29 Aralık 2016 Perşembe

Hızlı trenler ülkesi

11 Aralık 201 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır


Rivayet olunur ki, Deng Xiaoping (Dıng Şiyavping) 1978-79’da yaptığı bir yurtdışı (muhtemelen Japonya) gezisi dönüşünde, “Neredeyse onların ürettiği her şeyi üretebiliyoruz ama bir eyalette ürettiğimizi diğer eyaletlere gönderebilecek kadar düzgün ve yeterli ne karayolumuz ne de demiryolumuz var. Ulaştırma sistemimiz bir felaket. Büyük sanayi merkezleri arasındaki ulaştırma ağını düzeltmek önceliğimiz olmalı” demiş. Büyük dediği sanayi merkezleri (Shanghai, Tianjin, Fujian, Guangdong vs) bugün eminim o gün olduğundan en az on kat daha büyüktür.

Bu ulaştırma sorunu bir ara Mao’nun da şöyle bir değinip geçtiği bir konu. İleriye Doğru Büyük Atılım projesinin sonlandırılmasından birkaç yıl sonra “küçük sanayi komün örgütlenmeleri içindeyken, büyük-ağır sanayi kuruluşlarının uzak bölgelerde olmasının ciddi bir sorun oluşturduğundan” bahsetmiş. (Kırsal yerleşim bölgeleri ortalama yirmi beş bin nüfuslu, küçük ölçekli sanayi, tarım, eğitim ve sağlık kurumlarından oluşan kendine yeterli komünler olarak örgütlenmişti-Çin komünizminin özelliği).

Deng’in bu sorunu dile getirmesinin ardından hazırlanan yol yapım planlarına ilk itiraz, iktisat eğitimi almamış olmasına rağmen bence Çin’n gördüğü en pragmatik ekonomist, başbakan Zhao Ziyang’dan gelir. Ulaştırma Bakanlığı uzmanlarının hazırladığı karayolu ve demiryolu yapım (ve iyileştirme) planları yol yapımına Pekin’den başlayıp bir sanayi merkezinde bitirmektedir (veya bunun tersi). Zhao, “Sanayi merkezleri ile Pekin arasında yapılması planlanan yolların kaynak israfı ve zaman kaybı olduğunu ve önceliğin büyük sanayi merkezlerini birbirine bağlamak olması gerektiğini” söyler. Deng, Zhao’nun görüşüne tamamıyla katılır. Bugün Çin’in neredeyse her eyaleti artık büyük bir sanayi merkezi haline gelmiş olmasına rağmen, o günkü bölgeler okyanus sahilinde yer alan Çin’in en eski ve gelişmiş sanayi merkezlerdir. Yol yapım çalışması bu büyük sanayi merkezleri arasında başlar ama uyulması için azami özen gösterilmesi istenen bir istek-kural vardır: Verimli tarım arazilerinin korunması. Bu kural bugün bile geçerliğini koruyor. Zaten yeteri kadar verimli tarım arazisine sahip olmayan Çin’de sulanabilir verimli bir tarladan yol geçiren bürokratın sonu hayırlı olmaz. Yani verimli toprağın değerini bilirler. Ne de olsa tarihi boyunca açlıktan-kıtlıktan defalarca kırılmış bir ulus…

Genellikle eski büyük şehirlerin kent merkezlerinde karşılaşılan ve iki katı şehir içi ulaşım için, bir katı ise genellikle bir nevi çevre yolu olarak kullanılan (bazen hemen pencerenizin önünden geçen) üç katlı şehir içi yollar son yirmi yılın eserdir. Bildiğim kadarıyla, artık böyle ucube yollar yapılmıyor.

Artık Çin’in ulaştırma alanındaki önceliği hızlı trenler ve havayolu (hem de tamamıyla Çin teknolojisi ile denebilir). Neredeyse bütün yatırımlar buralara, özellikle hızlı trenlere, yapılıyor. Karayolu ve normal demiryolunun altyapı öncelikleri ve yatırımları arasında pek adı anılmıyor desem yeridir. Kadim dostum (eski diplomat, yeni akademisyen) Hua’ya göre, “Petrolü olmayan bir ülkenin petrole dayalı ulaştırmayı tercih etmesi, ona yatırım yapması ahmaklıktır”.

