel faktörleri tartışarak dışarıdan içeriye derinlemesine bir analiz yapmayı amaçlamaktadır. Bu makale yazılırken Çin'de vatandaşların ilk kez açıkça Şi'nin otoritesine meydan okuduğu, "boş kağıt devrimi" olarak bilinen bir protesto dalgası yaşanıyordu. [Covid-19 kısıtlamalarına karşı yapılan protestolardan bahsediyor. K. Kızlak] Ancak olup bitenlerin öneminin ortaya çıkması zaman alacaktır ve protesto gösterileri bu makalenin kapsamı dışındadır.

ÇKP'nin İkilemi: Şi'nin İktidara Yükselişinin Bağlamı


(1) Hu Jintao'nun zayıf konumundan alınacak dersler

Şi'nin gücü nasıl elde ettiğini analiz etmeden önce, ÇKP’nin Şi seçilmeden önceki durumunu, özellikle de Hu Jintao'nun yönetim gücü açmazını anlamalıyız. Bugünün perspektifinden bakıldığında, Şi'nin yükselişinin koşullarını hazırlayan birincil etmen, Hu'nun yönetimi altındaki ÇKP'nin kendine özgü ekolojisidir.

Hu, Deng Xiaoping tarafından yıllar önce Jiang Zemin'in halefi olarak seçilen kişidir. Bu durum Jiang'ı rahatsız etmiş ve iktidarı Hu'ya gönülsüzce devretmiştir. [Deng, ölümünden bir yıl kadar önce Jiang Zemin’i Yang Shangkun’dan sonraki ÇKP Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı olarak, Hu Jintao’yu da Zemin’in halefi olarak göstermiştir. Zemin’in gönlündeki kişi, partideki gücünü kullanarak Hu döneminde Daimi Komite’ye seçtirdiği ve komitenin birinci sekreteri olan Zeng Qinghong’dur. Daimi Komite birinci sekreteri partide Genel Sekreterden sonraki en güçlü kişidir. Zeng, Zemin’in görev süresi boyunca genel sekreter yardımcısı olarak görev yaptı. Zemin ile uzlaşmazlığı olanlar veya muhalif duranlara karşı yürüttüğü sert operasyonlarla bilinir ve “Zemin’in baltalı adamı” namıyla anılır. Partiyi adeta Zemin’in partisi haline getirmeye çalışan kişidir. Üst düzey görevlere getirdiği birçok Zemin yanlısı çeşitli yolsuzluklara bulaştılar, disiplin suçları işlediler. Şi döneminde ağır bir tasfiyeye uğradılar.]

Halefi hakkındaki güvensizliği nedeniyle Jiang, genel sekreterlik görevi sona ermeden önce iki düzenleme yaptı: (1) Genel Sekreterlik görevinden ayrıldı fakat Askeri Komisyon başkanlığını üç yıl daha sürdürdü ve (2) Politbüro Daimi Komitesi'nin üye sayısını yediden dokuza çıkardı. Jiang döneminde yedi üyeden Hu döneminde dokuz üyeye geçiş Jiang'ın yaptığı bu düzenlemeden kaynaklanmaktadır. Amaç, Hu'nun gücünü sulandırmak ve kontrol altına almak için çevresine kendi adamlarını yerleştirmektir. ÇKP’nin 16. ve 17. Ulusal Kongresi Daimi Komite adaylarına bakıldığında, ilkinde açıkça Jiang fraksiyonundan beş üye, ikincisinde üç üye (Şi sayılırsa dört üyesi) bulunmaktadır. [Zemin, Şi'den hiç hoşlanmasa ve hep önünü kesmek istese de, Daimi Komite’ye önermesi ‒ve atanması‒ Hu’nun gücünü zayıflatmak amacını taşımaktadır.] Jiang'ın bu iki düzenlemesi, görevden ayrıldıktan sonra gücü sıkı bir şekilde kontrol edebilmesini sağladı. Aslında, Jiang, yarı geri çekilme durumundaydı. Üç yıl sonra Askeri Komite Başkanlığını Hu'ya devretmiş olsa da Hu'nun 10 yıllık görev süresi boyunca herhangi bir şey yapması hâlâ zordu. Çünkü bürokrasi ve ordudaki önemli mevkiler hâlâ Jiang'ın adamları tarafından kontrol ediliyordu. [Örn. Askeri Komite Başkan Yardımcısı, Zemin en güçlü destekçisi Zeng Qinghong’dur.]

Siyasi bir sistem olarak, "dokuz ejderha su kontrolü" nedeniyle Genel Sekreterin gücünün zayıflaması yersiz bir tasarruf değildir. [Dokuz Ejderha Su Kontrolü. Çin mitolojisinde ejderhalar, su ve havanın kontrolünden ve yönetiminden sorumlu otoritelerdir. Dokuz ejderhanın her birinin suyu nasıl yönetecekleri konusunda kendi fikirleri olduğunda, ya hiçbir ejderha suyu yönetmek için inisiyatif almaz ya da hepsi suyun yönetimi için rekabet eder. Sonuç, ya çok fazla suyun (sel) ya da çok az suyun (kuraklık) olduğu doğal afettir.] Parti liderleri çok güçlü olursa, pervasızca hareket ederlerse, denetim ve dengeden yoksun olurlarsa, bu durum partiyi ve tüm ülkeyi felakete sürükler. Mao, bunun tipik örneğidir. Lider zayıfsa ve onun üzerinde çok sayıda kontrol ve denge sistemi varsa, bu en azından bazı saçma kararlar verilmesini engelleyebilir. Ancak zayıf genel sekreterin yeterli yetkiye sahip olmaması bazı şeylerin tartışılıp karar alınamamasına, politikaların oluşturulamamasına veya yetersiz uygulanmasına, yapılması gerekenlerin yapılamamasına ve ülkenin kalkınma planının yapılamamasına ve uygulanamamasına yol açacaktır. Hu dönemi boyunca, hükümet, Zhongnanhai'den [ÇKP ve merkezi hükümet binası] emir-kararlar çıkmadığı için halk tarafından eleştirildi. Ayrıca, genel sekreterin zayıf olması, Daimi Komite'nin diğer üyelerinin ve hatta güçlü yerel prenslerin dizginlenmesini de imkânsız hale getirir. Bu da partinin siyasi hayatında lidersiz liderlerin, bağımsız yönetimlerin ortaya çıkmasına ve hatta kariyeristlerin ortaya çıkmasına neden olur. Hu'nun yönetiminin ikinci döneminde, Bo Xilai (Bo Şilay), Chongqing'de "kızıl şarkılar (söyle) ve siyaha vur/saldır kampanyası" başlattı. [Kızıl, iyinin, doğrunun, adaletin yani sosyalizmin; siyah ise kötünün, kötülüğün sembolüydü.] Çizgi ve izlenen politika açısından merkezi hükümete açıkça karşı çıktı ve Zhou Yongkang gibi kilit merkezi yetkililer tarafından desteklendi. Parti açısından bu tür kariyeristlerin ortaya çıkışı hiçbir şekilde iyi bir şey değildir.

[Yazar, şayet Zemin ve Hu’yu aklama amaçlı bir kasıtlı çarpıtma yapmıyorsa, Zhou Yongkang hakkında kesinlikle yanılıyor. Zhou, Ulusal Petrol Endüstrisinin başındaki kişiyken Hu döneminde Daimi Komiteye girdi ve Merkezi Politik ve Yasal İşler Komisyonu Sekreterliğine getirildi. Bütün polis, iç güvenlik aygıtı ve yasal kurumlardan (yargıdan) sorumluydu. Bo Şilay, Zhou’yu elindeki polis ve yargı gücünü kullanarak kendisine kumpas kuran kişi olarak anmaktadır. Bo, Zhou’nun halefi yani o görevi Zhou’dan devralacak kişi olarak anılmaktaydı. Zhou’nun ileride başına açılabilecek ‒yolsuzluk soruşturması gibi‒ işleri önlemek için Bo’ya kumpas kurduğuna inanan çok kişi var. Fakat, Zhou, yine de kendisini kurtaramadı. Zemin ve Hu’nun soruşturma açılmaması yönündeki çeşitli girişimlerine rağmen, Zhou, Şi’nin talimatıyla hakkında soruşturma açılan ilk kişilerden biri oldu. Soruşturma sonucunda, Zhou’nun verdiği bilgiler, yönlendirmesi ve etkin rol oynamasıyla, aile üyelerinin petrol endüstrisine yatırım yaptıkları ve toplam servetlerinin 14,5 milyar dolara ulaştığı ortaya çıktı. Bu servete el konduğu gibi Zhou da ömür boyu hapis cezası aldı. Bo, her ne kadar Zhou döneminde tutuklanmış olsa da, Şi’nin Devlet Başkanlığı döneminde yargılandı. Şi, Bo gibi ortodoks Maoculuğa çok yakın duran gözüpek birini kendisi için de bir risk olarak görüyor olsa gerek, soruşturmanın yeniden yürütülmesiyle ilgili bir şey yapmadı.]

(2) ÇKP iktidarının güvenliğini tehdit eden faktör olarak yolsuzluklar

Yolsuzluk, iktidardaki herhangi bir ÇKP liderinin karakteristik bir özelliği değildir. Fakat, buna rağmen, Hu döneminde yolsuzluğun ÇKP iktidarının güvenliğini tehdit edecek kadar ciddi boyuta ulaştığı da bir gerçektir. Bunun nedeni şudur: Reform ve dışa açılma Hu dönemine kadar 30 yıldır, piyasa ekonomisi ise yaklaşık 20 yıldır uygulanıyordu. Çin ekonomisinin bu hızlı gelişimi tüm toplum için önemli bir zenginlik biriktirdi ve böylece yolsuzluğun yaygınlaşması için maddi bir temel oluşturdu.

Reformdan önce de Çin'de yolsuzluk vardı. Ancak bu daha çok kurumsallaşmış ayrıcalıklı yolsuzluk veya, diğer bir ifadeyle, ayrıcalıklıların kurumsal yolsuzluğu olarak ortaya çıktı. Reformdan sonra, ayrıcalıkların yolsuzluğu korunmaya ve büyümeye devam etti ve “para için gücün kullanımı” şeklindeki yolsuzluk ana yolsuzluk biçimi olarak öncekinin yerini aldı. [Yerleşik kurumsal yolsuzluğun yerini kişilerin güçlü konumuna bıraktığından, kurumların yerini güçlü kişiler aldığından ve ÇKP kadrolarının yolsuzluk-para için güçlü konumlarını kullanmalarından bahsediyor.] Reformdan sonraki ilk 30 yılda Çin'de üç büyük yolsuzluk dalgası yaşandı. İlk olarak, reformun ilk başlarında, reformu başlatmak ve teşvik etmek için ÇKP, bir grup yetkiliyi idari kademelerdeki görevlerinden aldı. Parti, bu yetkilileri, özellikle de aralarındaki ikinci nesil komünistleri satın aldı ve politik ayrıcalıklar verdi. Böylece o dönemde ortaya çıkan, aslında yolsuzluk olan "resmi çöküş" olgusu yaşandı. İkincisi, Deng Xiaoping’in güney turunun bir piyasa ekonomisinin önünü açmasıdır. [Deng’in Singapur ve Malezya’yı kapsayan bir güney turu sonrasında piyasa ekonomisine karar verdiği bilinir.] Piyasada eşdeğer takas uygulandığı ve güç metaya dönüştürüldüğü için yasal kısıtlamaların ve garantilerin olmadığı bir piyasa ekonomisi kaçınılmaz olarak yolsuzluğa yol açacaktır. Ancak o zamanlar Çin için piyasa ekonomisi henüz yeni bir şeydi, bunu ilk defa uyguluyorduk, kurallar ve düzenlemeler hanesi boştu ve böylece yolsuzluk yaygınlaştı. Üçüncüsü, Jiang'ın son döneminde ve Hu'nun ilk döneminde kamuya ait çok sayıda işletme özel şahıslara ücretsiz veya düşük fiyatlarla satıldığından, mevcut sistemin yetkilileri ve iktidara yakın kişiler bu şirketlerin satışının kazananları oldular ve büyük miktarda kamu varlığını bölüştüler.

Reform süreci boyunca ÇKP, yolsuzluğa bilinçli olarak müsamaha gösterdi. Çünkü ekonominin teorisini yapan çevrelerde yolsuzluk yaratmanın reformun kayganlaştırıcısı olduğu inancı vardı. Fakat bir kez müsamaha gösterildiğinde, yolsuzluk tıpkı kanser hücreleri gibi kendi kendine çoğalabilir ve yayılabilir, sağlıklı bir vücudu tamamen harap edebilir ‒ayrıca ÇKP'nin sağlıksız bir vücut olduğundan bahsetmeye bile gerek yok.

Belki belli bir aşamada yolsuzluk reformları teşvik edebilir; ancak uzun vadede yolsuzluğa bağlı işlem miktarındaki sınırsız artış nedeniyle tüm toplumun dikkati üretimden uzaklaşarak yolsuzluk olan işlemlere odaklanacak ve sonunda toplam toplumsal verimliliği azaltacaktır. Yolsuzlukla yönetilen bir toplum ve bir siyasi parti toplumun tüm erdemlerini de yozlaştırır. ÇKP, Hu dönemine geldiğinde bu son haldeydi. Toplum müreffeh görünüyordu ama yolsuzluk sistemin iliklerine kadar işlemişti.

Hu'nun yolsuzlukla mücadele etmek istemediğini söylemek yanlış olur. Fakat yolsuzluğun yaygınlaştığı bir ortamda yolsuzlukla mücadele etmek kolay değildir. Çin'in en yozlaşmış ve en zengin ailelerinin tümü partinin tepesinde, Politbüro ve Daimi Komite düzeyinde yer alıyordu. Bu güçlü aileler büyük servete sahiplerdi ve yolsuzlukla ciddi bir mücadele kaçınılmaz olarak onların çıkarlarına dokunacaktı. Dolayısıyla Hu'nun o dönemde yüz yüze kaldığı durum, yolsuzlukla mücadele ederse partinin, mücadele etmezse ülkenin ölebileceğiydi. Hu, cesur bir lider değildi ve etkili yolsuzlukla mücadele araçlarından yoksundu. Yolsuzlukla gerçek anlamda mücadele edememeye mahkûmdu. Görev süresi boyunca yalnızca kötülük çiçeği olan yolsuzluğun yeşerip serpilmesine izin verebilirdi.

(3) Sivil toplum saldırıları karşısında istikrarlı bir şekilde geri çekilen Parti

ÇKP'nin Hu dönemindeki üçüncü açmazı toplumu alevlerin sarmış olmasıdır. Parti, isyancı kitleler, aktif sivil toplum, özgürlük ve açıklık isteyen ideolojik çevreler ile kamuoyu çevreleri ve siyasi muhalefetin meydan okumaları karşısında çaresizdir ve sürekli geri çekilmektedir.

Mao'nun yönetimi altında ÇKP, 30 yıldır sosyalizmi inşa ediyordu. Halk tok denecek kadar kadar yiyecek bulamıyordu ve on milyonlarca insan açlıktan öldü. [Mao’yu karalamak için sık sık tekrarlanan bu hikâyenin aslı başkadır. O dönem, 1959, yaşanan kıtlığın asıl sorumlusu, yanlış planlamanın etkisi olsa da, tarihi boyunca her 100 yılda bir-iki kez Çin’i vuran güneyde aşırı yağışlı, kuzeyde aşırı kurak iklim koşullarıdır. Aşırı yağışlar güneyde pirinç ekim alanlarını mahvederken kuzeydeki aşırı kurak iklim buğdayların olgunlaşmasına imkân vermemiştir. Çin, pirinç ithal ederek kıtlık sorununun üstesinden gelmiştir. Sorunun bir diğer bileşeni yetersiz pirinç üretimidir. Bu sorunun üstesinden gelmek için Dr. Yuan Longping, 1970'lerden başlayarak uzun bir süre hibrit pirinç araştırmaları yürütmüş ve 70’lerin sonlarına doğru pirinç üretiminde patlama yaşanmıştır. Dr. Yuan, 2004 yılında “insanlığa besleyici ve bol gıda sağlamaya olağanüstü katkı” nedeniyle Dünya Gıda Ödülü'nü kazanmıştır.] Çin yokluk ve yoksulluk içindeydi. Bu durum, vicdan sahibi olan parti liderlerinin kendilerini halka borçlu hissetmelerine neden olacaktır. Belki de Deng'i reform ve açılım politikası uygulamaya yönelten güçlü motivasyonun arkasındaki psikoloji budur. Ama reform yapabilmek için partinin geri çekilmesi, küçülmesi, bazı hak ve yetkileri topluma devretmesi gerekmektedir. Şi'nin iktidarına kadar geçen 30 yılın çoğunda parti savunmadaydı. Deng'in 4 Haziran öğrenci hareketini bastırması (Tiananmen olayı) aşırı bir durumdu. Ancak saldırının ardından piyasa odaklı reformların başlamasıyla ÇKP bir kez daha geri çekilme durumuna girdi.

