Yazıyı okuyanların aklına “Peki, Duterte kendisi aday olmak yerine neden oğul Marcos’u desteklemeyi seçti?” sorusu gelebilir. Nedeni şu: Filipinler anayasasında, yeni diktatör Marcosların türemesini önlemek amacıyla, 1987’de yapılan değişiklikle Başkan’ın sadece bir defalığına seçilmesi şartı getirildi. Neden oğul Marcos’u desteklediğinin cevabı ise, Duterte’nin devrik diktatör Marcos’un hayranı olmasında gizli. Bu desteği karşılığında kızı (Sara) da oğul Marcos’un (Başkan) yardımcısı seçildi. Duterte’nin Marcos hayranlığı o kadar ileri derecede ki, Marcos’un cenazesi yıllar sonra ancak onun döneminde Filipinlere getirilebildi. Üstelik cenaze “Kahramanlar Tepesi”ne gömüldü. O güne kadarki başkanlar cenazenin Filipinlere getirilmesini ret etmişlerdi.
Marcos’un
seçim kampanyası stratejisi
Filipinler ile ilgilenen birçok insan (oğul) Marcos’un altan alta 6 yıldır Başkanlık seçimine hazırlandığı gerçeğini benim gibi gözden kaçırdı. Bu süre içinde bütün ayrıntılar düşünüldüğü için kampanyaya çok hazırlıklı başladı. Bongbong, kampanya sürecinde baba Marcos ve aile geçmişi hakkında sıkıştırılacağını bildiği için hiçbir TV programına katılmadı, sorgulanabileceği programlardan ve röportajlardan özenle kaçındı. Bütün kampanyası devasa bir trol ağı eşliğinde sosyal medya platformları üzerinden devam etti.
Bu kampanya, yaşı gereği baba Marcos ve dönemi hakkında neredeyse hiçbir şey bilmeyen seçmenleri (kabaca seçmenlerin yarısı) hedefliyordu. Bu seçmenler diktatör Marcos sıkıyönetim ilan ettiğini ve insan hakları ihlallerine, yolsuzluklara ve büyük bir ekonomik çöküşe, yoksulluğa neden olduğunu hatırlamıyorlar. Diktatör Marcos dönemi okullarda çok az ve yüzeysel okutulduğu için bu konuda çok az şey biliyorlar. Her kırık-dökük bilgi gibi, bu bilgileri de manipülasyona müsaitti ve baştan aşağıya yalanla bezemiş bir propaganda ve dezenformasyon kampanyası ile ustaca maniple edildiler.
Oğul Marcos'un destekçilerinin çoğunluğunu diktatör Marcos döneminde henüz doğmamış olan 30 yaşın altındaki seçmenler oluşturuyordu. Aslında kampanya ekibi ta en başta bu seçmen grubunu hedeflemişti. Oğul Marcos (aslında kampanya ekibi), bu destekçilerle nerede buluşabileceğini iyi biliyordu: Büyük paralar döktüğü kampanya ekibi (ki içlerinde Trump’ın kampanya ekibinden birileri de var), hem Filipinler'de hem de yurtdışında sosyal medya platformlarında, özellikle TikTok, Youtube ve Facebook'ta milyonlarca kullanıcıyla etkileşim kurdu. Ortaya 2-3 milyonla ifade edilen büyük bir etkileşim ağı çıktı.
Kampanyası, hedeflenen seçmen kuşağının özelliklerine uygun olarak (Z kuşağı sadece Türkiye’de değil, her yerde) politik içerik konusunda son derece “light” ve sıradandı. Filipinlilerin sorunlarına somut çözümler getirmek için çok az şey önerdi. İnsanlar Bongbong’un düzenlediği mitinglerden alınmış kareler eşliğinde akan videolarda bolca şarkı dinlediler. Bu kliplerde uzun konuşmalar yoktu, hatta konuşma bile yoktu sayılır. Bazen Marcos’un ağzından “Birlikte yeniden yükseleceğiz” veya “Marcos’a oy verin, ülkeyi birleştirelim” gibi sloganlar tekrar edilip durdu. Kısacası, tüm toplumu kapsayıcı, kucaklayıcı bir profil çizmeye çalıştı. Rakiplerini de muhalif toplum kesimlerini de doğrudan hedef almadı, ötekileştirici ve dışlayıcı mesajlar vermedi. Yani negatif öğeler içeren bir kampanya yürütmedi. Böylece, çatışmadan uzak durarak, rakiplerinin onu sert biçimde hedefe koymasından bir mağduriyet devşirdi ve mazlum rolü oynadı. Şöyle ki, “ülkeyi yıllarca yöneten ve geçmişte baba Marcos’u hedef alan “siyasi elitler” şimdi kendisine saldırıyorlardı”. Yıllardır Filipinler oligarşisiyle kucak kucağa olan “siyasi elitler” tarafından mağdur edilen halk yine o “elitler” tarafında hedefe konan bir “mağdur” rolü oynayan oğul Marcos ile kolayca özdeşim kurdu. Halkı mağdur edenlerle oğul Marcos’u mağdur edenler aynı kesimlerdi ve Marcos bu kesimlere (siyasi elitler) karşı savaşıyordu. Bu ucuz demagoji kampanya sürecinde çok işe yaradı.
