27 Aralık 2022 Salı

Covid-19, ABD için Çin'e karşı sağlam bir müttefik mi?

Memlekette "kullanışlı aptallar"ın tünediği Birikim, T24 gibi “liberal mezarlıklar”da (hatta Cumhuriyet gazetesinde) yazan bazı Çin cahili çokbilmişler Batı’nın dezenformasyon kaynaklarından aparttıkları yalanlarla Çin hakkında yazılar yazıyorlar ve hiç bilmedikleri Çin’i anlatıklarını sanıyorlar. Bunlar için en doğru tanımlama “ahmak” sıfatını kullanmak olur. Çünkü aklı başında bir insan hiçbir şey bilmediği -özellikle Çin gibi- bir konuda yazı yazmak ve buradan kendine bir kariyer devşirmek gibi bir çabanın içinde olmaz. Bu ahmakça çabasının eninde sonunda kendisini utanç verici duruma düşüreceğini bilir.

Bir konu hakkında yazmak için onu bilmek hem de iyi bilmek gerekir. Bu gereklilik Çin-ÇKP hakkında yazmak iddiası söz konusu olduğunda fazlasıyla geçerlidir. The Associated Press, The Telegraph, Washington Post, New-York Times, Foreign Policy vs gibi Batı’nın dezenformasyon kaynaklarından görüş araklayarak saçma sapan (ama çok bilmiş görünen) yazılar döşenmek Çin hakkında bir şey söylemek değil sadece dezenformasyonun uzantısı, ABD emperyalizminin yancısı olmaktır. Aklı başında biri için onursuzluktur.


Son günlerde Batı'nın bu dezenformasyon medyası ve onlardan yazı-görüş araklayarak memlekete Çin-ÇKP konusunda akıllar fikirler ihsan eden bu zevata bakılırsa, Çin sokakları Covid salgınından kırılıyor, salgın bütün Çin’i sardı, ölüm sayıları saklanıyor, salgında kullanılacak ilaç bile bulunamıyor… Son günlerde virüse yakalanan insan sayısında hafif bir yükseliş görülmekle birlikte, bunun ne kadarının gerçekten enfeksiyondan ne kadarının Çin hükümetinin halka "Önlemleri gevşetince nelerin olacağını gördününüz mü?" mesajından kaynaklandığından emin değilim.


Çin'de aşılama tam gaz devam ediyor. Tabii ki kendi geliştirdikleri geleneksel aşıları kullanıyorlar. Zaten mRNA aşılarının geleneksel aşılara göre daha koruyucu olduğunu gösteren bir bilimsel kanıt da yok ortada. mRNA daha koruyucu olsa, 4 doz mRNA aşısı olan biri tekrar Covid'e yakanlanmazdı. İki tür aşı da bağışıklık sağlamıyor; sadece belirtileri hafifletiyor ve iyileşme süresini kısaltıyor, hepsi o kadar... Aşıya ek olarak, Çinli bilim insanları birkaç hafta önce etkililik derecesi yüzde 84 olarak belirlenen ve çok hızlı iyileşme sağlayan bir ilaç geliştirdiler. Hem o ilaç hem de Pfizer’in geliştirdiği ilaç bütün salgınla mücadele birimlerinde bulunabiliyor ve kullanılıyor.


Aşağıda çevirisini verdiğim alıntı Çin’in Covid-19 mücadelesi hakkında Batı’nın dezenformasyon medyasının takıntığı tutumu ve bu tutumun altında yatan nedenleri ve Çin’deki gerçek durumu çok güzel açıklıyor.


Çin'in COVID-19 ile mücadele politikasına ilişkin Batı’nın kendi kitlesini aldatmayı amaçlayan ikiyüzlü anlatısı


Çin, COVID-19 ile mücadele için dinamik “sıfır vaka” yaklaşımı uygularken, bazı Batılı medya Çin'i bu yaklaşımdan vazgeçmeye ve yeniden açılmaya çağırıyordu. Çin, kısa bir zaman önce COVID-19 önlemlerini hafifletince, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, aynı medya bu kez Çin'in bu hamlesini kötülemeye başladı.


Bazı Batı medyası Çin'in “salgın önleme ve kontrol politikası”nda değişikliğe gitmesi ve bazı ayarlamalar yapmasına çeşitli açılardan iftira atmaya başladı. The Associated Press, Pazar günü (25 Aralık 2022) "Çin'deki COVID-19 dalgalanması, yeni koronavirüs mutantı olasılığını artırıyor" başlıklı bir makale yayınladı. The Telegraph tarafından aynı gün “Çin'in COVID-19 felaketi küresel ekonomiyi riske atıyor” başlıklı bir yazı yayınladı. Washington Post'un yayın kurulu, Çin'deki enfeksiyon artışını küstahça aşılara bağlayarak, "Çin, kendi ürettiği daha az etkili (geleneksel) aşılar için etkili mRNA aşılarından akılsızca kaçındı"  başlıklı bir editoryal yazı yayınladı.


Batılı ülkeler, özellikle ABD için sorun hiçbir zaman salgınla veya Çin'in herhangi zamanda nasıl bir mücadele yöntemi kullandığıyla ilgili olmadı. Başta ABD olmak üzere bazı Batılı medya kuruluşları, Çin'i esas rakipleri olarak görmeye başladıktan sonra, Çin'i karalamak için hiçbir çabadan kaçınmadılar. COVID-19 salgını da onların Çin karşıtlığı için bir kullanışlı araç olarak görüldü ve salgının ilk aşamasından bu yana tamamen silah haline getirildi.


Salgının her döneminde, pek çok Batılı yetkili ve sadık Batılı medya, Pekin'i işaret ederek siyasi puan kazanmaya çalıştı. Çin ne yaparsa yapsın, Çin hükümetinin itibarını sarsmak için salgını istismar etmeye çalışan saldırılar her zaman olacaktır.


Bu Batılı medya kuruluşları, Çin'in salgınla mücadele politikasını kötüleyerek, halihazırdaki salgınla mücadele yaklaşımına karşı halkın memnuniyetsizliğini kışkırtmayı ve böylece Çin halkı ile hükümet arasına nifak tohumları ekmeyi amaçlıyor. Gözlemciler, Batı’nın tercihinin, “oynamakta usta oldukları eski bir numara olan bir renkli devrim kışkırtmak” olduğunu söylediler.


Ayrıca, asılsız karalamalarıyla Çin'in imajını ve küresel nüfuzunu lekelemek ve böylece Çin'i uluslararası toplum nezdinde tecrit etmek istiyorlar. Çin'in son üç yılda salgınla mücadelede elde ettiği başarı, hem yurtiçinde hem de yurtdışında ileri görüşlü insanlar tarafından övgü konusu oldu. ABD ve Batı bu konuyu çok kıskanıyor, Çin'in uluslararası prestijinin kendilerininkini geçeceğinden endişe ediyor.


Bunu yaparak, kendi kitlelerini rahatlatmayı umabilirler. Orijinal ve Delta varyantlarının şiddetlendiği dönemde, Batı toplumu, halkın hoşnutsuzluğuna yol açan yetersiz önleme ve kontrol önlemleri nedeniyle çok sayıda ölüme tanık oldu. Batı medyasının Çin'in son dönemdeki politika değişikliğine yönelik eleştirisi, bizim açımızdan ciddiye alınmayı hak etmemektedir.


Salgından bu yana Batı, Çin'in salgınla mücadelede farklı ve çok daha etkili yaklaşımı sayesinde ağır kayıplar yaşamadan sorunsuz bir geçiş sağlayacağından endişe ediyor. Bu başarılı geçiş, hiç şüphesiz Batı'nın yurtiçi ve yurtdışı imajını vuracaktır.


Uzmanlar, Çin'in salgınla mücadele politikasındaki düzenlemenin bilimsel ve rasyonel değerlendirmeye dayandığını söylüyorlar. Omicron, diğer COVID-19 varyantlarına kıyasla çok daha hızlı yayılıyor ve Çin hükümeti de onu dizginlemeye çalıştı. Ancak kontrol etmenin çok zor olduğu ortaya çıktı. Omicron'un ölüme neden olma olasılığı, Delta ve orijinal türlere göre çok daha düşüktür.


Çin hükümeti, ölüm ve enfeksiyon oranlarının en yüksek olduğu dönemde halkın virüsten uzak kalmasını sağlayarak tüm ülke halkı için elinden gelenin en iyisini yaptı. Ancak o dönemde Batı'nın yaptığı şey tam bir karmaşadan ibaretti. ABD'de 3 Ocak 2020 ile 26 Eylül 2021 arasında COVID-19 ile ilişkili 895.693 ölüm meydana geldi. Bu medya, Çin'in salgınla mücadele politikası düzenlemesini eleştirebilecek hangi niteliklere sahip?


Bu Batılı medya kuruluşlarının niyetleri sadece hayalden-hüsnükuruntudan ibaret. Çin toplumu gerçekte aksaklıklara çok dirençli ve Çin'i karıştırmak o kadar kolay değil. Çin halkının hükümetlerine olan güveni, bu medya kuruluşlarının anlattığından çok daha yüksek. Son zamanlardaki enfeksiyon artışı esnasında, Çinli yurttaşların çoğu son üç yıldır kendilerini koruduğu için hükümete şükranlarını dile getirdi. Çin toplumu, önceki katı salgın önleme ve kontrol önlemleri ve sonrasındaki düzenlemenin Çin'in gerçek durumuna göre yapıldığını anlıyor, Çin yönetiminin buna zorlanması nedeniyle değil.


