03 Mayıs 2015 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
Çin’deki
dostlarım İslamo-faşistlerin Irak ve Suriye’de azınlıklara mensup kadınlara yaptıklarını
duydukça dehşete kapılıyorlar. Bu faşistlerin ne mal olduğunu sanırım en iyi
Çinliler anlıyor. Aklı kutsiyet, fanatizm ve itaat ile iğdiş edilen insanın nasıl
ilkel bir vahşiye dönüştüğünü iyi biliyorlar. Çünkü benzer acıları yetmiş yıl
önce yaşamışlar ve yaraları halen taze.
II. Dünya
Savaşı sırasında Çin’i işgal eden Japonya ordusu yakaladığı genç kadınları seks
kölesi olmaya zorlamış. Kadınların gördükleri işkenceyi ancak “öldüresiye” kelimesi
anlatabilir. Uzman raporları kadınların yüzde yetmiş beşinin ciddi fiziki
yaralanma ve sakatlanma, bazılarının ise çok ağır psikiyatrik sorunlar da yaşadıklarını
göstermiş.
Bir tarih
profesörü o dönemde seks kölesi olarak esaret yaşayan kadınlar hakkında yaptığı
araştırmayı kitap olarak yayınladı. Okurken insanın nefesi daralıyor. Çinli kadınların
yaşadıklarını, duygularını ifade etme konusundaki yetenekleri ve içtenlikleri insanı
kâbus gibi bir gerçekliğin içine çekiyor. Her günü büyük bir acı ve kâbusla
dolu ve tecavüzcünün yaşaması gereken utancı yaşayarak geçen yetmiş yıl… İsyanları
da figanları ve ağlamaları da sessizce, içten içe olmuş. Zaten buralarda feryat
figan yırtınarak ağlayan birini göremezsiniz. İçten içe ağlamak galiba
Çinlilere özgü bir asalet.
Üç kadının
öyküsünü özetleyeceğim:
“Bir kadın bir seks
kölesi kampında üç ay tutuldu ve o kampta hamile kaldı. Kurtulduğunda bir erkek
çocuk doğurdu. Çocuğu kendisine yaşatılan acıların mağduru olarak gördü ve hiçbir
zaman suçlamadı. ‘Kâbus gibi anılar 70 yıldır beni bir an olsun rahat bırakmadı,
ömrümün sonuna yaklaştığım şu günlerde bile gözlerimi kapatmaya korkuyorum’
diyor.
Bir
kadın seks kölesi olarak tutulduğu süre içinde gördüğü işkence nedeniyle,
doğurganlık yeteneğini kaybetti. Onu sık sık ziyaret eden bir gönüllü kuruluş
üyesi ‘bilinci yerinde olduğu zamanlarda, devamlı olarak o yüz karası günleri
ve utancı unutamadığını, yaşadığı ömrün kendisi için bir azap olduğunu
söylüyordu’ dedi.
Japonlara
karşı savaşırken yakalanan bir kadın gerilla, tecavüz etmek isteyen bir Japon
askeri tarafından öldüresiye dövüldü ve sol bacağı kırıldı. Onu aylarca bir tekerlekli
sandalyeye bağladılar ve o bacağı sakat kaldı. Bir yakını ‘Şimdi her gece yatağının
yanında duran bir sandalyenin ayağına gizlenmiş bir bıçakla uyuyor; yoksa
kendini güvende hissetmiyor’ dedi.”
Kamplardan
kurtulan çok sayıda kadının intihar ettiği artık biliniyor. Kadınlar intihar
ettikçe herhalde kendilerinin arındığını zanneden geleneksel/erkek egemen Çin
kültürü, hayatta kalan kadınları cezalandırmaktan geri durmamış. Kadınların zorla
alıkonulduğunu adeta bilmezden gelmişler. Hem kadınlar hem de çocukları hakarete
uğramışlar. Çocukları ne zaman bir hata yapsalar “seks kölesi kadının çocuğu” küfrünü
işitmişler.
On beş yıl kadar önce, on kadar
kadın bir Japon avukatın çabasıyla Japonya’ya karşı “özür dilemesi ve her
kadına tazminat ödemesi” talebiyle dava açmış. 2007’de Japonya yüksek mahkemesi,
1972’de Japonya ve Çin arasında imzalanan ve Çin’in tazminat talebinden
vazgeçtiği anlaşmaya istinaden kadınlar aleyhine karar vermiş.
Çin’in tazminat talebinden
vazgeçmesinin bir nedeni, kadınların onurunu para konusu yapmamak ve böylece Japonya’ya
para ödeyip aklanma fırsatı tanımamak olabilir. Belki de kadınlarına tecavüz
edilmesi erkeklik gururlarına dokunmuş ve bunu kendileri için utanç verici bulmuşlardır.
Bu utançtan kadınların onurunu feda ederek kurtulmayı ummuşlar ve bu nedenle konunun
küllenmesini istemişlerdir, kim bilir…
İnsan hakları avukatları ve
kuruluşları “devletin birey adına feragat eden taraf olma hakkı” ile 1972
anlaşmasındaki savaş tazminatı maddelerinin çelişkili olduğunu görmüşler. Şimdi
davayı sürdürebilmek için bu konu üzerinde çalışıyorlar.
Bir Çin atasözü “Eski bir
günah yeni bir utanç demektir” der, günah defteri hesap görülene kadar kapanmaz
anlamında…