Piyasa ekonomisinin kendisi de ekonomik özgürlüğün halka geri dönmesini gerektirir. Çin'in ilk reformlarının göze çarpan bir özelliği, merkezi gücün zayıflayarak gücün paylaşılması ve kâr aktarımıdır. Geçmişte parti tarafından tamamen bastırılan, ölmekte olan toplum, bu reform sayesinde nefes alma fırsatı bulmuş, giderek canlılık kazanmış, güçlenmiş ve çeşitli güçler üretmeye başlamıştır. Hu dönemine gelindiğinde toplum kayda değer bir enerji biriktirmişti ve ÇKP kontrolünden kurtulmaya hevesliydi.

O dönemde en az dört güç ÇKP'nin yönetimine meydan okuyordu. Birinci güç işçi ve köylülerin mücadelesidir. Ancak büyük ölçekli işçi protestolarının çoğu Jiang döneminde meydana geldi. Çünkü Jiang döneminde, çok sayıda kamu işletmesi kapitalistlere düşük fiyatlarla satılarak kamu mülkü işletmelerde en radikal reform gerçekleştirdi. işçiler fabrikadan atılırken ve tek kelimeyle "işten çıkarılan işçiler" ordusu yaratılırken, on milyonlarca işçi bir gecede “sosyalist efendiler”den ulusal dışlanmışlara, aforoz edilenlere dönüştü. Kamu mülkiyeti işletmelerdeki bu acımasız yeniden yapılanma süreci sırasında büyük ölçekli bir işçi hareketi patlak verdi. Hu döneminde, çiftçilerin de büyük çaplı mücadelesi söz konusuydu. Bunun nedeni, çiftçilere yönelik Sannong sorunu şeklindeki baskının Hu döneminde zirveye ulaşmasıydı. [San-nong sorunu yani üç kırsal sorun: 'tarım(sal üretim)' (nongye), 'kırsal alan' (nongcun) ve 'köylülük' (nongmin) Çince'de 'san-nong' olarak adlandırılır. San 'üç', nong 'tarım' anlamına gelir. Hu Jintao’nun ilk döneminde, Başbakan Wen Jiabao tarafından 2006’daki Ulusal Halk Kongresinde tanımlanmıştır.] Eksik olduğu kesin olan istatistiklere göre, Hu'nun liderliğinin on yılı boyunca, her yıl on binlerce büyük ve küçük çaplı köylü protestosu yaşandı. Hatta bazı yerlerde yüzbinlerce köylünün yer aldığı "ayaklanmalar" patlak verdi ve yerel yönetimi çökertti. Çiftçilerin büyük çaplı ve uzun vadeli direnişi Çin hükümetini binlerce yıldır yürürlükte olan imparatorluk tahıl sistemini iptal etmeye zorladı.

İkinci güç, sivil toplum örgütleri şeklinde ortaya çıkan, Çin'in aktif sivil toplumunun ana gövdesini oluşturan ve ÇKP'nin yönetim temeline saldıran kendiliğinden oluşmuş ‒kendi kendini örgütlemiş‒ yurttaş örgütlenmeleridir. Mao döneminde Çin'de yalnızca çok güçlü bir hükümet vardı. Sivil toplum ise yoktu ya da sivil toplumun gücü toplum için anlamlı sayılmayacak kadar küçüktü. Modern bir yurttaşlık bilinci elbette yoktu. Reform süreci başladıktan sonra özel mülkiyet devlet tarafından teşvik edildi. Toplum, özel mülkiyetin korunması amacıyla mülkiyet hakları bilinci ve mülkiyet hakkı bilincine eşlik eden adil kuralların oluşturulması için hukukun üstünlüğü bilincini geliştirmiş, yerel kamusal işlere ve siyasete organize bir şekilde katılmaya başlamıştır. Hu'nun dönemi başladığında, Çin sivil toplumu şekillenmeye başlamış ve giderek güçlenmişti. Sivil ve yarı resmi dernekler biçimindeki çeşitli yurttaş öz-örgütlenmeleri çok aktifti.

Genel olarak konuşursak, bu dönemdeki Çin sivil toplum kuruluşları üç kategoriye ayrılabilir. İlk kategori, karşılıklı yardımlaşmayı ve bilgi edinmeyi amaçlayan ekonomik derneklerdir ve sayıca en fazla olan bu tür organizasyonlardır. İkinci kategori ise misyonu kamusal işlere katılmak olan kamu yararına kuruluşlardır. Sivil toplum kuruluşları ve yarı resmi çevre koruma kuruluşlarının da aralarında bulunduğu sosyal kuruluşlardır. Bu kategori daha fazla dikkat çekmiştir; çünkü çevre koruma daha az siyasi tabuya sahiptir ve hükümet tarafından kolaylıkla kabul edilebilir veya işbirliği yapılabilir. Çin'in çevresel gelişiminin ve kamusal çevre bilincinin desteklenmesine büyük katkılarda bulundular. Üçüncü kategori, çoğu zaman gizli siyasi hedefleri olan, kamusal etkinliklere doğrudan katılan ve müdahale eden ya da bazı olaylara müdahil olması nedeniyle olayın geniş çapta izlenmesini sağlayan hak savunucusu bir sivil toplum kuruluşudur. Örneğin Sun Zhigang, Wenzhou tren kazası vb. vakalarında, Guangdong Wukan protestoları ve diğer olaylarda, çeşitli hak koruma örgütleri ve temsilci aydınlar olayın üzerine yoğunlaşılmasında veya çözülmesinde kilit rol oynadılar.

[Not 1: Sun Zhigang olayı. Sun, 2003 yılında, Guangzhou’daki bir tekstil fabrikasında eyalette (Guangdong) ikamet izni olmadan ve başvuru da yapmadan çalışan bir tekstil mühendisiydi. Bir polis kontrolünde ikamet iznini gösteremediği gibi kimlik kartı da üstünde yoktu. Bu nedenle gözaltına alındı ve “gözaltı ve geri gönderme merkezi”ne gönderildi. Bir arkadaşı kimliğini ulaştırsa bile, eyalette oturum izni olmadığı için geri gönderilmeyi bekliyordu. Üç gün sonra bu merkezin hastanesinde öldüğü duyuruldu. Ölüm raporunda “kalp krizi ve felç nedeniyle ölüm” yazıyordu. Bir yerel gazetenin yaptığı haber üzerine sivil toplum ve avukatlar harekete geçti (sonra bu gazeteciye de yaptığı haberin bedelini ödettiler: Uydurma bir nedenle iki yıl hapis cezası verildi). Tekrar otopsi yapıldı ve gözaltı merkezinde öldüresiye dövüldüğü ortaya çıktı. Birisi idam ve ikisi ömür boyu hapis cezası olmak üzere yaklaşık 15 görevli çeşitli cezalar aldılar. 2003 yılında “Gözaltı ve geri gönderme” sistemi Anayasa’ya aykırı bulunarak kaldırıldı.

Not 2: Wenzhou tren kazası. 23 Temmuz 2011'de iki yüksek hızlı tren Zhejiang eyaleti, Wenzhou kentindeki bir viyadükte çarpıştı. 40 kişi öldü, 12'si ağır olmak üzere en az 190 kişi yaralandı. İlk resmi açıklama “Sinyal ekipmanlarından birine yıldırım düştüğü, bunun yanlış sinyalizasyona ve dolayısıyla kazaya sebep olduğuydu". Bu açıklama inandırıcı bulunmadı ve sonrasında bazı avukatlar soruna müdahil oldu. Araştırma sonucu bir sinyalizasyon sorunu olduğunu doğruladı; ama bu sorunun yıldırım düşmesinden değil sistemin sorunlu olmasından kaynaklandığını gösterdi.

Not 3: Wukan köylü ayaklanması. Çin’in güney eyaletlerinden Guangdong’un 20 bin nüfuslu Wukan köyü-kasabası büyük bir koy-körfez çevresinde ve körfeze bağlanan nehirlerin oluşturduğu bir deltada kuruludur. Dolayısıyla çok verimli bir tarım arazisidir. Daha doğrusu 2016’ya kadar öyleydi. Hu Jintao’nun ikinci döneminin sonlarına doğru, 2011 yılında, bazı müteahhitler o paha biçilemez değerdeki araziye koy-körfeze nazır pahalı konutlar yapmak için rüşvete boğdukları yerel ÇKP yöneticilerden izin aldılar. Tabii ki, inşaat yapabilmek için köylüleri yıllardır ekip biçtikleri arazilerden çıkarmak gerekiyordu. Çin’de toprak devlete aittir. Köylüler ekip biçtikleri arazide sadece kullanıcı durumundadırlar; fakat topraklar ellerinden alınamaz veya karşılığında tazminat ödenmesi gerekir. Müteahhitlerin satın aldığı yerel ÇKP yöneticileri köylüleri topraklarından, köylerinden atmaya –hem de hiçbir tazminat ödemeden‒ kalkıştığında Hu yönetiminin yüreğini hoplatan bir ayaklanma başladı. Buna ayaklanma değil köylülerle polis-ordu arasında düpedüz bir meydan muharebesi demek daha doğru olur. Köylüler Wukan’ın bağlı olduğu Luefen kentindeki ÇKP binasını, polis karakolunu, bazı kamu kurumu binalarını, sanayi bölgesini kuşattı. Yerel ÇKP yönetimini devirdi. Günlerce süren meydan muharebesi sonunda (çok eleştirdiğim) Hu yönetimi müthiş bir demokratik tavır/demokrasi örneği verdi. Wukan halkının kendi ÇKP yöneticilerini ve yerel yönetimi seçme talebini kabul etti ve ayaklanmanın lideri yerel ÇKP yöneticisi seçildi. Sonuç olarak, inşaat projesi gündemden çıktı ve yerel halk komün döneminden alışık olduğu kendi yöneticilerini seçme hakkını tekrar kazandı, ta ki 2016’ya kadar. Bundan sonrası Şi “yoldaş”ın sosyalist demokrasi anlayışı açısından tam bir trajedi. Aslında tam bir devlet zorbalığı ve utanç örneği. İnşaatı ekonomik büyümenin motoru kabul eden (ve bu yüzden, günümüzde yüzlerce hayalet kent-kasaba yaratılmasına yol açan) ÇKP yönetimi Wukan’ı bir türlü unutamayan müteahhitlerin isteğini yerine getirdi ve Wukan köyü-deltasını onlara peşkeş çekti. Olacaklardan haberdar olan halk 2016’da tekrar ayaklandı fakat bu defa karşılarındaki muhatap “tüm süreç halk demokrasisi” gibi süslü ve kallavi laflar eden Şi yoldaştı ve binlerce polis ve askerle o halkı ezdi geçti. Halkın seçtiği yerel ÇKP yöneticilerinin tamamı tutuklandı ve her biri en az 10 yıl hapse mahkûm oldu. 2020’de o bölgeyi ziyaret ettim. Gözlemimi şöyle özetleyebilirim: 2016’da yapılanlar, Mao’nun ÇKP’sine özlem duyan bölge halkının ÇKP’ye nasıl düşman edilebileceğinin en açık örneğidir.]

Sivil toplumun bu sorunla ilgili olarak ne gibi bir faaliyet yürüttüğü ve nasıl katkısı olduğu konusuna dönersek, Hu yönetiminin geri adım atması ve köylülerin kazanımları sivil toplum kuruluşlarının ve basının sorunu ülke gündemine taşıması, günlerce gündemde tutması ve avukatların hukuki çabalarıyla oldu. 2016’daki olaylar sırasında rol almaya çalışan sivil toplum da ezildi. Şi yoldaşın “tüm süreç halk demokrasisi”nde böyle sosyalist demokrasi anlayışına / işleyişine yer yok.

Hu döneminde Çin sivil toplumunun yükseliş ve aktif performansının arkasında kendi sınıf bilincine ve siyasi ihtiyaçlarına sahip orta sınıfın ortaya çıkışı yatmaktadır. Bu sınıf bir özerklik duygusu oluşturur, kamu işlerine ve kamusal etkinliklere aktif olarak katılır, halkın haklarını savunur ve yetkilileri denetler. Kitleler adına ÇKP ile rekabet ettiklerinde güvenilirlikleri çoğu zaman ÇKP'yi yener. Bu eğilimi devam ettirirsek Çin'in demokratikleşmesinin kitle tabanını ve omurgasını hazırlamış olacağız.

Üçüncü güç ise medyanın, kamuoyunun, ideolojik ve teorik çevrelerin liberalizmin hakimiyetinde olması, aydınlarının popüler yıldızlar haline gelmesi, seslerinin ve eylemlerinin güçlü bir toplumsal etkiye sahip olması, hükümet ve yetkililerin kamuoyu tarafından güçlü bir şekilde denetlenmesidir. Hu dönemi, Çin'de kamuoyu denetiminin altın çağı olduğu kadar "kamusal bilgi”nin de altın çağıydı. Medyanın büyük kısmı editörlerin, muhabirlerin ve liberal eğilimlere sahip liderlerin elindeydi. Çin'de piyasa odaklı reformların uygulanmasının ardından medya ekolojisi bölündü. Geleneksel parti gazeteleri ve süreli yayınlarının yanı sıra, piyasa odaklı rekabete uyum sağlamak amacıyla parti gazetesi eklerinden türetilen şehir gazeteleri Hu döneminde popüler hale gelmiş ve halk tarafından sevilmiştir. Hu döneminde, hükümet üzerinde güçlü bir denetleyici işlevi olan ve bakanlıklar ve komisyonlar tarafından yönetilen bazı ekonomi gazetelerinin yanı sıra, özel sermaye tarafından yönetilen medya da ortaya çıktı. Özellikle araştırmacı gazeteciler aniden ortaya çıktı ve birçok araştırma raporu yayınlandıktan sonra toplumsal sansasyonlara neden oldu, olaya karışan yetkililerin oldukça pasif ve utandırıcı hale düşmesine neden oldu. Kamuoyunun denetlemesinden nefret ediyorlar ve medya ve muhabirlerin işlerini yapmasını istiyorlardı.

Aynı zamanda, Hu döneminde, ideolojik ve teorik çevreler de oldukça aktifti ve birçok teorik tabu yıkıldı. Mao döneminde aşırı solun dünyaya hâkim oluşunu deneyimledikten sonra insanlar içgüdüsel olarak bu sahte boşluğa kızdılar ve hoşlanmadılar. Aşırı sol 4 Haziran'dan sonra birkaç yıl boyunca yeniden canlansa da, Çin'deki reform ve dışa açılmanın büyük bölümünde ideolojik teoriye "sağ" hakim oldu. Liberal liderler trene öncülük ediyor ve bir grup entelektüel güncel olaylar ve siyasetle ilgileniyordu. Onlar medyada sık sık görünen misafirlerdiler ve kamuoyu üzerinde büyük bir etkiye sahiptiler. Eleştirilerle hükümeti ve kamu gücünü hedef alıyor, kamuoyunu aydınlatıyor, siyasi özgürlüğü savunuyorlardı.

Dördüncü güç ise ÇKP'ye karşı oluşan gerçek anlamdaki siyasi muhalefettir. Hu döneminde muhalefet etmeyi deneme konusunda hevesliydiler. Bazıları doğrudan siyasi muhalefet hareketlerine katıldı, bazıları ise hakların korunması adına siyasi direniş gerçekleştirdi. Mao'nun döneminde, özellikle Kültür Devrimi'nin son döneminde, ÇKP'de bir muhalif kesim zaten ortaya çıkmıştı. Kültür Devrimi'nin sona erip reform politikalarının başlatılmasına kadar geçen dönemde siyasi muhalefet ortaya çıkmaya başlamıştı. Ancak bu dönemdeki siyasi muhalefet bir eylemden çok bir politik öneriydi. Ayrıca, Xidan Demokrasi Duvarı Hareketi de bu dönemde ortaya çıktı. 4 Haziran, Çin'deki siyasi muhalefet hareketinin ilk zirvesiydi. Daha sonra baskılar nedeniyle sessizliğe büründü. Ancak Jiang döneminin sonlarında sosyal ortam giderek rahatladığından, muhalif ve insan hakları savunucusu olarak bazı politik muhalefet grupları ortaya çıktı.

