27 Eylül 2020 Pazar

Wuhan kenti gibi olmak...

19. 09. 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Son günlerde memleket basınına ne zaman göz atsam “Falanca şehir Türkiye'nin Wuhan'ı oldu/olmak üzere” gibi benzetmelerle karşılaşıyorum. Sanırım bu benzetmeyle “Salgının çok yaygın olduğu, kontrolden çıktığı, vaka sayısının korkutucu ölçüde arttığı, toplum sağlığı için çok ciddi bir tehdit halini aldığı şehir” gibi bir şeyler anlatılmak isteniyor. Salgının ilk günlerindeki Wuhan için “kontrolden çıkma” hariç bunların hepsi söylenebilir(di). Fakat şu önemli farkı gözden kaçırmamalıyız: Covid-19 Wuhan'da görülmeye başladığında kimse neyle karşı karşıya olduğunu bilmiyordu (bu süreci önceki yazılarımda uzun uzun anlattım). 

Sorunun ne olduğu anlaşıldığında, yerel hükümetin yetersiz kalması-beceriksizliği üzerine, merkezi hükümet devreye girdi ve önceki yazılarımda anlattığım Çin'in dünyaya en iyisinden bir “kriz/salgın yönetimi dersi” verdiği o mücadele süreci yaşandı. Wuhan artık virüs ve salgın açısından dünyanın en güvenli şehirlerinden biri, belki de en güvenlisi (Bu, önlemlerin sona erdiği anlamına gelmiyor. Önlemler biraz gevşetilmiş olarak devam ediyor). Oysa bugün virüs hakkında neredeyse her şey biliniyor. Buna rağmen salgın önlenemiyorsa, bu noktada doğru örnek Wuhan değil salgınla baş etmeyi beceremeyen, salgının ülke genelinde kontrolden çıktığı ABD, Hindistan, Brezilya'nın vs bazı eyalet/şehirleri olabilir.

Bu baş edememenin nedeni insana, insan-toplum sağlığına mı yoksa sermayenin çıkarlarına mı öncelik verildiğinde aranmalıdır. 5 nisan 2020 tarihli “Nekahat dönemindeki şehir Wuhan” başlıklı yazımda iktisatçı dostum Zhou'nun “Bilimle inatlaşan, gerçeği yadsıyan ülkelerin ağır bedel ödeyeceği” tespitinden söz etmiştim. Bu tespite bir de “insan canının sermayenin çıkarları veya ilkel ve kötücül bir rejimin bekası için feda edilebilen bir değersiz nesne/araç sayılıp sayılmadığı” eklenmelidir.

Benim açımdan Wuhan kenti gibi olmak;

- Her şeyden önce bebeleri, çocukları anne-babaların yüreğini ağzına getirmeden, güven içinde okula gönderebilen şehir olmak demektir. Geçen hafta burada anaokulu ve ilkokullar açıldı. Çocukların güvenliği için alınan önlemleri yazsam (ki Çinliler bir önlemi laf olsun veya mış gibi yapmak için almazlar; alınan önleme mutlaka uyulur ve uygulanır) iradesine el konmuş yeteneksiz Saray yanaşmaları biraz utanır ve suçluluk hisseder mi acaba? 

- Doğrudan toplumun sağlığını, can güvenliğini, yaşamını ilgilendiren bir konuda halka yalan söylememek; halkın gözünde yalan söyleyecek kadar düşmemek demektir. Wuhan'da gerek karantina sürecinde gerekse sonrasında bütün veriler-durum günlük olarak hiçbir şey saklamadan, yalana boğmadan halkla paylaşıldı. “Salgını sakladılar, dünyaya yanlış bilgi verdiler” lafları Batı'nın dezenformasyonundan ibaret. Bilgi saklamadılar; neyle karşı karşıya olduklarını kendileri de bilmiyorlardı. Anlayabilmeleri zaman aldı. 

- İnsan canına değer vermek; insanın sağlığını-canını sermayenin çıkarı için feda etmemek demektir. 

- İşvereni çalışanların sağlığından sorumlu tutmak demektir. Açıklanan salgınla mücadele/önleme önlemlerini almak ve harfiyen uygulamak bütün işyerlerinde işverenin kesin sorumluluğudur. Bildiğim kadarıyla, bugüne kadar yüzlerce fabrikadan sadece birinde (dört ay kadar önce) bir Covid-19 vakası çıktı ve önlem olarak sağlık yetkilileri fabrikayı bir hafta kapattı. 