Çin'in yaşadığı mevcut zorluklar geçici olacak çünkü salgın yüzünden sıkıntı yaşayan bölgelerde ekonomik faaliyetlerinin bir kısmı yeniden başladı. Örneğin Pekin'de bazı AVM'lerde yemek için sıra beklemek gerekiyor. Geçen hafta Pekinli turistlerin Güney Çin'in Hainan Eyaletindeki Sanya'ya yaptığı otel rezervasyonlarında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 30 artış var. Çin ekonomisinin yakında bir bahar dönemine gireceğine inanılıyor.


Batı’nın Çin hakkındaki anlatı sistemi çok ikiyüzlüdür. Başkasının kötü durumda olmasına sevinir ve kötücül niyetlerle yönlendirilir. Bu tür bir anlatı, Batı toplumlarının yetersizlikleri konusunda geçici olarak kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayabilir; fakat içsel sıkıntılarını-sorunlarını çözmeye yardımcı olmaz.


Kaynak: www.globaltimes.cn 


16 Kasım 2022 Çarşamba

ÇKP'nin 20. kongresinden izlenimler-II: Çin-ÇKP’yi liberallerden öğrenmek

Memleketteki sosyalist solun Çin ve ÇKP’ye bakışında liberallerin-liberal tezlerin etkisinin sanılandan fazla olduğuna dair bir kanaat taşıyorum. Örn. BirGün gazetesinde yazdığım bir yazının Twitter mesajının altına (BirGün’ün Twitter hesabı) kendini sosyalist olarak tanımlayan ve sosyalist basında yazan biri “Xi Jinping bunu beğendi” diye yorum yazmıştı. Oysa, kullanılan lümpen dilin ayıbı bir tarafa, Çin-ÇKP hakkında bütün bildikleri liberallerin anlattığı distopyadan ibaretti. Maalesef böyle eş-dostun sayısı hiç az değil. Oysa o yazı Çin-ÇKP övgüsü yapmıyor; o ve onun gibilerin liberallerden edindikleri Çin-ÇKP ezberi dışında bir şeyler söylüyordu. Böyle eş-dostun sık sık dile getirdiği “Çin’de demokrasi eksikliği” eleştirisindeki demokrasi bile liberal demokrasi/temsili demokrasi, sosyalist demokrasi değil. Liberallerden edinilen ezberle konuşmanın demokrasi konusunda böyle kafa karışıklığı gibi can sıkıcı yan etkileri de vardır.

Batı kapitalizmi entelijansiyasının (Batılı liberaller) başlattığı ve dünyanın geri kalanındaki hempalarının da katıldığı entelektüel terör sosyalist solda Çin-ÇKP hakkında liberal tezler dışında, o tezleri yok sayarak değerlendirme yapma konusunda bir çekingenlik, belki de Çin yanlısı görünme endişesi, yaratmış gibi görünüyor. Oysa endişe edilecekse, söylenenlerin ve yapılan değerlendirmelerin liberal tezler ve onların distopya anlatısı (Çin distopyası) ile yakın benzerlik göstermesinden veya onların anlattığını geçerli veri kabul etmekten edilmelidir.

Liberaller Çin'e bakışı aynı zamanda bir ahlaki duruş sorunu olarak da dayatıyorlar. Oysa ahlak konusu edilmesi-utanılması gereken tutum, muteber entelektüel kabul edilmek için Amerikancılık veya Batı kapitalizmi muhipliği (yani emperyalizm yancılığı) yapmaktır, Çin ve ÇKP'yi onların (liberal tayfanın) tezlerini yok sayarak değerlendirmek değil.

Yazının bu bölümünde ÇKP kongresi izlenimlerini aktarmaya liberallerin tezlerini de irdeleyerek devam edeceğiz.


ÇKP içinde hizip hülyası


ÇKP Merkez Komitesinin yaptığı atama-seçimler öncesinde, Batı kapitalizmi muhipleri (liberal tayfa) Wang Huning'i iki Başbakan adayından biri olarak görüyordu (diğer aday Wang Yang idi). Liberallere göre, Huning, Hu Jintao hizbinden olduğu için atanması durumunda Şi ile yetki paylaşımı sorunu yaşanabilirdi. Aslında, yetkinin Hu hizbi ile Şi arasında bölüneceğini öne sürüyorlardı. Şi, Huning'i (liberallerin beklediği “ya Başbakanlık ya tasfiye”nin aksine) Daimi Komite'ye aday gösterdi ve ÇKP içinde hizip hülyası gören -aslında hizip arzusu taşıyan- liberaller bir kez daha yanıldı. Ayrıca, Parti üstünde hiçbir yetkisi kalmadığı gibi, itibarını da kaybetmiş Hu Jintao'ya hizip kurabilecek itibar ve güç atfetmek ve bir hizip lideri çıkarmak tam bir liberal fantezi örneği. Çin-ÇKP'yi bu insanlardan öğrenmeye çalışmak yerine doğrudan Washington Post, NY Times, Foreign Policy gibi yayınları izleyin. Hiç değilse ilk kaynaktan bilgi edinmiş olursunuz. Zira aynı şeyleri söylüyorlar. 


Kaldı ki ÇKP, Batı'daki burjuva partileri gibi içinde o bildik muhalefet güçleri/hizipleri vs olan bir parti değildir. Öyle bir parti gibi göstermeye çalışanlar Amerikan politikacıları ve diplomasisi ve Amerikalı-Batılı akademyadır. Her partide farklı düşünceye, bakış açısına sahip olanlar olduğu gibi ÇKP içinde de vardır. Fakat bunlara hizip demek için Amerikancı-Batıcı “Beyaz Adam” bakış açısına sahip olmak gerekir. ÇKP içinde Batı’nın burjuva partilerindeki gibi hizipler arayanlara, saçma göründüğünü bile bile, naçizane bir önerim var: İlla hizip arayacaklarsa, aradıklarını bulmayı kolaylaştıracağı için ÇKP’nin içine değil dışına bakmaları daha amaca uygun olur. “Yeni solcu” yakıştırmasıyla anılan, uzun zaman önce ÇKP ile yollarını ayıran (aralarında dostlarım bulunan) ortodoks Maocular halen Parti içinde yer alıyor olsalar bildiğimiz anlamda bir hizip olurlardı.


Başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batı diplomasisi ve Batı kapitalizmi muhipleri (medya ve akademya) ÇKP’yi içi hizip, rekabet ve çıkar kavgaları kaynayan ve dolayısıyla iç yapısı sağlam ve sanıldığı gibi güçlü olmayan bir parti gibi göstermeye çalışıyor. Bu akademisyenlerin bir kısmı düpedüz Batı kapitalizmini ideolojik ve kültürel olarak yeniden üretmeyi vazife edinenler. Diğer bir kesim ise, siyaset gibi sıradan, günlük bir eylem alanını bilim kılığına (siyaset bilimi) sokabilmek için ÇKP’ye Amerikan(cı) akademyanın icat ettiği kuramlar ve eğilim ile bakanlardan oluşuyor. Amerikan Demokrat Parti, Cumhuriyetçi Parti ve İngiltere İşçi Partisi ya da Muhafazakar Parti gibi bir burjuva partisine nasıl bakıyorlarsa, nasıl tanımlıyorlarsa ÇKP'ye de o kuram ve tezlerle bakıyorlar. Daha açık bir ifadeyle, önceki cümlede geçen Batı’nın burjuva partileri kuramsal olarak neyse, nasıl bir partiyse ve nasıl işliyorsa, ÇKP’de aşağı yukarı aynı kuramsal çerçeve içinde yer alan bir partidir. Bu kuramsal bakış açısını devam ettirirsek, yukarıda anılan o Batı’nın burjuva partileri içinde ne varsa, ÇKP içinde de o olmalıdır sonucuna varırız: Hizip, çıkar kavgaları, muhalefet grupları, rekabet vs. Bir siyasi parti içinde bunlar yaşanmıyorsa veya parti bu özellikleri göstermiyorsa, siyaset biliminin siyasi parti kuram(lar)ı kahvehane muhabbetinden öte bir anlam taşımaz. Kahvehane muhabbeti bilim olmayacağına göre, ÇKP içinde de mutlaka burjuva partilerindeki gibi hizipler, çıkar grupları, rekabet vs olmalıdır ki batılı siyaset biliminin siyasi parti kuram(lar)ı işe yarasın; gereksiz laf kalabalığı olarak görülmesin.


Liberallerin merkez-çevre tezi açısından Çin ve ÇKP


Bu absürd tez gerçekte devletin sınıfsal karakterini bulanıklaştırmayı ve gizlemeyi amaçlıyor. Merkezde yer aldığını söyledikleri "elitler" sadece bir liberal fanteziden ibaret. O "elitler" diyerek bulanıklaştırmaya ve gözden kaçırmaya çalıştıkları "şey" düpedüz ve açıkça kapitalist sınıftan ibaret. Merkezde yer alan elitlerin gücüne karşı çevrede yer alan ve merkezin itip-kaktığı, ezdiği bazı (dezavantajlı) kimliklerin-grupların (sınıflar değil) merkezi sıkıştırması... Tezin özeti bu. 