[Xidan Demokrasi Duvarı. Kasım 1978 ile Aralık 1979 arasında, Çin'in siyasi ve sosyal sorunlarını protesto etmek için binlerce kişi Pekin'in Xicheng bölgesindeki Xidan caddesinin uzun duvarına "büyük karakter posterleri " astı. Bu hareket, aynı zamanda, “Demokrasi Duvarı Hareketi” olarak da bilinir ve ÇKP üst kadroları arasındaki ortodoks Maocuları zayıflatmak için Deng Xiaoping tarafından da desteklenmiştir, ta ki hareket sonraki on yılda büyüyüp genişleyerek Tiananmen meydanı gösterisine / işgaline evrilene kadar...]

Hu döneminde siyasi muhalefet yarı kamusal duruma gelmişti. Siyasi muhalefet sadece kendi pozisyonlarını ifade etmekle sınırlı kalmadı. Aynı zamanda, sivil itaatsizlik çağrıları yaptı. Hatta Yasemin Devrimi'nin Çin versiyonunu başlatmak amacıyla siyasi muhalefet eylemleri gerçekleştirmek için sosyal sıcak nokta olaylarından da yararlandılar. Şiddetli resmi baskılar altında başladı ve sona erdi. Ancak bu muhalefet, 4 Haziran'dan sonra ÇKP'ye karşı gelişen ilk politik muhalefet hareketiydi. Bu hareket Hu yönetiminin son yılında (2012) ortaya çıktı ve ÇKP'de oldukça güçlü bir şok yarattı.

(4) Partinin zayıflaması ve gevşemesine yol açan iki etmen: Hizipçi siyaset ve yetkililerin Batılı liberal demokratik fikirleri benimsemesi

Hu döneminde ÇKP'nin zayıf durumunun önemli nedenlerinden biri, partinin tepesinde birkaç fraksiyonun ortaya çıkmasıydı. Farklı hizipler arasındaki karşılıklı kontrol ve dengeler, parti içinde olgunlaşmamış hatta iptidai denebilecek bir demokratik ivme yarattı.

Çin'de muhalefet partisi yoktur. Sözde demokratik partiler, ÇKP'yi hiçbir şekilde kontrol edip dengeleyemeyen vazo partilerinden başka bir şey değildir. [Çin’de ÇKP haricinde sekiz siyasi parti daha vardır. Fakat bunlar siyasi partiden öte kulüp veya yazarın dediği gibi “saksı” sayılabilirler.] Çin'in demokratikleşmesini başlatmak için o dönemde hâkim olan fikir, süreci parti içi demokrasiyle başlatmak ve sosyal demokrasiyi ilerletmek için parti içi demokrasiyi kullanmaktı. Her ne kadar akademik çevrelerde bu tartışmalı bir konu olsa da hâlâ kullanılabilir bir yol ve Çin'in koşullarına da uygun görünüyor. Hu döneminde bazı tanınmış parti teorisyenleri parti içi demokrasiyi aktif olarak savundular. Katı bir örgütlülüğe sahip ve tek ses olan bir partinin parti içi demokrasiyi geliştirmesi mümkün değildir. Parti içi demokrasiyi keşfetmek için parti disiplini gevşetilmeli, düşünce çeşitliliği sağlanmalı, parti farklı hiziplere ve gruplara bölünmeli, hatta gerekirse parti bölünmelidir.

Hu döneminde bunun koşulları vardı, özellikle ÇKP'nin tarihinden miras alınan farklı hiziplerin temelleri mevcuttu. Ancak, geçmişteki mücadele yıllarında oluşan gruplar bu zamanda temel olarak geriledi ve ÇKP'nin kıdemlileri ve mevcut liderleri tarafından yönetilen yeni gruplar yükseldi. Parti içinde birbiriyle mücadele eden iki grup bulunmaktaydı. Bunlardan biri, Jiang Zemin ve Zeng Qinghong'un liderliğini yaptığı sözde Jiang grubudur. Diğeri ise Hu Jintao liderliğindeki Tuan grubuydu. O zamanlar Jiang grubundan sonra ikinci sırada yer alıyordu ve geçmişi Hu Yaobang'a kadar uzanıyordu [Tuan, Tuanpai grubu veya Gençlik Ligi Hizbi olarak da bilinir. Partinin okuttuğu, bazıları parti'de önemli konuma kadar yükselen, yoksul gençlerden oluşur. Bugün varlığını sürdürdüğü kuşkuludur. Hu’nun görev süresi sona erdikten sonra dağıldığı düşünülmektedir.] İki hizbin de Çin'in gelişimi ve ÇKP'de yapılması gereken reformlar hakkında farklı politika önerileri vardı. Aynı zamanda, Jiang’ın Başbakanı Wen Jiabao liderliğindeki liberal hizip, evrensel değerleri ve parti içi demokrasiyi savunuyor ve Çin'deki koşulları değiştirmek isteyen parti dışındaki liberallere dayanıyordu.

Parti içinde farklı hiziplerin varlığı ve belirli bir dereceye kadar tartışmaya izin verilmesi, reformistlere parti içinde demokrasiyi keşfetme alanı sağladı. Jiang'ın döneminin sonunda ÇKP, ara sıra taban düzeyinde doğrudan seçim denemeleri yaptı. Hu döneminde bu tür deneylerin kapsamı ve düzeyi genişledi. Bunlardan en tipik olanı, 1998'den 2001'e kadar dört yıl boyunca, Sichuan Eyaleti, Buyun Kasabasındaki ilçe başkanının doğrudan taban tarafından seçilmesidir. Her ne kadar Buyun Kasabasındaki bu demokrasi arayışı-deneyi daha sonra yetkililerin baskısıyla durdurulmuş olsa da, Sichuan'ın bazı yerlerinde ilçe parti sekreterlerinin taban tarafından aday gösterilmesi ve doğrudan seçilmesine ilişkin pilot proje 2010 yılında hâlâ ilerliyordu. Ayrıca Wenling, Zhejiang ve diğer yerlerde ilçe düzeyinde bütçe demokrasisine ilişkin reformlar ve araştırmalar yapıldı. Yukarıda sözü edilen araştırma amaçlı pilot projelere parti dışından kamu politikası uzmanları rehberlik etmiştir. Bu, Hu dönemindeki parti yetkililerinin oldukça açık düşünceli kişiler olduklarını gösteriyor. Çin Sosyal Bilimler Akademisi'nden bir akademisyen tarafından yürütülen özel bir ankete göre, Şi Cinping'in anketine katılan yetkililerin %80'e yakını Çin'de Batı demokrasisinin uygulanmasından yanaydı. Bu, Batılı liberal ve demokratik fikirlerin partideki çoğu yetkili tarafından yüksek düzeyde kabul edildiğini yansıtıyor. Bu yolu takip eden ÇKP muhtemelen Japon Liberal Demokrat Partisinin izinden gidecektir. Liberal Demokrat Parti de Japonya'da uzun süredir iktidarda, ancak parti içinde baskın bir grup da dahil olmak üzere birçok grup var. Bu, Japon özelliklerine sahip parti içi demokrasidir.

Hu döneminde parti içi demokrasinin işaretleri olmasına rağmen bu, partinin rehavetine, zayıflığına ve mücadele etkinliğini kaybetmesine mal oldu. ÇKP'nin iflah olmaz muhafazakârlarının gözünde parti içi demokrasinin sonuçları partinin bölünmesi ve parçalanmasıdır. Parti içi demokrasinin ve ideolojik çoğulculuğun her türüne karşı çıkıyorlar ve partiyi Mao'nun fikirleriyle yeniden donatmak istiyorlar. Bu, Batılı fikirlerin memurların çoğunluğuna hâkim olduğu durumu değiştirmeyi ve onların özgürlük ve demokrasi fikirlerindeki yabancı maddeleri temizlemeyi gerektiriyor. Aksi takdirde parti içinde merkezi ve yekpare bir sistemin kurulması mümkün olmayacaktır.

Hu döneminin arka planını ve ÇKP'nin o dönemde içinde bulunduğu dört ikilemi aklımızda tutarak, Şi'nin güçlü bir şekilde yükselmesinin neden üç yıldan az sürdüğünü anlayabiliriz. Eğer Şi, ÇKP'nin mevcut durumunu değiştirmek istemezse veya değiştiremezse ve ÇKP'yi yeniden şekillendiremezse, insanların düşündüğü gibi muhtemelen ÇKP'nin son genel sekreteri olacaktır. İkinci nesil Kızılların çoğu Hu'dan memnun değildi ve onu hareketsizlikle, yolsuzluğa izin vermekle suçluyorlardı. Onlar on yılı sağ salim geçirip, bayrağı bir sonrakine devretmek istiyorlardı. ÇKP adına ülkeyi savunmak istemiyorlardı. Şi iktidara geldiğinde Kızıl Ordu'nun ikinci kuşağı tarafından güçlü bir şekilde desteklendi. Çünkü kendisi de o çevrelerden biri ve ülke onların babaları tarafından çökertildi. Ancak Hu'nun da zorlukları vardı. Onun zayıflığı ve herhangi bir şeyi başaramamasının nedeni Jiang tarafından kısıtlanmış olmasıdır. Elbette Şi de bunun farkındaydı, özellikle Bo Şilay isyanı ve Zhou Yongkang olayı onu çok şaşırttı. [Bo Şilay’ın görevden uzaklaştırılmasının ardından Zhou, Merkezi Siyasi ve Hukuki İşler Komisyonu'nun operasyonel kontrolünü Kamu Güvenliği Bakanı Meng Jianzhu'ya bıraktığını söyledi.] İki olay, liderliğin "Dokuz Ejderha Su Kontrolü"nün eksikliklerini ve genel sekreterin zayıf güç yapısını tamamen ortaya çıkardı.

Bu nedenle Şi, ne başka birisinin iktidarının sorumluluğunu üstlenmesini ne de tahtına göz dikmesini istiyor. Hu, korunmak için çabalamanın acısını biliyordu ve Şi'nin döneminde bu sahnenin tekrarlamasını istemiyordu. Görevi son bulduğunda Jiang'ın yaptığı gibi üç yıl daha Askeri Komisyon başkanlığı yapmadı ve tamamen çıplak ‒hiçbir görevi olmadan‒ emekli oldu. Şi iktidara gelmeden önce hiçbir hırs göstermedi. Bu da Jiang ve Hu'nun ona karşı daha az ihtiyatlı olmasına ve onun kolayca kontrol edilebilecek bir adam olduğunu düşünmelerine neden oldu. Genel sekreter olduktan sonra, ilk durak olarak Deng Xiaoping'in Lianhuashan Park’ta bulunan bronz heykeline saygı duruşunda bulunmak için Shenzhen'e gitti. Bu, partideki reformcuların ve sosyal liberallerin, Şi’nin Deng'in reform yolunu izleyeceğini ve hatta Çin'in demokratikleşmesini ilerleteceğini düşünmelerine ve ona umut bağlamalarına neden oldu. Aynı zamanda Şi, kolej ve üniversitelerde "Yapılmaması Gereken Yedi Şey" talimatını içeren 9 numaralı belgeyi yayınladı. Bu, onun Mao'nun aşırı sol çizgisini takip edeceğini düşünen partideki muhafazakârları ve sosyal solu memnun etti.

[Yapılmaması Gereken Yedi Şey ‒başlıklar halinde, özet olarak…

1. Batı Anayasal Demokrasisini Teşvik Etmek: Çin'e özgü yönetim sistemi ile mevcut liderliği ve sosyalizmi baltalama girişimi.

2. Parti liderliğinin teorik temellerini zayıflatmak amacıyla “evrensel değerleri” teşvik etmek.

3. Partinin toplumsal temelini ortadan kaldırmak amacıyla sivil toplumu teşvik etmek.

4. Neoliberalizmi teşvik etmek, Çin'in Temel Ekonomik Sistemini değiştirmeye çalışmak.

5. Batı'nın gazetecilik fikrini teşvik etmek, Çin'in medya ve yayıncılık sisteminin Parti disiplinine tabi olması gerektiği ilkesine meydan okumak.

6. Tarihsel nihilizmi teşvik etmek, ÇKP'nin ve Yeni Çin'in tarihini baltalamaya çalışmak.

7. Reform ve Açılımın ve sosyalizmin Çin’e özgü sosyalist doğasının sorgulanması.]

Bu dönemde kendini kasıtlı olarak gizledi ve insanların onun gerçek yüzünü net olarak görememelerine neden oldu. Hem sol hem de sağ onu kendilerinden biri olarak gördü ve destekledi. Ayrıca, Genel Sekreter seçilmesinden kısa bir süre sonra, Daimi Komite'nin Ulusal Müze'deki "Yeniden Diriliş/Yükseliş Yolu" sergisini ziyaret etmesine öncülük etti ve "Çin Rüyası"nın ulusal canlanışı için harekete geçirilen kitlelerin tutkusunu ve milliyetçiliğini vurgulayan kolay anlaşılır bir dille yazılmış bir seferberlik emri çıkardı. Stratejik olarak konuşursak, Şi'nin üç aşamalı hamlesi başarılı oldu; onu desteklemeleri gerektiğine, bu desteğe layık bir lider olduğuna inandırdığı üç farklı gücün de güvenini boşa çıkardı.

Şi'nin veliaht prens olarak görev yaptığı beş yıl boyunca merkezi hükümetin yozlaşmasına ve son on yılda ÇKP'nin etkisinin azalmasına tanık olduğu söylenebilir. İktidara geldikten sonra ÇKP'yi ve Çin'i dönüştürmek için büyük bir vizyon tasarladı ve planladı. ÇKP'nin gençleşmesini, yönetmeye devam etmesini ve Çin'in yeniden yükselişini gerçekleştirmesini sağlamaya yöneldi. Yukarıdaki analizden, partideki birçok kişinin, özellikle üst düzey kadroların çoğunun, ÇKP'nin liderlik sistemi, parti içindeki ideolojik kafa karışıklığı ve zayıflığı, ve yaygın yolsuzluk konusunda Şi ile önemli derecede fikir birliğine ve sempatiye sahip oldukları görülebilir. Sekreterin gücü yani güçlü bir Genel Sekreterlik, Hu ve onun Tuan grubunun yanı sıra kızıl neslin ikinci kuşağı tarafından da desteklenecekti. Güçlü bir merkezi liderlik grubu olmadan hiçbir şeyin yapılamayacağını, partinin hiçbir gücünün olmadığını ve güçlü bir merkezi liderlik grubunun yetkili bir lidere dayanması gerektiğini derinden anlıyorlardı. Bu nedenle, genel sekreterin pozisyonun güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Şi'nin gücünün yükselişinin arka planını oluşturan gerçek, partinin Hu dönemindeki durumundan çıkarılan derslerdir.

Şi, ÇKP'nin savunma halindeki pasif durumunu tersine çevirmek, partiyi gençleştirmek ve güçlü kılmak istiyordu. Ayrıca muhafazakârlardan, solculardan, ikinci kuşak kızıllardan ve partideki bazı reformculardan da destek alacaktı. Son iki grup partinin katılığına karşı çıksalar da partinin liberallerin saldırısı altında iktidar statüsünü kaybetmesini istemiyorlardı. Ayrıca yolsuzlukla mücadele çabaları kamuoyunun desteğini ve hatta yolsuzluğa bulaşan bazı yetkililerin de onayını alacaktı. Bu, Şi'nin ÇKP'ye yönelik reform planının parti içinde neden çok fazla dirençle karşılaşmadığını açıklayabilir. Herkes statükoyu değiştirmek istiyordu; ama hiçbir değişikliğin işe yaramayacağına ve partinin gücü merkezileştirmesi gerektiğine inanıyordu. Beklentileri bir totaliterlik değildi fakat durum onların beklentilerinin ötesine geçti. Onlar sadece partinin bir parti gibi görünmesini, yozlaşmamış ve daha canlı olmasını istiyorlardı; parti üyeleri ve büyükleri tarafından kabul edilemez olan ikinci bir Mao Zedong istemiyorlardı. Ancak cin bir kere serbest bırakıldığında onu tekrar şişeye koymak çok zordur.

Şi'nin "güç siyaseti": İki elle saldırı, iki yumrukla vuruş

Hu dönemindeki kötü durumun partinin tepesinde oluşturduğu bir tür kolektif fikir birliğiyle Şi, ÇKP'yi ve Çin toplumunu dönüştürmeye başladı. Amacı elbette Hu'nun yaptığı hataları tekrarlamak değildi. Aksine, kendisini güçlü bir lider yapmak ve onun liderliği altında ÇKP'nin canlılığını ve mücadele etkinliğini yeniden sağlamak ve sonsuza kadar iktidarda kalacak güçlü bir parti olmaktı.