Hızlı tren deyince memleketteki uyduruk projeler aklınıza gelmesin. Çin’i güneydoğu-kuzeybatı yönünde bile uzunlamasına boydan boya geçebileceğiniz bir demiryolu ağından bahsediyorum, iki yüz km hızlı tren sonrası kara tren/otobüs komedisinden değil…

Bu projenin bir ayağı bir süre önce Hong Kong’a kadar uzandı. Şimdilik Hong Kong-Shenzen arası halen yıllardır kullanılan trenle gidiliyor (50 dakika). Aktarma Hong Kong’a komşu olan Shenzen’de (Çin) yapılıyor ve hızlı tren biraz dolaşarak şimdilik Guangzhou’ya kadar (180 km) gidiyor. Benim için şaşırtıcı olan, biletin normal trene göre neredeyse yarı yarıya ucuz olması. Bir (makbul olmayan) Türkiye vatandaşı olarak bu duruma -ucuz bilet- bir türlü akıl erdiremiyorum. Yine de, Çin’de bile olsa, devletten yolunacak kaz muamelesi görmemek güzel şey -üstelik ota köke yüz çeşit vergi ödemeden…

28 Kasım 2016 Pazartesi

Beyaz Adam’ın külleri

30 Ekim 2016 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Xi Jinping’in G20 zirvesine katılanlara verdiği yemekte yaptığı konuşma adeta bir Çin öyküsü tadındaydı. Zirvenin yapıldığı Hangzhou kentinin birçok ülke ile geçmişe uzanan güçlü bağlarından söz etti ve bunu desteklemek için geçmişte orada yaşayan bazı yabancı ünlülerin adlarını andı. Bu isimler arasında yakın Çin tarihinde izleri olan bir “kötü adam” da var: John Leighton Stuart. Yani Mao Usta’nın 18 Ağustos 1949’da yazdığı “Elveda Leighton Stuart” başlıklı makalede adı geçen zat.

Stuart’ın babası bir Presbiteryen misyoner, üstelik Çin’e ilk gelenlerden (1868). 1876’da Hangzhou’da doğan Stuart, bir süre “Çinlilerin ruhunu kurtarmak” için misyonerlik yapar. Bu arada teoloji okur ve profesör olur. Dört Hristiyan kolejinin birleşmesiyle, 1915’te Yenching Universitesinin (şimdiki Pekin Üniversitesi kampüsü) kurulmasına önayak olur ve ilk yöneticiliğini yapar. Yazılanlara göre, üniversite Çin’e batı tarzı eğitim sistemini tanıtır ve Harvard, Princeton gibi ünlü üniversitelerle işbirliği yapar. Üniversiteye iyi gözle bakmamı sağlayan şey, bir “ABD kolonisi eğitim kurumu” kimliği edin(e)memesi ve öğrencilerin o yıllardaki devrimci hareketlere katılmaları ve önderlik etmeleridir.

Stuart’ın kim olduğunu doğru anlamak için Çin iç savaşına kısaca göz atmak gerekiyor. Solcu Sun Yat-Sen’in ölümü (1925) ve ABD yanlısı sağcı General Çan Kay-Şek’in Çin Milliyetçi Partisi’nin (Koumintang) yönetimini ele geçirmesiyle, Komünistlerin Koumintang ile yolları ayrılır ve bir süre sonra iç savaş başlar. İç savaşın 1937-45 arasındaki dönemi komünistlerin bir taraftan da Japonya işgaline karşı savaştığı II. Paylaşım Savaşı (II. Dünya Savaşı) yıllarıdır. Guomintang ordusu içindeki “ÇKP’yi dost gören” (milliyetçi) subayların Çan Kay-Şek’i kaçırması ve ÇKP ile görüştürmesiyle Japonya işgaline karşı birlikte savaşmak için bir anlaşma yolu bulunur. Lakin Japon işgali sona erince Kuomintang-ÇKP arasında savaş tekrar başlar. Bazı dostları, “Stuart 1946-49 arasında ABD büyükelçisiydi ve Çin iç savaşının en kritik aşamasında Kuomintang ve ÇKP arasında arabuluculuk yaptı ve tek hükümet kurmaları için çalıştı. O bir idealistti, bir profesyonel diplomat değil” diyor. Mao’ya göre ise, “ABD, Çin halkını katleden Çan Kay-Şek’e komünistleri yok etmesi ve Çin’i ABD kolonisi haline getirmesi için para ve silah verdi ve danışmanlar gönderdi. Bu işleri kotaran adamlardan biri de son dönemde Stuart’tı. Arabuluculuk faaliyeti ÇKP’yi yumuşatıp zayıflatmayı, Çin halkını aldatmayı ve böylece Çin’in kontrolünü savaşmadan ele geçirmeyi amaçlıyordu”.

