25 Ekim 2022 Salı

Hu Jintao’yu zorla salondan çıkaran Batı’nın dezenformasyon medyası

Birkaç yıldır yazılarımda Batı kapitalizmi medyasında ÇKP ve Çin hakkında yayınlanan haberlerin bilgi vermeyi ve Çin’i anlamayı-anlatmayı değil dezenformasyon yaymayı amaçladığını yazıyorum. ÇKP kongresinde bu dezenformasyon faaliyetinin en rezil örneklerinden birini vermeye çalışırken iş üstünde basıldılar, suçüstü yakalandılar. Neredeyse bütün Batı medyası ve onların diğer ülkelerdeki yancıları hep bir ağızdan “Hu Jintao, kongre salonundan zorla çıkarıldı` diye bir haber yaptı ve ortalıkta dolaşan o görüntüleri yayınladı.

Bu yalan haber üzerine, Çin TV’leri tüm görüntüleri yayınladı. O görüntülerde Hu, tıbbi müdahale sonrası kendini iyi hissedince, daha önce Covid-19 hastaları veya Covid-19’a karşı özel olarak korunması gerekenler için yapılan özel bölümden kongreyi izlemeye devam ediyordu. O bölümde bulunmasının Covid ile bir alakası yok. Tek neden, olası bir rahatsızlık durumunda doktorların salondaki kalabalığın engeline takılmadan (ve kongrenin akışını bozmadan) hızlı ve rahat müdahale edebilmesini sağlamak.

 

Hu’nun bir rahatsızlığı varmış (rahatsızlığını özel hayata saygı açısından burada yazmıyorum) ve kongreye katılmasının sağlığını etkileyebileceği konusunda uyarılmış. Fakat Hu, kongreye katılmayı tercih etmiş (bunları kendisi doğruladı). Rahatsızlandığını fark eden yardımcıları görevlileri bilgilendirmiş ve yardım istemiş. Gelen görevlinin Hu’yu sanki zorla götürüyormuş gibi görünen (koluna girip koltuktan kalkmasında ısrarcı olan) o hareket Hu’nun “Şimdi iyi hissediyorum, sorun yok, idare ederim” sözlerine karşı görevlinin doktor kontrolünün gerekli olduğunda ısrar etmesinden ibaret.


Aslında olay bir kısmıyla gözümün önünde olup bitmiş sayılır. Ben koridorda salona doğru ilerlerken Hu, koluna giren görevlilerin “Doktor şu odada sayın başkan” sözleri arasında önümden geçti. Buna rağmen, Türkiye’den bir dostun “Hu’nun zorla salondan çıkarıldığı”ndan bahseden -emailini alınca mevzuyu anlamakta ben bile zorlandım. Ne de olsa, gözünün önünde doktora götürülen birinin zorla-aşağılanarak salondan çıkarıldığını düşünmek her aklın işi değil…


Hu Jintao ve kaybedilen itibar


Hu, ÇKP hiyerarşisinde olmaması gereken yerlere gelmiş biri. Bana göre ise, ÇKP’nin gördüğü en vasat Genel Sekreter ve Çin’in gördüğü en kötü başkandır. Bu hak edilmemiş yükselişinde kendinden önceki Devlet Başkanı Jiang Zemin tarafından (mecburen) istikbal edilmesinin payı çok büyük (Jiang ve Hu bu görev için ta yıllar önce Deng tarafından belirlenmişlerdir. Yoksa Jiang'ın gönlündeki aday Hu değildir). Jiang ve Hu, Deng Xiaoping ekolünden geliyorlar. Deng’in rahle-i tedrisinden geçikleri için onun çırağı sayılırlar. Fakat, Türkçedeki o özdeyişin dediği gibi, çırakları ustayı geçti. Deng, kapitalist yoldan kalkınma politikaları ve dolayısıyla ekonomik liberalleşmenin mimarıdır; fakat bütün liberalleşme sevdası bundan ibarettir. ÇKP’nin (ve sistemin) siyasi-ideolojik olarak liberalleşmesi hatta liberalliğe kapı aralaması bile Deng’in kitabında yoktur. Çırakları olan Jiang ve Hu, ustaları Deng’i işte bu siyasi-ideolojik liberalleşme konusunda geçtiler.