Şi'nin partide reform yapmak için attığı ilk adım parti içi yeni gruplar kurmak, grup yönetimi uygulamak, partiyi hükümeti yönetmek için kullanmak, merkezileşmeyi güçlendirmek ve ardından bireysel diktatörlüğü gerçekleştirmek oldu. Otoriteyi tesis etmenin öncülü güce sahip olmaktır. Güç, liderlik otoritesinin temelidir ve bu, Şi'nin Hu’nun durumundan çıkardığı ilk dersti. Ancak Şi, iktidarının ilk günlerinde Jiang ve Hu gibi partinin emekli kıdemlileri tarafından baskı altına alındı. Elindeki parti ve hükümet sisteminde bir şeyler yapmak onun için zordu. Şi, parti içinde Reformu Kapsamlı Bir Şekilde Derinleştirmek İçin Merkezi Öncü Grup, Merkezi Ulusal Güvenlik Komisyonu, İnternet Güvenliği ve Bilişim Merkezi Öncü Grubu ve Ulusal Savunma ve Askeri Reformu Derinleştirmek İçin Merkezi Askeri Komisyon Öncü Grubu dahil olmak üzere yeni çok sayıda grup kurdu. Kendisi, Merkezi Dış İlişkiler Çalışma Liderlik Grubu'nun grup lideri ve yöneticisi olarak bizzat görev aldı. Eksik olduğunu bildiğimiz istatistiklere göre Şi, bir düzineden fazla grup lideri veya yönetici unvanına sahip oldu ve bu yeni kurumlara muazzam bir güç kazandırdı. Bu şekilde gücü elinde tutuyordu.

Ülkeyi küçük gruplar ile yönetmek ÇKP'nin geleneğidir ve en güçlü grup Merkezi Kültür Devrimi Öncü Grubudur. Şi'nin birçok yeni kurum kurması parti içinde bir tepkiye yol açmadı. Orijinal bürokratik sistem büyük ölçüde reforme edilemeden Şi'nin iktidarı bu şekilde ele geçirmesi iyi bir yol, planını uygulaması için iyi bir fırsattı. Üç yıllık operasyonun ardından gücü istikrara kavuştu, böylece 18. Merkez Komitesinin 5. Genel Kurul Toplantısında kendisini taçlandırdı ve genel sekreter, Parti Merkez Komitesinin "çekirdeği" haline geldi. Çekirdek unvanın belirlenmesi onun kendisini Politbüro Daimi Komitesinin diğer üyelerinden uzaklaştırdığını gösteriyor. Bu durumda, Şi’nin eline tüm bürokratik sisteme büyük operasyonlar yapabilecek bir güç geçti. Ertesi yılın Mart ayında, 19. Ulusal Halk Kongresi'nin sona ermesinden kısa bir süre sonra ÇKP, "Partiyi Derinleştirme ve Devlet Kurumsal Reform Planını" duyurdu. Planın amacı partinin genel liderliğini, özellikle de merkezi otoriteyi ve Şi’nin çekirdeğinde olduğu merkezi liderliği güçlendirmekti. Bu reformda Ulusal Denetleme Komisyonu, Kapsamlı Hukukun Üstünlüğü Merkezi Komisyonu ve Merkezi Denetim Komisyonu gibi yeni kurumlar oluşturuldu. Derin Reform Grubu, İnternet Bilgi Grubu, Finans ve Ekonomi Grubu ve Dış İlişkiler Grubu komitelere dönüştürüldü ve halen her komitenin başkanlığını yürütüyor. Önde gelen grupların komiteler halinde yeniden örgütlenmesinin nedeni, grupların parti-hükümet silsilesinin kalıcı kurumları olmayıp belirli bir geçici yapıya sahip olmalarıdır. Görev tamamlandığında bu amaçla kurulan grupların görevleri sona erer ve komite haline yani resmi bir daimi kuruluş haline gelirler. Şi, şu anda iktidarda ve yeni bir ekip kurmak için bu tür sürpriz saldırı yöntemini kullanmaya ihtiyacı yok ama bu yetkilerinden vazgeçmek istemiyor. Bu yüzden onları komitelere terfi ettirdi ve böylece gücü meşru bir şekilde ele geçirmeye devam edebilir.

Şi'nin gücü merkezileştirmesinin amacı, sözde büyük işler yapma gerekçesine dayanıyor. Ancak gücün getirdiği muazzam tat bir kez alındığında merkezileşmenin kendisi amaç haline gelir, hatta büyük işler yapma amacının ötesine geçer. Merkezileşme sürecinin eski güç yapısını parçalaması kaçınılmaz olduğundan bazı yetkililerin mağdur olması beklenen bir durumdur. Bu durum çelişkileri ve çatışmaları beraberinde getirecek ve bu da Şi’ye belli bir tedirginlik yaşatacaktır. Güç ne kadar büyük olursa, merkezileşmenin çelişkileri ve çatışmaları da o kadar yoğun ve huzursuzluk duygusu da o kadar güçlü olur. Artan huzursuzluk duygusu ise onu ortadan kaldırmak için daha büyük bir güce ihtiyaç duyar. Böylece olumlu bir merkezileşme geri bildirimi oluşur. İnsanların şu anda gördüğü şey tam olarak budur. Şi, "çekirdek" unvanını ve statüsünü aldıktan sonra da tatmin olmadı. 2018'de "iki güvence" daha da ileri taşıdı ve bunu tüm partinin her zaman uyması gereken en yüksek siyasi ilke ve temel siyasi kural haline getirdi. "İki güvence" aslında "tek güvence" anlamına geliyor, yani Şi'nin temel konumunu ve partinin tamamındaki liderlik otoritesini güvenceye alıyor. Ancak "iki güvence" Şi'nin iktidar arzusunu tatmin etmedi. 2020'de, Parti Merkez Komitesinin otoritesini ve merkezi liderliğini ortadan kaldıran ve Şi'nin çekirdek konumunun ve ideolojisinin temelini oluşturan "iki tespit" önerdi. "İki güvence"den "iki tespit"e geçişin arkasında, Çin'in dış kalkınma ortamının 2018'den sonra köklü değişiklikler geçirmesi yatıyor. Bu da insanları, özellikle de yetkilileri, Şi'nin liderlik yeteneği ve seviyesi konusunda geçmişe göre farklı bir değerlendirmeye sahip olmaya yöneltti. Şi'nin bir tehdit altına olduğunu düşündüler ve bu nedenle Şi'nin temel pozisyonunu korumanın ve tesis etmenin tüm partinin uyması gereken siyasi bir kural olduğunu ve bunun Şi'ye olan sadakatin bir göstergesi olduğunu tüm partiye sürekli olarak hatırlatmak gerektiğine inandılar. 20. Ulusal Kongre ile "iki güvence" ve "iki tespit" temelinde, tamamen yakın dostlarının yer aldığı merkezi bir liderlik sistemi kurdu.

[Not 1: İki Güvence şunlardır: (1) "Genel Sekreter Şi Cinping'in ÇKP içindeki 'temel' statüsünü güvenceye almak" ve (2) "Partinin merkezi otoritesini güvenceye almak". Bu iki güvence ÇKP'nin 20. Ulusal Kongresinde ÇKP Anayasasına eklendi.

Not 2: İki Tespit şunlardır: (1) "Yoldaş Şi Cinping'in statüsünü, Partinin Merkez Komitesinin ve tüm Partinin çekirdeği olarak tespit etmek" ve (2) "Şi Cinping Düşüncesinin Yeni Dönemde Çin’e Özgü Sosyalizm konusunda yol gösterici rolünü tespit etmek".]

Genel sekreterin evrimi ‒Parti Merkez Komitesinin çekirdeği, iki güvence, iki tespit formülasyonu ve yakın dostlarının genel üstünlüğü‒ sayesinde, Şi'nin, büyük işler yapmak için gücü merkezileştirmekten, gücü tek başına işgal etmeye, yani tam totaliterliğe dönüştüğü görülebilir.

Merkezileşmenin tamamlayıcısı, Şi'nin ÇKP'yi dönüştürmesi ve totaliter yönetimini kurmasını sağlayan ikinci adım yolsuzlukla mücadeledir. Yetkililere karşı ilk elden yaptığı "iki yumrukla saldırısı" esas olarak yolsuzlukla mücadeleye dayanıyordu. Daha önce de belirtildiği gibi, ÇKP üst yöneticilerinin bulaştığı yolsuzluk Hu döneminde zirveye ulaşmıştı. Hu, yolsuzlukla mücadele etmek istemedi. Şi, yolsuzluğa karşı mücadele edilmesi gerektiğini, aksi takdirde kendisinin gerçekten son genel sekreter olacağını anlıyordu. Üst düzey yetkililerin çoğu, şayet ÇKP iktidarda kalmaya devam edecekse yolsuzluğu bitirmesi gerektiğini de biliyorlardı. Bu konuda üst düzey ÇKP liderleri arasında fikir birliği vardı ama hiç kimse yolsuzlukla kendi başına mücadele etmek istemiyordu.

Ancak Şi'nin yolsuzluğa yönelik saldırısı birçok insanın beklediğinin ötesine geçti. Daha önce Jiang ve Hu'nun yolsuzlukla mücadele deneyimini bilen insanlar Şi'nin yolsuzlukla mücadelesinin de gösteri amaçlı olduğuna inanıyorlardı. Ancak onun başka düşünceleri vardı. Yolsuzlukla güçlü ve sert mücadele yoluyla prestijini tesis etmek, böylece üst ve orta düzey yetkililerin, özellikle de ona tepeden bakan en üst düzey yetkililerin korku ve terör hissetmelerini istiyordu. Yolsuzluğun yarattığı çürüme ÇKP için kesinlikle iyi bir şey değildi ama Şi'ye prestijini tesis etmesi için ender bir fırsat da sunuyordu. Şi, kişisel prestijini hızla artırmak istiyorsa Taisui'de çığır açmaya cesaret etmelidir.

[Tai suì-Taisu. Çin astrolojisine / mitolojisine ait bir terimdir fakat, aynı zamanda, bir bölgedeki en güçlü kişi için kullanılan mecazi sıfattır. Çin astrolojisinde Tai Sui, Yılın Koruyucu Tanrısı anlamına gelir. Tai Sui, belirli bir yılın tüm kaderini yönetir. Her biri Yeşim İmparatorunun hizmetinde bir göksel general olarak temsil edilen toplam 60 Tai Sui vardır. Bu tanrılar her biri bir yıl boyunca sırayla hüküm sürer.]

Yetkililere korku vermeyen bir gücü elde tutmak da istikrarsız olabilir. Bu açıdan bakıldığında Şi, yolsuzlukla mücadeleyi kişisel otoritesini tesis etmek için bir araç olarak kullandı. Yolsuzlukla mücadele kampanyalarının mutlaka halkın ve parti üyelerinin çoğunluğunun desteğini kazanacağını biliyordu. Geniş halk desteği nedeniyle, yolsuzluk yapan yetkililer ona karşı savaşmaya cesaret edemediler.

Ancak yolsuzlukla mücadele etmek için yetenekli bir yardımcı da bulmak gerekir. Şi, ikinci kuşak bir yetkili olan Wang Qishan'ı (2018-2023 yılları arasında ÇKP Genel Sekreter Yardımcısı) buldu. Wang, ekonomiyi yönetme konusunda uzmandır. Kendisi "İtfaiye Şefi" olarak bilinir. Güçlü yanlarından faydalanmak için onu ekonomi departmanına yerleştirmek mantıklıdır. Geriye dönüp baktığımızda bu personel düzenlemesinin iyi bir hamle olduğunu görüyoruz. Wang, Şi'yi hayal kırıklığına uğratmadı ve birçok üst düzey yetkiliyi tutukladı. Bu, yolsuzlukla mücadele komisyonunun işlevlerini ve yetkilerini büyük ölçüde genişletti. Çin siyasi arenası "Kral Şi" ile orantılıydı ve Wang, partinin fiilen ikinci komutanı haline geldi. Şi, üç yıldan kısa bir sürede Parti Merkez Komitesi'nin "çekirdeği" olurken Wang, bir numaralı kahraman haline geldi.

Şi'nin iki dönemi boyunca, 553 üst düzey yetkili, 25.000'den fazla büro düzeyinde kadro ve 182.000'den fazla ilçe düzeyinde kadro, eyalet düzeyinde altı yönetici yardımcısı, iki Askeri Komisyon üyesi, parti komiteleri, hükümetler, halk kongreleri, devlete ait işletmeler, üniversiteler, propaganda, siyaset ve hukuk, finans, ordu ve silahlı polis gibi çeşitli alan ve sistemler dahil olmak üzere yüz binlerce yetkili soruşturuldu ve haklarında işlem yapıldı.

Soruşturulanlar arasında her eyalet ve şehirden önemli lider kadroları vardı. Onlar görevden alındıktan sonra birçok yer ve departmanda hâlâ yolsuzluk var. Ancak yolsuzlukla mücadelenin önemini çok fazla abartmaya gerek yok. Yolsuzlukla mücadele bazı yetkililerle halk arasındaki ilişkiyi gerçekten geliştirmiş ve memurları daha temiz hale getirmiş olsa da, Çin'de sosyal ve politik ilerleme sağlamadı. Bunun nedeni, Şi'nin yolsuzlukla mücadelesinin temel olarak iktidarı sağlamlaştırma ve otorite kurma ihtiyacına odaklanması ve böylece yolsuzlukla mücadeleyi daha da zorlaştırmasıdır. Seçici yolsuzlukla mücadele, siyasi rakiplerinin yolsuzluk yaptığına dair kuşku olmasa da, Şi için siyasi muhalifleri tasfiye etme aracı haline geldi. Şi, yolsuzlukla mücadele kampanyalarıyla Jiang hizbini, Hu’nun Tuan hizbini tasfiye etti, Deng ve Chen gibi kıdemlilerin gücüne saldırıp onları zayıflattı. Temelde bu iki grup dağıldı ve sorumlu olarak Wang Qishan'ı işaret ettiler. Zhou Yongkang ve Sun Zhengcai'den sonra, Parti merkez komite üyeleri ve emekli kıdemliler belki de fazlasıyla sarsılmıştı. Bu da az sayıdaki iktidar oligarkının güvensiz hissetmesine neden olmuştu. [Sun Zhengcai, 2006-2009 arasında Tarım Bakanlığı yaptı. 2017’de, ÇKP Merkez Komitesi üyesiyken soruşturma başlatıldı, görevinden ve Partiden ihraç edildi. Şi döneminde hakkında soruşturma başlatılan ilk Merkez Komite üyesidir.]

Artık karşı çıkacak kimse kalmadı. Kendi kuşağı karşı çıkmıyor, Merkez Komite düzeyinde karşı çıkan yok, emekli kıdemliler karşı çıkmıyor. Bu nedenle, Çin Komünist Partisi 19. Ulusal Kongresi'nden sonra, hâlâ görevden alınan birçok üst düzey yetkili olmasına rağmen, bunlar temelde ilçe ve bakanlık düzeyinde kaldı. Yalnızca birkaçı eyalet ve bakanlık düzeyindeydi.

Şi'nin ÇKP'yi dönüştürüp totaliter bir yönetim kurmasının üçüncü adımı, parti içinde kurallar oluşturmak ve yetkililerin kuralları anlamasını sağlamaktır. Bu amaçla aldığı önlemler, partinin liderliğini kapsamlı bir şekilde güçlendirmek ve sözde siyasi yapılanmayı parti yapılanmasının en üstüne koymaktı. Aslında siyasi inşa adına parti içinde bağlılık/sadakat uyguladı. 17 Kasım 2012'de yeni genel sekreter seçilen Şi Cinping, 18. Merkezi Siyasi Büro'nun ilk kolektif çalışmasına başkanlık ederken, "Parti, hükümet, ordu ve halk çalışıyor, doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde, ortada her şeye parti öncülük ediyor" diye vurguladı. Bu cümle ilk olarak 1962'deki Yedi Bin Kadro Kongresi'nde Mao tarafından söylenmişti. Mao'nun orijinal sözleri şöyleydi: “Sanayi, tarım, ticaret, eğitim, ordu, hükümet ve partiden oluşan yedi alanda parti her şeye liderlik eder. Parti sanayiye, tarıma, ticarete, kültür ve eğitime, orduya ve hükümete liderlik etmelidir.” Daha sonra “Parti, hükümet, askeri ve sivil çalışmalar, doğu, batı, kuzey, güney ve her şeyin başı partidir” şeklinde özetlendi. Elbette yaptığı bu gönderme amaçsız değil. Hu döneminde Partinin liderliği sürdürme anlayışındaki belirsizlik, zayıf davranışlar, sanallaştırma, küçülme ve parti liderliğinin marjinalleşmesi gibi sorunları hedef alıyor. Bu nedenle, "Partinin liderliği kapsamlı, sistematik ve bütünsel olmalı ve ekonomik inşaya, siyasi inşaya, kültürel inşaya, toplumsal inşaya, ekolojik uygarlık inşasına, milli savunmaya, ulusal yeniden birleşmeye, diplomatik çalışmalara, milli savunmaya ve parti inşası ve diğer hususlara yansıtılmalıdır”. Partinin “imparatorluk” bilginlerinin sözleriyle, “Parti her şeye öncülük eder”. Bu, ÇKP, Ulusal Halk Kongresi, hükümet, denetim komitesi, mahkemeler, savcılık, ordu, demokratik partiler ve parti bağlantısı olmayan insanlar vb. dahil olmak üzere ulusal yönetişim sisteminde partinin varlığını vurgulamaktadır. Kapsam açısından her şeye yön veren siyasi güçtür ve statü açısından en yüksek siyasi liderlik gücüdür.