Batı kapitalizmi yanlıları Çin-ÇKP’ye de bu tez ile bakıyorlar. Bu absürd tez ÇKP’ye uyarlandığında, "elitler" Parti yöneticileri olan eski kuşağın bugün Partide üst düzeylerde görev yapan çocukları yani "prensler" oluyorlar (Oysa o prenslerin Parti içinde sayısı da etkisi de epeyce azaldı). Bu “elitler”e, tabii ki (merkezde yer alan) rüşvet, yolsuzluk ve çıkar ilişkilerine bulaşanlar ve güç istismarı yapan çeşitli grupları da eklemek gerekiyor. Çevre ise haliyle bu "elit merkez"e karşı güç mücadelesi yapanlardan oluşuyor. Bu "çevre" torbasının içine herkesi atabilirsiniz; ama sınıftan söz etmeden. Başta Uygurlar olmak üzere (hatta Çin karşıtı Hong Konglular, Tayvanlılar da), Tibetli rahipler-keşişler, geçim sıkıntısı yaşayanlar, Covid-19 kapanmalarına “sıkıldık artık, yeter!” diyen cesur “kahramanlar”, iş bulmakta zorlanan üniversite mezunları, prenslerden olmadıkları için Parti içinde önü kesilen-yükselemeyen kadrolar ve tabii ki bir türlü bağımsız örgütlenme olanağı bulamayan kapitalistler (ki liberallerin en ön gözde grubudur) vs... Görüldüğü üzere, torbada "dezavantajlı kimlikler ve gruplar olarak" andıkları herkes var; ama işçi sınıfının adı bile anılmıyor. Oysa asıl "dezavantajlı grup" neredeyse tamamıyla işçi sınıfından oluşuyor. Fakat liberallerin siyasete bakışında ve devlet anlayışında sınıf ve sınıf çatışması yoktur; kimlik çatışmaları vardır.


ÇKP’de kim önerir, kim atar-seçer


Merkez Komite, Siyasi Büro (Komite) ve Daimi Komiteye seçilecek kişileri Genel Sekreter'in belirlediği iddiası gerçeği tam olarak yansıtmaz. Genel Sekreter önerir, Merkez Komite o kişileri çoğunlukla seçer; fakat her zaman değil. Bazen bunun aksi yani Genel Sekreter önerdiği halde atanmayanlar veya önermediği halde Merkez Komitenin önerisiyle atananlar da olur. Örn. Şi Cinping, Parti hiyerarşisinde Jiang Zemin’in yaptığı engellemeye rağmen yükselmiştir. Jiang ve Şi arasındaki uzlaşmazlık, Jiang'ın kapitalistlerin parti üyeliğinin önünü açmasıyla (2001) su yüzüne çıkmıştı; fakat bununla sınırlı değildir ve daha önceye dayanır. Şi, sınırsız özelleştirme ve siyasi liberalleşme eğilimlerine (ve bunun Parti’ye etkilerine) karşı Jiang'la uzun zamandır fikir ayrılığı yaşamaktaydı. Bu uzlaşmazlık Jiang'ın devamcısı sayılabilecek Hu Jintao ile Şi arasında da sürmüştür. Şi’nin muhalif tutumuna Bo Xilai (Bo Şilay)'ın da eklenmesiyle bu muhalefet görünür olmaya başlamıştır. 


ÇKP içindeki görüş ayrılıkları Batı'nın burjuva partilerindeki olduğu gibi birkaç yüz kişi toplayıp bir hizip oluşturmak şeklinde değildir. ÇKP içinde ortak hareket eden böyle örgütlü birliktelikler yoktur -ayrıca, izin de verilmez. ÇKP'de hizipçilik, Deng Xiaoping'in "Dörtlü Çete" adını verdiği "kendilerini gerçek Maocu ve Mao'nun mirasçısı" sayan ekibin tasfiyesi ile bitmiştir.


Şi’nin Genel Sekreterlikten liderliğe yükselişi


BirGün yazarı Hayri (Kozanoğlu) hocaya göre, "Çin’de teamül bu görevin (ÇKP Genel Sekreterliği) en fazla iki kez üstlenilmesiydi" (01.11.2022 tarihli "Şi'nin üçüncü dönemi başlarken" başlıklı yazısı). Hayri hoca haklı; fakat mevzu biraz karışık olduğu için yazı hocanın meramını tam olarak anlatmıyor. Şöyle ki; Çin'de teamül, Deng Xiaoping'in önerisiyle yapılan anayasa değişikliği ile bu görevin en fazla iki dönemle sınırlanmasıydı. Üstelik Deng, Parti Başkanı (1982’de Genel Sekreter olarak değiştirildi) da değildi Devlet Başkanı da; o, her yetkiyi kullanabilecek kadar güçlü bir (efsane) liderdi. 


Deng, Parti ve hükümette (o yıllardaki Parti içi dengelerin kaygan zeminde durması nedeniyle) fazla göze batan liderlik görevlerinden kaçındı. Bununla birlikte, ÇKP Merkez Komitesi Başkan Yardımcısı (dolayısıyla ÇKP’nin Başkan yardımcısı), Daimi Komite üyesi, Askeri Komisyon Başkanı ve Merkezi Danışma Komisyonu başkanıydı. Yani resmen Genel Sekreter ve Devlet Başkanı olmasa da, bu görevlerin bütün yetkilerine sahipti ve Parti üstündeki belirleyiciliği de kesindi. Askeri konseyin başkanı olması nedeniyle, hem silahlı kuvvetlerin kontrolünü elinde tutuyordu hem de muhtemel bir karşı harekete karşı silahlı gücü elinde bulunduruyordu. 1987'de ÇKP'nin Merkez Komitesi ve Daimi Komite’deki görevlerinden ayrıldı. Böylece, reformlarına karşı çıkan veya direnen birçok yaşlı-eski kuşak parti önde gelenini de emekliliğe zorladı.           


ÇKP'yi iyi tanıyan biriyseniz, iki dönemlik "teamül"ün, olağan süreç olarak, olağan (daha doğru bir ifadeyle, ara dönemlerdeki "sıradan") ÇKP Genel Sekreterleri ve Devlet Başkanları için geçerliliği olduğunu tahmin edebilirsiniz. Mao, Deng ve şimdi de Şi Cinping ülkenin geleceği üzerinde ciddi değişim-dönüşümler yaratan vizyon sahibi kişilerdir; yani liderlerdir. Bu üç kişi (lider) dışındakiler ara dönemlerin olağan ÇKP sekreterleri, kendilerinden önceki dönemde oluşturulan politikaların uygulayıcıları veya takipçileridir. Ülkeye yeni bir yön çizecek donanım ve vizyona sahip kişiler olmadıkları gibi pek güçlü de değildirler.


Şi ve liderliğe yükselişi ayrıca ele alınması gereken kapsamlı ve derin bir konu. Bu konuda bir yazı yazmayı planlıyorum. O yüzden, lafı uzatıp okuyucunun sabrını sınamamak adına, bu konuyu şimdilik burada bırakıyorum.


Pragmatik yönü ideolojiye ağır basan ÇKP


ABD'nin “Çin distopyası” anlatısı Çin'i (tam anlamıyla) komünist ve ÇKP'yi de ortodoks Maocu gibi göstermek üzerine kurulu. Bu bakış ÇKP’yi bir ideoloji partisi olarak görmek zorundadır. Oysa ÇKP, pragmatik yönü ideolojiye ağır basan bir partidir. Yoksa (ideoloji partisi olan) bir komünist partisinin bir çeşit devlet kapitalizmi ile ne işi olabilir, o kapitalizmin kuyruğunu kendi tutsa veya kontrol etse bile...  ABD’nin bu bakışı-politikası (1) korktuğu rakibini "komünist öcü" olarak sunma politikasından ve (2) dış politikayla ilgilenen çevreler ve Amerikan diplomasisinin Çin'i bir türlü doğru anlayamamasından kaynaklanıyor. Birinci maddede bahsettiğim öcü gibi gösterme politikasının bu çevrelerde bir körlük yarattığını düşünüyorum. ÇKP, komünist Çin'den bahsettikçe ve komünizm övgüsü yaptıkça Amerikan çevreleri de Çin'i tam anlamıyla komünist sanıyorlar gibime geliyor. Amerikan cehaleti (devlet bile olsa) hiç hafife alınacak bir şey değildir, hele sözkonusu olan komünizm olduğunda... 


20. Kongredeki yeni seçim-atamalardan sonra, Amerikan-Batı kaynaklarının "Şi Cinping, Partiyi kendi yandaşı Maocularla doldurdu" iddiası ABD'nin önceki paragrafta bahsedilen "komünist Çin öcüsü" veya “Çin distopyası” uydurma politikasından kaynaklanıyor. Bu tabii ki fazla saçma bir iddia. Şi, her ne kadar Marksizm-Leninizm doktoralı olsa da, Amerikan kaynaklarının dediği gibi bir (ortadoks) Maocu olduğunu söylemek için Mao’yu-Maoculuğu ancak o kaynakların anlayabildiği kadar kıt anlamak gerekir. Günümüz ÇKP’si içinde artık ortodoks Maocu diyebileceğimiz kimselerin kaldığını pek sanmıyorum. Ortadoks Maoculuğa yakın, muhtemelen de sonuncu, sayılabilecek kişi Şi ile aynı kuşaktan olan Bo Xilai (Bo Şilay) idi. Bugün Parti içinde veya görevde olsaydı, çok büyük olasılıkla Şi’nin politikalarının da muhalifi olurdu.


