15 Mart 2015 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
Yazının
başlığı konusunda rivayet muhtelif. Semavi dinler peygamberlerle konuştuğunu
söylüyor. Ben tanrıyla konuştuğunu iddia eden başkalarını da tanıdım
(Psikiyatri servislerinde) ama onlar konumuzun dışında. Bir de tanrıyla bir şekilde
iletişim halinde olduğuna inanılan ara formlar var. Böyle biri “seçilmiş kul”
olduğuna ve dünyaya “özel görevle” gönderildiğine inanır. Varsın inansın ama Tanrı
bir “özel kul” seçecekse, bence müptezeller, faşistler arasından seçmez.
Bu
sınıftan bir de bir tür ilahi kâtiplik işi yaptığını iddia edenler var. Böyleleri
“zamanının bulunmaz Hint kumaşı” sayılan “din âlimleri” arasından çıkar ve bazı
lafların bilemediği bir uhrevi kanaldan “kendisine bir şekilde yazdırıldığını” iddia
eder. Yıllar sonra bir sürü adam da onun zırvalarını tevil etmek için uğraşır
durur.
Neyse,
sadede geleyim. Pekin’de her gidişimde uğradığım bir kitapçı dostum var. Geçenlerde
gördüğümde biraz kafası karışmıştı. Aklı karışmış bir adamın savrukluğuyla bana
“Kam, tanrı kiminle konuşur?” dedi. Soru çalışmadığım yerden geldi, hazırlıksız
yakalandım. “Benimle değil” der gibi boş boş baktığımı görünce, “tanrı
mesajlarını insanlara neden doğrudan kendisi iletmiyor veya onlarla doğrudan
konuşmuyor da bir başka insanın aracılığına gerek duyuyor? Her şeye kadir bir
güç istese bunu yapabilir” diye sorusunu anlaşılır hale getirdi. Buralarda
garipsediğim birçok soruya muhatap oldum ama beni dini otorite yerine koyan bir
soruyla ilk defa karşılaştım. “Ne anlatmaya çalışıyorsun” diye sorar gibi
baktığımı anlamış olmalı ki konuyu anlattı: Son günlerde bir arkadaşı
vesilesiyle birkaç defa bir Hıristiyan misyonerin toplantılarına katılmış.
Tanrı’nın oğlu, tanrının elçisi, vahiy gibi Çin dinlerinde olmayan paranormal
mevzular aklını karıştırmış. Zihnindeki “beyaz adam eşittir Hıristiyan” şablonu
uyarınca beni Hıristiyan zannediyormuş ve dolayısıyla benden bilgi almak
istemiş. Nereden bilsin o soruyla bana bir nevi “Papa’nın vekili” muamelesi
yaptığını…
“Din
böyle bir şeydir, adamın aklını berbat eder” diyemedim. Zaten bu söze gerek olduğunu
da sanmıyorum; zira Mao’nun Dalai Lama’ya “Çok zeki bir adamsın ama din senin
aklını zehirliyor” dediğini burada neredeyse herkes bilir.
Sonunda,
“Bir dine inansaydım, o Taoizm olurdu” diye mesajımı doğrudan ve açıkça ileten
bir cümle kurdum. “Ben Taoistim” dedi gözleri gülerek. Böylece, “emperyalist beyaz
adamın dininin” Çin’de ne aradığı ve aradığı o şeyin Çinlilerin hayrına
olmadığı konusunda fazla konuşmaya gerek kalmadan anlaştık. Bir eski zaman “anarşisti” olan Tao efendimiz bize doğru
yolu gösterdi… Buraların devlet felsefesi ve dini Konfüçyüs öğretisidir desem
yanlış olmaz. Çok özet olarak, Konfüçyüs “otoriteye saygı göster” der. Tao ise
“otoriteyi sorgula” der. Bu nedenle, buralarda son yıllarda devlet açısından
makbul bir tanrı sayılmaz.
Benzer
bir kafa karışıklığını ben de Çin dinleri ile ilgilenmeye başladığımda
yaşamıştım. Semavi dinlere göre formatlanmış aklım, insan akılını semavi âleme
serpiştirmek yerine kendi varlığına-insana yönelten Çin dinlerini anlamakta
zorlanmıştı. Şimdi bu dostum aynı şeyi tersinden yaşıyor. Neyse ki Tao
efendimizin anarşist aklı onu kurtardı…
Çin’de son yıllarda türeyen
bu misyonerlerin bazıları Hong Kong’da doğup büyümüş beyaz adamlar. Fakat çoğu
HK’a üniversite eğitimi için gelip bir şekilde yolu bu adamlarla kesişen ve onların
rahle-i tedrisinden geçip bir Hıristiyan-misyoner olarak yetiştirilen Çinli
gençler. ÇKP bu adamlara hiç iyi gözle bakmıyor. Faaliyetlerine şimdilik ses etmese
bile, ben sonlarını iyi görmüyorum.
Çinli Müslümanlar bu
misyonerlerin korkulu rüyası olmuş. Kendi bölgelerinde faaliyet yürütenleri “bir
şekilde” kaçırmışlar. Velhasıl, misyonerler, kendi canlarını kurtarmak uğrana,
o bölgelerdeki günahkâr kulların ruhunu kurtarma vazifesini tanrıya iade etmişler.

