Aşağıdaki yazıyı bir
Hong Kong (HK) TV kanalının Malezya asıllı bir genç kadınla yaptığı bir
söyleşiden özetledim:
“Henüz beş-altı
yaşımdaydım. Annem evden çıkarken başıma sımsıkı bir örtü sarardı. Bunu neden yaptığını
sorduğumda, ‘Seni dışarıdaki kötülüklerden korusun diye’ derdi. Ne demek
istediğini şimdi anlıyorum. O dışarısı dediği (dindar) ‘koyu karanlık’ topluluk
o yaşta bir çocuğun bedensel ve ruhsal gelişimi için sağlıklı değildi.
Bir HK üniversitesinden
burs kazandığımda, çevre HK’da okumama karşı çıktı. Fakat annem hepsine direndi
ve beni HK’a gönderdi. Burada insanların bana içtenlikle yardım etmek
istemelerini önceleri kuşkuyla karşılayıp kaçındığımı hatırlıyorum. Oysa ne
kadın olmamla ilgileniyorlardı, ne başka bir dinden olmam umurlarındaydı, ne de
benim üstümden sevap kazanmak gibi bir içten pazarlıkları vardı. Bunu fark
etmem benim için çok acı verici oldu. ‘Bana içtenlikle yardım etmeye çalışan
insanlardan sadece yararlanmayı düşünmek ahlaksızlık’ dediğimi ve sarsıldığımı
hatırlıyorum. Her şeyin en iyisi, en doğrusu olduğuna inandığım inancımdaki bu
ağır ikiyüzlülükten çok utandığımı anımsıyorum. Yani suçluluk ve utanma
duygusunu keşfetmiştim… Bunlar yetiştiğim o koyu dindar çevrede olmayan insani
hasletlerdi. Ben tövbe kültüründen geliyordum. Her aklıma geldiğinde, çoğu
zaman ne için olduğu bile belli olmayan bir tövbeyle o saate kadar bilerek veya
bilmeyerek yaptıklarımdan temize çıkmak beni taşıdığım o ağır ikiyüzlülükle ve
davranışlarımın sorumluluğuyla yüzleşmekten alıkoymuştu.
Kişisel aydınlanmam
işte böyle başladı…
Sımsıkı kapanırsam
ve erkeklerle temastan uzak durursam, onları şehvetten koruyacağıma ve inançlı
bir kadın olarak bunun görevim olduğuna inanırdım. Fakat son günlerde en ilkel,
hayvani dürtülerini bile kontrol edemeyecek kadar iradesi zayıf bu erkek
figürün çok ilkel olduğunu ve dolayısıyla saygıyı ve değer görmeyi hak
etmediğini düşünmeye başlamıştım. Bu düşüncelerimi üniversitedeki Müslüman
öğrencilerin oluşturduğu bir toplulukta dile getirme cesareti gösterdim.
Bazıları çeşitli ayetlerle, hadislerle yanlış düşündüğümü kanıtlamaya çalıştı.
Bazıları ise hakaret etti. ‘İlkel ve ahmaksınız. Yaşadığınız o karanlık
çukurunuzda kahrolun’ dedim ve çekip gittim. Topluluğa arkamı dönüp giderken
başörtümü de çıkarıp attım. Bu, adeta o ilkel ve karanlık ‘erkek’ aklına
attığım bir tokattı. Önce o karanlıktan uzaklaştım, sonra da dinden (tüm
dinlerden). Anneme başörtüsünü çıkardığımı söylediğimde, ‘Orada ona ihtiyacın
yok’ dedi. Bir şeye tapınmam gerekirse, anneme tapınırım. Beni haram, günah ve
yasak arasına kıstırılmış ve ikiyüzlülükle kuşatılmış ilkel-geri bir hayatın
kurbanı olmaktan esirgeyen annemdir.
İslami anlayışın insanlığa
sunabileceği bir şey yok. Derin ve karanlık bir çukurdalar. Yaptıkları tek şey,
çıkmayı bir türlü beceremedikleri o çukuru her gün biraz daha koyu karanlık
hale getirmek. O karanlığı üretecek bolca kadın-erkek molla yetiştiriyorlar. Bu
karanlık uzmanlarından bazılarını yakından tanıdım. Şimdi anlıyorum ki, bulamaç
kıvamında konuşan o mollalar anlattıkları iyice akıl bulandırıcı olsun diye
özel çaba gösteren ağır yalancılardı. Hep imana davet eden bu molaların iman
dedikleri o şey aslında, aklın hurafe ve din soslu yalanlarla boğulup işlemez
hale getirilmesi demek. Karanlığının esiri olan o ‘iman’ dinlediği yalanları
kutsal ve derin dini bilgiye dönüştürecek kadar güçlü bir cehalet.”
Aslında, bu genç
kadın mayası AKP ile aynı hamurdan karılan bir İslam anlayışı ve İslami
camiadan bahsediyor…
Not: Bu yazı 29 Ekim 2017’ tarihli BirGün’de
“Tövbe kültürü” başlığıyla yayınlandı. #10yearschallenge’ın o özgür ruhlu cesur
kadınlarına bir saygı duruşu olarak kısaltarak tekrar yayınlıyorum. (K. Kızlak)