Onların, özellikle Hu’nun dönemi ÇKP’nin adeta alabora olduğu, liberallik ve liberalizmin fazla itibar gördüğü, Amerikalı çeşitli kuruluşlar tarafından bazı Çinli kapitalistlerle birlikte “demokrasi ve demokratları destekleme” adı altında ÇKP’yi içeriden ele geçirme veya dışarıdan kuşatma diyebileceğimiz faaliyetlerin yürütüldüğü bir dönem oldu (yolsuzluklar, güç istismarları gibi ÇKP’yi içeriden çürüten kötülükler zaten Jiang'ın döneminden beri artarak sürmekteydi). Onun döneminde liberallerin sesleri (başta akademya olmak üzere) her köşeden yükseldi, ÇKP'yi ve Marksizmi yüksek sesle eleştirmek batılı hempaları gözünde itibar kazanma aracı haline geldi. Amerikalı hempalarından büyük destek gördüler.


Bu liberalleşme (ve tabi ki yolsuzluğun ÇKP'yi sarması) konusunda Hu Jintao'ya yüklenmek ve suçlamak bir ölçüde haksızlık sayılabilir. Çünkü Hu, Zemin'in mirasını devraldı ve aldığı mirası değiştirebilecek siyasi güç ve kapasiteden yoksun biriydi. Zemin, ÇKP Sekreterliğinden (ve Çin Devlet Başkanlığından) ayrıldıktan sonra askeri komitenin başkanlığını sürdürdü (tıpkı Deng gibi); yani ÇKP Sekreterliği-Devlet Başkanlığı dönemindeki uygulamalarından dolayı başına gelebileceklere karşı önlem olarak orduyu üç yıl boyunca elinin altında, emrinde tuttu. Çin ve ÇKP'yi bu kadar rotasından çıkardıktan sonra, bence bu korkusunda haklıyıdı. Zemin, görevden ayrılmadan önce-giderayak bir başka önlem daha aldı: Daimi Komitenin üye sayısını 7 üyeden 9'a çıkardı. Bunların 5'i kendine bağlı üyelerdi. Böylece Hu'nun hareket alanını iyice daralttı. Diğer 4 üyenin iki taraftan birine bağlı olduğu söylenemez. Zira bu üyelerden biri de Zemin'in hiç hoşlanmadığı ve hep önünü kesmek istediği şimdiki Başkan Xi Jinping idi.


Bo Xilai (Bo Şilay)’ın düzenlediği, Mao posterleri ve Mao’nun “Kızıl Kitap”ından alıntıların yer aldığı pankartlarla donatılmış ve adeta insan selinin aktığı o kitlesel mitingler yoldan çıkan o ÇKP’ye bir açıdan bir başkaldırı ve uyarıydı. ÇKP aklı gidişatı gördü, bu uyarıyı ciddiye aldı ve gereğini yaptı. Mevzu bu değil ama yeri gelmişken not etmeliyim: Şimdi Şi Cinping, Deng’den itibaren (fakat ağırlıkla ondan sonra) siyasi, ideolojik, yönetim yapısı, liyakat ve ahlaki olarak yoldan çıkarılan ÇKP’yi toparlamaya çalışıyor, hem de yöneticiler veya yönetici adayları için standartları yüksek tutarak ve katı kurallar koyarak... Olup biten budur. Yoksa dezenformasyon medyasının ve çapsız çok bilmişlerin (akademisyen, gazeteci vs) söylediği gibi Şi, bütün gücü elinde toplamak ve gücünü artırmak peşinde değil. Bütün o silkelenme, görevden almalar-eski dönemin sorumlularının tasfiyesi, soruşturmalar, nitelikli kadrolardan oluşan yeni atamalar ÇKP'de değişim-dönüşümü sağlamayı amaçlıyor, güç konsolidasyonunu değil. ÇKP, içinde farklı bakış açısına sahip olanlar olsa da (Bunlar batı kapitalizmi muhiplerinin iddia ettiği gibi hizip değil) bir ortak akıldır, tek kişinin aklı değil. O ortak aklın merkezi başta Merkez Komite olmak üzere Daimi Komitedir.

