21 Eylül 2014 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır
Bir eski
zaman anarşisti olan Tao efendimizin ilgileneceğini bilsem yazının
başlığını “Medet ya yüce Tao!” diye yazardım. Belki
eylediği himmet aşkına Taoist bile olurdum. Zira bu inşaat
işlerinden artık bezdim. Ben kaçtıkça o peşim sıra geliyor.
Ben yokken yine yakınıma gelmiş.
Bir
aydır HK’tan uzaktım. Geri döndüğümde, üç yıldır
oturduğum sokakta bir an “acaba yanlış sokağa mı girdim”
şaşkınlığı yaşadım. Ben Çin’deyken sokağın başındaki
on iki katlı binayı yıkmışlar. Yerine kırk katlı bir dev
dikeceklermiş.
Buraya
geldiğimden beri bu şehir enine ve dikine büyüyor. Bazen buraya
ilk geldiğim zamanlarda geceleri olta attığım ve el ayak çekilen
saatlerde “derdimi ummana döktüğüm*” sahillerde dolaşmaya
çıkıyorum. Fakat benim özlediğim o okyanus kıyıları artık
yok: Denizi doldurdular ve üstüne kırk katlı binalar diktiler.
Denizi doldurmak bu şehirde fazladan yer kazanmanın en ucuz yolu.
Mantar
gibi biten 40-80 katlı binaları gördükçe, bazen aklımdan “nüfus
geometrik artmıyor, gelir de öyle. Peki bu kadar bina ne işe
yarıyor” diye bir soru geçerdi. Ne de olsa serde Türklük var…
Birkaç ay önce okuduğum ve inşaat lobisi marifetiyle yapıldığını
düşündüğüm bir haber bu soruma kısmen cevap oldu. Haber, Çin’e
gelen firma sıyısının giderek arttığından, HK’un bu
firmalar (ve Çin firmaları) için üs haline geldiğinden ve firmaların ofis bulmakta zorluk yaşadıklarından bahsediyordu. Ekonomiden anlamasam da, haberin “yatırım için ofis satın alın” mesajını anlayabiliyorum. Yoksa kimsenin ofis bulmakta zorlandığı falan yok.
firmalar (ve Çin firmaları) için üs haline geldiğinden ve firmaların ofis bulmakta zorluk yaşadıklarından bahsediyordu. Ekonomiden anlamasam da, haberin “yatırım için ofis satın alın” mesajını anlayabiliyorum. Yoksa kimsenin ofis bulmakta zorlandığı falan yok.
HK’da
en iyi yatırımın gayrimenkul olduğu söylenir. Bazen HK ahalisi
sanki sadece para kazanmak/biriktirmek ve gayrimenkul satın almak
için yaşıyormuş gibime gelir. Bizim sokaktaki Çinli bakkal dost
bu yaşta günde en az 18 saat çalışarak biriktirdiği para ile
bir ev daha satın almış. Haberi verirken sevinçten gözleri
parlıyordu. “Bu yaşında artık dünyayı gezmeye de biraz zaman
ayırsan” dediğimde, “burası HK” dedi, burada hayat böyle
der gibi. Ömrünün geri kalanını artık banka kredisini ödemek
için harcarsın demek geldi dilimin ucuna.
Şehrin
on yıl önceki hali daha sakin ve güzeldi. Herşeyin yenisi için
deli olan HK aklının elinden kurtulan eski alanlar, ada tarafındaki
“Stanley Market” ve Kowloon tarafındaki Jordan bölgeleri. Bu
yerler turist akınına uğruyor. İnşaat firmaları bu bölgeleri
ucundan kıyısından dişlemeye kalksalar bile, fazla
yanaşamıyorlar. Burada öyle imar dalavereleri, yasa oyunları,
zorbanın ve açgözlü aile efradının talan aşkı ile bir bölge
imara açılamaz. Burası hırsız uğursuzlar için yağmacılık
yapmaya uygun bir yer değil.
Velhasıl,
burada inşaattan kaçış yok. Böyle giderse şehri elli yılda bir
yıkıp yeni baştan yapacaklar. Ne de olsa doldurulacak kocaman bir
okyanus var. Artık üretimi olmayan ve ekonomisi inşaat, finans ve
kısmen ticarete dayalı “bir şehrin hikayesi” işte…
KOKULU
ŞEHİR
Mine
Kırıkkanat son iki yazısında İstanbul’un lağım koktuğundan
bahsetti. İstanbul’dan yeni dönen bir Çinli arkadaşım
çekinerek “İstanbul lağım kokuyor. Bizi deniz kıyısında bir
yere götürdüler ama kokudan yemek yiyemedim” dedi. İçimden bu
“Yeni Türkiye”nin kokusu demek geldi… Şu haliyle bile b.k
kokan bir şehir daha büyüdüğünde kokmakla kalır mı acaba.
Şehirden yayılan b.k kokusunun malum yağmacıların ruhuna
sineceğinden eminim. Dünya’da “B.k kokan şehir” diye
tanınması çok yakındır, hem de bu hale gelmesinden sorumlu olan
o hırsız uğursuzun adıyla birlikte…
*Şerif
İçli’nin hicaz bestesi: Derdimi ummana (engin deniz) döktüm.
