23 Kasım 2014 tarihli BirGün Gazetesinde yayınlanan yazının genişletilmiş halidir
Karanlık Madde’nin kâşiflerinden
bir gökfizikçi “4 Percent Univers” adlı kitapta teleskopla bir süpernova gözlemi
yaptıkları sırada uzayın derinliklerinde bir cami gördüklerinden söz ediyor. Tam
olarak “kandil”den bahsediyor ama kandil dediğin zaten camide/minarede olur… Aklımdan
“yerseniz” demek geçiyor ama BirGün okurları bunu yemez. Fakat İslam tarihine
methiye dizmek için yalan yanlış ne bulsa atlayan zevat yer. Onların prof.
olanlarının bile aklı bilgi ile değil derme çatma tarih bilgisiyle İslam’a güzellemeler
dizen destan, efsane ve hurafelerle formatlandığı için bu yazdığımı da pekâlâ
yerler. Tarihe güzelleme yapmaya başladığında, o artık gerçeklikten uzaklaşır, tarih
olmaktan çıkar ve destan veya efsane haline gelir. Sonra da kasaba kahvesi
münevverlerinin dilinde “ecdadımız cihana medeniyet ihsan etti” kabilinden palavraya
dönüşür.
Malum, araştırmak ve
sorgulamak “öğrenmekle malul” bir akla sahip olanlar için geçerli. Doğuştan her
şeyi bilen özel yaratılmışların öğrenmek gibi fuzuli bir işle ne işi olur ki… Olur
da akıllarına bir şey takılırsa, bilimsel kaynaklara değil şaşmaz ve yanılmaz dini
kaynaklara başvuran ulemanın üfürmelerine itibar ederler. Böylece, Amerika’yı
bile yeniden keşfederler. Müslüman dediğin zaten ya fatih ya da kâşif olur. Bakın
efendimiz hazretlerine, dünyaya alay konusu olmak pahasına, hepi topu iki Necip
Fazıl şiirinden ibaret müktesebatıyla tarihi yeniden keşfediyor. Doğrusu,
herkeste bulunmayan öyle bir cesaret… Aydınlanma çağı gerisinde kalmış bu akıl
için insanın “Vah vah!” diyesi geliyor.
Aynı keşfi daha önce başkaları
da yapmış ve derslerini alıp oturmuşlar. Bunlardan ilki, Youssef Mroueh’in “Precolumbian Muslims In The
Americas” adlı makalesi. İkincisi, sonradan Müslüman olan (eski Katolik) Panamalı Abdullah H. Quick’in
“Muslims in the Caribbean Before Columbus” adlı yazısı. Çok destan okudum ama
bunlar kadar eğlencelisini görmedim.
Yazılarda eğlence malzemesi
olacak çok şey var ama birkaç tanesi ile yetineceğim. Yazarların bahsettiği
Moorlarla (İspanyol veya Kuzey Afrika Müslümanları) ticaret doğru. Fakat
Moorlarla ticaret yapanlar Caribbeanlar degil Canarianlar. Yani Kanarya adaları
yerlileri. Hem de Amerika’dan çok uzakta, Mali açıklarında. Yazarlar paranın
bulunduğunu söylüyor ama orijinal kaynakta bu paraların sonradan
üretildiği/sahte olduğu yazıyor. Yazılar, Küba adının Kâbe’den geldiği gibi bir
sürü saçmalıkla dolu.
Bu yazarlara göre, Arap
coğrafyacı Al Sharif al İdrisi (1097-1155) “Al İdrisi Coğrafyası” adlı çalışmasında
bir grup Kuzey Afrikalı denizcinin Portekiz’den yola çıkıp Amerika kıtasına
ulaştığından bahsediyormuş. Denizciler 11 gün kuzeye gittikten sonra havanın
yarı karanlık olduğu, büyük dalgaların yükseldiği türbülanslı sulara
ulaşmışlar. Kaybolduklarını düşünüp yön değiştirmişler ve bu defa 12 gün güneye
ilerlemişler. Böylece Atlantik okyanusunu sadece 23 günde geçmişler (hem de
Kuzey-Güney yönünde zik-zag çizerek) ve işte Allah’ın hikmeti… karşılarında
Amerika kıtası. İşte buna Müslüman’ın iman gücü denir. Buranın Amerika Kıtası
olduğunu ise sadece o kıtayı yeniden keşfedenler söylüyor, onların palavrası.