 

Yukarıda da bahsettiğim gibi, Hu, Deng Xiaoping ekolünden gelen ve Deng’in 30 yılının finalini yapan vasat ve çapsız bir Devlet Başkanı ve ÇKP Genel Sekreteriydi (30 yıllık dönemleri anlamak için “ÇKP kongresi, Çin yüzyılı” başlıklı yazımı okunmanızı öneriyorum https://kamuraninnotdefteri.blogspot.com/2017/11/ckp-kongresi-cin-yuzyl.html). Fakat (siyasi) liberalleşmenin düşmanı olan Deng’i doğru anlamamıştı. Hu, Deng yaşarken bu görevde olsaydı, muhtemelen Deng’in isteğiyle ömür boyu ev hapsine alınırdı. Hu, bugünkü ÇKP açısından önemli ve daha da kötüsü pek saygın biri değildir. Parti içinde bir etkisi olduğunu söylemek fazla iddialı bir görüş olur.


Zorla salondan çıkarılarak gözden düşürüldüğüne ilişkin iddialara gelince, ÇKP, birini gözden düşürecekse, bunu görevi başındayken yapar, tıpkı General Lin Biao, Zhao Ziyang, Hu Yaobang, Bo Xilai ve daha başkalarına yapılanlar gibi. Görevi sona ermiş, hiçbir yetkisi olmayan ve zaten itibarını kaybetmiş birine gözden düşürücü muamelede bulunmak ÇKP geleneğinde yoktur.


13 Ekim 2022 Perşembe

Çin’e oryantalist bakış ya da Çin’i anlamama kılavuzu

Çin Komünist Partisi'nin 20. Ulusal Kongresi 16 Ekim’de başlıyor. Ben de yerinde (salonda) izleyebileceğim. Ülkenin gelecek beş yıl için rotasını çizen politikaların tartışılıp oluşturulduğu ve yeni Devlet Başkanı ve ÇKP Sekreterinin seçildiği kongreler Çin için önemlidir. Rusya’nın ateşlediği “Yeni Dünya Düzeni” fitili bu yılki kongreyi daha da önemli hale getiriyor. Bu yazı, kongrede tartışılan ve kabul edilen politikaların ne anlama geldiği üzerine yazacağım birkaç yazı ve izlenimler açısından bir giriş veya ön hazırlık olarak görülebilir.

Sömürgeci “Beyaz Adam”ın oryantalist bakışı


İki yıl kadar önce buradaki bir üniversitede “Çin’e oryantalist bakış” içerikli bir seminer vermiştim. O seminerde, Batı’da Çin’in bilimsel, teknolojik gelişmesini ve endüstriyel kalkınmasını (sanayileşme) açıklama iddiasında olan oldukça muteber, liberallerin pek sevdiği bir tezden söz etmiştim. O tez, ÇKP kaynaklarında geçen “Çin’in son iki yüz yılına ilişkin tarihsel bakış ve günümüzde yapılması gerekenler, görevler” kapsamında yer alan bir değerlendirmeden hareket ediyor; fakat eğip bükerek, çarpıtılarak. ÇKP kaynaklarında geçen sözkonusu o değerlendirme özetle şunları söylüyor: “Çin, tarihte büyük bir uygarlıktı. Sanayi devrimleri çağını ıskaladı veya sanayileşme-modernleşmeyi başlatmakta çok geç kaldı ve Çin uygarlığı gerilemeye başladı. Bu gerilemenin bedeli Batı (başta İngiltere, Fransa, Hollanda) ve Japonya emperyalizmi tarafından işgal edilme, sömürgeleştirilme ve aşağılanmak oldu. ‘Birinci Afyon Savaşı (1839-1842)’ yenilgisiyle başlayan yüz yıllık dönem Çin için aşağılanma yüzyılıydı. Tarihten ders çıkarmalı ve bilimsel, teknolojik ve endüstriyel gelişmemizi ivme kazandırarak sürdürmeliyiz.”