Görünüşte partinin liderliğini kapsamlı bir şekilde güçlendirmek, aslında partinin varlığını ve liderlik rolünü göstermektir. Ancak gerçekte Şi'nin siyasi otoritesini ve çekirdek konumunu vurgulamak ve güçlendirmektir. Partinin öncü rolü devreye girebileceğinden ve parti geniş kitleler nezdinde çekiciliğe ve mücadele gücüne sahip olduğundan, Şi'nin otoritesi ve statüsü daha da pekişecektir. Onun politik inşasının asıl amacı tam olarak budur. Çin Komünist Partisi'nin inşası ideolojik inşayı, teorik inşayı, örgütsel inşayı, sistem inşasını, disiplin inşasını, çalışma tarzı inşasını vb. içerir.

Siyasi inşa diye bir şey yoktur; çünkü yukarıda bahsedilen inşaların tamamı siyasi niteliktedir ve siyasi etkileri vardır. Dolayısıyla bir tane daha (siyasi inşa) eklemeye gerek yoktur. Siyasi inşa ilk kez Şi Cinping tarafından önerildi. 29 Haziran 2018'de 19. Merkez Komite Siyasi Bürosu'nun 6. toplu çalışma konuşmasında bu açıklamayı yaptı. 31 Ocak 2019'da ÇKP resmi olarak yayınladığı "Partinin Siyasi Yapısının Güçlendirilmesine İlişkin Görüşler Hakkında" metin, zayıf siyasi farkındalık, istikrarsız siyasi duruş, yetersiz siyasi yetenek ve siyasi suiistimal gibi öne çıkan sorunlara yönelikti. Daha sonra yetkililer bir kadronun siyasi duruşunu değerlendirirken sıklıkla "siyasi işgal" terimini kullandı. Değerlendirme kriteri, bir yetkilinin Şi'yi destekleyip desteklemediği, ona sadık olup olmadığı ve Şi tarafından parti içinde belirlenen siyasi kurallara sıkı sıkıya uyup uymadığıdır.

Şi, yetkililerin kurallardan haberdar olması, kuralları anlaması ve kurallara uyması için siyasi yapılanmayı her düzeydeki lider kadrolar için zorunluluk haline getirmekle kalmadı, bunu kurumsallaştırdı. Şi, her yılın sonunda Merkez Komite Daimi Komitesi'ne başkanlık eder ve Ulusal Halk Kongresi Daimi Komitesi, Devlet Konseyi, Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı Ulusal Komitesi, Yüksek Mahkeme ve Yüksek Savcılık Parti Grubu ve Sekreterliğin çalışma raporlarını dinler. Politbüro'nun 24 üyesi, bakanlar ve iki üst düzey parti grubunun sekreterleri, bir önceki yıl yaptıkları çalışmaların bir özetini Şi'ye bizzat rapor etmek zorundalar. Bu iki rapor sözde Parti Merkez Komitesi'nin otoritesini ve merkezi liderliğini güçlendirmeye yönelik. Aslında ise yalnızca Şi'nin liderliğini ve otoritesini güçlendirmeye yönelik bir sistem ve uygulama haline geldi. Bu iki uygulama sayesinde Şi, nihayet kendisini diğer Politbüro üyelerinin, Parti Merkez Komitesinin ve tüm Partinin üstüne çıkardı.

Ayrıca, Şi, ideoloji alanında ana liderlik sorumluluk sistemini uyguladı. Batı düşüncesinin etkisini tamamen ortadan kaldırırken ve komünizmin bayrağını yüksekte tutarken, milliyetçiliği teşvik etti. Aynı zamanda, toplumsal muhalefet güçlerini kapsamlı bir şekilde bastırmak için diktatörlük yöntemlerini kullandı. “Güç Politikası” uyguladı ve sonunda Şi Hanedanlığını kurdu.

Kaynak: 中国民主季刊 (China Democrats -Çin Demokratları); No: 01,  2023 


25 Haziran 2023 Pazar

Doğuda ve Batıda Bilim ve Toplum

Aşağıdaki metin saygın Çin bilim tarihçisi Dr. Joseph Needham’ın (1900-1995) 1964 yılında Science & Society dergisinde yayınlanan makalesinin çevirisidir. Türkçeye “Doğu ve Batı Arasında Bilim” veya “Doğunun Bilgisi Batının Bilimi” gibi adlar altında çevrilen kitabının bir özeti sayılabilir. Kitabın sıradan okuyucu için zorlayıcı bir içeriğe sahip olduğuna dair dünyada çok sayıda yorum vardır.

Dr. Needham, “15. yy’a kadar Çin bilim ve teknolojisi Avrupa’dan çok ileride olmasına rağmen, Modern bilim neden Çin uygarlığında değil yalnızca Avrupa'da gelişti?” sorusunun cevabını Çin’in yüzyıllar boyunca değişmeden kalan, Konfüçyüsçü ve Taocu (kutsal) metinlerle donatılan “Bürokratik Feodal Sistem (veya Asyatik feodalizm, Asya tipi üretim tarzı)”inde aramaktadır. Dolayısıyla, sınıfsal hareketlilik (Avrupa’da kapitalizmin gelişmesi gibi) ile bilimsel gelişme arasındaki ilişkilere dikkat çekmektedir.


Aslında, Needham’ın yukarıda andığım ve “Needham bulmacası” olarak bilinen sorusu Çin entelektüelleri arasında çok popüler tartışma -aslında düpedüz gevezelik- konusudur. Bu bulmacayı çözenin Nobel ödülünü kazanacağı söylenir. Bu konunun, bir nevi, memleketteki “Ne olacak bu memleketin hali” gailesinin Çin entelektüelleri arasındaki versiyonudur diyebiliriz. Bir doktora dersinde bu konu açıldığında, “Eski Çin’de bilimin-bilimsel bilginin gelişmesini engelleyecek faktörler olmadığı gibi gelişmesini teşvik edecek, gelişmesine yol açacak faktörler de yoktu” değerlendirmesini yapmıştım. Kısaca, (1) Avrupa’da bilgi Kilisenin tekelindeydi; fakat hakikatın bilgisi (ya da evrenin-dünyanın bilgisi) kilisenin hurafeleriyle çatışıyordu. Bilim, kilisenin hurafeleriyle çatışarak, yeni palazlanan ve bilim-teknolojiden çıkarı olan burjuva sınıfının desteğini alarak gelişi. Çin’de bilim-bilimsel bilginin çatıştığı-gelişmesini engelleyen kilise benzeri “bilgiyi tekelinde tutan” kurum-yapılar yoktu. (2) Needham’in “bürokratik feodalizm” diye adlandırdığı sistem için gerekli olan bilim ve teknoloji ihtiyaç olduğu kadar zaten üretiliyordu ve bu sistemin ihtiyacına göre ve ihtiyacı kadar üretilen bilgi-bilim sonuçta bilimin gelişmesini engelleyici bir faktör oldu ve (3) coğrafi keşiflere girişme ve kolonyalizm gibi denizaşırı faaliyetler de olmadığı için bilimsel bilginin daha fazlasına ihtiyaç duyulmuyordu, ta ki 17. yy ortalarında Hollanda, Portekiz vs donanmaları Çin topraklarına kolonileştirme saldırıları başlatana ve 18. yy ortasındaki I. Afyon savaşına kadar. Neyse, mevzu uzun ve kapsamlı. Lafı uzatmadan şimdilik burada bırakayım…



Doğuda ve Batıda Bilim ve Toplum


Çin kültür alanında bilim tarihi, bilimsel düşünce ve teknoloji üzerine sistematik, nesnel ve yetkin bir inceleme yazma fikrini ilk oluşturduğumda (1938), temel sorunu “Modern bilim (on yedinci yüzyıldan, Galileo'nun zamanından beri bildiğimiz haliyle) neden Çin uygarlığında (ya da Hint uygarlığında) değil yalnızca Avrupa'da gelişti?” olarak belirlemiştim. Yıllar geçtikçe ve sonunda Çin bilimi ve toplumu hakkında bir şeyler öğrenmeye başladığımda, bu soruyla eşit derecede önemli olan ikinci bir sorunun daha olduğunu fark ettim: MÖ birinci yüzyıl ve MS 15. yüzyıl arasında Çin uygarlığı, insanın doğal bilgisini pratik insan ihtiyaçlarına uygulama konusunda neden Batı uygarlığından çok daha etkiliydi?


Şimdi, tüm bu soruların cevabının öncelikle farklı uygarlıkların sosyal, entelektüel ve ekonomik yapılarında yattığına inanıyorum. Çin ile Avrupa arasındaki karşılaştırma özellikle öğreticidir. İklim koşullarının karmaşıklaştırıcı faktörü devreye girmediği için neredeyse bir test tezgahı deneyi (bir laboratuvar deneyi benzetmesi yapıyor) denebilir. Genel olarak, Çin kültür bölgesinin iklimi Avrupa'nın iklimine benzer. Olağanüstü sıcak bir iklimin modern doğa biliminin yükselişini engellediğini (Hindistan örneğinde ileri sürüldüğü gibi) söylemek mümkün değildir. Farklı uygarlıkların doğal, coğrafi ve iklim koşulları kendilerine özgü özelliklerini gelişmesinde büyük rol oynasa da, bu öneriyi Hint kültürü için geçerli bulma eğiliminde değilim. Sorun şu ki, bu, Çin hakkında da iddia edilemez.


Pek çok insanı tatmin eden bu "fiziksel-antropolojik" veya "ırksal-ruhsal" etkenlerden herhangi birinin geçerliliği konusunda başından beri derin kuşku duyuyordum. Çinli arkadaşlar ve meslektaşlarımla ilk kez yakın kişisel temas kurduğumdan beri geçen otuz yıl boyunca deneyimlediğim her şey, yalnızca bu şüpheciliğimi doğruladı. 700 yıl kadar önce Çin’e (ve Hindistan’a) gelen Monte Corvino'lu John'un yüzyıllar önce söylediği gibi, tamamen "di nostra qualità (Bizim gibi, bizimle aynı)" olduklarını kanıtladılar. (Giovanni da Montecorvino diye de bilinir, 1247-1328 yılları arasında yaşamıştır. Hindistan ve Çin’de ilk Latin-Roma Katolik misyonunun kurucusudur. Kamuran Kızlak). Kültürler arasındaki büyük tarihsel farklılıkların sosyolojik araştırmalarla açıklanabileceğine inanıyorum. 


Çin bilim ve teknolojisinin, diğer tüm etnik kültürel nehirler gibi modern bilim denizine aktığı zamandan önceki başarılarının ayrıntılı tarihine daha da derinlemesine girdiğimde, yalnızca Avrupa'da ortaya çıkan atılımın-büyük bilimsel ilerlemenin (breakthrough) nedeninin, Rönesans'ta orada hüküm süren özel sosyal, entelektüel ve ekonomik koşullarla bağlantılı olduğuna ve asla ne Çin zihninin ne Çinli entelektüelin ne de Çin felsefi geleneğinin herhangi bir eksikliğiyle açıklanamayacağına ikna oldum. Birçok yönden bu, Hıristiyan âleminin dünya görüşüne göre modern bilimle çok daha uyumluydu. Böyle bir bakış açısı Marksist olabilir ya da olmayabilir - benim için kişisel yaşam ve çalışma deneyimine dayanıyor.


Bu nedenle, bilim tarihçiliğinin amaçları doğrultusunda, Rönesans ve Reform ile birlikte ticaret ve ardından endüstriyel kapitalizmi kendi rahminden doğuran Avrupa'nın aristokratik askeri feodalizmi ile Ortaçağ Asya'sının özelliği olan diğer feodalizm türleri (eğer gerçekten öyleyse) arasındaki bazı temel farklılıklar konusunda dikkatli olmalıyız. Bilim tarihi bakış açısından, sorunumuzu çözmemize yardımcı olacak, en azından Avrupa'da var olandan yeterince farklı, bir şeye sahip olmalıyız. Bu nedenle, tüm uygarlıkların "geçmiş olması gereken" toplumsal gelişme aşamaları hakkında katı ve bir örnekleştirici formül öneren Marksist düşüncedeki eğilime hiçbir zaman sempati duymadım.


Bunların en eskisi olan ilkel komünizm (ilkel komünal toplum), pek çok tartışmaya neden olan bir kavramdır. Böyle bir aşama, Batılı antropologların ve arkeologların çoğunluğu tarafından genellikle reddedilse de (elbette V. Gordon Childe gibi bazı dikkate değer istisnalar dışında), toplumun sosyal sınıflar farklılaşmadan önceki bir durumu olduğuna inanmak bana her zaman son derece mantıklı görünmüştür. Eski Çin toplumu üzerine yaptığım araştırmalarda, bunun her seferinde sislerin arasından yeterince açık bir şekilde göründüğünü buldum. Hikâyenin diğer ucunda, feodalizmden kapitalizme geçişte, esaslı bir zorluk yok. Bu geçiş ayrıntılar açısından elbette son derece karmaşıktı ve daha çalışılması gereken çok şey var. Özellikle toplumsal ve ekonomik değişimler ile modern bilimin yükselişi arasındaki kesin bağlantılar, yani doğal fenomenlerin sistematik deneysel araştırmasına matematiksel hipotezlerin başarılı bir şekilde uygulanması belirsizliğini koruyor. Tüm tarihçiler, teorik eğilimleri ve önyargıları ne olursa olsun, modern bilimin yükselişinin Rönesans, Reform ve kapitalizmin yükselişiyle pari passu (aynı oranda, aynı hızda) gerçekleştiğini kabul etmeleri bir zorunluluktur. Bir yanda toplumsal ve ekonomik değişimler ile diğer yanda "yeni ya da deneysel bilim"in başarısı arasındaki yakın bağlantılar saptanması en zor olan değişkenlerdir. Bu konuda çok şey söylenebilir; fakat bu makale bunun yeri değil. Sorunumuz, modern bilimin neden başka hiçbir yerde değil sadece Avrupa'da gerçekleşmiş olduğudur.


Avrupa'nın konumunu Çin ile karşılaştırırken önümüzdeki en büyük ve en muğlak sorunlar şunlardır: (a) Çin Ortaçağ feodalizminin (eğer bunun için uygun terim buysa) Avrupa feodalizminden ne kadar ve ne şekilde farklı olduğu ve (b) Çin'in (ya da aslında Hindistan) hiç klasik Yunan ve Roma'daki gibi bir "köleci toplumu"ndan geçti mi? Sorun, sadece kölelik kurumunun var olup olmadığı değil -bu tamamen farklı bir sorun- toplumun bir zamanlar kölelik üzerine kurulu olup olmadığıdır.


Bir biyokimyacı olarak çalıştığım ilk günlerde, Karl A. Wittfogel'in Hitler öncesi Almanya'da az çok ortodoks bir Marksistken yazdığı “Wirtschaft und Gesell-schaft Chinas (Çin Ekonomisi ve Toplumu)” adlı kitabından çok etkilenmiştim. Özellikle "Asya tipi bürokratizm" ya da "bürokratik feodalizm" kavramını geliştirmekle ilgileniyordu ve daha sonra bazı Çinli tarihçilerin bu kavramı kullandığını gördüm. Bu kavram, kısmen Marx ve Engels'in çalışmalarından kaynaklanan veya on yedinci yüzyılda Hindistan'da Moğol imparatoru Aurungzeb'in doktoru olan Fransız François Bernier'in gözlemlerinden türetilen bir ifade. Marx ve Engels, "Asya tipi üretim tarzı"ndan söz etmişlerdi. Bunu farklı zamanlarda tam olarak nasıl tanımladıkları ve şimdi tam olarak nasıl tanımlanabileceği veya tanımlanması gerektiği bugün hemen hemen her ülkede bir kez daha hararetli tartışmaların konusu olmuştur. Genel olarak konuşursak, temelde bürokratik karakterde olan ve seçkinliği soy bağıyla belirlenmeyen elitler tarafından yönetilen, çok sayıda görece kendi kendini yöneten köylü toplulukları temelinde işleyen, hala büyük ölçüde kabile karakterini koruyan ve çok az iş bölümü olan veya hiç olmayan bir devlet ve endüstri aygıtının gelişmesini ifade ediyordu. Buradaki sömürünün biçimi, esasen merkezi devlet, yani kraliyet veya imparatorluk sarayı ve onun bürokratik görevlileri için vergilerin toplanmasından ibaretti.