Velhasıl, Merkez Komite tarafından yeni atanan kadrolar öncelikle yeni dönemin gerektirdiği donanıma sahip, bilgili, yetenekli, geçmişinde leke bulunmayan, görev ve sorumluluk almaya istekli ve Şi ile uyum içinde çalışacak kişiler oldukları için seçildiler, (ortodoks) Maocu oldukları için değil…


15 Kasım 2022 Salı

Çin Komünist Partisi'nin 20. kongresinden izlenimler-1

Çin Komünist Partisi'nin (ÇKP) 20. Kongresi (16-22 Ekim 2022) yerinde izlediğim üçüncü kongre. 2012'deki 18. Kongreden aklımda Hu Jintao'nun görevinin sona ermesi dışında pek bir şey kalmadı. O kongrede Xi Jinping (Şi Cinping) ÇKP Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı seçilmişti. Sözün burasında yaygın bir yanlışı düzeltmek istiyorum: ÇKP Genel sekreteri seçimi ve diğer pozisyonlar için atama (ve seçimler) kongre devam ederken değil ÇKP Merkez Komitesinin kongrenin sona ermesinin ertesi günü yaptığı toplantıda yapılır. Bu seçim ve atamalar Ulusal Halk Kongresinin ilk toplantısında (yılda iki kez toplanır) onaylanır ve resmiyet kazanır, resmi olarak göreve başlayabilirler.

2017'deki 19. Kongre Şi, Çin'in o günkü durumu ve yakın geleceği hakkında içerik olarak dopdolu bir konuşma yapmış  ve Çin'in bir dünya gücü olarak ortaya çıkışına işaret eden bir vizyon sunmuştu. Konuşması, kendinden öncekilerde göre çok daha sağlam bir teorik donanımı ve Genel Sekreterlik kumaşındaki farklılığı gösteriyordu. Kısacası, o kongre Şi'nin lider olarak ortaya çıktığı, parladığı kongre oldu. 19. Kongre hakkında yazdığım "ÇKP kongresi, Çin yüzyılı" başlıklı yazıyı okumanızı öneriyorum (https://kamuraninnotdefteri.blogspot.com/2017/11/ckp-kongresi-cin-yuzyl.html). Bana göre, 20. kongre Şi'nin Genel Sekreterlikten liderliğe geçişinin Parti tarafından kabul edilip onaylandığı kongre oldu.


20. Kongre bugüne kadar izlediklerim içinde en heyecansız olanıydı. Şi'nin sunduğu raporda (Merkez Komite raporu), her kongrede olduğu gibi, 19. kongrede söylenenlerin üzerinden geçildi, o gün belirlenen hedefler bir kez daha hatırlatıldı, geçen beş yılda yapılanlar anlatıldı vs. Kongrelerde genel teamül Genel Sekreterin göreve gelmesinden itibaren yapılanlar ve gelecekte yapılacakların sunulmasıdır. Bu kez bir dikkat çekici farklılık yaşandı: Şi, göreve geldiğinde, 18. kongrede, Partide, ekonomide, toplumda durumun ne olduğuna ilişkin oldukça eleştirel bazı tespitler yaptı. Bu alışılmış bir durum değil. Kanaatimce, bu eleştiriler bir dönemsel kopuşu ifade ediyor.


Önceki döneme eleştiriler


Önemli bulduğum eleştirileri Şi'nin cümleleriyle başlıklar halinde şöyle özetleyebilirim:


- "Çin ekonomisi, akut yapısal ve kurumsal sorunlarla kuşatılmıştı. Kalkınma dengesiz, koordinasyonsuz ve sürdürülemezdi. Geleneksel kalkınma modeli artık ilerlememizi sağlayamıyordu. Kurumlarda kökleşmiş bazı sorunlar ve edinilmiş çıkarların oluşturduğu engeller giderek daha belirgin hale geliyordu."


- "Parti içinde, net bir anlayış ve etkili eylem eksikliğinin yanı sıra pratikte zayıf, içi boşaltılmış ve sulandırılmış Parti liderliğine doğru bir kayma da dahil olmak üzere Partinin liderliğini sürdürmeye ilişkin birçok sorun vardı. Bazı Parti üyeleri ve görevlileri siyasi görüş-inançlarında emin değildiler. (...) Ayrıcalık arayışındaki zihniyet ve uygulamalar ciddi bir sorun oluşturuyordu ve derinden sarsıcı bazı yolsuzluk vakaları ortaya çıkarıldı. Bazı Parti üyeleri ve yetkilileri, güçlü bir sorumluluk duygusundan, ağır zorluklarla boğuşma kapasitesinden ve işe koyulmak için gerekli hazırlıktan bugün de yoksundur. Gereksiz formaliteler ve bürokratik zorluklar çıkarma belirgin olmaya devam ediyor. Yolsuzluk yaratan alanları ortadan kaldırmak hala çok çaba gerektiren bir iştir.”


- (Toplumda) Paraya tapma, hedonizm, benmerkezcilik ve tarihsel nihilizm gibi yanlış-saptırılmış düşünce modelleri yaygındı ve çevrimiçi ortam-internet ortamı düzensizlik ifade eden söylemle doluydu. Bütün bunların insanların düşünceleri ve kamuoyu üzerinde ciddi bir etkisi oldu. (...) Bazı insanlar Çin'e özgü sosyalist siyasi sisteme güven duymuyordu. Çoğu zaman yasaların göz ardı edildiğini veya uygulanması gerektiği gibi uygulanmadığını gördük.


Şi'nin yukarıdaki eleştirileri (ve özellikle Parti kadrolarına yaptığı uyarılar) üzerinde durmaya değerdir. Çünkü, açıkça dile getirilmese de, özellikle Çinli kapitalistlerin ÇKP'ye üyeliklerinin önünün açılmasıyla (2001-Jiang Zemin dönemi) birlikte, geçen yirmi yılda, kapitalistler ile Parti kadrolarının yakınlaşmasının yarattığı yolsuzluk, güç istismarı, liberal eğilimlerin sesinin yükselmesi ve itibar görmelerinin yol açtığı siyasi-ideolojik yozlaşma sorununu ima ediyor. 18. Kongreden bugüne kadar (yani Şi döneminde) 4,52 milyon yolsuzluk konusu incelenmiş ve 4,44 milyon kişi (ki çoğu Parti içindendir) cezalandırılmış. Bunlar Çin için bile büyük sayılar.


Rapordan bazı önemli başlıklar


- Dikkatimi çeken en önemli iki başlıktan biri Şi’nin raporda ÇKP’nin liderlik özelliği ve liderlik gücüne defalarca vurgu yapması oldu (diğer başlık ekonomik-endüstriyel dönüşüm. Yazının ilerleyen bölümünde ele alacağız). Şi’nin sunumda belirttiği cümlelerle söylersek, “Parti liderliğini her bakımdan güçlendirdik. Çin Komünist Partisi'nin liderliğinin, Çin'e özgü sosyalizmin belirleyici özelliği ve sisteminin en büyük gücü olduğunu açıkça belirttik.” 


- 19. Kongrede ele alınan ağır yoksullukla mücadeleye son 4-5 yılda ÇKP büyük ağırlık verdi. Parti kadroları ve tabanı seferber edildi. Parti yöneticilerinin bölgelerindeki ağır yoksulluk sorununu çözmeden terfi etmeleri ve tayin olmaları durduruldu. Daha önce bu konuda BirGün’de birkaç yazı yazdım. 20. Kongre raporunda Şi, bu konuda şunları söyledi: “Çin'deki ağır yoksulluk sorununu kesin olarak çözdük. İnsanlık tarihinde yoksulluğa karşı verilen en büyük savaşı kazandık ve küresel yoksulluğun azaltılması amacına önemli katkılar sağladık. Toplam 832 yoksul ilçe ve 100 milyona yakın yoksul kırsal bölge sakini yoksulluktan kurtarıldı. 9,6 milyondan fazla yoksul insan, yaşanması zor bölgelerden başka bölgelere yerleştirildi. Ağır yoksulluğu ortadan kaldırdık ve her bakımdan makul düzeyde müreffeh bir toplum inşa etmeyi bitirdik. Böylece, Birinci Yüzüncü Yıl Hedefimizi (ÇKP’nin kuruluşunun yüzüncü yılı-1921) tamamladık. Şimdiki hedefimiz, her açıdan gelişmiş modern sosyalist bir ülke inşa etmek (İkinci Yüzüncü Yıl Hedefi olarak bilinir. Yani 1949’da kurulan Çin Halk Cumhuriyeti'nin yüzüncü yılı.” Bunlar 19. Kongrede belirlenen hedeferdir.


- Çin’in Covid-19 ile mücadele stratejisi olarak belirlediği “sıfır covid politikası” hakkında uzun süreli kapanmalar nedeniyle Batı’da çok laf edildi. Çin’in dörtte biri kadar bir nüfusa sahip ABD’de Covid-19’dan ölenler yüzbinlerle ifade edilirken Çin’de can kaybı 5 bin iki yüz ile sınırlı kaldı. Kongreye sunulan raporda bu konuda şunlar yer aldı: “Covid-19'un ani patlak vermesiyle mücadeleye başlarken, insanları ve hayatlarını her şeyin önüne koyduk. Hem dışarıdan gelen vakaları hem de yurtiçi yeniden ortaya çıkışları önlemek için çalıştık ve inatla dinamik bir sıfır-Covid politikası izledik. Virüsün yayılmasını durdurmak için topyekün bir halk savaşı başlatırken, insanların sağlığını ve güvenliğini mümkün olan en büyük ölçüde koruduk. Hem salgına müdahalede hem de ekonomik ve sosyal kalkınmada son derece cesaret verici başarılar elde ettik.”


- Tayvan sorunu ve "(Gerekirse) Askeri çözümü de dışlamayan bir ülke iki sistem esasına dayalı barışçıl yeniden birleşme çözümü"nün Parti tüzüğüne eklendi. Aslında bu yeni bir başlık sayılmaz. Çünkü bu konu 19. kongrede Parti tüzüğüne Hong Kong, Macao ve Tayvan'ı kapsayacak şekilde biraz farklı bir içerik ve vurguyla eklenmişti. 20. kongrede yapılan değişiklik "Bir Ülke, İki Sistem politikasını tam olarak, sadakatle ve kararlılıkla uygulamak... Tayvan'ın bağımsızlığını isteyen ayrılıkçılara kararlılıkla karşı çıkmak ve caydırmak" ifadelerinin eklenmesinden oluşuyor. Yapılan bu ekleme aslında bir üst düzey kararlılık gösterisi. Verilen mesaj Amerikancı Tayvan yönetimine ve ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerine. 