Japonya, Çin’in Japonya tarafından işgaline karşı çıktığı için Stuart’ı 1941-45 yılları arasında Pekin’de üç yıl gözetim altında tutar. Bu karşı çıkış tabii ki Çin’in bağımsızlığına değer verdiği için değil ABD ve Japon emperyalizminin düşman taraflar olmalarındandır. Mao’nun ifadesiyle, “Japonya’ya karşı Direniş Savaşı sırasında Stuart, Japon istilasına karşı çıktı. ABD ve Çin’in her ikisini de seviyormuş gibi yaptı ve çok sayıda Çinliyi kandırmayı başardı. Sonunda, George C. Marshall tarafından fark edildi ve ABD’nin Çin büyükelçisi yapıldı”.

Ağustos 1949’da, ÇKP Yangtzi nehrini geçtikten sonra-iç savaşı kazanmak üzereyken, Truman yönetimi Stuart’ı ABD’ye çağırır. Sonraki yıllarda aktif politika yapmasa bile, McCarthy’nin çevresinde yer alanlardan olduğu biliniyor. Bir daha Çin’e dönemez ve 1962’de ABD’de ölür.

Küllerinin Çin’e gömülmesini vasiyet etmiştir ama “ABD emperyalizminin Çin saldırganlığının simgesi” olarak görülen biri için bu olacak şey değildir. Sonunda, vasiyetiyle ilgilenmek ABD ordusundaki ilk Çin asıllı Amerikalı generale düşer. O, vasiyeti Clinton’a iletir. Clinton da 1998’deki Çin ziyaretinde konuyu açar. Ertesi yıl, Pekin Üniversitesinin küllerin kampüse gömülmesini kabul ettiği bildirilir. Fakat bu arada ABD uçakları Belgrad’daki Çin elçiliğini bombalar ve gömülme işi ertelenir.

Xi’nin 2006’da (henüz başkan değilken) ABD’ye yaptığı ziyarette konu tekrar açılır. Sonunda, Stuart’ın külleri 2008’de Hangzhou mezarlığına gömülür.


Eski diplomat dostum Hua’ya “Xi’nin bu adamın adını diplomasiyi yumuşatmak için kullanması hoşuma gitmedi” dedim. “Çin diplomasi sınıfı çok yeteneksiz. Uygar dünyaya ‘varoş bitirimcesi’yle meczupça çemkirmeyi bir türlü öğrenemedi” deyip bir kahkaha attı…

22 Ağustos 2016 Pazartesi

Arkaik İslamcılığın (helal) gıdası

21 Ağustos 2016 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Birkaç yıl öncesine kadar, memleket insanıyla biraz laflamak için fuar alanlarına uğrardım. Çoğunun ortak ve en büyük sıkıntısı “helal yiyecek” bulamamaktı. Çin hakkında duydukları çoğunlukla yalan hikâyeler korkularını artıyordu. İçlerinde yanlarında bir-iki haftalık yiyecek getirenler vardı. Yiyeceğin “helal” olması için domuz (veya diğer haram hayvan) eti ve bileşenleri içermemesi yeterli değildi; güvenebilmeleri için bir Müslüman’ın elinden çıkmış olması da gerekiyordu. Son gittiğimde, fuar ziyaretçileri arasında domuz yağı korkusuyla çağ-kahve içmeyen, sabun bile kullanmayan, Çinli eli sıkmayan cihatçı kılıklı yobazlar da görmeye başlamıştım. Bunlar birkaç yıldır buradaki bazı bölgelerde de görmeye başladığımız çok az sayıdaki Çinli İslamcıların kardeşleri. Sağlam ÇKP aklının etkili müdahalesiyle pek taraftar bulamasa bile, Çin’de bulduğu delikten sızmaya çalışan küçük bir İslamcı güruh var. Birkaç ay önce devletin bir “Ulusal Helal Gıda Mevzuatı” hazırlama düşüncesi bunlara bir nevi görünür olma fırsatı verdi.