ÇKP’nin bu tespitinin nesi yanlış denebilir? Yanlış, ÇKP’nin bu bilimsel tarih değerlendirmesinde-tespitinde değil Batı entelijansiyasının Çin’in gelişmesini-yükselişini bu tespitin son cümlesinin eseri olarak göstermesinde. Başta tabii ki İngilizler ve Amerikalılar olmak üzere, Batı kapitalizmi entelijansiyası ÇKP’nin “‘aşağılanma yüzyılı’nda yaşananlardan ders çıkarmalı ve bilimsel, teknolojik ve endüstriyel gelişmemizi sürdürmeliyiz” tespitini çarpıttı. Nasıl çarpıttığını net olarak ortaya koymak için  şu iki noktayı dikkate almalıyız: (1)  ÇKP’nin değerlendirmesini aktarırken bir çeviri hilesi yaptı ve (2) işgalci-sömürgeci Beyaz Adam’ın kibriyle, Çin’in yükselişini “aynı utancı bir daha yaşamamak motivasyonu” gibi içinde sömürgeci Batı’ya karşı eziklik (yani Batı’nın üstünlüğünü kabul) barındıran bir psikolojik sürece indirgedi.


Yapılan çeviri hilesi neydi? Yukarıda da bahsedildiği gibi, Birinci Afyon Savaşından (1839-1842) devrime (1949) kadar geçen yaklaşık yüz yıl Çin kaynaklarında “aşağılanma (“utanç” değil) yılları-aşağılanma yüzyılı olarak anılır. Fakat sömürgeci Beyaz Adam’ın bugünkü muhipleri Çince tam karşılığı “aşağılanma” olan kelimeyi “utanç” olarak çevirdiler, çevirmeye devam ediyorlar. Utanç (ve suçluluk), kişinin kendi eyleminin o bireyde uyandırdığı duygudur; yani bireyin kendi eyleminin sonuçları karşısında hissettikleridir. Aşağılama/aşağılanma ise başkalarının bir bireye veya halka karşı değersizleştirmeyi, küçük düşürmeyi amaçlayan eylemidir. Aşağılanma karşısında bireyin ya da halkın hissettiği şey utanç değil öfkedir. Nitekim sömürgecileri Çin’den kovan ve mücadeleyi devrimle taçlandırdan da halkın öfkesidir.


Utanç duyması gereken sömürgeci-işgalciyken Çin’in-Çinlilerin utanç duyduğunu söylemek ilk bakışta gerçeği ters-yüz etmek gibi görünse de, sorun daha derinde yani “Beyaz Adam”ın sömürgeciliği kendi hakkı olarak görmesinde. Öyle ya, Sömürgeci bir ülkeyi (açık veya gizli) işgal ederken yüce değerler ve ulvi amaçlarla hareket eder. İşgal ettiği yerlere ya uygarlık (günümüzde demokrasi, insan hakları vs) götürür, ya kendi ülkesi ve ülkesinin çıkarları tehlike altındadır, çoğunlukla da emperyalistin Tanrısı ona eşlik eder ve o Tanrı tarafından verilen yüce-kutsal görevi yerine getirir vs.  Dolayısıyla, sömürgecilikten utanç duymasını gerektirecek bir neden yoktur. Bu bakış sömürgecinin utancını-suçunu işgale uğrayan güçsüze yıkar. Daha açık bir ifadeyle, utanç ve suçluluk duyulması gereken sömürgecilik değil işgale uğrayan ülkenin sömürgeci karşısındaki güçsüz durumudur. Utanç duyması gereken veya suçlu olan, güçlüye yem olan zayıftır. Yani sömürgeci özetle şunu diyor: “200 yıl önceki Çin, başta İngiltere olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin (Fransa, Hollanda vs) ekonomik çıkarlarına zarar veriyordu [(1) İngiltere’nin Hindistan’da ürettiği afyonu Çin’e satmasına engel oluyordu ve (2) Avrupa kapitalizminin yeni pazarlara ve hammadde kaynaklarına ihtiyacı vardı]. İngiltere ve müttefikleri ekonomik çıkarlarını korumak için Çin ile savaşmak zorunda kaldı ve güçsüz olan Çin yenildi ve Güney Çin işgal edildi. Bu durumun suçlusu Çin’dir ve işgal karşısında utanç duyması gereken de Çin’dir.”


