21 Mayıs 2017 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
Çin Devlet Başkanı Xi
Jinping’in “Kuşak ve Yol Forumu”ndaki açılış konuşması, Çin devlet aklının
uluslar arası toplantılarda yaptığı her konuşma gibi çok güzel ve
etkileyiciydi. Sanki dostluk ve işbirliği üzerine yazılmış bir Çin öyküsü gibiydi.
Yani uzandığı her ülkenin refahına anlamlı katkı yapmasını, dostluk köprüleri
kurmasını ve ülkeleri, halkları ve kültürleri birbirine yakınlaştırmasını umut
ettikleri İpek Yolunun öyküsü.
İpek Yolu deyince çoğumuzun
aklına Çin’de Xian (Şian)’dan başlayıp Fransa’ya kadar uzanan bir tarihi karayolu
güzergahı gelir. Oysa bir de denizden giden bir İpek Yolu rotası var. Çin çok
erken zamanlarda büyük gemiler yapabilmiş bir ulus ve önemli denizcileri var. Bu
ticaret gemileri ve usta denizcileri sayesinde “Deniz İpek Yolu” ortaya çıkmış.
Bu usta denizcilerden biri, yolun tarihine göre geç sayılabilecek bir dönemde
yaşayan fakat denizyolu ticareti ve denizciliğe önemli hizmetleri olan ve
açılış konuşmasında Xi’nin adını andığı Müslüman Çinli denizci Zheng He (1371–1433). Hani şu “Amerika
kıtasını ilk Müslümanlar keşfetti” masalına adı karıştırılan büyük denizci ve
kâşif. Karadan giden İpek Yolu eski güzergâhı hemen hemen birebir izleyerek
inşa ediliyor. Fakat denizden giden yolun izlediği rota epeyce değişmiş. Eski
rota, Ümit Burnundan geçerek Afrika kıtasını dolaşıyor ve Cebelitarık’tan
Akdeniz’e (ve oradaki Avrupa limanlarına) uzanıyor. Yeni rota ise, (Kızıldenizi
izleyerek) Süveyş kanalından geçip Akdeniz’deki Avrupa limanlarına ulaşıyor.
Anlaşıldığı kadarıyla, merkez üs Yunanistan’ın Pire limanı olacak. AB
bağlantısının lojistik üssü Yunanistan olacak gibi duruyor.
Bu “Kuşak ve Yol” projesi
Çin açısından sadece İpek Yoluyla sınırlı değil. Bunun yanı sıra, Çin’in Asya’ya,
Afrika’ya ve Rusya-Finlandiya üstünden Kuzey Avrupa’ya uzanmayı planladığı altı
yol-kuşak daha var. Hepsi bir arada düşünüldüğünde, Xi’nin açılış konuşmasında
anlattığı öykü, Asya’nın neredeyse tamamını ve dünyanın büyük bir bölümünü sarmayı
amaçlayan bir hamlenin öyküsü. Geçenlerde Halkın Günlüğü gazetesinde yayınlanan
bir köşe yazısında, “Çin entegrasyon arayışı içindeyken, ABD askeri yayılma
peşinde” diye anlatılan o arayışın öyküsü.
Ekonomik ve siyasi ilişkiler ayrımı
Bu “entegrasyon arayışı”
tabii ki bir ekonomik entegrasyon. Emperyalist niyet taşımadıklarını her parti
kongresinde mutlaka vurgulayan ve dış dünyaya da her fırsatta anlatmaya çalışan
Çin (bence bu konuda samimiler), emperyalizmin-emperyalist niyetlerin az
gelişmiş ülkeleri siyasi ilişkiler yoluyla kuşattığını düşünüyor. Buradan
hareketle, ekonomik ve siyasi ilişkileri birbirinden ayrı konular olarak ele
alıyor ve ülkelerin siyasi işleriyle ilgilenmekten uzak duruyor. Tek tek ülkelerle
kurdukları ilişkilerde bu politikanın bu güne kadar pürüzsüz yürüdüğü söylenebilir.
Fakat emperyalizmin hegemonyasına çizik atan, çok sayıda ülkenin yer aldığı bu
kadar büyük bir projeye orta-uzun vadede siyasi ilişkilerin de dâhil olmasından
Çin’in nasıl uzak duracağı benim akıl erdiremediğim bir konu. Bu konuda ÇKP’nin
nasıl bir cevabı olduğunu henüz bilmiyorum. ÇKP’nin, Marksizm’in “Altyapının
belirleyiciliği” tezini (pragmatizm adına) tahrif ederek oluşturduğu “Ülkeler
arasında karşılıklı kazanca ve birlikte gelişmeye dayalı ekonomik ilişkilerin
yükselen düzeyi kültürel ve siyasal farklılıkları esnetir, önemini azaltır ve
birbirine yakınlaştırır” tezi işler mi bilmem. Şayet işlerse, kimi kime
yakınlaştırır/benzetir? Belki de sistemlerin zaman içinde bu “karşılıklı
gelişme modelini” öneren Çin’le yakınlaşırlar, belki de ortaya başka bir yakınlaşma modeli ve gerçeği çıkar, (in’in müdahalesi
olmadan...