28.07.2021 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
Çin Komünist Partisi (ÇKP) kaynaklarına göre “Afganistan’da doldurulması gereken hiçbir boşluk yoktur. Çünkü o topraklar Afgan halkının... Afganistan’ı Afgan halkı yönetir ve ülkenin sahibi Afgan halkıdır. Bu ilke Afganistan’ın sorunlarının sadece Afganların kendileri tarafından çözülebileceği ve başka bir ülke tarafından yönetilemeyeceği anlamına gelir. Bu aynı zamanda Afganistan’ın bir boşluk olmadığı, kendi kendisinin efendisi olduğu anlamı taşır. Afganistan büyük bir ülkenin avı değildir ve büyük ülkeler arasında devredilemez ve bölünemez. Afganistan’ın bir komşusu ve dostu olarak Çin, Afganistan’da uzlaşmayı teşvik etmeye devam edecek ve halkın iradesine saygı duyacaktır.” Görüldüğü üzere, Çin, ne Afganistan’da bir boşluk olduğunu kabul ediyor ne de birilerinin oluşacağını varsaydığı o boşluğu doldurma niyeti taşıyor. “Boşluk doldurma” üzerine döktürenlere gözlerini Çin’e değil Hindistan’a çevirmelerini öneririm.
Çin-Afganistan ilişkileri
Çin, sanırım iki tarafla (mevcut Afgan hükümeti ve Taliban) da konuşabilen, iyi ilişkilere sahip ve iki tarafın da saygı duyduğu tek ülke. Afganistan hükümetiyle görüşmeyi yıllarca reddeden Taliban’ın ABD’nin çekilme kararının ardından hükümetle görüşmeye ikna edilmesinde Çin’in (ve Pakistan’ın) büyük payı olduğunu düşünmek yanlış olmaz.
Çin ile Taliban arasında ilk temas ve görüşmelerin ne zaman başladığı epeyce sis-pus arasına gizlenmiş olsa bile, 2016’nın biraz daha öncesinden beri Taliban’ın Çin’e ziyaretler yaptığı ve Çin hükümet yetkilileriyle görüştükleri biliniyor. Fakat bu ziyaret ve temaslar Çin tarafından hiçbir zaman “resmi ziyaret” olarak anılmadığı gibi bu konuda bir açıklama da yapılmadı. Bu konuda bilinenler Taliban yetkililerinin ziyaret sonrası yaptıkları açıklamalardan ibaret.
Bildiğim kadarıyla
Çin, bugüne kadar Taliban’ı Afganistan’daki 20 kadar İslamcı terörist gruptan
ayrı tuttu ve hiç “terörist” olarak anmadı. Bu konuda Taliban’ın Uygur
bölgesindeki radikal İslamcı-gruplarla işbirliği yapmasını ve yardım etmesini
önlemek için “yapıcı” bir dil kullanmak ve sürekli ilişkide kalmak isteği,
Talibansız bir Afganistan’ın hayalden ibaret olduğunu görüp gelecekteki
ilişkilere yatırım yapma öngörüsü, gelecekte Afganistan’ı Pakistan üzerinden
Kuşak ve Yol girişimine dâhil etme niyeti gibi faktörlerin rol oynadığı söylenebilir.
Bunların dışında, biraz spekülatif olmakla birlikte, çok önemli bir faktör daha
olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki, Çin, Sovyetler Birliği’nin (SB) Afganistan’ı
işgal etmesine (1979) hep karşı çıktı ve Babrak Karmal hükümetini tanımadı.
Bunda o yıllarda Mao’nun “Üç Dünya Teorisi”nin ÇKP içinde yüksek kabul gören
dış politika ilkesi olmasının payı olduğu gibi, işgalin Çin’in rakip ve tehdit
olarak gördüğü Hindistan tarafından desteklenmesinin ve Çin’e karşı eylemlerde
kullanılma riskinin de rolü olduğu bir gerçek. Bazı (güvenilir) kaynaklara
göre, Çin’in işgale karşı çıkması diplomatik düzeydeki çabalar ve girişimlerden
ibaret değildi. SB ordusuna karşı savaşan “Afgan mücahitler”e askeri teçhizat
desteği de verildi.
O yıllarda Deng Xiaoping yönetimindeki Çin, bir taraftan “reform ve açılım” politikalarını hayata geçirme hazırlığı yaparken SB ile ilişkilerini de normalleştirmeye çalışıyordu. SB’nin Afganistan’dan çekilmesi talebini ilişkileri normalleştirmenin ön koşulu olarak ısrarla dile getirdi. Çin’in “mücahitler”e yaptığı yardımın, verdiği desteğin SB-Çin görüşmelerinin bir noktasında veya SB, Afganistan’dan çekilirken son bulduğu söyleniyor. O günkü “mücahitler”in içinde bugünkü Taliban’dan, üst düzey yöneticilerinden birilerinin bulunması bence yüksek bir olasılık. Yani geçmişin tanışıklığı, iyi ilişkileri bugünkü ilişkileri de etkiliyor olabilir.