Bu arada, sömürgeci-işgalci İngiltere’ye Tanrı’nın da eşlik ettiğini söylemezsek konu eksik anlatılmış olur: İngiltere’nin Güney Çin’i işgaliyle birlikte başta İngiltere ve Amerika olmak üzere dünyanın dört bir tarafından Hristiyan misyonerler de Çin’e üşüştüler. Bugün Çin’de 80 milyon civarındaki Hristiyan nüfus büyük oranda onların eseridir.


Beyaz Adam’ın kabusu: Çin sanayileşmesi-sanayi devrimi


ÇKP kaynaklarında tanımlandığı haliyle, yaşanan sanayileşme atılımı gerçekte devam etmekte olan sanayi devrimi sürecidir. Çin’in sanayileşmesi “makine üreten makinelerin de üretildiği” bir sanayileşmedir; Çin, emperyalist ülke firmalarının montaj üssü değildir. Bu nedenle, bu yazıda sanayileşme ve sanayi devrimi aynı anlamda kullanıyorum. 


Her toplum sanayileşmeyi ister. Çabalayıp çabalamadıkları veya başarıp başaramamaları ayrı bir konudur. Sanayileşmeyi arzulayan toplumların ortak (belki de tek) amacı refah, daha iyi bir yaşam ve gelecek beklentisidir. Günümüzdeki sömürgeci “Beyaz Adam” muhiplerine göre, Çin bu kategoriden ayrışıyor ve “aşağılanma yıllarında yaşadıklarını veya aşağılanma yıllarını tekrar yaşamamak” için sanayileşiyor. Üstelik bu korku veya motivasyon o kadar güçlü ki, Çin’in büyük bir başarıyla sanayileşmesini sağlıyor. 


Çin’in bilimsel, teknolojik ve endüstriyel yükselişini “aynı utancı bir daha yaşamamak motivasyonu” ile açıklamaya çalışan sömürgeci muhipleri aslında bir kuyruk acısından bahsediyorlar. Batı’daki ve Çin’deki sanayileşme arasında çok anlamlı bir farklılık vardır: Batı’da sanayi devrimi palazlanan burjuva sınıfının eseriyken Çin’de komünist partisinin (işçi sınıfının) öncülüğü ve yönetiminde gerçekleşmektedir (ÇKP’nin komünist müktesebatı ve işçi sınıfını ne kadar temsil ettiğine ilişkin eleştiriler bu yazının kapsamı dışındadır). Başka bir ifadeyle, sanayi devrimi günümüzde de mümkündür; ama bu süreç artık gericileşmiş burjuvazi tarafından değil tarihin yeni ilerici-devrimci gücü işçi sınıfı tarafından başarılabilir. Çin’de yaşanan süreç tarihin yeni devrimci-ilerici gücü işçi sınıfının (ÇKP) artık gericileşmiş olan burjuvaziyi tarih içindeki tahtından indirmesidir. Batı kapitalizminin kuyruk acısı bu tarihsel gerçekten kaynaklanmaktadır. Bu noktada, konuya biraz ilgi duyan herkesin bildiği bir diğer nedenden daha söz etmeliyiz: Çin’in bu göz kamaştırıcı yükselişi ile Batı kapitalizmi karşısına güçlü ve gerek ekonomik gerekse yönetim aklı-gücü (ÇKP) açısından baş edilmesi çok zor bir rakip olarak çıkmış olması.


İster sağdan ister soldan (burjuva solu) sayın, Batı kültürü açısından günümüz uygarlık ve modernleşmesi Batı’ya (öncelikle Avrupa’ya) özgüdür ve Batı’ya aittir. Burada anlatılmak istenen, bu (kapitalist) uygarlık ve modernleşmenin Hristiyanlık kültürünün ürünü veya sonucu olduğu, Hristiyan teolojisine dayandığıdır. Bu önermeye göre, Çin’in Batı gibi sanayileşmesi-modernleşmesi olası değildir. Çünkü işin içinde coğrafi keşifler ve kolonyalizm-sömürgecilik, köle ticareti yoluyla sermaye birikimi ve en önemlisi dalıyla budağıyla Hristiyan teolojisi yok. Biraz daha günümüze gelirsek, bu önerme şu biçimi alır: “Çin, Batı’daki sanayileşme-modernleşme düzeyine erişemez. Çünkü Çin, burjuva liberalizmini ve değerlerini, liberal-temsili demokrasiyi benimsemiyor.” Oysa ÇKP’nin hedefi, en azından söylem düzeyinde, Batı’nın kapitalist uygarlık ve modernleşmesine sadece erişmek değil onu aşmak.