Devlet aygıtının gerekçesi elbette iki yönlüydü: Bir yandan tüm bölgenin savunmasını örgütledi (ister eski bir "feodal" devlet, ister daha sonra Çin imparatorluğu olsun) ve diğer yandan imar-inşa işlerinin yapım ve bakımını organize etti. Çin tarihi boyunca ikinci işlevin birincisinden daha önemli olduğunu çelişkiye düşme korkusu olmadan söylemek mümkündür ve bu Wittfogel'in de gördüğü şeylerden biridir. Ülke topoğrafyasının ve tarımın gerektirdiği büyük ölçekli bir dizi su işleri şu amaçlara yönelikti: (a) büyük nehirlerin korunması, taşkın koruması ve benzerleri; (b) suyun sulama için, özellikle pirinç ekimi için kullanılması; (c) vergi olarak toplanan tahılın ambar merkezlerine ve başkente getirilebilmesi için çok uzaklara uzanan bir kanal sisteminin geliştirilmesi. Bütün bunlar vergi sömürüsünün yanı sıra angarya emeğinin de örgütlenmesini gerektiriyordu. Kendi kendini yöneten köylü topluluklarının devlet aygıtı karşısındaki yegâne görevinin vergi ödemek ve talep edildiğinde kamusal amaçlar için iş gücü sağlamak olduğu söylenebilir.


Bunun yanı sıra, devlet bürokrasisi genel üretimin örgütlenmesi işlevini yani tarım politikasının yönetimini de üstlendi. Bu nedenle, böyle bir toplum tipinin devlet aygıtı şimdi "bir ekonomik üst komuta" olarak adlandırılıyor. Sadece Çin'de en eski yüksek memurlar arasında Ssu Khung, Ssu Thu ve Ssu Nung'u (Mühendislik İşleri ve Tarım için Topluluk Yöneticileri) buluyoruz. İlk olarak MÖ 5. yüzyılda önerilen (her yerde üretilemediği bir yerden başka bir yere taşınması gereken tek mal olan) tuz ve demir üretiminin "millileştirilmesi"nin MÖ 2. yüzyılda tam anlamıyla uygulamaya konulduğunu da unutmamalıyız. Ayrıca Han döneminde hükümete ait bir Fermente İçecekler Kurumu vardı. Sonraki hanedanlar döneminde de benzer bürokratik endüstrilerin birçok örneği vardır.


Daha derinlemesine bakıldığında, bu durumun diğer yönleri kendini ortaya koymaktadır. Örneğin, köylü üretimi özel kontrol veya özel mülkiyete bağlı değil kamu kontrolü altındaydı ve teorik olarak imparatorluk sınırları içindeki tüm topraklar İmparatora aitti. İlk başta ailelere ait bir toprak mülkiyeti görünümü olsa da, bu kurum Çin tarihinde hiçbir zaman Batı'nın feodal tımar haklarıyla karşılaştırılabilir bir şekilde gelişmedi. Çünkü Çin toplumu “en büyük çocuk-ilk doğan çocuk hakkı sistemi”ni sürdüremedi. Bu nedenle, aile reisinin ölümünde tüm toprak mülklerinin yeniden parsellenmesi (taksim edilmesi) gerekiyordu. Bu toplumda şehir devleti anlayışı da yoktu. Kasabalar, çoğu zaman kendiliğinden ortaya çıkan pazar merkezlerinde büyüme eğiliminde olsalar da, bilinçli olarak idari ağın düğüm noktaları olarak kuruldular. Her kasaba, prens veya imparator adına sivil valisi ve askeri görevlisi tarafından kontrol edilen tahkim edilmiş bir şehirdi. Çünkü Çin toplumunda ekonomik işleyiş ordudan çok daha önemliydi. Bu nedenle, valinin genellikle garnizon komutanından daha saygın bir kişilik olması şaşırtıcı değildir. Son olarak, geniş anlamda, köleler ne tarımsal üretimde ne de sanayide çok fazla kullanılıyordu. Kölelik, çağlar boyunca öncelikle ev içiydi -ev işleri içindi- ya da bazılarının deyimiyle "ataerkil" karakterdeydi.


Tang (608-907) veya Song (960-1279) hanedanlığı dönemindeki Çin'de bulunan "Asyatik üretim tarzı" gibi oldukça gelişmiş biçimler, esas olarak sınırlı anlamda "feodal" bir toplumsal sisteme dönüştü. Büyük bölümü tarımsal sömürüye dayalı olan bu zenginlik esasen bürokratikti; fakat askeri-aristokratik değildi. Yine de, bu (sivil) bürokratik yapıya abartılı anlam yükleyerek “Çin tarihinde sivil değerlerin derinliği” gibi bir değerlendirme yapmak imkansızdır. İmparatorluk gücü, tımarlı baronlar hiyerarşisi aracılığıyla değil Batılıların "Mandarin Sistemi” (‘Mandarinate’: Çin’de yüksek memurlardan kurulu yönetimi biçimi, Kamuran Kızlak) olarak bildiği son derece ayrıntılı bir kamu görevlileri/devlet memurları sistemi aracılığıyla uygulandı. Bu memurlara verilen mülkler miras yoluyla geçmez; her değişimde yeniden düzenlenirdi.


Şunu açıkça söyleyebilirim: Çin kültürü üzerine yapılan yaklaşık otuz yıllık çalışmanın Çin toplumunu anlama konusunda çok anlamlı olduğudur. Dolayısıyla, Asya "bürokratik feodalizmi"nin önce doğal bilginin büyümesini-gelişmesini ve bunun insan yararına teknolojiye uygulanmasını neden desteklediğine, daha sonra ise -modern Avrupa'daki diğer feodalizm biçiminin aksine- modern kapitalizmin ve bilimin gelişmesin nasıl engellediğine dair bazı anlamlı ayrıntıları göstermenin mümkün olduğuna inanıyorum.


Ağırlıklı olarak ticari bir toplum düzeni Çin uygarlığında asla ortaya çıkamazdı. Çünkü temel “Mandarin Sistemi” (Mandarinate), yalnızca soy bağıyla geçen aristokratik feodalizmin ilkelerine değil, aynı zamanda, zengin tüccarların değer sistemlerine de karşıydı. Aslında, Çin toplumunda sermaye birikimi olabilirdi; fakat bunun sürekli üretken endüstriyel işletmeler için kullanımı (endüstriyel işletme kurulması) bilge-bürokratlar tarafından sürekli olarak engellendi -tıpkı onların üstünlüğünü tehdit edebilecek diğer herhangi bir toplumsal eylem gibi. Bu nedenle, Çin'deki tüccar loncaları hiçbir zaman Avrupa uygarlığındaki şehir devletlerinin tüccar loncalarının statüsüne ve gücüne yaklaşamadı.


Birçok yönden, Orta Çağ Çin'inin sosyal ve ekonomik sisteminin Orta Çağ Avrupa'sından çok daha rasyonel olduğunu söylemeliyim. Bürokrasiye giriş için kullanılan imparatorluk sınav sistemi (kökeni MÖ. II. yüzyıla kadar uzanır), "olağanüstü yeteneklerin tavsiye edilmesi" şeklindeki çok eski uygulamayla birlikte, "mandarin sistemi", iki bin yılı aşkın bir süre boyunca ulusun en iyi beyinlerini kendine topladı. Bu durum, en iyi beyinlerin özellikle feodal beylerin ailelerinde, hele feodal beylerin en büyük oğullarından oluşan daha sınırlı bir grupta ortaya çıkma olasılığı olmayan Avrupa'daki durumla büyük bir tezat oluşturmaktadır. Erken Ortaçağ Avrupa toplumunun kuşkusuz belirli bazı bürokratik özellikleri vardı. Örneğin, "Kontluk" makamı ve "Kraliyet Temsilcisi" konumu gibi kurumlar vardı, piskoposlar ve din adamları kralın altında yönetici olarak yaygın şekilde kullanılıyordu. "Kontlar" ofisi, "Kraliyet Temsilcisi" konumuna ve piskoposların ve din adamlarının kralın altında yönetici olarak yaygın şekilde kullanılmasına yol açan kurumlardı. Ancak tüm bunlar, Çin sisteminin tam olarak devreye soktuğu “yönetim yeteneğinin sistematik kullanımı”yla karşılaştırıldığında çok geride kaldı. 


Dahası, Çin’de yönetim yeteneği öne çıkarılıp tam olarak doğru yere yerleştirilmekle kalmadı. Aynı zamanda, Konfüçyüsçü değerler sistemi ve ideal o kadar güçlüydü ki, bilge-seçkin/üst sınıf olmayanların temsilcileri çoğunlukla daha düşük konuma sahip olmalarının bilincinde kaldılar, yani kabullendiler. Geçenlerde bir üniversite topluluğunda bu konularda bir konuşma yaparken biri dinleyici şu mükemmel soruyu sordu: "Çin tarihi boyunca askerler sivil yetkililerden daha aşağı konumda olmayı nasıl kabul edebildiler?" Ne de olsa, "kılıcın gücü" diğer uygarlıklarda ezici olmuştur. Yanıt verirken aklıma hemen bürokrasinin taşıdığı imparatorluk karizması, yazılı karakterin kutsallığı (Çin'e ilk gittiğimde, üzerinde kelimeler yazılı olan herhangi bir kağıt parçasını onurlu bir şekilde yakmak için kullanılan ocaklar bazı tapınaklarda hâlâ mevcuttu) ve kılıcın kazanabileceği ama yalnızca “logos”un koruyacağına dair Çinli inancı geldi. Saray için düzenlenen ayrıntılı törenler için sabırsız davranan ilk Han imparatoruna beraberindeki filozoflardan birinin “İmparatorluğu at sırtında fethettin; ama onu at sırtından yönetmeyi asla başaramayacaksın" dediğinden bahseden ünlü bir hikâye vardır. Bundan sonra, ayinlerin ve törenlerin (sabırsızlıktan uzak) tüm ayinsel görkemiyle gözler önüne serilmesine izin verildi. Eski zamanlarda Çinli lider genellikle önemli bir yönetici ve her zaman bir generaldi. Burada önemli olan nokta, daha aşağı konumda olmayı açıkça kabul eden askerlerin psikolojisidir. Çoğu zaman onlar "başarısız olmuş sivillerdi" (İmparatorluğun sivil memurluk -ki İmparatorlukta memur "bilge" demektir- sınavlarında başarısız olan kişilerdi demek istiyor, Kamuran Kızlak). Elbette güç, tüm toplumlarda olduğu gibi nihai argüman, nihai yaptırımdı. Fakat soru şuydu: Hangi güç, ahlaki mi yoksa tamamen fiziksel mi? Çinliler yalnızca birincisinin (ahlaki güç) kalıcı olduğuna, ikincisinin (fiziksel güç) kazanabileceği şeyi ancak birincisi elde tutabileceğine derinden inanıyorlardı.


Antik çağlarda saldırı silahlarının icadındaki ilerlemenin (özellikle etkili tatar yayında -yaylı tüfek), savunma zırhındaki ilerlemeyi çok geride bıraktığı kanıtlanmıştır. Antik çağda feodal beylerin yaylı tüfeklerle silahlanmış halk ya da köylüler tarafından öldürüldüğüne dair pek çok vaka vardır. Bu nedenle, belki de, Konfüçyüsçü ikna olgusu ortaya çıktı. Çinliler Whigs'lerdi, "Whigs’ler tartışmadan başka güç kullanmaz." (Whigs: Kraliyet otoritesini sınırlamak ve parlamentonun gücünü artırmak isteyen ve 17. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın başlarına kadar varlığını sürdüren büyük bir İngiliz siyasi grubu, Kamuran Kızlak.) Örneğin, Çinli köylü-çiftçi, Prensini vurabileceği bilindiği için devletinin sınırlarını savunmak amacıyla savaşa sürüklenemezdi. Fakat ister vatansever ister sofist olsun, filozoflar tarafından kendi devleti ve İmparatorluk için savaşmanın gerekli olduğuna ikna edilirse, o zaman savaşçı olarak katılırdı. Bu nedenle, Çin klasik ve tarihi metinlerinde yer alan ve  "propaganda" olarak (mutlaka aşağılayıcı bir anlamda değil) adlandırılabilecek şeyin varlığını tarihçi uygun bir şekilde hesaba katmalıdır.


Bu konuyla ilgili başka bir argüman da ilgi çekicidir: Çinlilerin her zaman öncelikle bir köylü-çiftçi olduğu ve hayvancılıkla ve denizcilikle uğraşmadığı gerçeği. Bu son iki meslek, aşırı emir ve itaati gerekli kılar. Bir çobanın hayvanları sürekli gezdirmesi gerekir, kaptan mürettebatına gemideki herkesin hayatını tehlikeye atacak şekilde emirler verebilir. Ancak köylü-çiftçi mahsul için gerekli olan her şeyi yaptıktan sonra çıkmaları ve yetişmeleri için bekler. Çin felsefi literatüründeki ünlü bir mesel, bitkilerinin büyüme hızından memnun olmayan ve hızlı büyümelerini sağlamak için onları çekmeye başlayan Sung hanedanlığından bir adamla alay eder. Bu nedenle güç, işleri yürütmek için her zaman yanlış yoldu. Dolayısıyla, işleri yürütmenin doğru yolu her zaman askeri güçten ziyade sivil ikna yöntemiydi. Askerin sivil memur karşısındaki konumu hakkında söylenebilecek her şey, gerekli değişikliklerin yapılması koşuluyla, tüccar için de geçerlidir. Servet o haliyle değerli değildi. Ruhsal-manevi bir gücü yoktu. Refah verebilirdi ama bilgelik veremezdi. Oysa Çin'de zenginlik nispeten daha az prestije sahipti. Her tüccarın oğlunun tek düşüncesi bilge olmak, imparatorluk sınavına girmek ve bürokraside üst sıralara yükselmekti. Böylece, on bin kuşak boyunca sistem kendini devam ettirdi. Tabii ki daha yüksek bir düzleme yükseltilmiş olsa da, bu geleneğin hala yaşayıp yaşamadığından emin değilim. Örneğin, içine doğduğu değerlerle mevcut konumu pek alakasız olan Parti görevlisi, hem aristokratik değerleri hem de açgözlü (mülk düşkünü) değerleri hor görmez mi? Tek kelimeyle, belki de sosyalizm, Çin ortaçağ bürokratizminin kabuğuna hapsedilmiş, egemen olmayan adalet ruhuydu. Temel Çin gelenekleri, belki de bilimsel dünyanın işbirlikçi topluluklarıyla Avrupa'dakilere göre daha uyumlu olabilir.


1920 ve 1932 yılları arasında Sovyetler Birliği'nde Marx'ın "Asya tipi üretim tarzı" ile ne kastettiği üzerine büyük tartışmalar oldu. Bu tartışmalar Rusça’dan tercüme edilmediği için Batı ülkelerinde bu konuda çok az şey biliniyor. Rusça tartışmaların herhangi bir kopyası hala mevcutsa, bunların Batı dillerinde yayınlanması çok yararlı olur. Sonuçları izleyememiş-okuyamamış olsak da, ilkel komünal toplum-köleci toplum-feodalizm-kapitalizm-sosyalizm gibi standart geçişten bir farklılaşmaya karşı çıkanların galip geldiğine inanılıyor. Bunda şüphesiz kişi kültü döneminde sosyal bilimlerde hakim olan dogmatizm ikliminin de rolü olmuştur. Artık İngiliz Marksistlerinin "feodalizm"in anlamsız bir terim haline gelmesinden duydukları büyük utancı dile getiren genç yazarlarımız var artık. Açıkça şunu söylüyorlar: "Hem bugünkü Ruanda-Urundi'yi hem 1788'deki Fransa'yı, hem 1900'lerdeki Çin'i hem de Norman İngiltere'yi kapsayan bir sosyo-ekonomik aşama analize yardımcı olabilecek her türlü özgül karakterini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır." … Alt-bölümlere şiddetle ihtiyaç var. Dikkat çekici olan şey, bu yazarların Marx ve Engels'in özgün görüşleri hakkında pek bir şey bilmiyormuş gibi görünmeleri. İçlerinden biri,  “Asya tipi üretim tarzı tezi uzun zaman önce kullanım dışı kaldı" diyor. Bununla birlikte, aynı yazar, bazı Asya ve Afrika toplumlarının durdurulmuş gelişimi sorununu çok iyi bir şekilde ortaya koymaya devam ediyor ve bölgesel varyasyonlar arasında terminolojide bir farklılaşma sağlamak için Marx'ın "Asyatik tarzı"nın veya hatta birkaç tarzının rehabilite edilmesini tavsiye ediyor. "Proto-feodal" teriminin (kendi icadım olduğuna inanıyorum) kullanımını daha sonra farklı şekillerde gelişen tek bir temel aşama için de önerebilirim.