Ekonomik ilişkiler
Çin-Afganistan arasındaki ekonomik ilişkiler hakkında ortalıkta fazlasıyla abartılı rakamlar dolaşıyor. Sanırım amaç Afganistan’ın Çin için çok önemli olduğu ve Çin’in ABD’nin bıraktığı rolü üstlenmek (“boşluğu” doldurmak) isteyeceğine dair bir yanılsama oluşturmak. Oysa, 2018 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 700 milyon dolar civarındaydı ve o gün bu gündür anlamlı bir artış göstermedi. Afganistan’daki Çin yatırımlarının toplamı 400 milyon dolar civarındadır (Afganistan’a yaptığı hibe ve yardımların ise 250-300 milyon dolar civarında olduğu söyleniyor). Bu yatırımların en başlıcaları Kabil’in güneydoğusundaki Aynak bakır madeni ve kuzeyindeki Amuderya petrol sahası projesidir. Bununla birlikte, güvenlik durumunun ciddi şekilde bozulması nedeniyle, Çinli şirketler üstlendikleri projelerin yüzde 1’inden bile azını tamamlayabildiler.
Çin neyi amaçlıyor?
Prof. Zhang Jiadong, “Afgan meselesi Çin’in temel çıkarlarına dokunmuyor. Buna rağmen, Çin’in büyük bir güç olarak dünya barışına ve istikrarına katkıda bulunma sorumluluğu ve yükümlülüğü var. Afganistan Çin’in komşusu. Çin, komşusu Afganistan sorununun çözümüne katkıda bulunmazsa kendisini sorumlu bir büyük güç olarak kabul edemez” diyor.
Yukarıdaki değerlendirmesine benim de büyük ölçüde katıldığım Prof. Jiadong, siyasi içerikli bir yaklaşım ve girişimden yani Çin açısından ekonomik ilişki-işbirliğinin tıkandığı bir noktadan söz ediyor. ABD-NATO güçleri tarafından sağlanan güvenlik veya azaltılan güvenlik tehdidi ortamında Afganistan hükümeti görece de olsa bir istikrar sağlayabiliyordu. Bu görece istikrarlı koşullarda Çin, Afganistan’la ekonomik ilişkiler geliştirebildi.
ABD-NATO güçleri bir anlamda Çin’in Afganistan’daki yatırımlarının-ekonomik çıkarlarının da güvenliğini sağlıyordu. Şimdi öncelikli sorun güvenlik. Bu güvenliğin sağlanması ancak savaşan tarafların uzlaşmasını hedefleyen bir siyasal sürecin başlatılması (müzakereler) ve savaşın sonlanmasıyla mümkün. Aksi halde, Afganistan’dan başlayıp Pakistan’ı da içine alarak kuzeye doğru yayılması olası bir bölgesel istikrarsızlık bütün bölge ülkelerinin ortak kaygısı. İki tarafla da konuşabilen ve iki tarafın da saygı duyduğu Çin’in bu çok karmaşık ve zor sorunun çözümünü hedefleyen siyasi süreçte “sorumlu bir dünya gücü” olarak nasıl bir rol üstleneceği başta ABD olmak üzere herkesin merak ettiği konu.
Görünmeyen, kaybeden komşu Pakistan
Adı pek anılmasa
bile, savaşın bir kaybedeni daha var: Pakistan. Üstelik üç yönlü bir kaybı söz
konusu:
1-Afganistan’dan göç eden İslamcıların Pakistan’ın kültürel-siyasal dokusunda açtıkları yara ülkenin bugünkü çürümeye yüz tutmuş yapısının belki de en başta gelen nedenidir. İslamcı gericiliğin boğduğu ülke insan sermayesini büyük ölçüde kaybetti. Her anlamda geri gitti ve gittikçe ağırlaşan bir yoksulluğun pençesine düştü. Son 5-8 yıl içinde Çin ile kurduğu ekonomik ilişkiler sayesinde biraz nefes alabildi.
2-El-Kaide, CIA
taşeronu olan Pakistan istihbaratı tarafından kuruldu, desteklendi ve
büyütüldü. Afganistan-Pakistan sınırı El-Kaide ve Taliban tarafından adeta
lojistik üssü olarak serbestçe kullanıldı. SB’nin dağılmasının ardından ABD,
Afganistan’ı ve dolayısıyla besleyip büyüttüğü İslamcı grupları terk etmesine
rağmen, Pakistan bu grupları desteklemeye devam etti. Pakistan (istihbaratı)
ile bu terörist gruplar arasında ideolojik yakınlık içeren-yakınlıktan
kaynaklanan ilişkiler ABD-Pakistan ilişkilerinin bozulmaya başlamasının asıl
nedeni olarak gösterilir. Çin ile giderek gelişen ekonomik-siyasi işbirliği
ilişkilerdeki bu bozulmayı daha da derinleştirdi. İlişkilerdeki bu bozulmanın
sonucu Pakistan için dünyadan kredi bulamamak ve Suudi Arabistan’ın cömert
hibelerinden mahrum kalmak oldu.
3-İslamcı gruplara verdiği destek mevcut Afganistan hükümetinde ve hükümeti destekleyen Taliban karşıtı halkta ağır bir Pakistan karşıtlığına hatta nefretine yol açtı. Bu insanlar Pakistan’ı “Afganistan’ın mahvından” sorumlu tutuyorlar.