- Parti tüzüğüne eklenen bir diğer başlık "ortak refah vizyonu ve yeni kalkınma modeli" konusu. Kongreye sunulan raporda Şi, "Yüksek standartlı dışa açılmayı teşvik etmeli, yurt içi ekonomiye odaklanan ve yurt içi ve yurt dışı ekonomik akışlar arasındaki pozitif etkileşimi ön plana çıkaran yeni kalkınma modelini teşvik etme çabalarını hızlandırmalıyız" dedi. Bu bulanık ifadeler, benim gibi ekonomi bilgisi kısıtlı biri için bile, küresel ekonomik durgunluk beklentisi ve ABD'nin Çin'i sıkıştırma politikalarına karşı iç pazarın güçlendirilmesi ve bunun için alım gücünün yükseltilmesine ilişkin bir programdan söz etiği açık. Şi’nin önemli tezlerinden olan "Ortak refah vizyonu" üzerinde uzun uzadıya durulması gereken bir konu. Zira Çinli kapitalistlerin “ortak refah” anlayışına nasıl ikna edilecekleri veya ortak refahtan onların ne anladığı epeyce çetrefilli bir konu. Bu konuda yakında ayrı bir yazı yazmayı planlıyorum.


Uluslararası ilişkiler ve hegemonya konusu


Uzun bir zamandır, Batı kapitalizmi entelijansiyası-muhiplerinin iddialarının aksine, Çin’nin hegemonya peşinde olmadığını, ABD’nin yerini almak gibi bir hedefinin bulunmadığını yazıyorum. Sonunda, bu konu Şi’nin kongreye sunduğu raporda da vurgulandı ve hegemonya arayışı kesin bir dille bir kez daha reddedildi. Bu konu raporda şu cümlelerle yer aldı: 


“Çin, gelişmenin hangi aşamasına ulaşırsa ulaşsın, asla hegemonya veya yayılmacılık peşinde olmayacaktır. Çin, diğer ülkelerle dostluk ve işbirliğini sürdürürken Barış İçinde Bir Arada Var Olmanın Beş İlkesine bağlı kalmaktadır (Bu ilkeler: Egemenlik ve toprak bütünlüğüne karşılıklı saygı. Karşılıklı saldırmazlık. Birbirlerinin iç işlerine karışmama. Eşitlik ve karşılıklı yarar. Barış içinde bir arada yaşama.K.Kızlak) (…) Çin, yeni bir tür uluslararası ilişkileri teşvik etmeye, eşitlik, açıklık ve işbirliğine dayalı küresel ortaklıkları derinleştirmeye ve genişletmeye ve diğer ülkelerle (ortak) çıkarların daha da artmasını sağlamaya kararlıdır. (...) Çin, Birleşmiş Milletler, uluslararası hukuk tarafından desteklenen uluslararası düzen ve BM Şartı'nın amaç ve ilkelerine dayanan uluslararası ilişkileri yöneten temel normlar ile uluslararası sistemi korumakta kararlıdır. Her türlü tek taraflılığa ve belirli ülkeleri hedef alan blokların ve özel grupların oluşturulmasına karşı çıkmaktadır. (...) Çin, DTÖ ve APEC gibi çok taraflı kurumların rollerini daha iyi oynaması, BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü (SİÖ) gibi işbirliği mekanizmalarının daha etkili olması ve yükselen piyasaların ve gelişmekte olan ülkelerin daha iyi temsil edilmesi ve küresel ilişkilerde daha fazla söz sahibi olmasını sağlamak için çalışıyor.”


Bu uzun alıntadaki diplomatik cümleleri şöyle tefsir edebiliriz: Çin, basitçe ABD’nin yerini dolayısıyla gücünü de devralmak ve yeni hegemon güç olmak peşinde değil ve böyle bir oyun kurgulamıyor. Silinen hegemon-emperyalist  gücün elindeki gücün bu bağımsız uluslararası kurumlara devredildiği, hegemon gücün yerini bu kurumların aldığı bir uluslararası düzen kurulmasının arayışı-çabası içinde. Çin, bu uluslararası kurumların ABD’nin -hegemon gücün- yerini alması ve uluslararası düzenin sağlanması için bağımsız, adil ve etkin çalışmasını öneriyor. Ayrıca, ABD’nin yürüttüğü Çin’i sıkıştırma ve yükselişini durdurma politikalarına karşı Çin, giderek genişleyen ve daha etkin çalışan işbirliği alanları oluşturmaya devam edeceğinden bahsediyor.


Ekonomik dönüşüm vizyonu


Ekonomi/sanayide yüksek teknoloji, dijital teknoloji, dijitalleşme dönüşümü. Bence bu kongrede üzerinde durulması gereken en önemli nokta -belki de tek yenilik- Şi'nin açıkladığı bu ekonomik-endüstriyel dönüşüm vizyonuydu. Kongrede ekonomi üzerine daha ayrıntılı sunum yapan görevliler-Parti kadroları defalarca yüksek teknoloji, dijital teknoloji, dijitalleşme gibi kavramları kullandı. Bu dönüşüm programı o kadar önemli ki, kilit pozisyonlara yapılan atamalar neredeyse tamamen bununla ilişkili. Çin ekonomisi-sanayi bir teknolojik dönüşüm geçirmeye ve teknolojik bağımlılıktan tam anlamıyla kurtulmaya hazırlanıyor.


Bunun nasıl yapılacağı-başarılacağını Şi’nin sunduğu rapordan alıntılayalım: “Yeni gelişen/ortaya çıkan stratejik endüstri alanlarının entegre ve kümelenmiş gelişimini destekleyeceğiz ve yeni nesil bilgi teknolojisi, yapay zeka, biyoteknoloji, yeni enerji, yeni materyaller, en son teknoloji ekipman ve yeşil endüstri gibi yeni büyüme motorları geliştireceğiz.(...) Çin'in stratejik bilim ve teknolojideki gücünü artıracak, yenilik (inovasyon) kaynaklarını daha doğru dağıtacak ve mevcut durumlarını iyileştirmek için ulusal araştırma enstitülerinin, ileri düzey araştırma üniversitelerinin ve önde gelen yüksek teknoloji işletmelerinin rollerini daha iyi tanımlayacağız. Çin'in yenilik sisteminin genel performansını artırmak için ulusal laboratuvarlardan oluşan bir sistem kuracak, uluslararası ve bölgesel bilimsel ve teknolojik yenilik merkezlerinin gelişimini koordine edecek, temel bilimsel ve teknolojik kapasiteyi artıracak ve bilim ve teknoloji sektöründen daha iyi stratejik girdiler sağlayacağız.”


Yeni atamalar-seçimler


Yeni atama-seçim yapılacak kilit pozisyonların en önemlisi ÇKP’nin iki numaralı koltuğu olarak anılan Başbakanlık. Kongre öncesi buradaki dostlarla iki olası Başbakan adayı belirlemiştik. Bunlar Wang Yang ve Li Qiang idi. Kongre'de Şi'nin konuşmasını ve daha sonra ekonomi-sanayi üzerine rapor sunan diğer yetkilileri dinledikten sonra, Li'nin atanmasına neredeyse kesin gözüyle bakmaya başladık. Li, Şanghay Parti Sekreteriydi. Görevi sırasında Şanghay'ı Şi'nin rapor sunumunda bahsettiği o teknolojik yatırımların üssü haline getiren, Tesla'nın Şanghay'da dünyadaki ikinci büyük fabrikasını kurmasını sağlayan kişiydi. Kısacası, bu alanda çok başarılı, yıldızı parlak biriydi. Şi'nin bahsettiği ekonomik/endüstriyel dönüşüm programı için tam aradığı kişiydi. Li, Parti kadroları arasından Şi'nin keşfettiği, desteklediği ve terfi ettirdiği biriydi. Dolayısıyla, Şi'ye bağlılığı tartışılmaz birisi.


Mevcut Başbakan Li Keqiang, yaşı nedeniyle emekli oldu (ÇKP’de görev almak veya görevli olmak için 68 yaş sınırı vardır. Li Keqiang, gelecek yıl 68 yaşına girecek -veya zaten 68 yaşında olabilir). Yani Batı kapitalizmi muhiplerinin, Çin-ÇKP cahili çok bilmişlerin dediği gibi "önceki Başkan Hu Jintao'nun ekibinden (onlara göre hizbinden) olduğu" için tasfiye edilmedi. ÇKP içinden konuyu iyi bilenlere göre Li Keqiang, bahsedilen ekonomik-endüstriyel dönüşüm vizyonuna uygun donanıma sahip değildi. Dolayısıyla, yaşı uygun olsa bile dönüşümü yönetecek kişi o olmazdı. Aynı şekilde, adı Başbakanlık için geçen Wang Yang'da o donanıma sahip olmadığı için tercih edilmedi. Wang ve Li (Qiang)'ın her ikisinin de Şi'ye bağlılıkları tartışılmaz. Yani mevzu iki isimden birinin Şi'ye daha bağlı olması değil, liyakat. (Devam edecek...)