“Helal Gıda Mevzuatı” ÇKP’nin aklına ekonomik gerekçelerle düşen bir konu. Hem dünyada hem de ülke içinde büyük bir helal gıda pazarı olduğunu görüyorlardı. Müslüman ülkelere yapılacak ihracat ve Çin’e gelen Müslümanların rahatlıkla yiyebilecekleri “Onaylı Helal Gıda”nın ülkedeki Müslüman azınlık için büyük bir kazanç kapısı olacağına inanıyorlardı. Mevzuatı hazırlayıp yürürlüğe koymadan önce kamuoyundaki tartışmaları izlediler ve azınlıklar konusunda uzman olan akademisyenlerin görüşünü aldılar.

Bu tartışma sürecinde, birkaç takkeli erkek ve başörtülü kadından oluşan bir İslamcı Çinli grup Hunan’da hükümet binası önünde helal gıda konusundaki karışıklığı protesto eden bir gösteri yaptı. Birkaç küçük gösteri daha oldu ve helal gıda üretimi ve dağıtımını düzenleyen bir yasa isteğini dile getirdiler. Shanghai ve Ningxia’daki bu konudaki yerel düzenlemelerin ise doğru düzgün uygulanmadığından yakındılar.

Görüşü alınan akademisyenler birisi benim tanıdığım. Onun görüşü kısaca şöyle: Helal gıda mevzuatı aslında komünist yönetimin dinsel amaçlarla istismar edilmesidir. Bu yasayı imamların mı yoksa yasal yetkililerin mi uygulayacağını belirlemek çok zor ve bu yüzden dini kurumlara ve uygulamacılara fiili olarak kolluk gücü yetkisi verecektir. Hâlihazırda birçok dini uygulama zaten imamların tercihlerine bağlı. Dolayısıyla, aşırı İslamcı gruplar bu mevzuatın sağlayacağı avantajdan kolaylıkla yararlanabilir. Gözden kaçırılmaması gereken nokta, helal gıdaya bir yasal çerçeve sağlamanın daha fazla İslami ritüelin laik yasalar içine sızması için bir kaygan zemin oluşturacağıdır… Bu mevzuatın en tehlikeli tarafı ise, İslamcılık akımını devlet onaylı bir hareket haline getirecek olmasıdır.”

Bir görüşmemizde benim bu konudaki düşüncemi sordu. Tencere-tavada bile “helal etiketi” (Uygur bölgesi) görmüş biri olarak endişeli olduğumu söyledim. İslamcıların iki yüzlülük, fırsatçılık, yalancılık, insani-ahlaki düşkünlükleri üzerine uzun bir nutuk attıktan sonra, “Bu konu üzerinden görünür olmaya çalışan bu adamların masum olduğunu düşünmüyorum. Müslümanları en hassas oldukları konulardan yakalayarak politize etmeye ve böylece en zayıf gördükleri yerden devlet politikalarına sızmaya çalışıyorlar. Giderek artan sayıda insanın katılımıyla daha çok baskı yapabilecekleri bir alan elde etmeyi planlıyorlar. Bir kez başarılı olurlarsa, bölgelerinde kendileri gibi olmayanları sindirmek için her yolu deneyeceklerdir” dedim.

Bir Uygur uzmana göre, “Ne beş Müslüman Orta Asya ülkesinde ne de gelişmiş batı ülkelerinde böyle bir yasal düzenleme var. Çin’de en az 10 etnik Müslüman grup var ve yaşam tarzından ve mezheplerden kaynaklanan farklılıklar yeme alışkanlıklarına da yansıyor. Her grubun kendine göre bir helal gıda anlayışı var. Örn, bazı Müslüman etnik gruplar at eti yiyebiliyor”.

Tartışmalar sonunda, düzenleme “araştırılıyor” denilerek askıya alındı.


