25 Ağustos 2013 tarihli BirGün Gazetesinde yayınlanmıştır.
Kowloon Parkın Nathan Caddesine
bakan tarafında tüm din hizmetlerini de veren bir cami bulunur (Kowloon Mosque
& Islamic Centre). Her gün önünden geçtiğim bu yapının duvarında “yardımlarından
dolayı Kraliçe’ye teşekkür eden” o yazı dikkatimi çeker.
Bildiğim kadarıyla, bir
gayrı müslimin Müslümanlar için ibadethane yaptırması veya katkıda bulunması kabul
edilmez. Müslümanların orada ibadet etmeleri de caiz değildir. “O halde bu
camide ibadet olur mu” sorusuna cevap bulmak benim işim değil. Yine de kendimce
bir karşılık buldum: Türkiye’de Prens Charles’ın “gizli Müslüman” olduğuna dair
rivayetler duyardım. Aynı hikâyeyi burada da duydum. Prens “gizli Müslüman” ise
Kraliçe neden öyle olmasın… Benim dalga geçtiğim bu rivayetin gerçek olduğuna
inananların sayısı burada eski İngiliz sömürgelerinden gelen Müslümanlar arasında
epeyce fazla. Neyse, mevzu Kraliçe’nin imanı değil.
Burada, çoğunluk Asyalı olsa
bile, dünyanın her tarafından Müslümanlar var. Farklı Müslümanlık anlayışlarına
sahip, namaz ritüellerinde farklılıklar olan insanların birlikte nasıl ibadet
ettiklerini uzun zamandır merak ederdim. Ayrıca, caminin içini görmek ve
cemaati de yakından tanımak da istiyordum. Merakı gidermenin yolu bir kez olsun
camiye gitmek. Kısmet bu bayram namazınaymış. Pakistanlı dostum ve aynı zamanda
komşum olan Ali’ye katılıp caminin yolunu tuttum. Böyle bir projem olduğunu uzun
zamandır bildiği için şaşırmadı ve “Bayram namazı kısa, fazla bir şey
anlayamazsın. Bir Cuma namazına gelmelisin” dedi gülerek.
Camiye girdiğimizde imam
İngilizce hutbe okuyordu. Mısır’a kadar uzanmasını bekledim; ama camiye Suudi
desteğinin etkisiyle olsa gerek hiç bahsi geçmedi. Bu merkezi idare eden
görevlilerinden bazıları Suudi Arap. İmamları da merkezin görevlileri belirliyormuş.
Dualar Arapça olsa bile hutbe İngilizce olduğundan, imamlık için ilk ölçüt
İngilizce bilmek. İbadet için de tabi ki Suudi ritüelleri benimsenmiş ve böylece
“ortak yol” bulunmuş.
Namaz sonrası sıra oluşturan
cemaatin bayramlaşması görmeye değerdi. Daha
önce bu kadar samimi, içten bayramlaşan ve böylesine
gerçek bir bayram sevinci, mutluluğu yaşayan insanlar gördüğümü hatırlamıyorum.
Sonradan görme Hint coğrafyası zenginleri bu bahsin dışında. Onlar kimseyle
bayramlaşmadan ve insanların yüzüne bakmadan “eid mubarek” deyip uzaklaştılar.
Yanlarında üç kuruşa kaçak
çalışan din kardeşleriyle birlikte sıraya girmenin, onlarla ve diğer
yoksullarla eşit koşullarda bayramlaşmanın imanlarıyla bir tuttukları zenginliklerine
halel getireceğini düşündüler herhalde. Öyle ya, bayramlaşmak isteyen onların
ayağına gider. Onlarda yoksullarla bayramlaşma lütfunda bulunur. Bu sonradan
görmelik hali, ileride bir yazı yazmayı planladığım kast sisteminin modern sosyal
dokuda halen karşılık bulan kalıntıları. Şaşırtıcı olan, bu Hindu geleneğini Müslümanların
içselleştirmiş olması.
Ali “bunlar Hindistan’dan
hep çok ucuza çalışacak gençler getiriyorlar. Zenginliklerinin aslında o
çocukların rızkından çaldıklarıyla değil tanrının takdiri, onlara lütfu ile
olduğuna inanıyorlar. Çalışanlarına para vermek istemezler ama camiye bağış yaparlar.
Belki cami üstünde hak sahibi olduklarını, çalışanlarına ve bize dilediğimiz kadar
ibadet etme imkânı sağladıklarını düşünüyorlardır. İşçileriyle ve diğer yoksul göçmenlerle
aynı tanrıya ve dine inanmak galiba bu adamların zoruna gidiyor. Tanrının
ayrıcalıklı kulları olmak istiyorlar. Onlara yeni ve janjanlı bir din lazım”
dedi.
Bunları dindar bir adam
söyledi, şaşırıp kaldım…