25 Ekim 2022 Salı

Hu Jintao’yu zorla salondan çıkaran Batı’nın dezenformasyon medyası

Birkaç yıldır yazılarımda Batı kapitalizmi medyasında ÇKP ve Çin hakkında yayınlanan haberlerin bilgi vermeyi ve Çin’i anlamayı-anlatmayı değil dezenformasyon yaymayı amaçladığını yazıyorum. ÇKP kongresinde bu dezenformasyon faaliyetinin en rezil örneklerinden birini vermeye çalışırken iş üstünde basıldılar, suçüstü yakalandılar. Neredeyse bütün Batı medyası ve onların diğer ülkelerdeki yancıları hep bir ağızdan “Hu Jintao, kongre salonundan zorla çıkarıldı` diye bir haber yaptı ve ortalıkta dolaşan o görüntüleri yayınladı.

Bu yalan haber üzerine, Çin TV’leri tüm görüntüleri yayınladı. O görüntülerde Hu, tıbbi müdahale sonrası kendini iyi hissedince, daha önce Covid-19 hastaları veya Covid-19’a karşı özel olarak korunması gerekenler için yapılan özel bölümden kongreyi izlemeye devam ediyordu. O bölümde bulunmasının Covid ile bir alakası yok. Tek neden, olası bir rahatsızlık durumunda doktorların salondaki kalabalığın engeline takılmadan (ve kongrenin akışını bozmadan) hızlı ve rahat müdahale edebilmesini sağlamak.

 

Hu’nun bir rahatsızlığı varmış (rahatsızlığını özel hayata saygı açısından burada yazmıyorum) ve kongreye katılmasının sağlığını etkileyebileceği konusunda uyarılmış. Fakat Hu, kongreye katılmayı tercih etmiş (bunları kendisi doğruladı). Rahatsızlandığını fark eden yardımcıları görevlileri bilgilendirmiş ve yardım istemiş. Gelen görevlinin Hu’yu sanki zorla götürüyormuş gibi görünen (koluna girip koltuktan kalkmasında ısrarcı olan) o hareket Hu’nun “Şimdi iyi hissediyorum, sorun yok, idare ederim” sözlerine karşı görevlinin doktor kontrolünün gerekli olduğunda ısrar etmesinden ibaret.


Aslında olay bir kısmıyla gözümün önünde olup bitmiş sayılır. Ben koridorda salona doğru ilerlerken Hu, koluna giren görevlilerin “Doktor şu odada sayın başkan” sözleri arasında önümden geçti. Buna rağmen, Türkiye’den bir dostun “Hu’nun zorla salondan çıkarıldığı”ndan bahseden -emailini alınca mevzuyu anlamakta ben bile zorlandım. Ne de olsa, gözünün önünde doktora götürülen birinin zorla-aşağılanarak salondan çıkarıldığını düşünmek her aklın işi değil…


Hu Jintao ve kaybedilen itibar


Hu, ÇKP hiyerarşisinde olmaması gereken yerlere gelmiş biri. Bana göre ise, ÇKP’nin gördüğü en vasat Genel Sekreter ve Çin’in gördüğü en kötü başkandır. Bu hak edilmemiş yükselişinde kendinden önceki Devlet Başkanı Jiang Zemin tarafından (mecburen) istikbal edilmesinin payı çok büyük (Jiang ve Hu bu görev için ta yıllar önce Deng tarafından belirlenmişlerdir. Yoksa Jiang'ın gönlündeki aday Hu değildir). Jiang ve Hu, Deng Xiaoping ekolünden geliyorlar. Deng’in rahle-i tedrisinden geçikleri için onun çırağı sayılırlar. Fakat, Türkçedeki o özdeyişin dediği gibi, çırakları ustayı geçti. Deng, kapitalist yoldan kalkınma politikaları ve dolayısıyla ekonomik liberalleşmenin mimarıdır; fakat bütün liberalleşme sevdası bundan ibarettir. ÇKP’nin (ve sistemin) siyasi-ideolojik olarak liberalleşmesi hatta liberalliğe kapı aralaması bile Deng’in kitabında yoktur. Çırakları olan Jiang ve Hu, ustaları Deng’i işte bu siyasi-ideolojik liberalleşme konusunda geçtiler.


Onların, özellikle Hu’nun dönemi ÇKP’nin adeta alabora olduğu, liberallik ve liberalizmin fazla itibar gördüğü, Amerikalı çeşitli kuruluşlar tarafından bazı Çinli kapitalistlerle birlikte “demokrasi ve demokratları destekleme” adı altında ÇKP’yi içeriden ele geçirme veya dışarıdan kuşatma diyebileceğimiz faaliyetlerin yürütüldüğü bir dönem oldu (yolsuzluklar, güç istismarları gibi ÇKP’yi içeriden çürüten kötülükler zaten Jiang'ın döneminden beri artarak sürmekteydi). Onun döneminde liberallerin sesleri (başta akademya olmak üzere) her köşeden yükseldi, ÇKP'yi ve Marksizmi yüksek sesle eleştirmek batılı hempaları gözünde itibar kazanma aracı haline geldi. Amerikalı hempalarından büyük destek gördüler.


Bu liberalleşme (ve tabi ki yolsuzluğun ÇKP'yi sarması) konusunda Hu Jintao'ya yüklenmek ve suçlamak bir ölçüde haksızlık sayılabilir. Çünkü Hu, Zemin'in mirasını devraldı ve aldığı mirası değiştirebilecek siyasi güç ve kapasiteden yoksun biriydi. Zemin, ÇKP Sekreterliğinden (ve Çin Devlet Başkanlığından) ayrıldıktan sonra askeri komitenin başkanlığını sürdürdü (tıpkı Deng gibi); yani ÇKP Sekreterliği-Devlet Başkanlığı dönemindeki uygulamalarından dolayı başına gelebileceklere karşı önlem olarak orduyu üç yıl boyunca elinin altında, emrinde tuttu. Çin ve ÇKP'yi bu kadar rotasından çıkardıktan sonra, bence bu korkusunda haklıyıdı. Zemin, görevden ayrılmadan önce-giderayak bir başka önlem daha aldı: Daimi Komitenin üye sayısını 7 üyeden 9'a çıkardı. Bunların 5'i kendine bağlı üyelerdi. Böylece Hu'nun hareket alanını iyice daralttı. Diğer 4 üyenin iki taraftan birine bağlı olduğu söylenemez. Zira bu üyelerden biri de Zemin'in hiç hoşlanmadığı ve hep önünü kesmek istediği şimdiki Başkan Xi Jinping idi.


Bo Xilai (Bo Şilay)’ın düzenlediği, Mao posterleri ve Mao’nun “Kızıl Kitap”ından alıntıların yer aldığı pankartlarla donatılmış ve adeta insan selinin aktığı o kitlesel mitingler yoldan çıkan o ÇKP’ye bir açıdan bir başkaldırı ve uyarıydı. ÇKP aklı gidişatı gördü, bu uyarıyı ciddiye aldı ve gereğini yaptı. Mevzu bu değil ama yeri gelmişken not etmeliyim: Şimdi Şi Cinping, Deng’den itibaren (fakat ağırlıkla ondan sonra) siyasi, ideolojik, yönetim yapısı, liyakat ve ahlaki olarak yoldan çıkarılan ÇKP’yi toparlamaya çalışıyor, hem de yöneticiler veya yönetici adayları için standartları yüksek tutarak ve katı kurallar koyarak... Olup biten budur. Yoksa dezenformasyon medyasının ve çapsız çok bilmişlerin (akademisyen, gazeteci vs) söylediği gibi Şi, bütün gücü elinde toplamak ve gücünü artırmak peşinde değil. Bütün o silkelenme, görevden almalar-eski dönemin sorumlularının tasfiyesi, soruşturmalar, nitelikli kadrolardan oluşan yeni atamalar ÇKP'de değişim-dönüşümü sağlamayı amaçlıyor, güç konsolidasyonunu değil. ÇKP, içinde farklı bakış açısına sahip olanlar olsa da (Bunlar batı kapitalizmi muhiplerinin iddia ettiği gibi hizip değil) bir ortak akıldır, tek kişinin aklı değil. O ortak aklın merkezi başta Merkez Komite olmak üzere Daimi Komitedir.

 

Yukarıda da bahsettiğim gibi, Hu, Deng Xiaoping ekolünden gelen ve Deng’in 30 yılının finalini yapan vasat ve çapsız bir Devlet Başkanı ve ÇKP Genel Sekreteriydi (30 yıllık dönemleri anlamak için “ÇKP kongresi, Çin yüzyılı” başlıklı yazımı okunmanızı öneriyorum https://kamuraninnotdefteri.blogspot.com/2017/11/ckp-kongresi-cin-yuzyl.html). Fakat (siyasi) liberalleşmenin düşmanı olan Deng’i doğru anlamamıştı. Hu, Deng yaşarken bu görevde olsaydı, muhtemelen Deng’in isteğiyle ömür boyu ev hapsine alınırdı. Hu, bugünkü ÇKP açısından önemli ve daha da kötüsü pek saygın biri değildir. Parti içinde bir etkisi olduğunu söylemek fazla iddialı bir görüş olur.


Zorla salondan çıkarılarak gözden düşürüldüğüne ilişkin iddialara gelince, ÇKP, birini gözden düşürecekse, bunu görevi başındayken yapar, tıpkı General Lin Biao, Zhao Ziyang, Hu Yaobang, Bo Xilai ve daha başkalarına yapılanlar gibi. Görevi sona ermiş, hiçbir yetkisi olmayan ve zaten itibarını kaybetmiş birine gözden düşürücü muamelede bulunmak ÇKP geleneğinde yoktur.