Çinliler sağlam bir devlet aklına sahip olduklarına inanırlar. O aklın kendilerine düşman olmadığını da biliyorlar. Yarının daha güzel olacağına inanan umutlu insanlar olmaları herhalde bu yüzdendir…

19 Mart 2016 Cumartesi

Çin komünizmi: İleriye Doğru Büyük Atılım III

6 Mart 2016 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Mao, İleri Doğru Büyük Atılım projesini açıkladığında, Sovyet planlamacılar ve akademisyenler ağır sanayi yerine kırsal bölgelerde hafif sanayi geliştirmeyi amaçlayan bu politikayı eleştirirler. Bunun ütopik, akıl dışı ve Marksizm ile tutarsız olduğunu iddia ederler. Bence SBKP’den gelen bu sert eleştirilerin asıl nedeni, o yıllarda ÇKP-SBKP ilişkilerinin bozulmaya yüz tutmuş olmasıdır. Oysa bu atılım projesinin özellikleri ve devrimci yenilikleri ancak kapitalist yoldan kalkınma modeli bakış açısından akıl dışı bulunabilir. Yani kapitalizmin sömürü, toplumsal eşitsizlikler ve kırsal kalkınmanın kentlere göre ikinci derece önemli olması gibi “akılcılığı/akla uygunluğu” açısından.

İki yıllık uygulama sonunda İleri Doğru Büyük Atılım beklenen sonuçlara ulaşamaz ve sonlandırılır. Sonuçları arasında ilk akla gelenler, tahıl-gıda ürünleri sıkıntısı, sanayi için hammadde sıkıntısı, çok miktarda düşük kaliteli mal (özellikle çelik) üretimi, kötü yönetim nedeniyle sanayi tesislerinin zarar görmesidir.

Bu dönemde altmış milyon insanın açlıktan öldüğüne dair yalanın sahibi ise anti-komünist ideologlar Jung Chang ve Jon Halliday’dir. Bu konuda “Yeni ÇKP’nin (Deng Xiaoping sonrası)” de 45 milyon insanın ölmüş olabileceğine dair dedikodu içerikli bir raporu var. Amaç, tabii ki Mao’nun komünist Çinini yermek ve kapitalist dönüşümü ve yeni dönemi kutsamak. Oysa ciddi akademik araştırmalar kıtlığın ağır yaşandığı dört-beş yıl (özellikle 1959-60) boyunca doğum oranlarında çok keskin bir düşüş olduğunu söylüyor. Dolayısıyla, kayıp olduğu söylenen milyonlarca insan aslında hiç doğmamış, nüfusa eklenmemiş olanlar. O yıllara ait nüfus kayıtları pek sağlıklı olmasa bile, bu ölümleri yalanlıyor.

1959’da tahıl üretiminde ciddi bir düşüş olduğu gerçek. Fakat bu düşüşe İleri Doğru Büyük Atılımın katkısı çok küçük sayılır (Bazı köylüleri tarımsal üretimden çelik üretimine yönlendirme). Asıl neden iklim felaketi. 1959’da Çin birkaç yıldır ağır kuralık veya aşırı sellerle boğuşmaktadır. Bu felaket 1959-1960 arası çok ağır yaşanır.

Bu dönem, Çin’in kadim derdi olan kıtlık sorununu çözmek için büyük bir mücadele verilen ve başarılı olunan dönemdir. İnsanlar güçlerini birleştirdikleri komünler aracılığıyla sulama projeleri oluşturmuş, sulama kanalları inşa etmiş, arazileri ıslah etmiştir. Böylece, sulanamayan arazileri sulayarak ve ekilemeyen arazileri ekilebilir hale getirerek ürün alabildikleri gibi, sellerin ekili arazilere zarar vermesinin de önüne geçerler. Sonuçlar daha 1970’e varmadan alınır: Çin, tarihinde ilk defa yiyecek sıkıntısını, kıtlık ve kötü beslenme sorununu bu sayede çözebilmiştir.