Seçim kampanyası, geçmişi çarpıtarak yeniden yazmaya çalıştı. Sosyal medya platformlarındaki sayısız video, Marcos ailesinin geçmişte tuzağa düşürüldüğü, aşırı zenginliklerinin aile mirası olduğu, hiçbir zaman kamu parasını çalmadıkları ve rakiplerinin sadece iktidarı ele geçirmek için onlara iftira attığı anlatılarını yaydı. Üfürülen yalana göre, “baba Marcos rejiminin ‘altın yılları’ ülkenin en müreffeh yıllarıydı. Gösterişli binalar inşa edildi, yollar ve altyapı yatırımları yapıldı, insanlar iyi besleniyordu ve mutluydu, sokaklar huzurlu ve hayat güzeldi, işkence ve insan hakları ihlalleri olmadı.” Baba Marcos’un dünyadaki kraliyet ailelerinin servetlerini (altınlar) koruyan kişi olduğu, oğul Marcos iktidara geldiğinde bu büyük altın rezervini Filipinler halkına dağıtacağı söylentisi sosyal medyada günlerce yayıldı.
Söylenen yalanlardan biri Bongbong’un Oxford ve Wharton gibi prestijli üniversitelerden mezun olduğuydu. Fakat okul kayıtları, her iki kurumdan da mezun olamadığını gösterdi. Yani bir diploma sorunu var. Ne kadar da tanıdık…
Kamuoyu araştırmalarının tamamı oğul Marcos’un baba (diktatör) Marcos ve dönemi hakkında söylediklerine insanların inanmadıklarını gösteriyor. Diktatör Marcos’un bir “siyasi deha” ve “ülkeye büyük hizmetlerde bulunmuş bir büyük Başkan” olarak cilalanmaya çalışılması seçmenler tarafından inandırıcı bulunmadı. Peki, o zaman insanlar Marcos’a neden oy verdi? Üstelik Marcos’un rakibi liberal avukat (ve eski İçişleri Bakanı’nın eşi) Leni Robredo, Duterte’nin Başkan yardımcılığı seçiminde Marcos’u bozguna uğratarak kazanmıştı. Fakat bu defa Marcos karşısında kendisi ağır bir bozguna uğradı.
Marcos’a
neden oy verdiler
Sorunu “ülkesinden kaçmak zorunda kalan bir faşist diktatörün oğlu nasıl olurda Başkan seçilir” şaşırmışlığıyla ele alırsak yani çerçeveyi sadece Filipinler seçimi olarak çizersek, gerçek sorunu ıskalamış oluruz. Gerçekte durum, Trump, Bolsonaro, Orban, Tayyip Erdoğan vb gibi “otokratlarda” cisimleşen “Yeni Faşizm” dalgasının Filipinlere yansımasından ibaret. Duterte bu kuşağın Filipinler’deki temsilcisiydi ve içlerinde en dangalak olanıydı. Altı yıllık yönetimi boyunca Filipinlerin hiçbir sorununa, özellikle yoksulluk ve sefalete, bir çözüm getiremedi. Sicili polisin sokak ortasında işlediği cinayetler, yargısız infazlarla dolu. Bu nedenle Uluslar arası Ceza Mahkemesi hakkında soruşturma başlattı. Uyuşturucuyla mücadele adı altında uyuşturucu satıcısı ve kullanıcısı olduğu iddia edilen insanlar polis tarafından sokak ortasında öldürüldü. Öldürülen uyuşturucu satıcılarının/çetelerinin yerini polis ve orduyla bağlantılı çeteler aldı. Zaten mafiyöz bir yapı olan Filipinler devleti daha da mafyalaştı. Duterte’nin polise “Gördüğünüz yerde öldürün” emri üzerine komünistlere karşı çok sayıda yargısız infaz yapıldı.
Oğul Marcos, seçim kampanyası sürecinde Duterte ile başlayan “güçlü adam” (Trumpgil-Yeni Faşist) yönetiminin devamcısı olacağını söyledi. Bu taktik, büyük ölçüde Filipinler'in yakın demokrasi tarihi ve (yukarıda kısaca bahsettiğim) Duterte'nin buna bir alternatif yaratma isteği-çabası sayesinde başarılı oldu. Peki, nedir bu “yakın demokrasi tarihi ve Duterte'nin alternatifi” konusu?