13 Ekim 2022 Perşembe

Çin’e oryantalist bakış ya da Çin’i anlamama kılavuzu

Çin Komünist Partisi'nin 20. Ulusal Kongresi 16 Ekim’de başlıyor. Ben de yerinde (salonda) izleyebileceğim. Ülkenin gelecek beş yıl için rotasını çizen politikaların tartışılıp oluşturulduğu ve yeni Devlet Başkanı ve ÇKP Sekreterinin seçildiği kongreler Çin için önemlidir. Rusya’nın ateşlediği “Yeni Dünya Düzeni” fitili bu yılki kongreyi daha da önemli hale getiriyor. Bu yazı, kongrede tartışılan ve kabul edilen politikaların ne anlama geldiği üzerine yazacağım birkaç yazı ve izlenimler açısından bir giriş veya ön hazırlık olarak görülebilir.

Sömürgeci “Beyaz Adam”ın oryantalist bakışı


İki yıl kadar önce buradaki bir üniversitede “Çin’e oryantalist bakış” içerikli bir seminer vermiştim. O seminerde, Batı’da Çin’in bilimsel, teknolojik gelişmesini ve endüstriyel kalkınmasını (sanayileşme) açıklama iddiasında olan oldukça muteber, liberallerin pek sevdiği bir tezden söz etmiştim. O tez, ÇKP kaynaklarında geçen “Çin’in son iki yüz yılına ilişkin tarihsel bakış ve günümüzde yapılması gerekenler, görevler” kapsamında yer alan bir değerlendirmeden hareket ediyor; fakat eğip bükerek, çarpıtılarak. ÇKP kaynaklarında geçen sözkonusu o değerlendirme özetle şunları söylüyor: “Çin, tarihte büyük bir uygarlıktı. Sanayi devrimleri çağını ıskaladı veya sanayileşme-modernleşmeyi başlatmakta çok geç kaldı ve Çin uygarlığı gerilemeye başladı. Bu gerilemenin bedeli Batı (başta İngiltere, Fransa, Hollanda) ve Japonya emperyalizmi tarafından işgal edilme, sömürgeleştirilme ve aşağılanmak oldu. ‘Birinci Afyon Savaşı (1839-1842)’ yenilgisiyle başlayan yüz yıllık dönem Çin için aşağılanma yüzyılıydı. Tarihten ders çıkarmalı ve bilimsel, teknolojik ve endüstriyel gelişmemizi ivme kazandırarak sürdürmeliyiz.”


ÇKP’nin bu tespitinin nesi yanlış denebilir? Yanlış, ÇKP’nin bu bilimsel tarih değerlendirmesinde-tespitinde değil Batı entelijansiyasının Çin’in gelişmesini-yükselişini bu tespitin son cümlesinin eseri olarak göstermesinde. Başta tabii ki İngilizler ve Amerikalılar olmak üzere, Batı kapitalizmi entelijansiyası ÇKP’nin “‘aşağılanma yüzyılı’nda yaşananlardan ders çıkarmalı ve bilimsel, teknolojik ve endüstriyel gelişmemizi sürdürmeliyiz” tespitini çarpıttı. Nasıl çarpıttığını net olarak ortaya koymak için  şu iki noktayı dikkate almalıyız: (1)  ÇKP’nin değerlendirmesini aktarırken bir çeviri hilesi yaptı ve (2) işgalci-sömürgeci Beyaz Adam’ın kibriyle, Çin’in yükselişini “aynı utancı bir daha yaşamamak motivasyonu” gibi içinde sömürgeci Batı’ya karşı eziklik (yani Batı’nın üstünlüğünü kabul) barındıran bir psikolojik sürece indirgedi.


Yapılan çeviri hilesi neydi? Yukarıda da bahsedildiği gibi, Birinci Afyon Savaşından (1839-1842) devrime (1949) kadar geçen yaklaşık yüz yıl Çin kaynaklarında “aşağılanma (“utanç” değil) yılları-aşağılanma yüzyılı olarak anılır. Fakat sömürgeci Beyaz Adam’ın bugünkü muhipleri Çince tam karşılığı “aşağılanma” olan kelimeyi “utanç” olarak çevirdiler, çevirmeye devam ediyorlar. Utanç (ve suçluluk), kişinin kendi eyleminin o bireyde uyandırdığı duygudur; yani bireyin kendi eyleminin sonuçları karşısında hissettikleridir. Aşağılama/aşağılanma ise başkalarının bir bireye veya halka karşı değersizleştirmeyi, küçük düşürmeyi amaçlayan eylemidir. Aşağılanma karşısında bireyin ya da halkın hissettiği şey utanç değil öfkedir. Nitekim sömürgecileri Çin’den kovan ve mücadeleyi devrimle taçlandırdan da halkın öfkesidir.


Utanç duyması gereken sömürgeci-işgalciyken Çin’in-Çinlilerin utanç duyduğunu söylemek ilk bakışta gerçeği ters-yüz etmek gibi görünse de, sorun daha derinde yani “Beyaz Adam”ın sömürgeciliği kendi hakkı olarak görmesinde. Öyle ya, Sömürgeci bir ülkeyi (açık veya gizli) işgal ederken yüce değerler ve ulvi amaçlarla hareket eder. İşgal ettiği yerlere ya uygarlık (günümüzde demokrasi, insan hakları vs) götürür, ya kendi ülkesi ve ülkesinin çıkarları tehlike altındadır, çoğunlukla da emperyalistin Tanrısı ona eşlik eder ve o Tanrı tarafından verilen yüce-kutsal görevi yerine getirir vs.  Dolayısıyla, sömürgecilikten utanç duymasını gerektirecek bir neden yoktur. Bu bakış sömürgecinin utancını-suçunu işgale uğrayan güçsüze yıkar. Daha açık bir ifadeyle, utanç ve suçluluk duyulması gereken sömürgecilik değil işgale uğrayan ülkenin sömürgeci karşısındaki güçsüz durumudur. Utanç duyması gereken veya suçlu olan, güçlüye yem olan zayıftır. Yani sömürgeci özetle şunu diyor: “200 yıl önceki Çin, başta İngiltere olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin (Fransa, Hollanda vs) ekonomik çıkarlarına zarar veriyordu [(1) İngiltere’nin Hindistan’da ürettiği afyonu Çin’e satmasına engel oluyordu ve (2) Avrupa kapitalizminin yeni pazarlara ve hammadde kaynaklarına ihtiyacı vardı]. İngiltere ve müttefikleri ekonomik çıkarlarını korumak için Çin ile savaşmak zorunda kaldı ve güçsüz olan Çin yenildi ve Güney Çin işgal edildi. Bu durumun suçlusu Çin’dir ve işgal karşısında utanç duyması gereken de Çin’dir.”


Bu arada, sömürgeci-işgalci İngiltere’ye Tanrı’nın da eşlik ettiğini söylemezsek konu eksik anlatılmış olur: İngiltere’nin Güney Çin’i işgaliyle birlikte başta İngiltere ve Amerika olmak üzere dünyanın dört bir tarafından Hristiyan misyonerler de Çin’e üşüştüler. Bugün Çin’de 80 milyon civarındaki Hristiyan nüfus büyük oranda onların eseridir.


Beyaz Adam’ın kabusu: Çin sanayileşmesi-sanayi devrimi


ÇKP kaynaklarında tanımlandığı haliyle, yaşanan sanayileşme atılımı gerçekte devam etmekte olan sanayi devrimi sürecidir. Çin’in sanayileşmesi “makine üreten makinelerin de üretildiği” bir sanayileşmedir; Çin, emperyalist ülke firmalarının montaj üssü değildir. Bu nedenle, bu yazıda sanayileşme ve sanayi devrimi aynı anlamda kullanıyorum. 


Her toplum sanayileşmeyi ister. Çabalayıp çabalamadıkları veya başarıp başaramamaları ayrı bir konudur. Sanayileşmeyi arzulayan toplumların ortak (belki de tek) amacı refah, daha iyi bir yaşam ve gelecek beklentisidir. Günümüzdeki sömürgeci “Beyaz Adam” muhiplerine göre, Çin bu kategoriden ayrışıyor ve “aşağılanma yıllarında yaşadıklarını veya aşağılanma yıllarını tekrar yaşamamak” için sanayileşiyor. Üstelik bu korku veya motivasyon o kadar güçlü ki, Çin’in büyük bir başarıyla sanayileşmesini sağlıyor. 


Çin’in bilimsel, teknolojik ve endüstriyel yükselişini “aynı utancı bir daha yaşamamak motivasyonu” ile açıklamaya çalışan sömürgeci muhipleri aslında bir kuyruk acısından bahsediyorlar. Batı’daki ve Çin’deki sanayileşme arasında çok anlamlı bir farklılık vardır: Batı’da sanayi devrimi palazlanan burjuva sınıfının eseriyken Çin’de komünist partisinin (işçi sınıfının) öncülüğü ve yönetiminde gerçekleşmektedir (ÇKP’nin komünist müktesebatı ve işçi sınıfını ne kadar temsil ettiğine ilişkin eleştiriler bu yazının kapsamı dışındadır). Başka bir ifadeyle, sanayi devrimi günümüzde de mümkündür; ama bu süreç artık gericileşmiş burjuvazi tarafından değil tarihin yeni ilerici-devrimci gücü işçi sınıfı tarafından başarılabilir. Çin’de yaşanan süreç tarihin yeni devrimci-ilerici gücü işçi sınıfının (ÇKP) artık gericileşmiş olan burjuvaziyi tarih içindeki tahtından indirmesidir. Batı kapitalizminin kuyruk acısı bu tarihsel gerçekten kaynaklanmaktadır. Bu noktada, konuya biraz ilgi duyan herkesin bildiği bir diğer nedenden daha söz etmeliyiz: Çin’in bu göz kamaştırıcı yükselişi ile Batı kapitalizmi karşısına güçlü ve gerek ekonomik gerekse yönetim aklı-gücü (ÇKP) açısından baş edilmesi çok zor bir rakip olarak çıkmış olması.