ÇKP, bir burjuva partisi karakteri mi taşıyor?


Bilindiği üzere, şu özellikler dünyadaki bütün burjuva partilerinde görülür: Bel altı vuruşlar da içeren sert rekabet, dizginlenemeyen kişisel hırslar ve küçük hesapların yol açtığı hizipler; rakibe dirsek atma, kol bükme, çelme takma; çeşitli çıkar çevrelerinin sözcülüğü, çıkar dağıtarak oluşturulan ittifaklar-satın almalar, kayırmacılık; lider sultası, lidere rakip görülen kişinin saf dışı edilmesi-ayak kaydırma vs. Oysa Batı’nın dezenformasyon medyası bu mide bulandırıcı özelliklerin çoğunu ÇKP’yi anlatmak için kullanıyor. Tek fark, bunların ÇKP içinde (Batı’nın burjuva partilerinde olduğu gibi) açıktan yaşanmaması. Bütün bunlar bu hesap sorulamayan büyük güc aygıtı (ÇKP) içinde önemli bir köşe tutmak ve böylece çıkar ilişkileri ağına dahil olmak için yaşanmaktadır. Böylece, kendiniz ve çevreniz zenginleşebilir, çocuklarınız ve yakın çevreniz için bütün kapılar açılır ve ayrıcalık-dokunulmazlık kazanırlar vs.


Gerçi daha yakın geçmişe (10 yıl öncesine) kadar bu türden güç istismarlarının olmadığını söylemek gerçeğe gözünü kapamak olur. Yine ÇKP içinden üretilen ve Parti üst-orta düzey yöneticilerinin ayrıcalıklı çocuklarını tanımlamak için kullanılan “Parti’nin prensleri” diye bir kavram vardı. Parti’de veya devlet kurumlarında üst düzey bir pozisyona sahip olmak bu prensler için bir nevi aile mirasına konmak gibiydi. Özellikle son on yıldır (Şi Cinping ile birlikte), ÇKP, bu rüşvet-çıkar ve kayırmacılık “kültürü” açısından çok ağır bir temizlik geçirdi. Şimdi, parti içinde seçilme, yükselme, atama, terfi vs gibi süreçlerin liyakate ve dürüstlüğe uygun olarak işlediğini söyleyebilirim.


Peki ÇKP, Batı medyasında anlatıldığı, yukarıda bahsedildiği gibi bir parti midir? ÇKP’nin örgüt yapısını ve işleyişini anlatmak bu yazının kapsamını fazlasıyla aşar,  zaten amaç da bu değil. Bunu başka bir yazıda ayrıntılı olarak ele alacağım. Şimdilik ÇKP’nin kişisel hırsı “bireyci burjuva liberalizminin hastalığı” olarak gördüğünü ve tolerans göstermediğini belirtmekle yetineceğim. Parti’de yetenek, donanım vs gibi özellikler yanında sorumluluk alma isteği çok önemlidir. Hırs ve sorumluluk almaya istekli-hevesli olmak arasındaki farkı okuyucunun ayırabileceğinden eminim. ÇKP için çok belirleyici olan fakat batı medyasının hiç anmadığı, özenle gözlerden kaçırdığı bir diğer özellik “yoldaşlık hukuku”dur. Sadece bu iki özellik bile ÇKP’nin batının yoz burjuva partilerine benzemesini önlemek için büyük öneme sahiptir.


ÇKP’ye içeriden bakabilmek ve dezenformasyondan uzak bir anlayış için;

  1. Sağlam bir Marksist müktesebata sahip olmalısınız.

  2. İyi düzeyde Çince bilmelisiniz.

  3. ÇKP tarihini ve geçirdiği evrimi (değişimleri) bilmelisiniz,

  4. Mao, Zhou En-Lai (Co Enlay) ve Deng Xiaoping (Dıng Şiyavping) külliyatına hâkim olmalısınız.

  5. Parti'nin yayınladığı kitap-dergileri okumalısınız (ki bazıları muhteşemdir).

  6. Parti ile yakın ilişkileriniz olmalı. Bu yakın ilişki aynı ideolojik çizgide olmak anlamına gelmiyor. Konuşabildiğiniz, görüşlerine-değerlendirmelerine başvurabileceğiniz, size iletişim kanalları açabilecek ve bilgi sağlayabilecek yakın ve samimi dostlarınızın olması anlamına geliyor.