Duterte, ülkenin yaşadığı sorunlar için (kendisini de engellemeye çalıştıklarını iddia ettiği) siyasi elitleri ve onların liberal demokrasisini suçladı. Yönetimi boyunca çizmeye çalıştığı profil, “kendisine çelme takmaya –Filipinler’e hizmet etmesini engellemeye- çalışan siyasi elitlere ve onların kuklası kurumlara kafa tutan güçlü lider” idi. Prof. Richard Heydarian’a göre bu profil (Duterte), “Filipin halkının 1986 devriminde ifade edilen temel ideallerini ve isteklerini yerine getirmekte gerçekten yetersiz kalan bir dizi yönetimin yarattığı hayal kırıklığı ve bunun sonucu olarak umutsuzluk” nedeniyle karşılık buldu.
Chicago Üniversitesi'nden sosyolog Marco Garrido, “Duterte-Marcos'un yükselişinin hikâyesi benzersiz değil: Yozlaşmış ve toplumun yaşadığı zorlukları anlamayan bir siyasi sisteme karşı duyulan büyük tepki, tüm dünyada sağcı popülistleri güçlendirdi” diyor. Şimdi onun yerini, yine aynı nedenlerle, oğul Marcos alıyor.
Umudun
tükenişi
20 yıllık (1965-1986) Marcos diktatörlüğü Filipinlerin ekonomik ve sosyal olarak çöküş, devletin mafyalaşması, yolsuzluk ve çürümesinin tarihidir. Diktatörü kendi gücüyle deviren halk, bu gücün Marcos ile iş tutan irili-ufaklı bütün suçluların cezalandırılacağı, (başta polis-ordu-yargı olmak üzere) mafiyöz devletin tasfiye edileceği, Marcos döneminde halktan çalarak zenginleşenlerin tümünün mülklerinin kamulaştırılacağı, yoksulluğun yenileceği ve eşitsizliğin giderileceği, özgür ve demokratik bir Filipinler kurulacağı umudu taşıyordu. Maalesef öyle olmadı ve Filipinler oligarşisiyle iş tutan siyasi (liberal) elitler halkın umudunu çaldı. Marcos’tan sonra gelen Corazon Aquino ve Fidel Ramos yönetimleri halkın umudunun tükenmeye, ülkenin kaderinin değişeceğine ve daha iyi bir geleceğe dair umudunu yitirmeye başladığı bir dönemin başlangıcı oldu. 2010-2016 yılları arasında Noynoy Aquino’nun Başkanlığı ise umudun tükeniş dönemidir. (Benigno “Noynoy” Aquino Jr., Corazon Aquino’nun oğludur.)
Faşist diktatör Ferdinand Marcos’un ölümünün (1989) ardından ailesinin kaçtıkları Hawaii’den Filipinlere dönmesine izin verildi. Bir zaman sonra, diktatör ile birlikte ülkeden kaçan 85 Marcos suç örgütü yöneticisi de birer ikişer ülkeye döndüler. Ülkeye sokulmaması, vatandaşlıktan çıkarılması gereken Marcos ailesinin (ve bazı diğer suçluların) dönmelerine izin veren kişi Marcos’u deviren “Halkın Gücü/İktidarı” hareketinin lideri ve o günkü Devlet Başkanı Corazon Aquino idi.
Ömürlerinin geri kalanını hapiste geçirmelerine yetecek kadar çok ve büyük suçlar işlemiş bu suç örgütü mensuplarına neredeyse hiç dokunulmadı. Yapılan yargılamalar göstermelik kaldı. İmelda Marcos hakkında yapılan yolsuzluk suçlamaları o kadar kesindi ki, mahkemeler mecburen ceza vermek zorunda kaldı. 40 küsur yıl ceza almış olmasına rağmen bir gün bile hapiste kalmadı. Mahkeme-üst mahkeme süreçleri uzatıla uzatıla fiili cezasızlığa dönüştü. Bu arada Marcos ailesi hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan siyasi faaliyetlerini sürdürmeye devam ettiler. İmelda, 4 kez İlocos Norte’den (diktatör Ferdinand Marcos’un doğup büyüdüğü, Marcosland olarak anılan eyalet) milletvekili seçildi. Kızı ve oğlu Ferdinand aynı eyaletten defalarca senatör seçildi, oğul Marcos ayrıca vali de seçildi.