İster sağdan ister soldan (burjuva solu) sayın, Batı kültürü açısından günümüz uygarlık ve modernleşmesi Batı’ya (öncelikle Avrupa’ya) özgüdür ve Batı’ya aittir. Burada anlatılmak istenen, bu (kapitalist) uygarlık ve modernleşmenin Hristiyanlık kültürünün ürünü veya sonucu olduğu, Hristiyan teolojisine dayandığıdır. Bu önermeye göre, Çin’in Batı gibi sanayileşmesi-modernleşmesi olası değildir. Çünkü işin içinde coğrafi keşifler ve kolonyalizm-sömürgecilik, köle ticareti yoluyla sermaye birikimi ve en önemlisi dalıyla budağıyla Hristiyan teolojisi yok. Biraz daha günümüze gelirsek, bu önerme şu biçimi alır: “Çin, Batı’daki sanayileşme-modernleşme düzeyine erişemez. Çünkü Çin, burjuva liberalizmini ve değerlerini, liberal-temsili demokrasiyi benimsemiyor.” Oysa ÇKP’nin hedefi, en azından söylem düzeyinde, Batı’nın kapitalist uygarlık ve modernleşmesine sadece erişmek değil onu aşmak.


ÇKP, bir burjuva partisi karakteri mi taşıyor?


Bilindiği üzere, şu özellikler dünyadaki bütün burjuva partilerinde görülür: Bel altı vuruşlar da içeren sert rekabet, dizginlenemeyen kişisel hırslar ve küçük hesapların yol açtığı hizipler; rakibe dirsek atma, kol bükme, çelme takma; çeşitli çıkar çevrelerinin sözcülüğü, çıkar dağıtarak oluşturulan ittifaklar-satın almalar, kayırmacılık; lider sultası, lidere rakip görülen kişinin saf dışı edilmesi-ayak kaydırma vs. Oysa Batı’nın dezenformasyon medyası bu mide bulandırıcı özelliklerin çoğunu ÇKP’yi anlatmak için kullanıyor. Tek fark, bunların ÇKP içinde (Batı’nın burjuva partilerinde olduğu gibi) açıktan yaşanmaması. Bütün bunlar bu hesap sorulamayan büyük güc aygıtı (ÇKP) içinde önemli bir köşe tutmak ve böylece çıkar ilişkileri ağına dahil olmak için yaşanmaktadır. Böylece, kendiniz ve çevreniz zenginleşebilir, çocuklarınız ve yakın çevreniz için bütün kapılar açılır ve ayrıcalık-dokunulmazlık kazanırlar vs.


Gerçi daha yakın geçmişe (10 yıl öncesine) kadar bu türden güç istismarlarının olmadığını söylemek gerçeğe gözünü kapamak olur. Yine ÇKP içinden üretilen ve Parti üst-orta düzey yöneticilerinin ayrıcalıklı çocuklarını tanımlamak için kullanılan “Parti’nin prensleri” diye bir kavram vardı. Parti’de veya devlet kurumlarında üst düzey bir pozisyona sahip olmak bu prensler için bir nevi aile mirasına konmak gibiydi. Özellikle son on yıldır (Şi Cinping ile birlikte), ÇKP, bu rüşvet-çıkar ve kayırmacılık “kültürü” açısından çok ağır bir temizlik geçirdi. Şimdi, parti içinde seçilme, yükselme, atama, terfi vs gibi süreçlerin liyakate ve dürüstlüğe uygun olarak işlediğini söyleyebilirim.


Peki ÇKP, Batı medyasında anlatıldığı, yukarıda bahsedildiği gibi bir parti midir? ÇKP’nin örgüt yapısını ve işleyişini anlatmak bu yazının kapsamını fazlasıyla aşar,  zaten amaç da bu değil. Bunu başka bir yazıda ayrıntılı olarak ele alacağım. Şimdilik ÇKP’nin kişisel hırsı “bireyci burjuva liberalizminin hastalığı” olarak gördüğünü ve tolerans göstermediğini belirtmekle yetineceğim. Parti’de yetenek, donanım vs gibi özellikler yanında sorumluluk alma isteği çok önemlidir. Hırs ve sorumluluk almaya istekli-hevesli olmak arasındaki farkı okuyucunun ayırabileceğinden eminim. ÇKP için çok belirleyici olan fakat batı medyasının hiç anmadığı, özenle gözlerden kaçırdığı bir diğer özellik “yoldaşlık hukuku”dur. Sadece bu iki özellik bile ÇKP’nin batının yoz burjuva partilerine benzemesini önlemek için büyük öneme sahiptir.


ÇKP’ye içeriden bakabilmek ve dezenformasyondan uzak bir anlayış için;

  1. Sağlam bir Marksist müktesebata sahip olmalısınız.

  2. İyi düzeyde Çince bilmelisiniz.

  3. ÇKP tarihini ve geçirdiği evrimi (değişimleri) bilmelisiniz,

  4. Mao, Zhou En-Lai (Co Enlay) ve Deng Xiaoping (Dıng Şiyavping) külliyatına hâkim olmalısınız.

  5. Parti'nin yayınladığı kitap-dergileri okumalısınız (ki bazıları muhteşemdir).

  6. Parti ile yakın ilişkileriniz olmalı. Bu yakın ilişki aynı ideolojik çizgide olmak anlamına gelmiyor. Konuşabildiğiniz, görüşlerine-değerlendirmelerine başvurabileceğiniz, size iletişim kanalları açabilecek ve bilgi sağlayabilecek yakın ve samimi dostlarınızın olması anlamına geliyor.

  7. ÇKP kongrelerini izlemelisiniz. (Salonda izlemek için özel davet gerekir.)


Bunun dışında, Çin-ÇKP üzerine ahkâm kesmek için Global Times gazetesi ve başka İngilizce gazete metinlerne göz atmak, Google translate çevirisiyle Çince bazı metinler okumak (ve Çince bilmediği halde parantez içinde Google translate’den apartılan Çince karşılıkları vererek bilgiçlik taslamak) ve ansiklopedi bilgisi satmak heveslisine pek bir şey kazandırmaz. ÇKP’yi anlamaya ise neredeyse hiç faydası olmaz.


Daha önce de vurguladığım gibi, Batı medyasında ÇKP (ve Çin) hakkında yazılanların çok büyük bir kısmı bilgi vermeyi ve anlamayı-anlatmayı değil dezenformasyon yaymayı amaçlar. Bu kaynaklardan edindikleriniz ve yaptığınız alıntıların üstüne eser miktarda ansiklopedi bilgisi serpiştirirseniz ve biraz da siz saçmalarsanız ortaya kimsenin yadırgamadığı bir ÇKP (veya Çin) yazısı çıkabilir. Hatta bu saçmalamalar size ÇKP-Çin uzmanı payesi bile kazandırabilir. Yazdıklarınız bunca yıllık dezenformasyon anlatısıyla tutarlı olduğu için kimse “ne saçmalıyor bu?” demez. 


Bu zevat arasında adında komünist geçen bir parti (Çin komünist Partisi) için “tarihe ve dünyaya bakışlarını şekillendiren önemli bir öğenin Marxsizm olduğunu” keşfeden ve Parti'nin bilinmeyen bu özelliğini faş eden kaşifler bile var. Bu göz kamaştırıcı entelektüel derinlik ilgilisine “büyük bir ÇKP ve Çin cahili payesi” kazandırır. Bir komünist partisinin ideolojisinin Marksizm olması hakikaten çok acayip bir şey, görülmüş şey değil…


ÇKP adına bir talihsizlik: “Çin Muhipleri Cemiyeti”


Arapça “Habib” (aşk, sevgi) kökünden gelen muhip kelimesi siyaset söz konusu olduğunda masum bir kelime olmaktan çıkar ve olumsuz bir anlam kazanır. Özetle, hizmetine talip olunan, hizmetine girilen “egemen güce bağlılık” anlamına gelir. Bu tayfanın Çin-ÇKP ile ilişkisi ideolojik veya Marksizm üzerinden kurulan bir tür dayanışma ilişkisi değil önceki cümlede bahsettiğim gibi bir muhiplik ilişkisi. Kendini bilenler için tam bir onursuzluk ve utanmazlık... O kadar ki, ÇKP, “Marksizm’den vazgeçtik, yaşasın kapitalizm” dese, bu tayfa ertesi gün Marksizm’e saldırır ve kapitalizm güzellemeleri döktürür. Çin yönetimi, “Bundan sonra en yakın müttefikimiz ABD’dir. Rusya dünyanın baş belası bir emperyalisttir” dese, bu muhipler cemiyeti ertesi gün ABD güzellemeleri döşenir ve Rusya’ya saldırır. Gerçi Amerikancılıklarını 12 Eylül öncesinden biliyoruz. 12 Eylül faşist cuntasını desteklediklerini, o günlerde yayınladıkları gazetelerinde (bugün de aynı isimle yayınlanıyor) devrimcileri ad ve fotoğraflarıyla polise ihbar ettiklerini o günleri hatırlayanlar bilir.


ABD emperyalizmiyle sadece kişisel nedenlerle veya durumsal sorun yaşayan faşistleri yoldaş kabul eden ve onlarla ittifak kuran bu tayfa ile kurduğu ilişkiler ÇKP adına büyük bir talihsizlik ve batının yaydığı o bildik Çin algısını besleyen bir olumsuzluk.