Buradaki gazetelerde arada
bir, galiba magazin haberi niyetine, “evlilik oranı şu kadar azaldı, boşanma
oranı bu kadar arttı” içerikli haberler çıkar. Evliliğin modası geçmiş bir
kurum olduğunu galiba onlar da anlamaya başladı. Son iki yılda üçü Çin’de
birisi HK’da olmak üzere dört arkadaşım boşandı. HK’daki evlilikler bana zaten yadırgatıcı
gelir: Evlilik mi yoksa şirket birleşmesi mi yapıyorlar ya da birbirlerini işe
mi alıyorlar anlamak zor. Bu kadar hesap-kitap ile aşk/sevgi gibi karşılık
beklemeden kendinden vermeyi gerektiren duygular nasıl bir arada olur aklım
almıyor. Evlilik için belki de bu duygulara gerek yoktur, kim bilir…
İkinci kez boşanan komşum Sui
ile beş yıldır tanışıyoruz. Bir bankanın insan kaynakları bölümünde orta düzey
yönetici olarak çalışıyor. Üstünde biraz
pahalısından bir konfeksiyon elbise gibi duran o profesyonel hava bana sevimsiz
gelir. Karşımda sanki kanlı canlı Sui değil de bir ego varmış hissine kapılırım.
Buna bir de yaptığı işe duyduğum gıcık eklenince, durum biraz limonileşiyor. “İnsan
Kaynakları (İK)” denilen alan hakkında iyi şeyler düşündüğümü söyleyemem. Çalışanların
kanını emmenin incelikleri konusunda kapitalizme taktikler verdiğini düşünürüm
ve bu alanda kariyer kovalayanlara da pek muhabbetle bakmam.
HK’a döndüğümde kafede
karşılaştık. Eşini sordum, “Biz boşandık” dedi. Bir süre sustu ve “Bana ait bir
hayatım olmadığını, aslında hayatımın çekilmez bir şey olduğunu söyledi. Onu da
aynı hayatı yaşamaya zorladığımı, artık buna katlanamadığını ifade etti ve
boşanmak istedi” dedi. Tanıdığım Sui böyle içten, açık konuşacak ve kırgınlıklarını
paylaşacak birisi değil. Malum, bir profesyonel olarak her zaman güçlü görünmek
zorunda. Belli ki onu anlayacak, dinleyecek “tehlikesiz” birine ihtiyacı var. “İsteklerim
kariyerim açısından normal şeylerdi: İyi bir semtte bir ev, haftada bir iki
akşam iyi bir yere yemeğe gitmek, kulüp üyelikleri ve sosyalleşme gibi şeyler. Bu
kariyeri elde etmem kolay olmadı ve ilerlemek istiyorsan böyle yaşamak
zorundasın. Hung Hom’da (ayrıldığı eşinin taşındığı nispeten yoksul bir semt)
yaşayan bir filozofa kimse böyle bir iş vermez” dedi. “Bunları istediğin için
değil isteme gerekçen yüzünden terk edildiğini umarım bir gün anlarsın” demeye
dilim varmadı.
Eşi felsefeci değil bir mühendisti.
Belli ki sorgulanmak canını acıtmış ve bu acı eski eşe filozof payesi olarak
dönmüş. Kapitalizm filozofları sever; ama sadece kendini yeniden üretenleri,
sorgulayanları değil. İş hayatının/finans kapitalin dayattığı değer sistemini ve yaşam biçimini bu kadar
içselleştirmiş Sui de tabii ki böyle bir filozofu sevmez. Beyaz yakalı
emekçiler nasıl böyle kolayca kapitalizmin rıza üreticilerine dönüşüyorlar
anlamıyorum.
Evlilik ilişkisinden
bahsediyor ama sanki bir projede birlikte çalıştıkları kişinin onu yarı yolda
bırakmasının yarattığı hayal kırıklığından söz ediyor gibi. “Sanki bir
projeden, iş kontratından bahsediyor gibisin” dedim. “HK’da evlilikler bir
çeşit iş sözleşmesidir” dedi. “Ben de öyle anladım. Eşin iş anlaşmasının tarafı
olarak, yasal hakkını kullanmış ve sözleşmeden caymış. İş anlaşmalarında bunlar
olağan şeyler. Peki, sence yanlış nerede?” dedim. “Bir arkadaşımla buluşacağım”
deyip izin istedi. Bir filozofun ardından, evlilik ilişkisi hakkındaki düşüncelerini
sorgulatıcı sorular soran birini sanırım sinir bozucu buldu.
Laf arasında ağzından kaçırdığı
gibi, bir İK profesyonelinin gözünde evlilik de bir “başarı” ölçütüdür. Dolayısıyla,
iki evliliği de yürümemiş bir kadın/erkek “özel yaşamında başarısız, çuvallamış”
biri sayılır. Böyle birisi ona iş başvurusu yapsa, muhtemelen işe almazdı.
Bu insanlar kapitalizmin üstlerine
geçirdiği o hazır-giyim hayatları yaşıyorlar. İş yaşamının oynamaya mecbur ettiği
rolü kendisi ve yaşadığı konfeksiyon hayatı kendi eseri sanarak, ta ki bir
nedenle dibe vurana kadar…