Liberal demokrasinin çöküşü ve Yeni Faşizm
Neo-liberalizm çökerken liberal-temsili demokrasiyi de beraberinde götürüyormuş gibi görünüyor. Neo-liberal ekonomi politikalarının yarattığı yoksulluk ve çaresizliğe duyulan öfke bu politikaların uygulayıcısı ve haliyle sorumlusu da olan liberal demokrasiye yöneliyor. İnsanlar sorunlarına çözüm üretemediğini gördükleri ve kendilerini temsil etmediğine inandıkları liberal-temsili demokrasiye büyük tepki duyuyorlar. Oluşan siyaset elitinin ilgilendikleri konularla toplumun beklentileri, talepleri arasında büyük uçurum var. Yoksulluk arttıkça ve yaygınlaştıkça toplum o siyaset elitine kendinden görmemeye başladı.
Bana “Liberal demokrasi konusunda bir absürt tiyatro oyunu nasıl yazılabilir/sahnelenebilir” diye sorsalar, “Filipinleri inceleyin. Daha iyi bir örnek bulamazsınız” derim. Sadece sahnedeki oyuncuların ciddiye aldığı; fakat artık izleyicisi kalmamış bir absürt tiyatro oyunudur. O kadar absürttür ki, bir Başkan (Estrada) mafya ile iş tuttuğu için görevinden azledildi. Ondan sonraki Başkan (Arroyo) yine aynı suçlamalarla görevi bıraktıktan sonra, Noynoy Aquino’nun başkanlığı döneminde, tutuklandı ve mahkûm oldu.
Prof. Marco Garrido, "The ground for the illiberal turn in the Philippines" başlıklı 2021 tarihli makalesinde, “1986'da diktatör Marcos’un devrilmesinden sonra demokratik siyaset deneyiminin seçmenlerin beklentilerini karşılamadığını savunuyor. Filipin siyasetine uzun zamandır zengin ve yozlaşmış ailelerden oluşan bir zümre hâkimdi. Ne seçimler ne de popüler protesto hareketleri temel bir sosyal reformu hayata geçirilmesini sağlayamadı. Bu başarısızlıklar dizisi birçok Filipinlinin liberal demokrasi vaadinden uzaklaşmasına ve bunu başarmanın bir yolu olarak halkın gücünü reddetmesine neden oldu” diyor.
Özellikle son 10 yıldır, toplumlar yalpalayarak, yanlış hedefe yönelerek de olsa gücün kendi ellerinde olduğu ve doğrudan temsil edilebildikleri bir sistem arayışındalar. Bu aslında sisteme dönük bir öfke hali ve bu öfke bazen, özellikle solun zayıf olduğu yerlerde (Filipinlerde devlet 40 yıldan fazladır komünistleri boğmaya çalışıyor), kurtarıcı olarak bir yanlış hedefe de yönelebiliyor. Sistemi sarsacağına, taşları yerinden oynatacağına inandıkları siyasi figürlere yönelmeye başlamalarının nedeni işte bu çıkış arayışı. Duterte, işte bu nedenle yani “sistemi sarsacak güçlü adam” yanılsamasıyla seçilmişti. Yönetimi sürecinde kendi tabanını oluşturan üst ve orta sınıf seçmenlere, “demokratik devleti bir düzensizlik kaynağı olarak görmeyi” öğretti. Disiplinli bir devlette ise, “güçlü bir lider, kuralları katı bir şekilde uygulayarak devleti düzene sokar ve düzeni empoze eder...” Güçlü liderin geleneksel sınırları aşma konusunda son derece istekli olmaları aslında cazibelerinin büyük bir kısmını oluşturur. Dolayısıyla, "Filipinli seçmenler güç üzerindeki kısıtlamaları, liderlerinin daha iyi bir Filipinler yaratma becerisine engel olarak görüyorlar. Düzeni sağlamak için bazı kuralları çiğnemenin ve bazı tehlikeli eylemlerde bulunmanın uygun olduğu” fikrini benimsiyorlar.
Reddi miras mı?
Oğul Marcos, Başkan
seçildikten sonra yaptığı açıklamada dünya kamuoyuna “Beni ebeveynlerimle değil
kendi eylemlerimle yargılayın. Tüm Filipinlilerin Başkanı olmayı vaat ediyorum”
mesajı verdi. Bu tabii ki bir reddi miras değil baba (diktatör) Marcos’un kötü
mirasının kendi üstüne düşen gölgesinden kurtulmaya yönelik kurnazca ve arsızca
bir manevra. Babası diktatör Marcos’tan neler öğrendiğini 6 yıllık yönetiminde
göreceğiz. Fakat annesi İmelda’dan arsızlık, ikiyüzlülük ve yalancılık gibi
“marifetler” konusunda çok şey öğrendiği kesin.