İleri Doğru Büyük Atılımın önemli politik sonuçları da olur. Nisan 1959’da, sonuçların sorumlusu olarak görülen Mao, Devlet Başkanlığından ayrılır; fakat ÇKP liderliğini sürdürür. Bir parti konferansında Savunma Bakanı Peng Dehuai, Mao’yu, “Ekonominin kendi yasaları var. Fakat sen bu yasalar yenine dogmaları koydun” diye eleştirir ve Sovyet modelini över (Peng, konferans sonrası görevden alınır). Projenin ilk başlarında, bazı parti kadrolarının da Mao ustaya “Tek adımda komünizme geçmeye çalışıyoruz” diye bir ince hatırlatmada bulunduğu biliniyor.

Şu değerlendirme o günlerde Çin’de yaşayan bir Batılı komüniste ait: ”İleri Doğru Büyük Atılım hakkında en önemli nokta üretim seferberliği veya teknolojiyi yaygınlaştırmaya yönelik bir ekonomik strateji olması ya da dengeli ve kendine yeten bir kalkınmayı hedeflemesi değildir. İnsanlar arasındaki ilişkiler ve insanlar değişiyordu: Komünlerle oluşan yeni mülkiyet ilişkileri insanları işbirliğine açık ve dayanışmacı yaptı; birlikte çalışıyor, yaşıyor, mücadele ediyor, Marksizm hakkında bilgi sahibi olmak ve daha bilinçli şekilde değişmek için çalışmalar yapıyorlardı. Bu proje bir bilinç ve toplumsal örgütlenme atılımıydı.”


İleriye Doğru Büyük Atılımın seyrini anlamak için bu ekonomik strateji ve toplumsal seferberliğin keskin bir sınıf mücadelesi bağlamında yaşandığını bilmek önemli. (Devam edecek…)

26 Şubat 2016 Cuma

Çin komünizmi: İleriye Doğru Büyük Atılım-II

14 Şubat 2016 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Günümüz ÇKP’sine göre, Mao’nun İleriye Doğru Büyük Atılım kampanyasının (1958-60) hedefi “Ekonomik ve teknik kalkınmayı hızlı adımlarla ve büyük sonuçlar elde ederek” sağlamaktır. Bence amaç sadece bunlarla sınırlı ve bu kadar sığ değil.

O yıllarda ÇKP’nin önündeki tek sosyalist kalkınma örneği Sovyetler Birliği modelidir. Çin’in kalkınmasını planlamak ve uygulanmasını gözetmek için SSCB’den uzmanlar davet edilir. Sovyet modeline göre oluşturulan kalkınma planı ağır sanayinin kurulması ve gelişmesine dayalıdır ve ÇKP içinde çok taraftar bulmuştur. Oysa Mao aynı fikirde değildir.

Bazı kaynaklara göre, Sovyet modeli “ekonomik kalkınmaya fazlasıyla teknokratik bir yaklaşım”dır: Uzmanlaşmaya büyük önem verir, katı işbölümü öngörür, işçileri gelirle teşvik eder, yukarıdan aşağıya katı bir işletme yönetimi hiyerarşisi uygular. Tek yönlü olarak ağır sanayi gelişimine dayalıdır ve ekonomik kalkınma için ağır sanayi yatırımının teşvik edilmesini gerekli görür. Dolayısıyla, kaynakları kentlere ve gelişmiş kırsal bölgelere yönlendirir.

Bolşevik Preobrazhensky’e (ve SSCB modeline) göre, ağır sanayi yatırımı ‘ilkel sosyalist birikim” gerektirir. Bunun için Çin’e önerdikleri çözüm, “Tarım sektöründen sanayi ve finans için kaynak yaratmak”tır. Mao usta bu teze bir türlü ısınamaz. Ona göre “Kapitalizmden apartma ve kapitalist esintiler taşıyan (Marks’ın ‘ilkel sermaye birikimi’ tezi)” bir modeldir. SSCB kalkınma modelinin insanı özgürleştirecek bir örnek olmadığına ve bir gün insanı kapitalist sistem gibi ve onun kadar kuşatacağına inanmaktadır. Nitekim haklı çıktı.