  7. ÇKP kongrelerini izlemelisiniz. (Salonda izlemek için özel davet gerekir.)


Bunun dışında, Çin-ÇKP üzerine ahkâm kesmek için Global Times gazetesi ve başka İngilizce gazete metinlerne göz atmak, Google translate çevirisiyle Çince bazı metinler okumak (ve Çince bilmediği halde parantez içinde Google translate’den apartılan Çince karşılıkları vererek bilgiçlik taslamak) ve ansiklopedi bilgisi satmak heveslisine pek bir şey kazandırmaz. ÇKP’yi anlamaya ise neredeyse hiç faydası olmaz.


Daha önce de vurguladığım gibi, Batı medyasında ÇKP (ve Çin) hakkında yazılanların çok büyük bir kısmı bilgi vermeyi ve anlamayı-anlatmayı değil dezenformasyon yaymayı amaçlar. Bu kaynaklardan edindikleriniz ve yaptığınız alıntıların üstüne eser miktarda ansiklopedi bilgisi serpiştirirseniz ve biraz da siz saçmalarsanız ortaya kimsenin yadırgamadığı bir ÇKP (veya Çin) yazısı çıkabilir. Hatta bu saçmalamalar size ÇKP-Çin uzmanı payesi bile kazandırabilir. Yazdıklarınız bunca yıllık dezenformasyon anlatısıyla tutarlı olduğu için kimse “ne saçmalıyor bu?” demez. 


Bu zevat arasında adında komünist geçen bir parti (Çin komünist Partisi) için “tarihe ve dünyaya bakışlarını şekillendiren önemli bir öğenin Marxsizm olduğunu” keşfeden ve Parti'nin bilinmeyen bu özelliğini faş eden kaşifler bile var. Bu göz kamaştırıcı entelektüel derinlik ilgilisine “büyük bir ÇKP ve Çin cahili payesi” kazandırır. Bir komünist partisinin ideolojisinin Marksizm olması hakikaten çok acayip bir şey, görülmüş şey değil…


ÇKP adına bir talihsizlik: “Çin Muhipleri Cemiyeti”


Arapça “Habib” (aşk, sevgi) kökünden gelen muhip kelimesi siyaset söz konusu olduğunda masum bir kelime olmaktan çıkar ve olumsuz bir anlam kazanır. Özetle, hizmetine talip olunan, hizmetine girilen “egemen güce bağlılık” anlamına gelir. Bu tayfanın Çin-ÇKP ile ilişkisi ideolojik veya Marksizm üzerinden kurulan bir tür dayanışma ilişkisi değil önceki cümlede bahsettiğim gibi bir muhiplik ilişkisi. Kendini bilenler için tam bir onursuzluk ve utanmazlık... O kadar ki, ÇKP, “Marksizm’den vazgeçtik, yaşasın kapitalizm” dese, bu tayfa ertesi gün Marksizm’e saldırır ve kapitalizm güzellemeleri döktürür. Çin yönetimi, “Bundan sonra en yakın müttefikimiz ABD’dir. Rusya dünyanın baş belası bir emperyalisttir” dese, bu muhipler cemiyeti ertesi gün ABD güzellemeleri döşenir ve Rusya’ya saldırır. Gerçi Amerikancılıklarını 12 Eylül öncesinden biliyoruz. 12 Eylül faşist cuntasını desteklediklerini, o günlerde yayınladıkları gazetelerinde (bugün de aynı isimle yayınlanıyor) devrimcileri ad ve fotoğraflarıyla polise ihbar ettiklerini o günleri hatırlayanlar bilir.


ABD emperyalizmiyle sadece kişisel nedenlerle veya durumsal sorun yaşayan faşistleri yoldaş kabul eden ve onlarla ittifak kuran bu tayfa ile kurduğu ilişkiler ÇKP adına büyük bir talihsizlik ve batının yaydığı o bildik Çin algısını besleyen bir olumsuzluk.