Üç gün zincire vurulduktan
sonra, dördüncü gün kral yanında bir Müslüman Arap tercümanla gelmiş ve orada
ne aradıklarını sormuş. Bir Arap tercüman olduğuna göre, demek ki Müslümanlar
bu kıtaya çok daha önceleri gelmişler. Diğer Arapların bu kıtadan nasıl
haberleri olmamış, hayret. İnsan okyanusun diğer tarafındaki din kardeşlerine
bir haber uçurmaz mı hiç. Hele Ay’da bile duyulan ezan sesinin okyanusu
aşamaması olacak şey değil.
Bu adamlara en iyi cevabı
“The Muslim Discovers of America” kitabının yazarı Frederick W. Dame veriyor: “Bir
fizik doktoru olan Youssef Mroueh’in cömertçe söylediği yalanlar akademik
dünyaya ve temel araştırma ilkelerine hakaret sayılır. Amerika’daki bazı yerlere
Arap-İslam kaynaklı adlar uydurmak için söylediği yalanlarla saygınlığını yitirdi.
Kendi isminin bile Arap-İslam kaynaklı olmaması (Yahudi kaynaklı) ona kaderin
bir oyunu olmalı”.
Amerika’nın yeniden keşfi ta
Çin’e kadar uzanıyor. Çin tarihi benden sorulduğu için gerçekleri yazmak üstüme
vazife sayılır.
Song Hanedanı memuru Zhou Qufei
1178 yılında yazdığı Lingwai Daida (Sınır boyunca geçtiğim yerlerde
gördüklerime dair) adlı kitabında Müslüman denizcilerin "Mu-Lan-Pi" diye bir yere ulaştıklarını belirtiyor.
Aynı yıl, Çinli yazar Circa da Sung belgesinde (Song hanedanı resmi
evrakı) bu bilgiye rastladığını söylüyor. Bu
bölgenin Amerika kıtası değil İspanya olduğu artık biliniyor. Müslümanların
Amerika kıtasına 1178 yılından önce ulaştıkları zırvası işte bu kaynaklara
dayanıyor. Zhou Qufei’nin bu bilgileri edinebilecek dış kaynaklarla hiç teması
olmamış; ne limanda çalışmış ne de yurtdışına gitmiş. Nereden bildiği tam bir
sır (bence kaynağı Sung belgesi). Belki o da doğuştan her şeyi bilen özel
yaratılmışlardandır.
Bir
de Zheng He (1371–1433)
adlı bir Çinli Müslüman kâşif var. Bu
denizci zabit Müslüman denizcileri keşif amaçlı seferlere göndermiş. Denizcilerin
Amerika kıtasına (aslında İspanya veya Kanarya Adaları) ulaştığını varsayan denizcilik
tarihçisi Gavin Manzies, bu zatın kitabını “1421–Çin’in Amerika’yı keşfettiği yıl”
diye reklam etmiş. “Piri Reis Amerika’yı 1513 yılında haritada tam olarak
gösteriyor; çünkü bu bilgileri o Müslüman Çinlilerden aldı” gibi bir şeyler yazmış.
Bu kadar saçmalamasına gerek yoktu; zira Kolomb’dan 20 yıl sonra o haritayı ben
bile çizerdim. Piri Reis de zaten bilgileri Kolomb’un çizimlerinden ve anlattıklarından
aldığını yazıyor.
Burada insanların aklı
karıştı. Bana “gemileri Amerika’ya karadan mı yürütmüşler” diye soruyorlar.
“Yok, hava araçlarıyla göndermişler” diye cevaplıyorum. İslam uygarlığı bu, hava
aracı nedir ki… Bir dua ile bütün gemileri okyanusun öbür tarafına
uçuruverirler. Olmaz öyle şey demeyin. Öyle mübarek insanlarla karşılaştım ki, kendi
anlattıklarına göre, gaipten gelen bir “kapat gözlerini” komutu ile bir anda
Kâbe’ye uçmuş ve Hac farizasını ifa edip yine aynı yolla geri dönmüşler. Bunu
yapabilen bir güç gemilere Atlantik’i mi aşırtamayacak…