- Halkın korkularını giderebilmek, yaşadığı kaygıyı hafifletebilmek için on iki milyonluk bir kente on gün içinde bir kişi bile dışarıda kalmamak üzere (ücretsiz) nükleik asit testi uygulamak ve sonuçları hızla açıklamak demektir.

- Bilimi rehber kabul etmek ve sorunla bilimin öncülüğü-yol göstericiliğinde mücadele etmektir, hurafe-safsatayla yoğrulmuş bir ilkel ve bağnaz aklın zırvalarıyla değil.

Kuşkusuz bu liste daha da uzatılabilir. Bu kadarının yeterli olduğunu sanıyorum. Wuhan örnek olarak kullanılacaksa, doğru olan bu bağlamda kullanılmasıdır. Çin yönetimi açısından Wuhan olmak kısaca, “Büyük bir sağlık tehdidini görüldüğü yere hapsetmek, bütün ülkeye yayılmasını çok büyük ölçüde önlemek ve böylece ülke halkını bu sağlık tehdidinden korumaktır.” 

Yazının başında andığım “kötü örnek” ülkelerden biri olan Hindistan konusuna burada tekrar dönmek istiyorum. Zira buralarda Türkiye'nin adı bu ülkeyle birlikte anılıyor. Nedeni şu: İkinci salgın dalgasını başlatabilecek potansiyel tehdit kaynağı olarak dünyanın bu tarafı için Hindistan'dan, Batı tarafı (Avrupa ve yakın çevresi) için ise Türkiye'den korkuluyor. Yani yönetim anlayışı olarak neredeyse birbirinin kopyası, insan malzemesi olarak ise çok benzer iki ülkeden...

ABD’nin kaybettiği ‘Soğuk Savaş’ mevzii: Hong Kong

 11. 09. 2020 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Sonunda beklenen (en azından benim beklediğim) oldu. Geçen yılın sonları gibi Hong Kong (HK) hükümetinin çıkarmaya niyetlendiği fakat protesto gösterileri üzerine geri çektiği “Suçluların İadesi Yasası”nın biraz daha kapsamlısını Çin Ulusal Halk Kongresi (Meclis) “HK Ulusal Güvenlik Yasası” adı altında çıkardı ve 30 Haziran’da yürürlüğe girdi. Bu yıl yapılması gereken HK Meclis seçimleri de “Covid-19 salgınında HK’un hassas durumu” gerekçesiyle bir yıl süreyle ertelendi. Covid-19 tabii ki işin bahanesi. Amaç, bu bir yıl içinde ABD-İngiltere emperyalizminin HK’a elini uzatmasını imkansız hale getirmek ve işbirlikçilerinin kolunu kanadını kırmak. Böylece, seçimlerde etkili olmalarının önünü kesmek. Bu arada, çıkarılan yasa kapsamında alınan önlemlerin HK halkının yaşamını etkilemediğini de HK halkına göstermek. Çin hükümeti, protestoları şiddete boğan, sağa-sola, sıradan insanlara saldıran provokatörlerle ABD-İngiltere emperyalizmi arasındaki ilişkiyi teşhir etmeyi zaten büyük ölçüde başarmıştı. Son ziyaretimde HK’lılardan en çok duyduğum cümle “Ben Amerikancı değilim. ABD’nin HK’ya müdahalesine karşıyım” cümlesi olmuştu. Bu HK’lılar açısından iyiye işaret sayılabilir. Çünkü “demokrasi yanlıları” diye etiketlenen o muhalefetin çoğunluğu HK’yı Çin’in değil “Batı dünyası”nın bir parçası sayan ABD-İngiltere yanlılarıydı. 

Bu konuda önceki (gösteriler sırasındaki) yazılarımı okuyanlar “şiddete boğulmuş gösterilerin ABD emperyalizminin Çin’e karşı yürüttüğü soğuk savaşın bir parçası olduğu, protestoları yönlendirenler/liderlik edenler ile ABD-İngiltere emperyalizmi arasında “çok yakın ilişki” bulunduğu gibi gerekçelerle gösterilere destek vermediğimi hatırlayacaktır. 