Mao, bir özgürleştirici ekonomik ve sosyal gelişme yolu bulmaya çalışmaktadır: (1) Ülkeyi batı emperyalizminin Çin üzerindeki sürekli baskısından kurtaracak ve (2) Sovyet kalkınma modeli hakkındaki genel-geçer bilginin yanlışlığını gösterecek bir yol. Toplumsal dayanışma ve ortak mülkiyet temelinde bir sosyalist kalkınma yolu, şu özellikleri taşıması gereken bir model üzerinde düşünmektedir:

- Sanayinin ve halkın gereksinimlerini karşılamalı.
- Çin’in kadim dertleri olan açlık, kötü beslenme ve tekrarlayan kıtlık sorunlarını çözmeli.
- Ülkenin kaynaklarını sanayi için emmek yerine, tarım ve sanayi arasındaki karşılıklı destekleyici ilişkiyi beslemeli.
- Kent ve kırsal bölge, sanayi ve tarım ve bölgeler arasındaki farklılıkları azaltmaya ve sonunda ortadan kaldırmaya katkı sağlamalı.
- Gelir teşviklerine değil halkın bilinçli aktivizmine dayanmalı ve “kalkınmanın maliyeti” olarak sosyal farklılıkları büyütmemeli.
- Kolektif anlayışa dayanmalı ve üretim süreci üzerinde kitleleri ortak düşünme-karar vermeye teşvik etmeli.
- Emperyalist saldırılara dayanabilmeli ve diğer ülkelerdeki devrimleri desteklemeli.

Mao, bu nitelikleri taşıdığına inandığı ekonomik, teknolojik ve sosyal gelişme projesini İleriye Doğru Büyük Atılım adıyla başlatır. Bir köylü hareketi olan Çin devrimi yola yine köylü toplumundan devam eder. Çin devriminin ilk başlarında, köylüler ÇKP’nin desteğiyle ekim ve hasat işlerinde birbirlerine yardım etmek için ekipler oluştururlar. Birkaç yıl içinde de kooperatifler kurarlar. 1958 sonuna kadar kurulan kooperatif sayısı 750 bin civarındadır. Bu kooperatifler her biri 5000 aile veya 22-25 bin nüfus barındıracak şekilde komün halinde birleştirilir. Her komün tarım, küçük ölçekli yerel sanayi, eğitim, pazarlama, yönetim ve yerel güvenlik açısından kendine yeterli bir topluluk olarak tasarlanır. Komünlerin çoğunda ortak mutfak, yemekhane, çocuk bakım evi vs bulunmaktadır.


Bu atılım, kentlerle kırsal bölgeler ve işçilerle köylüler arasındaki boşluğu giderek kapatmayı amaçlayan bir projedir. Kırsal bölgelere ağırlık vermesinin nedeni budur. Kapitalist ülkelerde (ve SSCB’de) görülen büyük kırsal yer değiştirme ve kentlere göçe karşı bir özgürleştirici alternatiftir. Kırsal bölgelerde endüstriyel ve teknik becerileri yaygınlaştıran, kendi kendine yeten ve emperyalist saldırılara karşı ayakta kalabilen bir ekonomi amaçlanmıştır. Peki sonuç… (Devam edecek)

27 Ocak 2016 Çarşamba

Çin Komünizmi: İleriye Doğru Büyük Atılım-I

24 Ocak 2016 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır

Çin deyince çoğu insanın aklından geçen demirbaş soru herhalde “Çin sosyalist mi ya da nasıl bir şey?”dir. Yani “Çin, kuş mu, deve mi?” anlamına gelen bu ince merakı gidermek için Çin tarihinde biraz geri gitmek gerekiyor.

Biraz yakından izleyebilen biri günümüz ÇKP aklının farklı bir tarih yazmaya çalıştığını fark edebilir. İki döneme ayrılmış bir tarih: ÇKP’nin iktidarı aldığı yıl olan 1949’dan 1979’a kadar olan dönem ve Deng Xiaping’in devlet başkanı seçildiği 1979’dan sonrası-özellikle kapitalist dönüşümün başladığı 1981’den sonrası. Kısaca, Mao dönemi ve Deng dönemi diye ayırmak yanlış olmaz. Zaten onlar da Deng’le başlayan kapitalist dönüşüm sürecini “ikinci devrim” olarak adlandırıyorlar.