Bugünlerde Wittfogel'in adı Marksist yazılarda ne zaman geçse nefretle anılıyor. Bunun nedeni, Hitler döneminde (halen çalışmakta olduğu) Amerika'ya göç etmesidir. Wittfogel, entelektüel Soğuk Savaş'ta uzun yıllar önde gelen bir savaş baltası sallayıcısı olmuştur. Son kitabı Oryantal Despotizm'i hem eski hem de yeni Rusya ve Çin'i hedef alan bir karşı propaganda olarak gören yazarlar büyük olasılıkla haklıdır. Wittfogel şimdi, ister totaliter ister diğer toplumlarda olsun, gücün kötüye kullanımını bürokratizm ilkesine atfetmeye çalışıyor. Fakat şimdi benim ve birçok kişinin fikirlerine muhalif olması, bir zamanlar düşüncelerini oldukça parlak bir şekilde ortaya koyduğu gerçeğini değiştirmiyor. Wittfogel belki abartmış olsa da, onun "hidrolik toplum (su/su kontrolü toplumu)" teorisini özünde hatalı bulmuyorum. Çünkü Çin tarihinde bayındırlık işlerinin (nehir kontrolü, sulama ve ulaşım kanallarının inşası) mekansal kapsamının, bireysel feodal veya proto-feodal beylerin toprakları arasındaki engelleri defalarca aştığına inanıyorum. Bu nedenle, gücü her zaman merkezde, yani "kabile" klan köylerinin dar-küçük kitlesinin üzerindeki kemerli bürokratik aygıtta toplama eğilimindeydi. Bunun Çin feodalizminin "bürokratik" hale gelmesinde önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Bilim ve teknoloji tarihçisi açısından Çin feodalizminin Avrupa feodalizminden ne kadar farklı olduğu elbette önemli değildir. Ancak yeterince farklı olmalı (ve kesinlikle inanıyorum ki

yeterince farklıydı), hatta Batı'da kapitalizm ve modern bilim başarılı bir şekilde gelişmesine karşın Çin'de bu iki özelliğin topyekun engellenmesini açıklayacak kadar farklıydı.

Bürokrasiye gelince, bütün toplumsal kötülüğü onların üstüne yıkmak tamamen saçmalıktır. Aksine, çağlar boyunca insanın sosyal organizasyonunun muhteşem bir aracı olmuştur. Dahası, insanlık devam ederse, daha yüzyıllar boyunca bizimle olacak. Şimdi önümüzde duran temel sorun, bürokrasinin insancıllaştırılmasıdır. Öyle ki, sosyalizmde bürokrasinin örgütlenme gücü yalnızca sıradan erkek ve kadınların yararına kullanılmamalıdır. Modern insan toplumu, modern bilim ve teknolojiye dayalıdır ve giderek daha fazla dayanacaktır. Bu böyle devam ettikçe, oldukça organize bir bürokrasi her gün biraz daha kaçınılmaz olacaktır. Buradaki yanılgı, modern bilimin yükselişinden sonra oluşan bir sistemi ondan önce var olan herhangi bir öncül sistemle karşılaştırmaktır. Çünkü modern bilim bize artık bürokrasiyi insancıllaştırma iradesini gerçekten uygulayabilecek telefonlardan bilgisayarlara kadar uzanan geniş bir araç zenginliği verdi. Bu insancıllaştırma iradesi, esas olarak Konfüçyüsçülük, Taoizm ve devrimci Hıristiyanlığın yanı sıra Marksizm'e dayanabilir.


"Doğu despotizmi" terimi, Çin'in ekonomik ve toplumsal yapısı hakkında bilinenlerden derinden etkilenen on sekizinci yüzyıl Fransa'sındaki Fizyokratların spekülasyonlarını anımsatmaktadır. Bu sistem onlar için elbette çok hayran oldukları aydınlanmış bir despotizmdi, Wittfogel'in daha sonraki yıllardaki hayal gücünün acımasız ve kötü sistemi değil. Israrla olgusal gerçeklerden hareket etmesi nedeniyle dünyanın dört bir yanındaki sinologlar onun sonraki kitabını sabırsızlıkla beklediler. Bu nedenle, örneğin, Orta Çağ Çin'inde eğitimli bir kamuoyu olmadığını söylemek imkansızdır. Aksine, bilge-seçkinler (üst tabaka) ve bilge-bürokratlar geniş ve çok güçlü bir kamuoyu oluşturdular ve imparatorun emir verdiği ancak bürokrasinin itaat etmediği zamanlar oldu. Teorik olarak, İmparator mutlak bir hükümdar olabilir. Fakat pratikte olup bitenler, tarihsel metinlerin çağlar boyunca Konfüçyüsçü tefsir ile yorumlanarak oluşan geçmiş örnekler ve geleneklere göre düzenleniyordu. Çin her zaman bir "Tek Parti Devleti" olmuştur ve iki bin yılı aşkın bir süredir yönetim “Konfüçyüsçü Parti”nin hakimiyetindeydi. Bu nedenle, benim görüşüme göre, Wittfogel'in  kullandığı "Doğu despotizmi" terimi Fizyokratların kullandığı terime göre daha makul veya tercih edilebilir değildir ve ben bu terimi asla kullanmam. Diğer yandan, benimsemekte büyük güçlük çektiğim bazıları eski, bazıları da şimdilerde önem kazanmaya başlayan birçok Marksist terim var. Örneğin, bazı metinlerde geçen "hayali devlet yapısı", bağımsız çiftçi köylerinin “gerçek dayanağı/temeli” ile tezat oluşturuyor. Bu bana doğru gelmiyor; çünkü devlet aygıtı köylü-çiftçilerin yaptıkları işleri kadar gerçekti. "Özerklik" terimini köy topluluklarına uygulamaktan da hoşlanmıyorum; çünkü bunun yalnızca çok kesin sınırlamalar içinde doğru olduğunu düşünüyorum. Gerçek şu ki, tamamen yeni bazı teknik terimlerin geliştirilmesine acilen ihtiyacımız var. Burada, Batı'nın bildiği her şeyden çok uzak ve bildiklerine benzemeyen toplum durumlarıyla uğraşıyoruz. Bu yeni teknik terimleri icat ederken, Yunan ve Latin kökenli terimleri son derece farklı toplumlara uyarlamaya çalışmak yerine Çince ifadeler kullanmayı öneriyorum. Burada, örneğin, bürokrasi için “guan-liao” terimi yararlı olabilir. (“Guan liao” İngilizce bürokrat demek. Fakat Çin İmparatorluk bürokratlarıyla Batı toplumunun bürokratları arasında işleyiş, işlev, görevlendirme, vs açısından köklü farklılıklar vardır. Yani eski çin’de bürokrat deyince Batı’daki gibi bir bürokrat anlaşılmaz. İngilizce terim yerine Çince karşılık kullanmak bu açıdan gerekli ve önemlidir. Kamuran Kızlak). Daha uygun bir terminoloji elde edebilseydik, bu aynı zamanda ilgili başka sorunları ele almamıza da yardımcı olabilir. Burada, Japon toplumunun Batı Avrupa toplumuna daha çok benzediği ve tam da bu nedenle modern kapitalizmi geliştirmeye daha yatkın olduğunu düşünüyorum. Bu, tarihçiler tarafından uzun süredir kabul edilmektedir. Ancak son yazılar, Japon askeri-aristokratik feodalizminin, Çin bürokratik toplumunun üretemediği kapitalizmi tam olarak nasıl geliştirebildiğini saptadı.


Sonra, "köleci toplum" hakkında bir şeyler söyleyebilirim. Çin arkeolojisi ve edebiyatıyla ilgili kendi deneyimlerime göre, Çin toplumunun, Shang ve erken Chou dönemlerinde bile, Akdeniz kültürlerinin köleciliğiyle (Akdeniz'de dolaşan köleli kadırgaları ve İtalya'nın tarlalarına yayılmış latifundia'ları ile) aynı anlamda bir köleci toplum olduğuna inanmaya pek meyilli değilim. Bu konuda, Marksist düşüncede son yirmi-otuz yılda öne çıkan "tek-yönlü" toplumsal gelişim aşamaları sisteminden etkilenen bazı çağdaş Çinli akademisyenlerden ayrılıyorum. Konu halen yoğun bir şekilde tartışılıyor ve henüz hiçbir konuda kesinlik sağlandığını söyleyemeyiz. Birkaç yıl önce, Cambridge'de farklı uygarlıklardaki kölelik üzerine bir sempozyum düzenledik. Bu sempozyum sırasında tüm katılımcılar Çin toplumundaki kölelik biçimlerinin başka yerlerde görülenden çok farklı olduğu konusunda hemfikir olmak zorunda kaldı.


Klanın ve aile yükümlülüklerinin egemenliği nedeniyle, bu uygarlıkta herhangi birinin Batılı anlamda "özgür" olarak adlandırılıp adlandırılamayacağı oldukça şüpheliydi. Diğer yandan, (birçok kişinin inandığının aksine) kölelik belirgin bir şekilde nadirdi. Gerçek şu ki, Çin'de farklı dönemlerdeki köle ve yarı köle grupların statüsünün ne olduğunu Batılı sinologlar da Çinli bilim insanları da henüz tam olarak bilmiyor (ve bu tür grupların çok farklı türleri vardı). Bu konuda çok sayıda araştırma yapılması gerekiyor. Ancak, Batı'da haliyle köleliğin Çin'de toplumun tamamı için ne ekonomik ne de politik alanda hiçbir zaman bir temel olmadığı zaten açıkça görülüyor.


Toplumun köle(cilik) temeli sorunu, Yunanlılar ve Romalılar arasında bilim ve teknolojinin konumunu etkilediği ölçüde belirli bir öneme sahip olsa da, başlangıçta benim asıl ilgi alanım olan şeyle yani Batı'da geç Rönesans'ta modern bilimin doğuşu ve gelişimiyle daha az ilgili. Bununla birlikte, daha önceki dönemde yani Hıristiyanlığın ilk on dört yüzyılında ve ondan dört veya beş yüzyıl önce Çin toplumunun Doğa bilimlerini insan yararına uygulamadaki büyük başarısı üzerinde çok önemli bir etkisi olabilir. Çin'de Akdeniz'de kadırgalarda köle kullanımıyla karşılaştırılabilecek hiçbir şeyin olmaması çok çarpıcı ve anlamlı değil mi? Yelken ve onun çok rafine bir kullanımı, antik çağlardan beri Çin gemilerini hareket ettirmek-yürütmek için kullanılan evrensel yöntemdi.


Çin'de insan gücünün toplu kullanımı konusunda eski Mısır'daki inşa yöntemleriyle karşılaştırılabilir hiçbir kayıt yoktur. Bu nedenle, şimdiye kadar Çin toplumunda teknolojinin getireceği işsizlik korkusuyla bir icadın reddedilmesine ilişkin bir örneğe rastlamamış olmamız da dikkat çekicidir. Çin'in işgücü çoğu insanın sandığı kadar büyükse, bu faktörün neden bazen kendini göstermediğini anlamak kolay değil. Eski Çin kültüründe çoğu zaman Avrupa'dakinden çok daha önce kullanılmaya başlanan ve emekten tasarruf sağlayan çok sayıda alete sahibiz. Bu duruma verilebilecek en somut örneklerden biri el arabasıdır. Bu araç Batı'da on üçüncü yüzyıldan önce bilinmiyordu; fakat Çin’de üçüncü yüzyılda bile yaygın olarak kullanılıyordu ve bundan neredeyse iki yüz yıl önce ortaya çıkmıştı. Nasıl ki bürokratik aygıt, modern bilimin Çin kültüründe neden kendiliğinden ortaya çıkmadığını açıkladığı gibi, aynı şekilde, kitlesel köleliğin yokluğu da Çin kültürünün daha önceki yüzyıllarda saf ve uygulamalı bilimi geliştirme başarısında önemli bir faktör olabilir.


Şu anda, "Asya tipi üretim tarzı" sorununun yeniden ele alınması konusunda Avrupalı genç akademisyen sosyologlar arasında büyük bir heyecan var. Bu heyecan, kısmen, şimdi azgelişmişlik koşullarda ortaya çıkan Afrika toplumlarının yorumlanmasında bu tür fikirlerin taşıdığı önemden kaynaklanmış olabilir. Geleneksel hale gelen kısıtlı kategorilerin onları tamamen açıklayacağı kuşkuludur. Fakat belki de en büyük uyarıcı, Marks'ın 1857 ve 1858'de yazdığı "Formen die der kapitalistischen Produktion vorhergehen (Kapitalizm Öncesi Ekonomi biçimleri)" başlıklı bir metninin 1939'da Moskova'da yayınlanması olmuştur. Bu, “Kapital” için bir tür ön çalışmaydı ve 1952'de Almanya'da yeniden yayınlanan ve temel makalelerden oluşan bir kitap olan “Gundrisse der Kritik der politischen Ökonomie”ye (Gundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma) dahil edildi. Marks'ın bu metninin yirmili ve otuzlu yıllarda Rusya’daki tartışmalara katılanlar tarafından bilinmemesi büyük bir talihsizlikti. Çünkü "Asya tipi üretim tarzı" konusundaki fikirlerinin tek derin ve sistematik açıklaması o metinde yer alıyordu. Soru, Marx ve Engels'in bu üretim tarzını dünyanın geri kalanındaki toplum tiplerinden birinden veya diğerinden niteliksel olarak farklı bir şey olarak mı yoksa yalnızca niceliksel olarak farklı mı gördükleridir. Bunu esasen "geçici" bir durum olarak görüp görmedikleri veya "bürokratizmi" dördüncü temel toplum türü olarak düşünüp düşünmedikleri henüz net değil. "Asya tipi üretim tarzı" sadece klasik feodalizmin bir türü müydü? Bazı Çinli tarihçiler bunu kesinlikle feodalizmin özel bir türü olarak görmüşlerdir. Ama bazen Marks ve Engels, bunu sanki köleci toplum (köleci üretim) ya da feodal toplumdan (feodal üretim) niteliksel olarak farklı bir şey olarak görüyor gibiydiler. "Bürokratik feodalizm" kavramlarının Kolomb öncesi Amerika'ya veya Orta Çağ Seylan'ı gibi diğer toplumlara ne kadar uygulanabileceği sorusu da her zaman vardı. Bu, Wittfogel'in son zamanlarda üstünde çok düşündüğü ancak tatmin edici sonuçlara ulaşamadığı türden bir sorundur (dizininde Seylan'dan söz bile etmiyor). Şimdi genç sosyologlar bu sorunu oldukça farklı bir açıdan ele alıyorlar.


Onların düşüncelerinin, Çin bilim ve teknolojisinin erken gelişen ama daha sonra geri kalan karakteriyle ilgili sorumu büyük ölçüde aydınlatacağından hiç şüphem yok. Özellikle Fransız arkadaşlarım ve meslektaşlarım jean Chesneaux ve André Haudricourt bu konuda aktif rol aldılar ve bundan sonra yazılanlar onların bana sundukları bazı fikirlere dayanıyor. Açıkça görülüyor ki, Çin bilim ve teknolojisinin erken dönemde yüzyıllar boyunca devam eden üstünlüğü "Asyatik bürokrasi" özelliklerine sahip bir toplumun ayrıntılı, akılcı ve bilinçli mekanizmalarıyla ilişkilendirilmesi gerekiyor. Temelde "bilgeliğe dayalı" bir şekilde işleyen bir toplumdu, iktidar koltukları askeri komutanlar tarafından değil bilgeler tarafından dolduruluyordu. Merkezi otorite, köy topluluklarının "otomatik" işleyişine büyük ölçüde güveniyordu ve genel olarak onların yaşamlarına müdahaleyi asgariye indirme eğilimindeydi.


Bir yanda köylü-çiftçiler ve diğer yanda çobanlar ya da denizciler arasındaki temel farktan daha önce söz etmiştim. Bu fark, Çince wei ve wu wei terimleriyle veciz bir şekilde ifade edilir. Wei, güç ve irade gücü uygulamasını; nesnelerin, hayvanların ve hatta diğer insanların kendilerine emredilen şeyi yapmaları gerektiğine dair kararlılığı kastediyordu. Fakat wu wei bunun tam tersiydi: Her şeyi kendi haline bırakıyor, doğanın kendi yoluna gitmesine izin veriyor, olaylara karşı gelmek yerine doğaya göre hareket ederek yarar sağlıyordu -ve nasıl müdahale edilmeyeceğini biliyordu. Bu, çağlar boyunca hüküm süren büyük Taocu düstur, öğretilmemiş doktrin, sözsüz fermandı. Bu öğreti, Bertrand Russell'ın Çin'de bulunduğu zamanlarda derlediği şu ruhani/kutsal cümleyle özetlendi: "Sahip olmadan üretim, kendini ortaya atmadan eylem, tahakküm olmadan gelişme."


