19 Haziran 2019 tarihli BirGün Gazetesinde yayınlanmıştır
Bir yıl kadar önce, iki
ABD’li eski diplomat “Foreign Affairs” dergisinde ABD’nin 70 yıllık Çin
politikasını, bu politikanın nasıl başarısız olduğunu anlatan ve “Yeter artık
bu kadar çuvallama. Birileri gerçekleri söylemeli” isyanı gibi duran "The
China Reckoning" başlıklı önemli bir yazı yayımladı (isteyenlere makaleyi gönderebilirim).
Çinli yazarların eleştirileri ve diğer tarafın da verdiği cevaplarla zengin
içeriğe sahip bir tartışma yaşandı.
Çöken Çin
politikası
O makale özetle
şunları söylüyor: “G. Marshall’ın Kuomintang ve Komünistler arasında arabuluculuk
girişiminden bugüne kadar ABD, hep Çin’in yörüngesini belirleyebileceğine dair
abartılı bir güç algısına sahip oldu. Nixon, Çin açılımını yaparken bu politikasının
Pekin ile Moskova arasına bir kama sokacağını ve zamanla Çin’in kendi çıkarlarına
dair görüşünü değiştireceğini ve ABD’yle yakınlaşacağını varsayıyordu. Nixon’dan
beri, ‘derinleşen ticari, diplomatik ve kültürel bağların Çin'in iç gelişmesini
ve dışarıyla ilişkilerini değiştireceği’ varsayımı ABD stratejisinin temelini
oluşturmaktadır. Oysa yarım asırdır yaşananlar bu politik yaklaşımın taraflarının
yanıldığını gösteriyor: (1) Çin’in kaçınılmaz olarak açıklık yönünde
değişeceğini öngören serbest ticaret yanlıları ve finans kesimi, (2) Pekin’in
isteklerinin ancak uluslararası toplumla daha fazla etkileşim yoluyla yumuşatılabileceğini
iddia eden entegrasyon yanlıları ve (3) kalıcı ABD üstünlüğünün Çin'in gücünü azaltılacağına
inanan şahinler.
Ne havuç ne de sopa
Çin'i beklendiği gibi etkiledi. Diplomatik ve ticari bağlantılar politik ve
ekonomik açıklık getirmediği gibi, askeri gücünü geliştirmesini de önlemedi. Pekin,
ABD’nin bir dizi beklentisiyle çelişerek kendi rotasını takip etti. Ekonomik liberalleşmeyi
20 yıl önce durdurdu ve Batı’nın beklentilerinin aksine, devlet kapitalizmi
modelinde ısrarcı oldu. Pekin, ekonominin kontrolünü sürdürmekte ısrarcı
davranıyor, devlete ait işletmeleri konsolide ediyor ve ulusal teknoloji
şampiyonlarını teşvik eden sanayi politikaları (“Made in China 2025” planı) izliyor.
Çin, ayrıca, mevcut
uluslararası kurumlara olan bağlılığını derinleştirmek yerine, kendi bölgesel
ve uluslararası kurumlarını oluşturmaya karar verdi. Asya Altyapı Yatırım Bankası,
Yeni Kalkınma Bankası gibi kurumları kurdu ve Kuşak ve Yol Girişimini başlattı.”
Batı’nın
anlayamadığı ÇKP
Yazarların “ABD, Çin’i
bir türlü doğru anlayamadı” itirafının son örneği, daha kıdemli Çin Komünist
Partisi (ÇKP) kadroları varken neden Xi Jinping’in Devlet Başkanı seçildiğini
anlayamamasıdır. Oysa Xi, Çin’in yörüngesinde belirgin bir değişiklik
olacağının işaretiydi. O keskin ÇKP zekâsı, Çin’in artık bir dünya gücü olarak
ortaya çıkmasının zamanı geldiğine ve Deng Xiaoping’in Batı ile karşı karşıya
gelmemeyi önceleyen “ihtiyatlı” politikasının terk edilmesi gerektiğine karar
vermişti. O yüzden, Deng ekolünü benimseyen kıdemli ÇKP kadrolarından biri
değil Xi seçildi.
ABD’nin Çin
politikasını oluşturmak için yararlandığı akademya, eski diplomatlar vs’nin ÇKP
hakkındaki bilgileri çok sınırlı veya seçici bir körlükle bakıyorlar. ÇKP’yi
çıkar gruplarının temsilcileri arasında çatışmalar, hizipler arası mücadele vs
yaşanan Batı’daki bir merkez siyasi parti gibi görüyorlar. Çin’in büyük
zenginlerini bile üye yapan bir partinin öyle olması gerektiğini varsayıyorlar
(oysa onlar basitçe üye, karar süreçlerinde yer almıyorlar). Gerçekte ÇKP ne
böyle bir parti ne de lider sultası olan bir tek adam aklı. Bir türlü
anlayamadıkları şey ÇKP içinde varlığını sürdüren “yoldaşlık hukuku”. Bu tabii
ki Parti içinde belli ölçüde bir rekabet yaşanmadığı anlamına gelmiyor. Fakat
bu rekabet dışarıdan görünmez. Batılıların anladığı biçimdeki bir rekabet ÇKP
için “Burjuva liberalizminin hastalığı”dır ve Parti’den tasfiye sebebidir.
Yazarların
eleştirilere cevap niteliğindeki ikinci makalelerinde“Bazı eleştirmenler daha
sabırlı olmamızı ve Çin’in politik evrimini henüz tamamlamadığına inanmamızı
istediler. ABD, Çin’deki reformcuları güçlendirmeye çalışmalı ve desteklemeli
dediler” sözlerini “ABD, ÇKP’ye çeşitli yollarla çengel atmaya çalıştı” olarak
anlamak yanlış olmaz. Özellikle HK doğumlu bazı İngiliz vatandaşlarının bazı “seçkin”
ÇKP kadrolarıyla ilişkileri bir aralar burada kulaktan kulağa fısıltıyla
dolaşırdı. Sonuç iki taraf için de iyi olmadı. ÇKP hukukunda bu nevi “sızıntı
adamlar”ın yakınlaşmasına izin vermek bile disiplin suçudur. (Daha açık
yazarsam RTÜK bizi kapatır. Ne de olsa 1,3 milyar Çinli bizi izliyor.)
Trump
sonrası
ABD, Trump’la
birlikte, şişkin egolu bir adamın kişisel güç gösterisi olarak tarihe geçecek
bir ahmaklık daha yaptı: Kuzey Kore’yi yaptırımları sonlandırma, Vietnam’ı ise
“cömert” ekonomik yardım karşılığında Çin’i kuşatma stratejisinde kullanmayı
denedi. Sürecin kazananı K. Kore oldu. Kendisi için ABD’yi hem tehdit olmaktan büyük
ölçüde çıkardı hem de o tutarsız Trump aklını ne yapacağını bilemez bir
şaşkınlığın içine itti. Yani Trump’la birlikte kişiselleşmeye başlayan ABD dış
politikası K. Kore ve Vietnam’ı da yanlış anladı. Böyle giderse, ABD
emperyalizmi 10 yıl sonra Çin+Vietnam’la uğraşmak zorunda kalacak. Çünkü Vietnam
ekonomisi Çin’in de desteğiyle şaşırtıcı bir şekilde gelişiyor.