Devrimin ikincisi olduğuna göre birincisi de olmalı. Var tabii ki ama o dönemde ÇKP’nin hayırla yâd ettiği pek bir şey yok. Birinci devrim için söylenenler bir cümleyle ifade edilebilecek kadar kısa: Emperyalizm’e ve işbirlikçisi Çin İmparatorluğuna karşı kazanılan zafer, devrim ve Mao. Sıra bu devrimin ne ve nasıl bir şey olduğunu anlatmaya geldiğinde, ÇKP aklı olumlu şeyler söylemekte cimri davranıyor. Kazanılan savaş ve Mao’ya yapılan övgüler olmasa, korkarım bu dönem için yazacak olumlu bir şeyler de bulamayacaklar. Fakat o günleri Çin için bir karabasan ve yöneticilerin neredeyse tamamını da, Mao ve Zhou En-Lai (Çu En-Lay) hariç, o dönemin kötü adamları olarak değerlendirirken cömert davranıyorlar. Aslında yapılan şey bir reddi miras; yani Çin’in sosyalist geçmişinin bulanıklaştırılarak reddi. Bu bulanıklaştırmadan Mao’da payına düşeni alıyor ve görüşleri yeni döneme göre “uyarlanmış” bir Mao anlatıyorlar. Aslında anlattıkları şahıs Mao değil daha çok Deng. “Peki ne anlatıyorlar?” sorusuna birkaç bölüm sürecek olan bu yazı dizisinde yeri geldikçe değineceğim.

ÇKP içindeki bu derin ideolojik farklılıklar sonradan ortaya çıkmış bir şey değil ta baştan beri olan bir sorun. Komünist olmayanların ÇKP’de ne aradığı sorusunun cevabı ta Japon işgali (II. Paylaşım Savaşı) yıllarına kadar gidiyor. O dönemde direniş örgütleyen tek güç ÇKP olması nedeniyle neredeyse her renkten insan parti saflarında yer almış. Özellikle ordudan çok sayıda general var (Deng Xiaoping dahil). Bu insanların çoğu komünist değil küçük burjuva devrimcileri. Fakat Mao’nun otoritesi nedeniyle mevcut ideolojik sorunlar parti içinde bir açık hesaplaşmaya dönüşememiş. Yine de partinin enerjisini emip zayıflatmış. Deng’in ipleri eline aldıktan sonra yaptığı geniş çaplı komünist tasfiyesi sonrası parti nispeten durulmuş.

Yukarıda ÇKP’nin, Mao’nun yanı sıra eleştirmekten kaçındığı diğer yöneticinin başbakan Zhou En-Lai olduğunu yazdım. Bunun anlaşılır bir nedeni var: Deng’i himaye eden kişi olması. Burvuya eğilimleri olduğu gerekçesiyle Mao’nun bir-iki kez partiden uzaklaştırdığı Deng’e kol-kanat geren ve her seferinde af ettirip önemli bir göreve getiren (çoğunlukla ekonomi) adam Zhou En-Lai’dır. Deng’in ekonomi konusundaki görüşleri ve önerileri aslında Zhao Ziyang’a ait denebilir. Yani “İkinci devrim”in düşünsel önderi bir ölçüde Zhao Ziyang demek pek yanlış olmaz. Zira “İleriye doğru büyük atılım” dönemi sonrası “Kapitalist yoldan kalkınma” projelerinin ilk nüvelerini oluşturan ve başarıyla uygulayan o’dur. Yani bugünkü Çin bir ölçüde onun “başarılı projelerinin” eseridir denebilir.


Günümüz ÇKP’sinin bir kötü anı gibi gördüğü ve her fırsatta yerdiği iki deneyim/dönem var: İleriye doğru büyük atılım ve Kültür devrimi. Mao’nun başlattığı “İleriye doğru büyük atılım” genellikle sadece bir ekonomik atılım projesi olarak bilinir. Oysa devlet yapısının her anlamda dönüştürülmesi girişimidir. Büyük toprak sahiplerinin, rüşvet, yolsuzluk, tembellik ve eski rejimin artığı olmaları nedeniyle istenmeyen memurların vs tasfiyesini de içeren bir girişimdir. Kaynaklarda bahsedilenlere göre, bir sonraki adım olan sosyalist dönüşüm-geçiş safhasına hazırlık. (Devam edecek…)