Şimdi, wu wei, yani müdahalenin olmaması, çiftçilerin ve köylü topluluklarının "otomatik-kendiliğinden" iktidar-yeterliğine saygı gösterilmesine çok iyi bir şekilde uygulanabilir. Eski "Asyatik" toplum yerini "bürokratik feodalizme" bıraktığında bile, bu tür anlayışlar canlılığını korudu. Çin siyasi pratiği ve hükümet, sürekli olarak eski Asya toplumundan ve tek karşıt çift olan "köyler-prens"ten sisteminden miras kalan müdahale etmeme ilkesi üzerine kuruluydu. Bu nedenle, tüm Çin tarihi boyunca, en iyi yargıç toplum işlerine en az müdahale eden kişiydi ve tüm tarih boyunca klanların ve ailelerin başlıca gayesi mahkemelere başvurmak yerine işlerini kendi içlerinde halletmekti. Böyle bir toplumun doğal dünya üzerinde derin felsefi düşünceye yatkın olması olası görünüyor. İnsan, doğal dünyanın mekanizmalarına olabildiğince derinlemesine nüfuz etmeye ve içerdiği güç kaynaklarından olabildiğince az müdahale ederek ve "uzaktan etkileşim" kullanarak yararlanmaya çalışmalıdır. Son derece zekice olan bu tür düşünceler her zaman bir araçlar ekonomisiyle sonuç elde etmeye çalıştı ve doğal olarak, özünde Bacon’cu nedenlerle, doğanın araştırılmasını teşvik etti. Dolayısıyla, sonuç sismograf, demir döküm ve su gücü gibi erken dönem parlak başarılarıydı. 


Dolayısıyla, müdahaleci olmayan bu insan etkinliği anlayışının başlangıçta doğa bilimlerinin gelişimi için elverişli olduğu söylenebilir. Örneğin, "uzaktan etkileşim" tercihinin erken dönem dalga teorisine, gelgitlerin doğasının keşfine, jeo-botanik araştırmada olduğu gibi mineral kütleleri ve bitkiler arasındaki ilişkilerin bilgisine, ayrıca manyetizma bilimine de büyük etkisi oldu. Galileo zamanında modern bilimdeki büyük atılımın temel özelliklerinden birinin manyetik polarite, sapma vb. bilgisi olduğu sıklıkla unutulur. Ayrıca, Öklid geometrisi ve Batlamyus astronomisinin aksine, manyetik bilim tamamen Avrupa dışından yani Avrupalı olmayan bir katkıydı. 12. yüzyılın sonuna kadar Avrupa'da burada hakkında konuşmaya değer bulabileceğimiz bir şey bilinmiyordu ve Çinlilerin daha önceki eserlerinin Avrupa’ya aktarıldığına şüphe yok. Çinliler (Babilliler dışında) tüm eski halklar arasında en büyük gözlemciler ise, bunun nedeni belki de tam olarak (Taocuların "su sembolü" ve "ebedi dişil" üzerine gizemli şiirlerinde yer alan) müdahaleci olmayan ilkelerin teşvik edilmesi değil miydi? 


Bununla birlikte, "köy-prens" ilişkisinin müdahaleci olmayan karakteri, bilimin ilerlemesine elverişli belirli bir dünya anlayışı doğurduysa da, bunun bazı doğal sınırlamaları vardı. Çobanlardan ve denizcilerden oluşan bir halk için çok doğal olan, karakteristik olarak Batılı müdahalecilikle uyumlu değildi. Tüccar zihniyetinin uygarlıkta lider bir konuma gelmesine izin veremediği için yüksek zanaatkarlığın tekniklerini bilginlerin geliştirdiği matematiksel ve mantıksal akıl yürütme yöntemleriyle kaynaştırmaya muktedir değildi. Böylece modern doğa biliminin gelişiminde Vincean (Leonardo Da Vinci) aşamasından Galilean aşamasına geçiş sağlanamadı, belki de mümkün olmadı.


Orta Çağ Çin'inde, Yunanlıların veya Orta Çağ Avrupa'sının şimdiye kadar denediğinden daha fazla sistematik deney vardı. Ancak "bürokratik feodalizm" değişmeden kaldığı sürece, matematik, tamamen yeni bir şey üretmek için ampirik doğa gözlemi ve deney ile bir araya gelemezdi. Deney çok fazla aktif müdahale gerektirir ve bu, sanat ve ticarette her zaman, hatta Avrupa'da olduğundan daha fazla kabul görmüş olsa da, Çin'de bunu felsefi olarak saygın kılmak belki de daha zordu.


Ayrıca, Orta Çağ Çin toplumunun doğa bilimlerinin Rönesans öncesi düzeyde gelişmişliğine son derece olumlu baktığı başka bir yol daha vardı. Geleneksel Çin toplumu oldukça organikti ve oldukça uyumluydu. Devlet, sorumluluğunu asgari müdahale ile yerine getirse de, tüm toplumun iyi işlemesinden sorumluydu. İdeal Hükümdar'ın eski tanımının şu şekilde olduğu hatırlanmalıdır: “Sadece yüzünü Güney'e dönerek oturmalı ve On Bin Şey'in otomatik olarak iyi yönetilmesi için erdemini {té) her yöne uygulamalı”.


Defalarca gösterdiğimiz gibi, Devlet bilimsel araştırmalara güçlü yardımlar sundu.


Örneğin, bin yıllık kayıtları tutan astronomik gözlemevleri kamu hizmetinin bir parçasıydı. Yalnızca edebi değil, aynı zamanda tıbbi ve tarımsal ansiklopediler de Devlet namına yayınlandı ve zamanları için dikkate değer bilimsel keşif gezileri başarıyla tamamlandı (Sekizinci yüzyılın başlarında Hindi Çin'den Moğolistan'a uzanan bir meridyen yayının jeodezik araştırması ve güney yarımkürenin takımyıldızlarının haritasını güney gök kutbunun yirmi derece yakınına kadar çıkarmak için yapılan sefer). Buna karşılık, Avrupa'da bilim genellikle kişisel bir girişimdi. Bu nedenle, yüzyıllarca geride kaldı. Yine de, Çin Devlet bilimi ve tıbbı, zamanı geldiğinde, on altıncı yüzyılda ve on yedinci yüzyılın başlarında Batı biliminde meydana gelen niteliksel sıçramayı yapacak durumda değildi.


Bazı Asyalı entelektüeller “Asya tipi üretim tarzı” ya da “bürokratik feodalizm” fikrine şüpheyle yaklaşmışlardır. Çünkü onu kendi toplumlarının tarihinde gördüklerini sandıkları belli bir “durgunluk” dönemi ile özdeşleştirmişlerdir. Asya ve Afrika halklarının ilerleme-gelişme hakkı adına, Batı'nın geçtiği aşamaların aynısını bu toplumlar için geçerli kabul etmek ve sahiplenmek istediler. Bu yanlış anlaşılmayı gidermek bence çok önemli. Çünkü Çin'in ve diğer eski uygarlıkların Avrupa-Batıyla tamamen aynı toplumsal aşamalardan geçtiğini apriori olarak varsaymamız için hiçbir neden yok gibi görünüyor.


Aslında, "durgunluk" kelimesi Çin için hiçbir zaman geçerli olmadı; bu tamamen Batılı bir yanılgıydı. Başka bir yerde gösterdiğim gibi, geleneksel Çin toplumunda devam eden genel ve bilimsel bir ilerleme söz konusuydu. Ancak, Avrupa'da Rönesans'tan sonra modern bilimin büyük bir hızla gelişmesi Çin toplumundaki bu ilerlemeyi şiddetli bir şekilde geride bıraktı. Çin homoeostatikti (içsel denge durumu) veya arzu ederseniz sibernetikti deyin; ama asla durgun değildi. Çin'de yapılan temel keşiflerin ve icatların Avrupa'ya aktarıldığını gösteren çok sayıda örnek sunulabilir. Örneğin, barut ve ondan sonraki her şey bir yana, manyetik bilimi, ekvatoral göksel koordinatlar ve gözlem amaçlı astronomi aletlerinin ekvatoryal montajı, kantitatif (niceliksel-sayısal) haritacılık, dökme demir teknolojisi, iki yönlü (emme basma) çalışma ilkesi ve dönel ve uzunlamasına hareketin standart birbirine dönüştürülmesi sayesinde ileri geri hareket eden buhar makinesinin temel bileşenleri, mekanik saat, üzengi ve kullanışlı at koşumları…


Bu çok çeşitli keşif ve buluşların Avrupa'da sarsıcı etkileri olmasına rağmen Çin'de bürokratik feodalizmin toplumsal düzeni bunlardan çok az rahatsız oldu. Bu nedenle, Avrupa toplumunun yerleşik istikrarsızlığı, temelde daha rasyonel bir toplum olduğuna inandığım Çin'deki homoeostatik denge (içsel denge durumu)  ile karşılaştırılmalıdır. Geriye Çin ve Avrupa'daki sosyal sınıflar arasındaki ilişkilerin bir analizi kalıyor. Batı'daki sınıflar arasındaki çatışmalar yeterince iyi çalışılmıştır. Fakat Çin'de bürokrasinin soya bağlı olmayan doğası nedeniyle bu görev çok daha zordur. 


Son on yıllarda, Avrupa dışındaki büyük uygarlıklarda, özellikle Çin ve Hindistan'da, bilim ve teknoloji tarihine büyük ilgi uyandı. Bu ilgi bilim insanlarının, mühendislerin, filozofların ve oryantalistlerin alanına giriyor, tarihçilerin tamamının alanına değil. Çin ve Hint bilim tarihinin onlar (tarihçiler) arasında neden popüler olmadığı sorusu akla gelebilir. Özgün kaynaklara ulaşmak için gerekli dilbilimsel ve kültürel araçların eksikliği doğal olarak bir engel oluşturmaktadır ve kişi öncelikle 18. ve 19. yüzyıl bilimi tarafından cezbedilirse, elbette Avrupa'daki gelişmeler ilgisini çekecektir. Yine de, bunun arkasında daha derin bir nedenin bulunduğuna inanıyorum.


Modern bilim ve teknolojinin kendiliğinden gelişmediği büyük uygarlıkların incelenmesi, modern bilimin Eski Dünya'nın Avrupa ucunda nasıl ortaya çıktığına dair nedensel bir sorunu gündeme getirme eğilimindedir. Gerçekten de, eski ve Orta Çağ Asya uygarlıklarının başarıları ne kadar parlak olursa, sorun o kadar rahatsız edici hale gelir. Son otuz yıl boyunca, Batı ülkelerindeki bilim tarihçileri modern bilimin kökenine ilişkin sosyolojik teorileri reddetme eğiliminde oldular. O zamanlar bu tür hipotezlerin sunuluş biçimleri kuşkusuz görece kabaydı; ama bu onların rafine edilmemesi için kesinlikle bir neden değildi.


Belki de bilim tarihinin bir akademik disiplin olarak yerleştiği bir dönem için hipotezlerin kendilerinin de fazla sarsıcı olduğu düşünülüyordu. Tarihçilerin çoğu, bilimin toplum üzerinde bir etkiye sahip olduğunu görmeye hazırdırlar; ancak toplumun bilimi etkilediğini kabul etmeye eğilimli değildirler. Bilimin ilerleyişini yalnızca fikirlerin, teorilerin, zihinsel veya matematiksel tekniklerin ve bir büyük adamdan diğerine meşaleler gibi aktarılan pratik keşiflerin içsel veya özerk aktarımı/geçişi açısından düşünmeyi seviyorlardı. Esasen "içselciler" veya "otonomistler" olmuşlardır. Başka bir deyişle, "Tanrı tarafından gönderilmiş bir adam vardı, onun adı..." Kepler. (Tıpkı Alexander Pope’un “Doğa ve doğanın yasası karanlıkta saklıydı. Tanrı, Newton olsun! dedi ve her şey aydınlandı” deyişi gibi. Kamuran Kızlak)


Bu nedenle, diğer uygarlıkların incelenmesi, geleneksel tarihsel düşünceyi ciddi bir entelektüel güçlük içine sokmaktadır. Zira onun talep ettiği açıklama türü, (1) bir yanda Avrupa ile büyük Asya uygarlıkları arasındaki toplumsal ve ekonomik yapıdaki temel farklılıkları ve değişkenliği ve (2) diğer yandan, yalnızca modern bilimin Avrupa'daki gelişimini değil, aynı zamanda, kapitalizmin yalnızca Avrupa'daki gelişimini (dünyanın başka hiçbir yerinde benzeri olmayan) protestanlık, milliyetçilik vb. tipik eşlikleriyle birlikte de açıklayacak farklılıkları gösterebilecektir. Bu tür açıklamaların çok daha fazla ayrıntılandırılabileceğine inanıyorum. Fikirler, dil ve mantık, din ve felsefe, teoloji, müzik, insancıllık, zamana ve değişime karşı tutumlar alanındaki çok sayıda faktörün önemini hiçbir şekilde ihmal etmemelidirler. Ama söz konusu toplumun, kalıplarının, dürtülerinin, ihtiyaçlarının, dönüşümlerinin analiziyle ilgilenecekler.


İçselci veya otonomist görüşe göre bu tür açıklamalar hoş karşılanmaz. Bu nedenle, ona sahip olanlar, diğer büyük uygarlıkların incelenmesinden içgüdüsel olarak hoşlanmazlar. Ancak, modern bilimi ortaya çıkaran geç Rönesans'ın "bilimsel devrimi"nin sosyolojik açıklamalarının geçerliliğini ve hatta uygunluğunu reddederseniz, bu devrim için fazla devrimci oldukları gerekçesiyle onları reddederseniz ve, aynı zamanda, Çinlilerin ve Hintlilerin yapamadığını Avrupalıların neden yapabildiğini açıklamak isterseniz, kaçınılmaz bir ikileme sürüklenirsiniz. Boynuzlarından biri saf şans, diğeri ise ne kadar kılık değiştirmiş olursa olsun ırkçılıktır. Modern bilimin kökenini tamamen şansa bağlamak, insan aklının bir aydınlanma biçimi olarak tarihin iflas ettiğini ilan etmektir. Coğrafya üzerinde durmak ve iklimi şans faktörleri olarak öne sürmek durumu kurtarmaz. Çünkü bu sizi doğruca şehir devletleri, deniz ticareti, tarım ve benzeri -özerkliğin hiçbir ilgisi olmayan somut faktörler- sorununa getiriyor.


Bilimsel devrimin kendisi gibi "Yunan mucizesi" de bu durumda mucizevi kalmaya mahkumdur. Ama şansın alternatifi nedir? Şudur: “Yalnızca, belirli bir halk grubunun, bu durumda Avrupa "ırkı"nın, diğer tüm halk gruplarına karşı içsel bir üstünlüğe sahip olduğu doktrini”. İnsan ırklarının, fiziksel antropolojinin, karşılaştırmalı hematolojinin ve benzerlerinin bilimsel olarak incelenmesine elbette bir itiraz olamaz. Ancak, “Avrupa üstünlüğü doktrini” politik anlamda ırkçılıktır ve bilimle hiçbir ortak yanı yoktur.


Avrupalı otonomcu korkarım ki "biz insanız ve bilgelik bizimle doğdu" inancıyla doludur. Bununla birlikte, ırkçılık (en azından açık biçimleriyle) ne entelektüel açıdan saygın ne de uluslararası kabul edilebilir olduğundan, otonomistler zaman geçtikçe daha da belirginleşmesi beklenebilecek bir ikilem içindeler. Önemli Avrupa yüzyılları boyunca bilim ve toplum ilişkilerine dair giderek canlanan bir ilgi görülmekle birlikte, bu ilginin tüm uygarlıkların sosyal yapılarını daha yoğun bir şekilde incelemesini ve ihtişam açısından birbirlerinden nasıl farklı olduklarını açıklamasını da bekliyorum. 


Özetle, Çin ile Batı Avrupa arasındaki analiz edilebilir sosyal ve ekonomik model farklılıklarının, hem Çin bilim ve teknolojisinin daha önceki hakimiyeti hem de sadece Avrupa'da daha sonra modern bilimin yükselişinin sonunda aydınlanacağına inanıyorum. 


Kaynak: Dr. Joseph Needham, Science and Society in East and West; Science & Society, Fall, 1964, Vol. 28, No. 4, pp. 385-408