Çin’in çıkardığı ve yürürlüğe giren HK Ulusal Güvenlik Yasası’nın ardından önceki eylemlerde liderlik yapanlar tarafından protesto gösterisi çağrıları yapıldı ve bazı küçük çaplı eylemler oldu. Çağrı yapan bu kişilerin çoğu ya yasanın çıkmasının hemen ardından veya daha önce ABD ve İngiltere’ye kaçmıştı. HK’da olanlar ise tutuklandı, bazıları yüksek kefaletlerle serbest bırakıldı. Tutuklananlar (ve kefaletle serbest bırakılanlar) İçinde bir kişi var ki, Cumhuriyetçi Parti’ye yüklü seçim bağışları yapacak kadar Amerikancı (ve ABD vatandaşı), azılı Çin karşıtı ve yeminli bir anti-komünist HK’lı zengin. Çin karşıtı kışkırtıcı yayınlar yapan faşist Apple Daily (kapatıldı) internet portalının da sahibi.

thegrayzone.com editörü ABD’li gazeteci Max Blumenthal, “Çin’e Karşı Uluslararası Yeni Soğuk Savaş” başlıklı sempozyumda yaptığı konuşmasında şunları söyledi: “Çin’in herhangi bir provokasyonu olmadığı veya ABD’yi kışkırtacak herhangi bir olayda parmağı bulunmadığı halde, ABD hükümetinin Houston’daki Çin Konsolosluğu’nu zorla kapatması ironiktir. Çin karşıtı koalisyonun fiili başkanı Senatör Marco Rubio, konsolosluğun ‘casusluk üssü olduğu’nu söyleyerek kapatılmasını savundu. Bunun ironik olduğunu düşünmemin nedeni sadece senatörün bu açıklaması için kanıt bulunmaması değil, aynı zamanda, HK Ulusal Güvenlik Yasası’nın kabulünden bu yana ABD ve HK protestoları arasındaki gizli anlaşmanın açığa çıkan bir gerçek olması… Haberlere göre, ABD Uluslararası Medya Ajansı, HK’daki protestolara 2 milyon ABD doları bağışladı. Bunun yanı sıra lojistik ve güvenli iletişim ekipmanı sağladı. Bildiğimiz gibi bunlar tamamen barışçıl protestolar değil. ABD medya kuruluşu, Çin’i istikrarsızlaştırmak için 2 milyon dolar harcadı! Xinhua Haber Ajansı veya Çin Uluslararası Televizyon İstasyonu (CGTN) gibi Çin resmi medyası Portland’daki ABD’li protestoculara iletişim ekipmanı sağlasa ve onlara doğrudan para yardımı yapsa, ABD’nin tepkisi ne olurdu hayal edebiliyor musunuz? HK’da protestolara liderlik ettiği bilinen Luo Guancong ve Huang Zhifeng gibi kişilerin Londra ve Washington’da Çin karşıtı lobiyle birlikte yumruklarını havaya kaldırdıklarına ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile sıkça görüştüklerine tanık olduk. (Konuşmanın tamamının çevirisi kamuraninnotdefteri.blogspot.com ‘dan okunabilir. ABD-Batı basınının Çin, Şincan-Uygur bölgesi ve HK hakkındaki haberlerini nasıl yaptığını anlamak için bu çeviri özellikle okunmalıdır.)

HK bir bedel ödeyecekse, bu bedel Çin’e kendi gözleriyle bakıp Çin gerçeğini ve yaşanan sorunun doğasını doğru anlamak yerine emperyalistlerin gözüyle bakmak ve kurtarıcı bilip “ABD-İngiltere’nin Çin sorununa” karşı emperyalistlerle aleni işbirliği yapmak yüzünden ödenecek. Yine de Çin’in sıradan insanlara bir bedel ödeteceğini ve HK’nın günlük yaşamında fazla bir şey değişeceğini sanmıyorum. Çünkü yasa öncelikle emperyalizmin HK’yı Çin’in yumuşak karnı sayıp soğuk savaş üssü olarak kullanmasını sona erdirmeyi, emperyalizmin ayağını HK’dan kesmeyi amaçlıyor. Fakat şu da bir gerçek ki, ÇKP’nin milliyetçi damarı HK’lılara Çinli olduklarını ve HK’nın Çin’e bağlı bir (özerk) yönetim birimi olduğunu hatırlatan düzenlemeler/müdahaleler yapmaktan geri durmayacaktır. Bana öyle geliyor ki, zaman artık HK solunun zamanı. (“Komünist”) ÇKP’ye rağmen sosyalistlik yapmak pek öyle kolay bir iş olmasa bile...